Recyling Industry Magazine Dergisine Verdikleri Röportaj

30.03.2021

Sayın Hanımefendi, himayelerinizde yürüttüğünüz projeler arasında çok seçici davrandığınızı biliyoruz. Sıfır Atık gibi kapsamlı bir çevre projesini himayesine alan tek First Lady olduğunuzu biliyoruz. Sıfır Atık Projesi sizin için ne anlam ifade ediyor?

Zaman en kıymetli ve kısıtlı sermayemiz. Bu zamanı herkes için büyük faydalara vesile olacak işlere harcamak istiyorum. Tüm insanlığa bir hizmet olduğu için de, çevre ile ilgili işleri önemsiyorum. Sıfır Atık Projesi bunlardan birisi. Sıfır Atık demek, öncelikle içinde yaşadığımız çevrenin korunması demek. Ben, doğayı korumaya yönelik işleri en başta çocuklarımıza ve onların geleceğine sahip çıkmak olarak düşünüyorum. Şuna inanıyorum; doğa sevgisi vatan sevgisine dahildir.

Öte yandan insanların sadece kendileriyle meşgul olma gibi bir lüksü yok. Hepimizin, içinde yaşadığımız topluma ve dünyaya karşı sorumluluğumuz var. Doğru ve zararsızlık ilkesiyle yaşamak, insanın ortaya koyabileceği en güzel eser. O nedenle doğanın korunmasına yönelik yapılacak her iş, sadece şimdiyi ilgilendirmiyor; bu işler geleceğe de aktarılacak birer çaba.

16-17 Ekim 2019 tarihlerinde Ankara Hilton-SA’da düzenlediğimiz Türkiye’de Tüm Yönleriyle Atık Yönetimi-TÜRKTAY’ın 10. organizasyonunda konuşmacıydınız. Konuşmanız sırasında çevre konusunun siyaset üstü bir konu olduğuna ve çevre konusuna geniş bir perspektiften bakılması dikkat çektiniz. Çevre dediğimiz zaman aklımızda ne çağrışmalı?

Maalesef, sanayi devriminden sonra değişen bir düşünce yapısı hâsıl oldu dünyada. Biz insanlar, kendimizi doğanın efendisi sanıyoruz. Onu tahakküm altına alınacak bir şey olarak görüyoruz. Bu düşünce, tüm davranışlarımıza, tüm üretim ve tüketim sistemlerimize yansıyor.

Doğadan o kadar uzağız ki, doğa yürüyüşü yapmak için turlar düzenleniyor. Çocuklar tabiatla ilişki kuramadan büyüyorlar. Tabiat adına bilip tecrübe ettikleri, parklardaki peyzajdan ibaret. Tabii durum böyle olunca, insan doğayı neden yok etmemesi gerektiğini anlamıyor. Suyun bir gün gerçekten bitebileceği şaka sanılıyor. Çöplerin nereye gittiğini, gerçekten yok olup olmadıklarını düşünmüyoruz. Kurumuş bir gölün hüznünü yaşamadığımızdan ya da bir orman yangınının yasını tutmadığımızdan bol keseden plastik kullanabiliyoruz. O plastikleri denizlere atabiliyoruz. Çünkü doğanın yavaş ve sancılı ölümü, bizden uzakta bir yerde oluyor.

Çevre demek insan hayatının devamlığı demek. İnsanlar çevreden ayrı bir varlık değil. Bunun siyaseti olmaz. Bu noktada insanlık söz konusudur. Denizlerden, ormanlara, havadan, toprağa kadar Allah’ın yarattığı bu muazzam eserler insanlığın ortak emanetidir. Ancak bu bakış açısına sahip olursak, çevre ile ilgili konuları doğru anlayabilir ve doğru yaklaşımlar geliştirebiliriz diye inanıyorum.

Zaman zaman konuşmalarınızı dinlediğimizde Sıfır Atık sisteminin kültür olarak benimsenmesi gerektiğini ve bir yaşam biçimi haline dönüştürülmesi gerektiğini belirtiyorsunuz. Sayın Hanımefendi, sıfır atık sisteminin yaşam biçimi haline dönüştürülmesi için en büyük rol kime veya kimlere düşüyor?

Evet, sıfır atık sistemi tepeden inme bir şekilde insanlara dikte edilemez. Bazı denetimler getirebilirsiniz, bazı tedbirler alabilir, atık yönetimi için altyapı geliştirebilirsiniz ama bu sistemi hayata geçirecek olan bireylerdir. Tabii bunu başarmak için evvela toplumsal bir seferberlik başlatmamız lazım. Öncelikle, politika geliştirenlerin doğru iletişim kanallarını kullanması gerekiyor. Çevre konularını sadece sempozyumlara, çalıştaylara ya da konferanslara sıkıştırır, sokağa indirmezsek, eylemlere dönmezse kendi aramızda konuşmakla kalmış oluruz. Bilimsel çalışmalar kadar, insanların tükettikleri içecek ya da yiyecek ambalajlarını denize fırlatmalarını önleyecek vicdanın gelişmesine de yardımcı olmamız gerekiyor. Eğer insanlar önemsiz sandıkları hareketlerinin etki zincirinden habersiz olurlarsa, neden dikkat etsinler?

Musluğu açık bırakmamak, ışıkları aynı şekilde işimiz bitince kapatmak ya da çamaşır, bulaşık makinelerini yarım kapasite çalıştırmamak gibi önlemler bu işin püf noktası. Bunlar her gün defalarca yaptığımız şeyler. Bireysel hayatlarımızı çevre dostu hale getirmeden bu işi başaramayız.

Ben Japonya’da bunun çok iyi bir örneğini gördüm. Kamikatsu adında bir kasabada, tüm fertlerin bilinciyle atık sistemi çok iyi işliyor. Kasabalılar atıklarını tam 34 ayrı kategoriye ayırıyorlar. Sistem öylesine yerleşmiş ki, atıklarının %80’ini dönüştürüyorlar. Japonya’ya gittiğimde Kamikatsu Belediye Başkanı ile görüştüm ve sistemi kendilerinden dinledim. Çöp üretmemek üzere bir bilinç geliştirilmiş. Mevcut çöpleri çok iyi ayrıştırmışlar ve hatta israfı azaltmak için ikinci el ürünlerin toplandığı bir merkez kurmuşlar. İhtiyaç sahipleri buradan ücretsiz şekilde alabiliyorlar. Birey, belediye ve tüm yapılar bu bilinçle hareket ediyor.

Dolayısıyla önümüzde çift yönlü bir konu var. Bir yandan bilim insanları, kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları çalışacak, diğer yandan bireyler bu yaşam tarzına adapte olacaklar. Çevre dostu yaşam kültürünün yayılması için, insanlarda “bu benim sorumluluğum” duygusunu oluşturmamız lazım.

Tabii benim en çok önem verdiğim kesim çocuklar. Çocukların eğitimi ve bilinçlenmesi inanın çok önemli. Onlar ebeveynlerinin davranışlarını da değiştirebilirler yeri geldiğinde. O nedenle çocukların bu bilince çok erken yaşlarda kavuşması bana göre hayati. Bu noktada hem eğitim sistemimize, hem de STK’lara büyük iş düşüyor diye inanıyorum.

Bir de biliyorsunuz, sosyal medya, günümüzün bir gerçeği. Bu son derece güçlü iletişim ağını hayırlı işler için kullanmak da bir tercih. Sosyal medyanın, sıfır atık hareketinin yaygınlaştırılmasında önemli bir güç olacağını düşünüyorum. Topluma yön veren insanların, bu harekete dâhil edilmeleri ve sosyal medyanın bir iletişim kanalı olarak, ilgi çeken kampanyalarla kullanılması gerekir.

Sıfır Atık Projesini 2017’de Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde yapılan bir tanıtım toplantısıyla tanıtmıştınız. Kamuda proje kapsamında nasıl adımlar atıldı?

Öncelikle Külliye binalarına çöp ayrıştırma istasyonları yerleştirdik. Personelimizi eğittik. Herkesin kendi çöpünü ayrıştırmasını sağladık. Ofis çöplerini kimse onlar adına toplamıyor. Herkes kendi ürettiği çöpün doğru yere gönderilmesinden sorumlu.

Bakın burada sizinle bazı rakamlar paylaşayım. Mesela 36 ayda, Külliye yerleşkesinde toplanan 234.244 kg değerlendirilebilir atığın geri dönüştürülmesi, 25.572,95 kg sera gazı salınımı engelledi, 850.476,99 kwh enerji ve 3.083,78 m³ su tasarrufu sağladı.

Öte yandan 110.135 kg Kâğıt atığın kaynağında ayrılmasıyla 3.744 kişinin oksijen ihtiyacını karşılayacak 1.872 yetişkin ağacın korunması sağlandı. 25.063 kg metal atığın kaynağında ayrıştırılması ile 32,58 ton Hammadde tasarrufu sağlandı. 32.983 kg Cam atığın kaynağında ayrıştırılması ile 39,58 ton Hammadde tasarrufu sağlandı. 66.063 kg Plastik atığın kaynağında ayrıştırılması ile 1.076,83 varil petrol tasarrufu sağlandı. 15.370 kg atık bitkisel atık yağın kaynağında ayrıştırılması ile 15.370 litre Biyodizel kazanımı elde edildi.

Kompost sistemi kuruldu. Organik atıklar kompost makinasında gübreye dönüştürülüyor. Ve artık tüm peyzaj alanlarında kullanılıyor. Böylece kimyasal gübreden de korunmuş oluyor bahçelerimiz.

Sıfır atık uygulamalarına Kurumumuzla birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi ve diğer kamu kurumlarında da eş zamanlı olarak başlandı.

Sıfır Atık Yönetmeliği ile 2020 yılının ilk yarısında tüm Kamu Kurumlarını entegre etme hedefi koymuştuk. Ayrıca, 250 binden fazla nüfusu olan ilçe belediyeleri, organize sanayi bölgeleri gibi büyük ölçekli yerler, sıfır atık yönetim sistemine dâhil edildi.

Ülke çapında toplanan atık miktarı ve diğer çalışmalarla ilgili envanter oluşturulması için de Sıfır Atık Bilgi Sistemi oluşturuldu. Binlerce kurum ve kuruluş bu sisteme entegre oldu ve veri girişi yapmaya başladı.

Eş zamanlı olarak farkındalık çalışmaları da sürdürüldü. Yüzbinlerce kişiye sıfır atık eğitimi verildi. Bugün zannetmiyorum ki ülkemizde bu başlığı duymamış biri kalmış olsun.

Tabii sıfır atık bir yaşam kültürü, üretim ve tüketim sistemleri oluşturmanın sonu yok. Her zaman için, bulunduğumuz yerden daha ileriye gidebiliriz. O nedenle sıfır atık uygulamalarına geçmek sadece ilk adım. Daha iyi nasıl yaparız sorusunu kendimize her zaman sormamız lazım.

Sayın Hanımefendi, eğitim evde başlıyor. Ailesi tarafından iyi terbiye edilen çocuklar saygı göstermeyi de öğreniyor. Çevreye ve doğaya karşı nasıl davranış sergilenmesi gerektiğinin öğretilmesinde annelerin rolü nedir? Sıfır Atık ve kadın ilişkisini değerlendirir misiniz?

Aile, çocukların ilk eğitim ocaklarıdır. Hem anne, hem baba çocuk için en önemli rol modeldir. Fakat toplumsal pratiğimize baktığımızda, burada annelerin rolü bir adım daha da önde. Hiç kimse bir çocuğun çevre bilinciyle yetişmesinde annesinden daha fazla katkı sağlayamaz. Anne baba rol model olur, önce bizzat kendisi uygularsa, sıfır atık yaşam kültürü çok daha hızlı yol alır. Çocuklar, erken yaşlardan itibaren mutfakta çöplerin ayrıştırıldığını, ev yaşamının her alanında tasarruf ilkesinin uygulandığını görerek büyürse, bu bir meleke haline gelir.

Çocukları yetiştirirken, tüm ebeveynler olarak, onları büyüdüklerinde topluma katkı sağlayan, çevreye duyarlı evlatlar olarak görmek istiyoruz. İyi ve ahlaklı insanlar olmaları en büyük temennimiz. Bu ahlak kavramına çevre ahlakı da dâhil olmalı. İnsani gelişmişlik, büyük ölçüde, insanların doğa ile olan ilişkisiyle ölçülür. Kalkıp bir ağaca zarar verdiğinizde mensubu olduğunuz insanlık ailesine de zarar veriyorsunuz. Dilerim ki anne babalar çocuklarına önce bunu öğretsinler. Yani sadece emanetçi olduklarını…

Tabii bu konuda biraz da kendi medeniyet karnemize bakmalıyız. Nasıl iftiharlarla dolu olduğunu görelim. Kalkıp sıfırdan bir şey icat etmiyoruz. Biz geçmişte neydik, şimdi hala aynı insanlar mıyız, bunu sorgulamalıyız. Bakın 19.yy.’da yaşamış ünlü Fransız şair Lamartine “Müslümanlar canlı ve cansız mahlûkatın hepsiyle iyi geçinirler: Ağaçlara, kuşlara, köpeklere, velhasıl Allah’ın yarattığı her şeye hürmet ederler” demiş.Bunlar başka kültüre ait bir insanın yaşayışımıza dair gözlemleri.

Tabiata ve kaynaklarına hürmetin bir yolu da, israf etmemek. ‘Dere kenarında olsanız bile, suyu israf etmeyiniz’ buyuran bir inancın mensupları olarak çevre meselesine bütüncül bakabilmeliyiz.

Kadınların sıfır atık ile ilişkisine gelecek olursak, bir kere, sivil toplum kuruluşlarına baktığınızda, kadınların yoğunlukta olduğunu görürsünüz. Kadınlar, toplumsal olaylara karşı çok duyarlılar. Onların bu duyarlılığı kendilerinden taşıyor. Tüm topluma dokunmak, yanlışları düzeltmek istiyorlar. Fıtri bir reaksiyon diye düşünüyorum. Kendim de sivil toplum kuruluşlarında uzun yıllar çalıştım. Kadınların nasıl büyük bir özveri ile çalıştıklarını gördüm.

“Kadın eli değmiş” diye bir ifade vardır dilimizde. O kadar doğru ki! Kadınların iyiye doğru dönüştüren bir gücü var. Sarıp sarmalamayı, iyileştirmeyi ve güzelleştirmeyi çok iyi biliyorlar. Sıfır Atık Projesi özelinde de aileyi de toplumu da onlar dönüştürecekler. Yani bu hareketin öncü kuvveti mutlaka kadın ağırlıklı olacak.

İki, üç kadının birleşerek tüm mahallede sıfır atık bilincini yayabilecek büyük bir güce sahip olduklarına inanıyorum. Ayrıca belediyeler gibi bu alanın paydaşı kurumları da, bu alanda daha iyi çalışmaya teşvik etmeliler. Böyle böyle dönüşmüş insan grupları birleştiğinde yepyeni bir toplum çıkacak karşımıza.

Hâlâ tüketilmeyen gıdaların çöplere atıldığını ve ihtiyaçtan fazla tüketim alışkanlığımız olduğunu görüyoruz. Bu açıdan baktığımızda Sıfır atık hareketi, evlerdeki çöplerin veya atıkların ayrıştırılmasının dışında da anlamlar içermiyor mu?

Doğru ifade ettiniz. Sıfır atık hareketi, hâlihazırda çöp üretmemek demek. Peki çöp üretmemek ne demek? Herkes ihtiyacı kadarını harcar ve kullanırsa geriye zaten çöp kalmaz. Ancak, sizin de bildiğiniz gibi küresel olarak tüm toplumlar tüketim toplumu olarak nitelendiriliyor.

Eskiden, siz de hatırlarsınız, evlerde eskiyen hiçbir şey atılmazdı. Başka bir işlev kazandırılırdı. En basiti, yağ tenekeleri bile atılmaz, saksı olarak kullanılırdı. Kumaş artıklarından balkonda, bahçede kullanmak için yaygı yapılırdı. Alınan bir kıyafet kardeşler arasında el değiştirirdi. Aslında çöplük dediğimiz şey, erken ölmüş eşyalar mezarlığıdır.

İhtiyaç fazlası üretim bizim tamir etme becerimizi de elimizden aldı. İnsanları üşengeçliğe sürükledi. Tamir etmektense yenisini alıyoruz. Her yeni aldığımız eşya ile karbon ayak izimizi çoğalttığımızı düşünmüyoruz. Bir örnek vermek gerekirse, bir pamuklu t-shirt üretimi için 2720 litre su tüketiliyor. Biz ne yapıyoruz, sıkıldık diye, bir sezonda modası geçti diye ya da alışveriş yapmak moral olsun diye gidip sürekli yenisini alıyoruz. Tekstil ne yazık ki, en çok çevre kirleten sektörlerin başında geliyor.

İşte tüketim toplumunun vicdanının köreldiği noktalar bunlar. İnsanın mutluluğu eşyaya sahip olmaya endekslendi. Cemil Meriç’in şu meşhur sözünü her zaman aklımızın bir köşesinde tutmalıyız. “İnsanlar sevilmek için yaratıldılar, eşyalar ise kullanılmak için. Dünyadaki kaosun nedeni; eşyaların sevilmeleri ve insanların kullanılmalarıdır.” Bu bilge söz, aslında yaşadığımızın bu karmaşanın nedenini çok güzel izah ediyor.

Bunu başardığımız noktada, tatmin olmak için çok tüketmek zorunda hissetmeyeceğiz kendimizi. Bunun üzerine bir de insanın dünyaya karşı olan sorumluluk bilinci eklenince, sıfır atık kültürü kendiliğinden oluşacak aslında. O nedenle, sıfır atık hareketi, elbette atık yönetiminden çok daha başka anlamlar içeriyor.

Sıfır Atık Hareketinin akabinde başlatılan Sıfır Atık Mavi uygulamasında nasıl yol katedildi?

Korona salgınına kadar sık sık duyduğumuz bir bilgi vardı. Bilim insanları, 2050’de denizlerde ve okyanuslarda balıktan çok plastiğin yüzeceğini söylüyorlardı. Çünkü dünyada her 1 dakikada 1 çöp kamyonu plastik denizlere karışıyordu. Şimdi salgınla beraber, virüs yayılımına karşı en etkili silah olan maske ve eldiven gibi malzemelerin istilası altındayız. Birleşmiş Milletler, bu malzemelerin %75’inin çöp sahalarına ve yeryüzü sularına karışacağını ön görüyor. Dünyada plastik üretiminin bugüne kadar 5 milyar tona ulaştığı tahmin ediliyor. Hepimiz dönem dönem, haberlerde plastik şişelere ya da ağlara sıkışmış deniz kaplumbağalarını, kuşları ya da balıkları görüyoruz. Türler yok oluyor, denizler ve okyanuslar büyük bir stres altında.

Bildiğiniz gibi, ülkemiz üç tarafı denizlerle çevrili ve akarsu yatakları açısından da oldukça zengin bir ülke. Tabii bu bize ayrı bir bilinç katıyor. Deniz ve kıyılarımızın korunması gerçekten de önceliklerimizden biridir. Çünkü ülkemiz, hem biyolojik çeşitliliği, hem de sualtı ve suüstü varlıkları açısından dünyanın en zengin noktalarından biri. Bu zenginliği korumak için çalışıyoruz. Denizler, okyanuslar hayatın devamlılığı için çok önemli. Buradaki kirlenme tüm dünyayı son derece olumsuz etkiliyor. Üzülerek söylüyorum, denizler ve okyanuslar, dünyanın çöplükleri haline dönmüş durumda. Bir de şu var, dünyanın öte ucundan atılan bir çöp, bambaşka yerlere seyahat ediyor. Nerede bir kirlenme varsa, tüm dünya tehdit altına giriyor.

O nedenle, denizlerimizin, göllerimizin, ırmaklarımızın temizliği bizim için çok önemli. Bu proje, Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız tarafından beş yıl boyunca sürdürülecek. Amacımız var olan atıkları temizlemek olduğu kadar, yeni atıkların oluşmasını da önlemek.

Denize attım kurtuldum sandığımız plastikler, besin zincirine girip, yediğiniz balığın bünyesine karışmış olarak önünüze geliyor. Çamaşır makinelerini sık sık, hatta bazen tek parça giysi için çalıştırıp, temizlik yaptığımızı sanıyoruz. Ama o kıyafetlerden koparak sulara karışan mikroplastiklerin suları nasıl kirlettiğini düşünmüyoruz. İşte tüm bu tehlikelere karşı topyekun bir seferberlik halindeyiz. Tüm yurtta başlattığımız deniz temizliği seferberliği ile 122 bin 193 metreküp deniz çöpü toplandı. Türkiye’nin önde gelen 760 kuruluşu “Sıfır Atık Mavi Sözü” verdi ve denizlerin kirlenmesiyle mücadele edeceklerini taahhüt ettiler. Bunlar çok güzel gelişmeler.

Sayın Hanımefendi, son olarak gençlere vermek istediğiniz mesaj var mı?

Gelecek gençlerindir. Onların geleceğinde bizler olmayacağız. O yüzden, geleceklerine sahip çıksınlar. Biz, gençleri sorumluluktan muaf gibi gösteriyoruz, ancak sorumluluğumuz eşit. Biz onlar için güzel bir geleceğin yolunu sadece inşa edebiliriz. Bu yolu yürüyecek olanlar onlar. Doğanın korunmasında, bu bilincin yaygınlaşmasında, tüm gençleri ön saflarda yer almaya davet ediyorum. Bilhassa onlar, teknolojiyi bizden çok daha iyi anlıyor ve yönetiyorlar. Dolayısıyla, bizlerin eksik kaldığı yerleri onlar tamamlayabilirler. Bizim ufkumuzu daha da açabilirler. Geleceğin dünyasında hak sahibi oldukları kadar, söz sahibi de olsunlar. Ben de, doğanın ve kaynakların korunduğu bir gelecek için onlarla el ele vermek istiyorum.