Değerli hanımefendiler, beyefendiler;
Hepinizi en kalbi duygularla selamlıyor, bu güzel etkinlikte bir araya gelmekten memnuniyet duyuyorum. Osmanlı hanedan türbelerindeki maraş işi puşidelerin yenilenmesi vesilesiyle, bizleri buluşturan herkese teşekkür ediyorum.
Kültür ve Turizm Bakanlığımız ile Milli Eğitim Bakanlığımızın takip ve işbirliğinde, Beylerbeyi Sabancı Olgunlaşma Enstitüsü’nün öncülüğünde gerçekleşen bu proje, tarihi değerlerimize sahip çıkmanın bir ifadesidir. Projeye katkı sağlayan tüm kurumları ve emek veren tüm sanatçılarımızı tebrik ediyorum. Ellerine, emeklerine sağlık!
Değerli katılımcılar;
Bir dost meclisinde, Yahya Kemal’e İstanbul’un nüfusunu sorarlar. O da, ‘biz yerin altındakilerle birlikte yaşarız’ cevabını verir. Bu meşhur cevap, medeniyetimizin ölüm algısını ortaya koyan bir özettir. Evet, biz türbeleri, hazireleri, kabristanları ile iç içe yaşayan bir şehir medeniyetinin mirasçılarıyız.
Çünkü Yunus’un dediği gibi,
“Ten fanidir can ölmez, gidenler gene gelmez.
Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.”
Bizim için, mezarlıklar, türbeler, ölümle hayatın kardeş olduğu asûde mekanlardır.
“Ahiret öyle yakın seyredilen manzarada,
O kadar komşu ki dünyada, duvar yok arada
Geçer insan, bir adım atsa birinden diğerine,
Kavuşur karşıda kaybettiği bir sevdiğine…”
Şairin dediği gibi, kabir vuslata giden yolda bir duraktır. Adeta ahirete bir perdeliktir.
Değerli katılımcılar;
İşte bu nedenle, hayatın arzu ve isteklerinden ruhumuz sıkılınca, ölülerin mahallesinde huzur buluruz. Hele İstanbul’da ölüm, bir başka çehre takınır. Endamlı servileri, güvercin dolu avluları, çinilere sinmiş Kur’an sesleriyle uhrevi bir ahenk yaşatır hepimize.
Yahya Kemal şöyle diyor bir İstanbul şiirinde:
“Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan!”
Gerçekten de, sarayları, camileri, koruları, hanları, sebilleri ve türbeleriyle, bir tarih bereketidir İstanbul. Mimarların, hattatların, nakkaşların, sedefkarların eşsiz eserleri karşılar bizi her köşede. Her biri, geçmişe ışık tutan tarih kayıtlarıdır. Tıpkı bir belgeyi okur gibi onları da okuruz. Bu anlamda hanedan türbelerindeki puşideler, üzerlerindeki nakışlar ve hatlarla birer tarihî belgedir.
Akif’in gözünden bakacak olursak onlar;
“Şanlı bir tarihsin; mazi-i millet sendedir.
Varsa ibret sendedir, hikmet de elbet sendedir.”
Ölümün ürpertisini yok eden şey, bu ölüm yurtlarındaki sanattır. Zevk-i selimin ürünü olan sanduka örtüleri, nakkaşların göz nuru, el emeği ile ölümü munisleştirir. Kabirleri konuşturur.
Türk süsleme sanatının en zarif türlerinden olan Maraş işinin en güzel örneklerini gördüğümüz hanedan türbelerinde de, ölüm, sade bir bahar ülkesi gibidir. Her biri, bir yığın inanç, gelenek, zevk ve asırların birikiminden oluşan bir terkiptir. İpek, kadife ve türlü çeşitleriyle dönemlerinin desen ve zevk anlayışlarını gösterirler.
Asırlardan beri, geçen zamanın yorgunluğu altında yıpranan bu eserler, gelecek nesillere aktarılmak üzere tadilata, tamirata, yenilenmeye ihtiyaç duyar. Kültürümüzü, geleneksel sanatlarımızı, hiç kesintiye uğratmadan, gelecek nesillere aktarmak da hepimizin görevidir.
Bu bağlamda, bu güzel projeyi himaye etmekten büyük bir memnuniyet duyuyorum. Ecdad yadigarı, bu şanlı tarihin ve coğrafyanın tapuları hükmünde olan türbeler, aynı zamanda hepimiz için bir nasihatçıdır. Böyle güzel bir vesileyle, Yahya Efendi Hazretleri ile, Kanuni Sultan Süleyman ile, Eyüp Sultan Hazretleri ile, Adile Sultanla, Yavuz Sultan Selim Hanla selamlaşmış sayıyorum neslimizi.
Beylerbeyi Sabancı Olgunlaşma Enstitüsü’nü tekrar tebrik ediyorum. Tarihi kıymetlerimize sahip çıktıkları, bizi tefekküre davet ettikleri, bir yandan da geleneksel el sanatlarımızı, geleneklerini koruyarak, bugüne ve geleceğe taşıdıkları için.
Modern kurumlarımızın, sanat okullarımızın, tarihi değerleri yaşatma konusunda çaba göstermesi takdire şayandır. Ancak bu şekilde, zincirin halkalarını sürdürebiliriz. Bu çalışma el sanatlarımız içinde müstesna bir yeri olan Maraş işinin, desen arşivini hazırlamaya da vesile olmuştur. İşin incelikleri, genç sanatçıların el emekleri, göz nuru ile yeniden hayat bulmuştur.
Bir zamanlar Kabe-i Muazzama’nın, Ravza-i Mutahhara’nın örtülerini işleyen bir milletin torunları olarak, bu değerlere sahip çıkmak, boynumuzun borcudur. Mirasçısı olduğumuz bir imparatorluğun, akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim üzerine kurulu medeniyet değerlerini yaşatmaya, koruyup kollamaya inşallah devam edeceğiz. Yenilenen puşidelerin eskileri, büyük bir itina ile müzelerimizde muhafaza edilecek inşallah.
Bu temennilerle sözlerime son verirken, üç kıtaya yayılmış bir devlet düzeninde, asırlarca kutsal mekanların hadimi olmuş, garip, gurabanın ve mazlumların hamisi olmuş Osmanlı hanedan üyelerini rahmetle anıyorum. Ruhları şad olsun!
Allah hepimize güzel ölümler, arkamızdan iyiliklerle hatırlanacak güzel hayatlar nasip eylesin.
Hepinizi muhabbetle selamlıyor, Allah’a emanet ediyorum.