Değerli hanımefendiler, beyefendiler,
Kıymetli katılımcılar;
Hepinizi en kalbi duygularla selamlıyorum. Dünya Sağlık Örgütü ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi öncülüğünde gerçekleştirilen bu anlamlı etkinliğin hayırlar getirmesini diliyorum. Programın düzenlenmesinde emeği geçen herkese, tebrik ve teşekkürlerimi sunuyorum.
Çocuklarımız, geleceğimizin teminatıdır. Onları ilgilendiren her sorun, bizim öncelikli sorumluluğumuzdur. Modern dünyanın temel meselelerinden biri olarak karşımıza çıkan çocukluk çağı obezitesi de, bunlardan birisidir. Ev dışı beslenmenin artması, besin çeşitliliği, enerji ve yağ oranı yüksek yiyeceklerin kolay ulaşılabilir olması, bu sorunu tetiklemektedir. Sorunun çözümünde ise, devlete, aileye, bireye, yani hepimize düşen sorumluluklar var.
Çocukların öncelikli rol modellerinin, aile bireyleri olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle meseleyi öncelikle ‘aile beslenmesi problemi’ olarak ele almak gerekir. Sözgelimi kahvaltının ihmal edildiği ailelerde, çocukların obeziteye yatkın olduğu gözlemleniyor.
Geleneksel ev yemekleri yerine, fast food ürünlerin tercih edilmesi, obeziteye giden yolu açıyor. Bilinçle hazırlanmış bir sofra yerine, televizyon karşısında yemek yemek, çocukların doğru beslenme alışkanlığı kazanmasına engel oluyor. Anne-babanın yemek yedirme ısrarı, ödül olarak verilen sağlıksız içecek ve yiyecekler, ne yazık ki, çocuklarımızı dengesiz beslenmeye itiyor.
Oysa çocukların büyüme ve gelişme hızına uygun, yeterli ve dengeli beslenmesi, he rşeyin başında geliyor. Bizim, beden ve zihin eğitimini en güzel şekilde tamamlamış nesillere ihtiyacımız var. Bizim için aslolan, ruh, beden ve zihin bütünlüğünün birlikte inşa edilmesidir. Bir boyut ihmal edildiğinde gelişim eksik kalır.
Uzmanlar, obezitenin en önemli nedenleri arasında, sağlıksız beslenmenin yanında hareket yetersizliği olduğunu söylüyorlar. Hızlı şehirleşme sonucunda ne yazık ki çocuklarımız, rahat hareket edebilecekleri geniş alanlardan mahrumlar. Apartmanlarda, okul servislerinde geçen hayatları süresince, yürümeye, koşmaya, bisiklete binmeye imkan bulamıyorlar. Bu noktada biz büyüklere, belediyelere ve devlete sorumluluklar düşüyor. Sitelerde yürüyüş parkurları, okullarda hareket edebilecekleri mekanlar oluşturmak, çocuklara spor alışkanlığı kazandırmak gerekiyor.
Okullarımızda, kötü hava koşullarında kullanılabilecek kapalı spor salonlarının artırılması, gerçek anlamda bir ‘beden’ eğitimi bilincinin kazandırılması gerekiyor. Bu sempozyumun bu manada çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yapmamız gereken, toplumu, aileleri bilinçlendirmek ve devletin çeşitli alanlarda önlem almasını sağlamak…
Sağlık Bakanlığımızın bu alanda başlattığı kampanyaların kayda değer sonuçlar getirmesini umut ediyorum. Milli Eğitim Bakanlığı ile geliştirilen Beslenme Dostu Okul Programı’nın bir süredir uygulandığını biliyorum. Öğrenci ve öğretmenlere, bu doğrultuda rehberler hazırlanıyor. Sağlıklı kantin uygulaması, sıkı bir denetim gerektiriyor. Keza, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımız, yiyeceklerde tuzu azaltma, etiketleme gibi çalışmalar yapıyor.
Aynı şekilde, Sağlık Bakanlığınca yürütülen ‘Daha sağlıklı bir Türkiye için 1 milyon bisiklet’ kampanyası, sağlıklı yaşam kültürünü teşvik çerçevesinde Cumhurbaşkanlığı tarafından himaye ediliyor. Bu kampanya, tam da çocukları ve gençleri hedef alıyor. Bisikleti bir hobi aracı olarak görmekten vazgeçip, ulaşım aracı olarak kullanmak üzere, yaygınlaştırma hedefiyle çalışmalar yapılıyor.
Değerli katılımcılar;
Ne yazık ki çocuklarımızın artık teknolojik bağımlılıklar sebebiyle de, kapalı alanlara hapsolduğunu görüyoruz. Birçok kişinin hayatında teknoloji, artık bir imkan olmaktan çıkıp, tehdide dönüşmektedir. Birbiriyle yakından ilişkili bu faktörleri doğru teşhis
edip, çocukları obeziteye teşvik eden yolları elbirliği ile kapatmamız gerekiyor.
Çocuklarımızın alışkanlığa dönüşen davranışlarını iyi gözlemlemeliyiz. İbn Haldun, ‘insan alışkanlıklarının çocuğudur’ der. Alışkanlık adeta bir halata benzer. Her gün bir lifini örer ve sonunda onu koparamayacak kadar güçlü yaparız. Bu nedenle çocuklarımıza iyi şeylerin alışkanlığını kazandırmalıyız.
Onlara, yemek yemenin sadece karın doyurmak olmadığını, bir sağlık meselesi olduğunu iyi anlatmalıyız. Dengeli beslenmenin yanısıra doğal beslenmenin imkanlarını sağlamalıyız. Beslenme meselesi, sağlığın temelidir. Hipokrat, ‘ilaçlarımız gıdalarımız, gıdalarımız da ilaçlarımızdır.’ diyor.
Bu noktada, katıldığım sağlık konulu tüm toplantılarda altını çizdiğim bir hususa değinmek istiyorum. Yaratıcı’nın bir mucize olarak insanlığa verdiği anne sütü, obezite de dahil olmak üzere, birçok hastalığın panzehiridir. Uzmanlar, anne sütünün obeziteye yakalanma riskini azalttığını söylemektedir. Çocukları 6 ay sadece anne sütü ile besleyip, 2 yıl süresince emzirerek, sağlıklı bir geleceğin temeli atılmalıdır.
Dünya Sağlık Örgütü’nün okullarımızda yaptığı ‘çocukluk çağı obezite araştırması’, öğrencilerin sadece anne sütü alma süresinin ortalama 4.5 ay olduğunu gösteriyor. Bu sürenin daha da uzatılması, hepimizin ortak hedefi olmalıdır.
Devletimiz bu çerçevede doğum yapan kamu görevlisi kadınlarımıza ilk 6 ay, üç saat, ikinci 6 ay, iki saatlik süt izni imkanı vermiştir. İnanıyorum ki, bu tür sosyal politikalar aile bilinci ile birleştiğinde, daha sağlıklı nesillere kavuşacağız.
Kıymetli katılımcılar;
Sözlerime son vermeden önce, tüm dünyayı ilgilendiren bir gerçeği hatırlatmak istiyorum. Ne yazık ki, yılda 10 milyon insanın açlıktan öldüğü bir dünyada, insanlık obezite ile mücadele ediyor.
Obeziteye bağlı hastalıklardan ölenlerin sayısı, açlıktan ölenlerin neredeyse üç katı. Obezitenin bir de böyle bir yanı var. Gıda kaynaklarının adaletsiz dağıtımından kaynaklanan bu ahlaki meseleyi de masaya yatırmalıyız. Adil bir paylaşım yaptığımız sürece, dünyada herkese yetecek besin olduğu inancındayım.
Daha adil ve huzurlu bir dünya umuduyla, hepinizi en kalbi duygularla selamlıyor, sempozyumun başarılı geçmesini diliyorum. Kalın sağlıcakla!