2. Uluslararası Gebelik Doğum ve Lohusalık Kongresi Konuşması

30.11.2017

Değerli bilim insanları,

Çok kıymetli hanımefendiler, beyefendiler;

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyor, bu önemli kongre vesilesiyle sizlerle olmaktan büyük memnuniyet duyuyorum. Kongrenin başarılı geçmesini diliyorum.

Yurtiçinden ve yurtdışından, alanında çok kıymetli isimlerin katkı verdiği bu kongrenin, geçtiğimiz yıl ilkine katılmıştım. Böylesi önemli toplantıların geleneksel hale gelmesi, ülkemiz adına son derece önemlidir. Katkı veren kurumlara ve sürece emek veren herkese tebrik ve teşekkürlerimi sunuyorum.

Yaratılmışların en şereflisi olan insanın dünyaya gelişi söz konusu olduğunda doğum, sadece fizyolojik bir hadise olarak ele alınamaz. İnsan gibi değerli bir varlığın yaratılışı, bir mucize olduğu kadar bilimsel ilgilerle çözümlememiz gereken bir vakadır.

Doğum, sevginin, gücün ve umudun yaşam bulmasıdır. Hekimler, ebeler, hemşireler olarak sizler de bunun tanıklarısınız. Bu, üzerinde birçok boyutuyla düşünülecek bir deneyimdir. Bilim insanlarının, büyük merakların sonucu olarak ortaya koyduğu keşifler, yolumuzu aydınlatmaktadır. İnanıyorum ki bu kongre, bir kartopu gibi büyüyen bu birikime yeni şeyler katacaktır.

Kongre programına baktığımda çok yönlü ve çok disiplinli bir içerik gördüm. Doğrusu bu kongrenin çeşitli kurslarla zenginleştirilmesi, gebelik, doğum ve lohusalık konularına pratik bir boyut katacaktır. Verimli sonuçlar elde etmeyi umut ediyorum.

Değerli Katılımcılar;

Son yıllarda ne yazık ki, insanlığın, varlığa bakışı maddeci yaklaşımların kurbanı olmuştur. Canlılar, istatistiklerin, verilerin nesnesi haline gelmiş, her biri laboratuvar kobayı haline gelmiştir. Yaşamın başladığı yer de bundan nasibini almıştır. Her şey doğallıktan uzaklaşmış, konformizmin ölçülerine uymuştur. Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği %15 makul rakamına karşın, müdahaleli doğum oranları tüm dünyada artmıştır. Ülkemizde ise maalesef bu oran %53’tür.

Tıbbi bir gereklilik olmadığı takdirde aslolan normal doğumdur. Gebelik ve doğum, tabii fizyolojik bir olaydır ve tıbbi girişime çoğunlukla gereksinim duyulmaz. Gereksiz yere yapılan her türlü müdahalenin, doğumun işleyişi ve hormonların salınımı üzerine olumsuz etkileri olduğu, bilim dünyasının ortak görüşüdür. Zaten doğal doğumu üstün kılan bu hormonların salgılanmasıdır.

Sizler çok daha iyi bilirsiniz; endorfin hormonu bedenin salgıladığı doğal bir ağrı kesicidir. Doğum sırasında kadının kendini rahat hissetmesini sağlar. Her türlü müdahale bu işleyişi negatif etkiler. Bu nedenle sezaryen, bir talep konusu değil, zorunluluk gereği olmalıdır.

Doğal doğumu desteklemek, modern tıbbı reddetmek ve karşısında olmak gibi düşünülmemelidir. Çünkü gebelik ve doğum eylemi bir hastalık değil, bedenin doğal, normal ve sağlıklı bir fonksiyonudur.

Malumunuz, Dünya Sağlık Örgütü’nün kanıta dayalı bazı temel önerileri var;
Doğum kendi başlamalıdır.
Doğum boyunca hareket özgürlüğü olmalıdır.
Doğum boyunca gebeye duygusal ve fiziksel destek verilmelidir.
Gereksiz her türlü müdahaleden kaçınılmalıdır.

Bu tavsiyelerin ışığında sağlık profesyonelleri kadınları bilinçlendirmeli, sağlık politikalarımız sağlıklı ve doğal olanı teşvik edici çalışmalar yapmalıdır. Belki sağlık sisteminde rolleri daralan ebelik ve hemşireliğin, hekimlerimizin aktif takibi altında rolleri genişletilmelidir.

Zaman zaman medyada doğal doğum konusunda kadınlarımızın cesaretini kıran yayınlar görüyorum. Bu yayınlar, bilim dünyasının bulguları ile çelişmektedir. Sezaryenin gerektiğinde başvurulacak tıbbi bir müdahale olduğu gerçeğini unutmadan, doğal doğumun şartlarını oluşturmak için gayret sarf etmeliyiz. Bu elbette, medyanın, sağlık kuruluşlarımızın, hekimlerimizin işbirliği ile mümkün olabilir. Hedeflenen sonuçların gerçekleşmesi için meseleyi bir bütün olarak ele almalı, kadınlarımıza alternatif doğal yöntemler sunmalıyız.

Son yıllarda kamu ve özel sağlık kuruluşlarımızın bu konularda hayli aktif olduğunu görüyor, nesillerimizin geleceği adına memnuniyet duyuyorum. Her zaman söylediğim gibi, çocuklarımıza vereceğimiz en büyük hediye ve sağlık sigortası, onları gerçekten sağlıklı ve bilinçli bir şekilde dünyaya getirme gayretidir.

Bu kongrede de, gebelik, doğum ve lohusalık süreçlerinin bir bütün olarak tüm boyutlarıyla ele alınması, inanıyorum ki, bu bilinçlenmeye büyük katkı sağlayacaktır.

Lohusalık, kültürümüzde önem verilen, kendine has gelenekleri olan bir süreç. Lohusalık döneminde kadının yükü azaltılır, ruhen ve fiziken aile bireyleri destek verir. Kadın, evladıyla en güçlü bağları bu süreçte inşa eder, hatta insan yetiştirmenin incelikleri üzerinde düşünme fırsatı bulur. Bebeğin anne sütü ile uzun dönem beslenmesine imkân verir. Fakat modern hayatın hızlı akışı, bu özel süreci ne yazık ki kadınların elinden almıştır.

Bugün kadınlarımızın böyle fırsatları ne yazık ki pek yok. Bu hassas dönemin kazanımlarından mahrum kalıyorlar. Bireyler yalnızlaştıkça, geniş aileden görülen destek de azalıyor. Biz aile bağları güçlü bir toplumuz. İnşallah profesyonel destekleri artırarak geleneğimizin bu yönlerini güçlendirebiliriz. Bu dönemde, masaj uygulamaları, fitoterapi gibi katkılarla annelerin normal hayata adaptasyonunu destekleyebiliriz. ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ prensibi çerçevesinde sağlık politikalarımız, ne kadar insan merkezli olursa, devletimiz ve geleceğimiz o derece güçlü olur.

Bu duygularla, bu önemli toplantının başarılı geçmesini temenni ediyorum. Emeği geçen, katkı sunan tüm bilim insanlarına teşekkür ediyorum. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.