‘Tabiat Eczanesinden Sağlıklı Yaşama’ Paneli

11.05.2015

Değerli Bilim İnsanları,

Kıymetli Hocalarım,

Sevgili Gençler,

Bugün burada, ‘Tabiat Eczanesinden Sağlıklı Yaşama’ konulu bir panel vesilesiyle, sizlerle bir arada bulunmaktan büyük mutluluk duyuyorum.

Doğal yaşama ve tabiatın şifa kaynaklarına olan özel ilgim nedeniyle, böyle bir konuda sizlerle buluşmak benim için özel bir anlam taşıyor.

İnsanlık tarihi kadar eski tedavi metotlarını, bilimsel çalışmalarla harmanlayarak, günümüze taşıyan bilim insanlarına, huzurlarınızda şükranlarımı sunuyorum.

Fitoterapi, yani bitkilerle tedavi gibi nice geleneksel metot, onların çabaları sayesinde, sağlıklı yaşamın şifrelerini sunuyor bizlere. Bu arada birkaç gün sonra kutlanacak eczacılık gününüzü, şimdiden tebrik ediyorum. Ülkemizde akademik eczacılık eğitiminin başladığı 14 Mayıs tarihinin, mesleğiniz için güzel gelişmelere vesile olmasını diliyorum. Bu mesleğe ömür veren tüm eczacılarımızı saygıyla anıyorum. Burada yeni yetişen gençlerimizin de, insanlığa faydalı birer bilim insanı olmasını temenni ediyorum.

Değerli Hanımefendiler, Beyefendiler,

Sizlerin çok iyi bildiği gibi bitkilerle tedavi kuşaktan kuşağa aktarılan, tecrübe yoluyla elde edilen büyük bir bilgi birikimi. Mezopotamya’dan Mısır’a, Hitit’ten Antik Yunan’a, tabiat her zaman hastalıkların tedavisinde başvurulan birinci kaynak olmuş.

Yunan tıbbının babası Hipokrat’tan, İslam medeniyetinin parlak ismi İbni Sina’ya, tıp ilmiyle ilgilenen tüm alimler kitaplarının bir bölümünü bu konuya ayırmışlar. İbni Baytar’ın tıbbî bitkiler konusundaki meşhur botanik kitabı, bu alanda hala emsalsiz bir kaynak. Anadolu’nun tıbbî bitki zenginliğini ondan öğreniyoruz. Eseri Latince’ye çevrilen ve batı tıbbına da ilham kaynağı olan, ortaçağın bu en büyük botanikçisini siz gençlerin yakından tanımasını isterim.

Dünyada sadece belli bölgelerde yetişen endemik bitkiler açısından Anadolu, benzeri olmayan bir cennet. Anadolu’nun medeniyetlerin beşiği olması da aslında bu doğal zenginliğin sonucu.

Avrupa’nın tamamında 13 bin çeşit bitki türü varken, sadece ülkemizde 12 bin çeşit bitkinin olduğunu öğrenmek, bizlere çeşitli sorumluluklar yüklüyor. Bu zenginliği insanlığın faydasına sunma konusunda çok yönlü bir yükümlülük içindeyiz.

Böylesine önemli bir tarihî geçmişe ve coğrafî zenginliğe sahipken henüz ne yazık ki, tabiatın şifa kaynaklarından yeterince istifade edemiyoruz. Üstelik sadece tedavi için değil, hastalıklardan korunmak, sağlıklı yaşamak için de topraktan gelen şifaya muhtacız. Elbette onları doğru ve dozunda kullanarak.

Sanayi Devrimi’nin sonucu olarak ilaç sektörünün devasa endüstriyel çarkları bizi ne yazık ki, bu doğal şifa kaynağından uzaklaştırdı. Kimyasalların zararlarıyla karşı karşıya getirdi. Bu zararın boyutları fark edildiği için, bugün modern tıbbın geliştiği ülkelerde bitkilerle tedavi yaygın şekillerde kullanılıyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün raporlarına göre, pek çok batılı ülkede bitkilerle tedavi gittikçe yaygınlaşıyor. Almanya’da bu oran neredeyse %60 civarında. Avrupa’da insanların çoğu fitoterapiyi de içine alan geleneksel tedavi yöntemlerini tercih ediyor.

Dev ilaç firmaları büyük maliyetlerle, ilaç hammaddesi olabilecek bitki özleri bulabilmek için, okyanus diplerinden ormanlara, geniş alanlarda araştırmalar yapıyorlar.

Değerli Katılımcılar,

Burada bir hususun altını çizmek isterim. Bu büyük sektör içinde bitki özleri, ne yazık ki çoğu zaman doğallıktan uzaklaşarak, kimyasal olana daha da yaklaşıyor. Oysa bitkinin olabildiğince az işlenmesi önemli, çünkü bitkide her şey denge içinde. Yurtdışında bu konuda yapılan bilimsel çalışmalar, fitoterapi uygulamalarında bu doğal dengenin korunmasını öngörüyor.

Türkiye’de fitoterapi konusunda hem eğitim eksikliği, hem de önyargıların olduğunu biliyoruz. Eczacılık fakültelerinde okutulsa da, birkaç istisna dışında tıp fakültelerinde bu konuda herhangi bir ders bulunmuyor. Bu nedenle bitkilerle tedavi hekimlerimizin yeterince ilgi alanına girmiyor.

Oysa halk arasında bitkiler tedavi amaçlı yaygın şekilde kullanılıyor. Sağlık Bakanlığı Geleneksel Tıp Dairesi’nin yaptığı bir çalışmaya göre halkın % 70’i geleneksel tedavileri bir şekilde tercih ediyor. Öyle zannediyorum ki, grip olduğunda, ıhlamur gibi doğal tedavi yollarına başvurmayan yoktur. Bitkiler halk arasında en kolay ulaşılabilen ve risksiz gibi görülen bir tedavi yöntemi. Bazan dozu ayarlanmadan kullanılsa da, insanımıza göre doğal bir şifa kaynağı. Oysa sizlerin çok iyi bildiği gibi, bir ilacın tedavi edici özelliği dozla yakından alakalı.

İşte tüm bu nedenlerle, bitkilerle tedavi konusunda büyük bir bilince ihtiyacımız var. Geleneksel yöntemleri değersizleştirmeden, ehil insanlar kanalıyla bilimsel kanıtlar elde edilmesi ve bunların halk ile doğru mecralarda paylaşılması gerekiyor.

Öte yandan bu alanda, büyük bir suistimalin olduğu da bir gerçek. Sadece kâr peşinde koşan ehliyetsiz kişiler, yanlış yönlendirmeler yaparak bizi tabiatın şifa dolu özünden uzaklaştırıyorlar. İnsanların umutlarını, çaresizliklerini ve bilgisizliklerini kullanan bu kâr avcıları, bu kadim tedavinin güvenilirliğini de sarsıyorlar. Bu yönüyle hekimlerimiz, endişelerinde bir yönüyle haklılar. Fakat tüm bu olumsuzluklar insanlık tarihi kadar eski şifa kaynağını reddetmeyi gerektirmez ve bitkilerin etkinliğini yok etmez.

Bütün mesele, bitkilerle tedaviyi bilimsel temellere oturtmaktan geçiyor. Her şeyden önce bitkilerin doğru tespiti, ehiller tarafından toplanması doğru usullere göre kurutulup saklanması ve mümkün olan en az işlemden geçirilerek, doğru dozda hastaya ulaştırılması gerekiyor. Bu noktada eczacılarımıza da büyük sorumluluklar düşüyor. Fitoterapi alanında uzmanlaşmış eczacılar yetişmesi gerekiyor.

Tüm bu süreçler, başta Bakanlıklarımız olmak üzere, pek çok paydaşı yakından ilgilendiriyor. Sağlık, Tarım ve Orman Bakanlıklarımızın, son yıllarda bu alanda önemli girişimleri oldu. Teşvik ve desteklerimizle, dört yıl önce Sağlık Bakanlığı bünyesinde, Geleneksel, Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Uygulamaları Daire Başkanlığı kuruldu. Bu kapsamda tıp doktorlarına ve eczacılara, fitoterapi konusunda eğitimler veriliyor. Bu alanın önemine dikkat çekiliyor. Tamamlayıcı tıp konusunda bakanlığımızın yaptığı mevzuat çalışmaları, yine bu alanda atılan önemli adımlardan. Şimdi etkin bir koordinasyon ile bu süreçlerin hızlandırılması büyük önem arz ediyor.

Aynı şekilde tıp camiasının, insanlığın bu kadim şifa kaynağını, bilim dünyasına kazandıracak çalışmalar yapması ve bu konudaki önyargıları ortadan kaldırması çok önemli.

Bitkilerle tedavinin önemini keşfeden ve bunu modern tıbba entegre eden gelişmiş ülkeler, Türkiye’deki bitki zenginliğini fark ederek şifa kaynaklarımızı ithal etme çabası içindeler. Şifalı bitkilerin anavatanı olan Türkiye’nin bu pazarda acilen konumunu belirlemesi, ülkemize pek çok açıdan fayda sağlayacaktır.

Tüm dünyada kabul görmüş bir alanı, ülkemizde bilimsel temeller üzerinde, doğru konumlandırmak konusunda, bilim insanlarımıza büyük görevler düştüğü gibi bu alanda çalışan bilim insanlarının da desteklenmesi gerekiyor.

Ne yazık ki, bazan kendi öz değerlerimize sahip çıkamayabiliyoruz. Hatırlayacağınız üzere, yıllar önce, zakkumun kanser tedavisinde önemli bir yeri olduğunu keşfeden, Doktor Ziya Özel’in çabaları, ülkemizde göz ardı edilmiş, hatta itibarsızlaştırılmıştı. Oysa çalışmaları Amerika’da hayli ilgi görmüş, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi FDA tarafından onaylanarak patent dahi almıştı.

Bir yanda ülkemizin tabii zenginliklerine sahip çıkarken, bir yandan bu tür çalışmaları desteklemek de işin bir başka önemli boyutunu teşkil ediyor.

Bu bağlamda, fitoterapi eğitiminin yaygınlaştırılması bu konudaki önyargıların bilimsel çalışmalarla ortadan kaldırılması ve bu konularda bilgi kirliliğinin yok edilmesi öncelikli meselelerimizden.

Malum bir ilacın tıbba kazandırılması keşif, inceleme, değerlendirme ve onay gibi uzun süreçler gerektiriyor. Bu nedenle, bu alanda ne kadar erken çalışmaya başlarsak, gelecek nesiller bu şifa kaynağından o kadar çok istifade edebilirler.

Öte yandan bir yandan bilimsel çalışmalar sürerken, diğer yanda bu alanın en eski kaynaklarını, el yazmalarını gün ışığına çıkarmalıyız. Bu konuda Kültür Bakanlığımızın yaptığı çeviri eser çalışmalarını da, takdirle izlediğimizi belirtmek isterim.

Gördüğünüz gibi sağlıklı yaşamın pek çok paydaşı var. Sağlık, Orman, Tarım, Kültür ve hatta Ekonomi Bakanlıklarımız yanında, tıp ve eczacılık camialarını ve medyayı çok yakından ilgilendiren bir alanla karşı karşıyayız.

Tabiatın zengin şifa kaynağı, sağlıklı ve kaliteli bir yaşam için çok da uzağımızda değil, yeter ki onu kullanmasını bilelim.

Bu vesileyle, gençlerimize şunu da hatırlatmak isterim. Sağlıklı yaşam, doğal ve dengeli beslenmeye dayanıyor. Hastalıkları oluşmadan engellemek ve koruyucu tedbirlerle beden emanetine sahip çıkmak, yaşadığımız hayatı hem daha sağlıklı, hem de daha kaliteli hale getirecektir. Hipokrat’ın dediği gibi, ilaçlarımız gıdalarımız, gıdalarımız da ilaçlarımızdır.

Değerli Katılımcılar,

Çocuklarımıza, gençlerimize doğal ve sağlıklı hayata dair bir bilinç miras bırakmak, en önemli sorumluluğumuz. Bitkilerle tedavinin de dahil olduğu, geleneksel ve tamamlayıcı tıp alanına lütfen sahip çıkalım ve tabiatın bize sunduğu doğal kaynaklar, hastalıklarımıza şifa olsun.

Sözlerime son verirken, geleceğimizi, sağlığımızı ilgilendiren böyle önemli bir konuda, bu paneli düzenleyen Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nin siz değerli mensuplarına çok teşekkür ediyorum. Değerli vakitlerini buraya ayıran bilim insanlarımızın ve öğrencilerimizin vaktine bereket diliyorum. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.