Kadın Sağlıkçılar Dayanışma Derneği’nin Çok Değerli Başkanı,
Kıymetli Yönetim Kurulu Üyeleri ve Mensupları,
Sevgili Hanımefendiler ve Beyefendiler,
Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyor, KASAD ailesine bu anlamlı organizasyonu için teşekkür ediyorum. ‘Şizofreni ile birlikte yaşamak’ için ‘elimi tutar mısın?’ temalı bu sempozyum vesilesiyle sizlerle bir araya gelmekten duyduğum memnuniyeti ifade etmek istiyorum.
Değerli Kardeşlerim,
Çok önemli bir organizasyona ev sahipliği yapıyorsunuz. Toplumumuzda %1 oranında görülen şizofreni gibi bir hastalığı gündeme taşımanız, toplumsal bir farkındalık oluşturma çabanız dikkate değer. Bir hastalığın örtüsü altındaki ‘insan’ı fark edip, soruna insan merkezli yaklaşmanız fevkalade önemli.
Gerek medyada gerekse toplumda, tehlike ile özdeşleştirilen, toplumca mağdurlarını anlamaya değil etiketlemeye yatkın olduğumuz şizofreniyi insani boyutlarıyla ele alma gayretiniz takdire şayan.
Hepimiz biliyoruz ki, şizofreni gibi ruhsal rahatsızlıklara düçar olan bireyler, sadece bir hastalığın yükünü taşımıyorlar. Aynı zamanda sosyal ve mesleki yaşamlarında başka zorluklarla karşılaşıyor, mensup oldukları ailenin diğer bireylerinin yaşamını da etkiliyorlar. Ve en önemlisi toplum tarafından damgalanarak sosyal hayattan tecrit ediliyorlar.
Aile bireylerinin hastalık hakkındaki bilgisizliği ve çaresizliği ise, sorunu daha da büyütüyor. Bu nedenle, hastalığı bireysel bir durum olarak etiketleyip, hastayı tek başına bir ruh hastalıkları hastanesine yatırmakla sorun çözülmüyor.
Hastane temelli bir yaklaşım yerine toplum temelli bir yaklaşım benimsemek çok daha doğru görünüyor. Ruhi hastalıkları, toplumdan tecrit metoduyla değil, onları hayatın içine dahil ederek tedavi etmek çok daha insani bir yaklaşım. Nitekim Sağlık Bakanlığımızın da bu bakış açısı ile meseleye yaklaştığını görüyoruz. Şizofreni gibi hastalıkları ‘Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri’ adı altında bir kurumsal yapılanma ile rehabilite etme çabası içinde olduğuna şahit oluyoruz.
Bakanlığımız 2011 yılında kabul edilen ‘Ruh Sağlığı Eylem Planı’ çerçevesinde ‘Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri’ ile hem şizofreni hastalarına, hem de ailelerine çok yönlü destek veriyor. Batıda 60 yıldır uygulanan toplum temelli ruh sağlığı psikiyatri sisteminin aslında bizde çok daha derin köklerinin olduğunu biliyoruz.
Zira, medeniyetimiz hiçbir zaman ruhi hastalıkları sadece bireysel bir mesele olarak görmemiştir. Bu hastalıklara yakalanmış kişileri toplumdan tecrit etmemiş, bugün yeniden hayata geçirmeye çalıştığımız gibi onları toplum içinde rehabilite etme yoluna gitmiştir. Çünkü bu, her şeyden önce bir insan hakkıdır.
Ecdadımızın bu konuda oldukça duyarlı olduğunu görüyoruz. Ruhi rahatsızlıkları olan kişiler Ortaçağ Avrupası’nda şeytanlaştırılırken ve hasta olarak bile kabul edilmezken, bizim medeniyetimiz erken dönemlerden itibaren ruhi sıkıntıları bir hastalık olarak tanımlamıştır. Tedavisine önem vererek hastanelerde insani ortamlar oluşturmuş, türlü tedavi metodları geliştirmiştir.
Müziğin insan psikolojisi üzerindeki etkisi çok erken dönemlerde fark edilmiş ve ruhi hastalıkların tedavisinde etkin şekilde kullanılmıştır. İbni Sina’nın Kitabüş-şifa adlı eserinde ifade edildiği gibi; ‘Tedavinin en iyi ve en etkili yollarından biri hastanın aklî ve ruhî güçlerini artırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, hastanın çevresini sevimli hale getirmek, ona en iyi musikiyi dinletmek ve onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir.”
Görüldüğü gibi tamamen toplum merkezli bu bakış, aynı zamanda musikinin önemini daha 11. yüzyılda vurgulamaktadır. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de musiki, ruhi hastalıkların tedavisinde kullanılmıştır. İnsan nabzının atışının, musikide bir makam ve usul ile ilgisi olduğu düşünülmüş, nabzın düşmesi ya da yükselmesine göre hastaya en uygun makam dinletilmiştir. Meşhur seyyahımız Evliya Çelebi, Sultan II. Bayezid tarafından yaptırılan Edirne Darüşşifası’nda 'neva, rast, segah' gibi makamların ruhsal hastalıkların tedavisinde iyi sonuçlar verdiğini anlatmaktadır.
Evliya Çelebi aynı zamanda bahçede yetiştirilen çiçeklerin güzelliği ve kokusuyla hastalıkların tedavi edildiğinden bahsederek, lale, karanfil, reyhan ve yasemin gibi çiçeklerin hastalar üzerinde olumlu etkiler bıraktığını söylemektedir. Avrupa tıbbının gelişmeye başladığı 17. asırda dahi Türk hastanelerini gezen Avrupalı seyyahların bu hastane manzaralarından çok etkilendiği de bilinmektedir.
Medeniyetimiz merkezine insanı alan ve tüm kurumlarını bu çerçeve içinde şekillendiren değerlere sahiptir. Şimdi bunları yeniden hatırlamak, bilimsel yaklaşımlarla harmanlayarak hayata taşımak durumundayız.
Kıymetli Kardeşlerim,
Bugün bilimsel olarak da uzmanlar, şizofreni tedavisinin çok yönlü bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini söylüyorlar. İlaç tedavisi yanında psikoterapi ve psikososyal yaklaşımların önemi üzerinde duruyorlar. Bu nedenle şizofreni hastalarını etiketlemeden, damgalamadan, empati yaparak insani bir yaklaşımla hayata dahil etme bilinci oluşturabilmemiz gerekiyor.
Bu sempozyumun temel amacı da zaten bu. Bugün hepimiz buradan bu duyarlılıklara aşina olarak ayrılabilir, toplumda bir farkındalık sağlamaya vesile olabilirsek ne mutlu bize.
Değerli Katılımcılar,
Aranızda çok sayıda tıp uzmanı olduğunu biliyorum. Sizlerin çok daha iyi bildiği gibi, birçok hastalıkta tedavi kadar hastalığa sebebiyet veren faktörleri ortadan kaldırmak da büyük önem taşıyor. Sağlığın pek çok diğer etken yanında beslenme ve doğal yaşamla ilişkisini de bize yine sizler anlatıyorsunuz.
Hipokrat’ın meşhur bir sözü var malum; ‘Bütün hastalıklar bağırsakta başlar’ diye. Hazır gıdalar içinde kullanılan rafine gıdaların ve katkı maddelerinin bağırsak florasına zarar verdiğini ve bunun da pek çok hastalığa sebep olduğunu yine sizlerin bilimsel çalışmalarından öğreniyoruz.
Katıldığım tüm toplantılarda dile getirdiğim bir konu olarak doğal beslenmenin önemini bu vesileyle bir kere daha vurgulamak isterim. Pek çok hastalığı önlemek ve seyrini değiştirmek için yeyip içtiklerimize de azami surette dikkat etmemiz gerekiyor.
Yine aynı şekilde, günlük aktivitelerimiz içinde toprağa dokunmak, ürün yetiştirmek, kokusunu hissetmek bizleri atalarımızın o doğal dünyasına belki yeniden yaklaştırabilir. Bedenimiz mükemmel bir düzen içinde işliyor. Ve hepimiz için bir emanet. Ona iyi bakmak, sağlıklı bir ruh-beden dengesini kurmak insan olarak en büyük sorumluluğumuz.
Kıymetli KASAD Üyeleri ve Değerli Katılımcılar,
Şizofreni hastalığına ve toplumun bu hastalıkla mücadele edenlere bakışında farkındalık yaratmayı amaçlayan bu sempozyum, umuyorum ki toplumumuzda yeni bir bilinç inşasına vesile olur.
Sözlerime kısa bir hikaye ile son vermek istiyorum; ‘Karanlık bir gecede görme engelli bir kişi, elinde kandil ve omuzunda testi ile yolda yürüyormuş¸. Bir kişi yanına yaklaşıp şöyle demiş¸: “Ey cahil! Sana göre gece gündüz aynıdır. Aydınlık ve karanlık senin gözünde beraberdir. Bu kandilin sana ne faydası var?”
Görme engelli kişi gülmüş¸ ve “Bu kandil kendim için değildir; bana çarpıp testimi kırmasınlar diye, senin gibi gönül gözü kapalı kişiler içindir” demiş¸.
Kıssadan hisse; Allah bizleri gönül gözü kapalı olanlardan eylemesin. Çevresindeki insanların derdini fark edebilen, onlarla empati yapabilen ve onların sorunları karşısında insani duruşlar sergileyebilenlerden eylesin.
Şizofreni Sempozyumunun açılışı vesilesiyle toplumumuza şu çağrıyı da hep birlikte yapalım; ‘Şizofreni hastalarını damgalama ve onları hayata kat!’.
Umuyorum ki bu çağrı, diğer tüm sorunlara bakışımızı da yeniden gözden geçirmeye vesile olur.
Değerli Kardeşlerim,
‘İnsanların en hayırlısı, insanlar için en faydalı olandır’ prensibi ile hem bu alanın uzmanları, hem de toplum gönüllüleri olarak böyle bir konuyu gündeme getirdiğiniz için sizleri bir kere daha yürekten kutluyorum.
Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.