Türkiye’de Doğal Beslenme ve Yaşam Boyu Sağlık Zirvesi

21.05.2015

Değerli Katılımcılar,

Saygıdeğer Hocalarım,

Kıymetli Hanımefendiler, Beyefendiler,

Hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyor, böyle önemli bir toplantı vesilesiyle, bir arada bulunmaktan duyduğum memnuniyeti dile getirmek istiyorum. Bu toplantıyı düzenleyen kurula çok teşekkür ediyorum. Topraktan koptuğumuz, kimyasallarla kuşatıldığımız bir dünyada, böyle bir konuda kurumların seferberliği, gerçekten çok anlamlı. Umuyorum ki, bu toplantı, beslenme-sağlık ilişkisine dair toplumun bilinçlenmesine vesile olur.

Değerli Katılımcılar,

Modern dünyanın çok ilginç zamanlarına şahitlik ediyoruz. Dünya bir yandan obezite ile mücadele ederken, diğer yandan açlık ve yoksullukla pençeleşiyor. Obeziteye bağlı hastalıklardan ölenlerin sayısı, açlıktan ölenlerin neredeyse 3 katı. Tabii bu oran Afrika dışı dünyada geçerli. Su gibi hayatın en temel kaynağına ulaşmak dahi, pek çok insan için, hala büyük bir sorun.

Ne yazık ki, tüm bunlar gıda yetersizliğinden değil, adaletsiz dağılımdan kaynaklanıyor. Dünyada yılda 1.3 milyar ton, gıda israfı yapılıyor. Düşünebiliyor musunuz, yılda 10 milyon insanın açlıktan öldüğü bir dünyada, 1.3 milyar ton gıda israfı!... Her 6 kişiden 1’i, sağlıklı ve aktif bir yaşam için gereken gıdaya ulaşamıyor. Tüm bunlar, global dünyanın çelişkileri...

Öte yandan gıda, sömürgeciliğin de konusu. Bugün zengin ülkeler kendi topraklarını ve su kaynaklarını korumak adına, dev sanayi tesislerini Uzakdoğu’da, ya da Afrika’da kuruyorlar. ‘Zarar başkasına, hasat bize’ mantığı ile bir tür gıda sömürgeciliği yapıyorlar.

Endüstri atıklarını üçüncü dünya ülkelerine akıtırken, Afrika’nın bâkir ve verimli topraklarında tarlalar kiralamayı da ihmal etmiyorlar. Buralarda organik tarım yapıyorlar. Etiyopya, bunun en çarpıcı örneği.

Kıymetli Kardeşlerim,

Bu zirvede elbette global dünyanın çelişkilerini, gıda ve tarım emperyalizmini konuşacak değiliz. Ancak, gıda meselesinin küresel ölçekli bu fotoğrafı, bize meselenin ne kadar stratejik olduğunu gösteriyor.

Bildiğiniz üzere, doğru ve sağlıklı beslenmenin iki temel unsuru var: dengeli ve yeterli beslenme. İşte obezite ve açlık, bu iki prensibin ihlali ile ortaya çıkan, iki vahim sonuç. Özellikle obezite bugün pek çok hastalığın kaynağı olarak biliniyor. Büyük tıp âlimi İbn-i Sina, hastalıkların sebebi sorulduğunda, ‘çok yemek ve yemek üstüne yemek yemek’ diyor.

İrade ve bilinç bu noktada çok önemli. Bize emanet olarak verilmiş bedeni dengesiz ve ölçüsüz beslenerek, hastalıklara mahkûm ediyoruz.  Kalıtımsal ve çevresel faktörleri hariç tutacak olursak, bugün pek çok kronik hastalığın sebebi, kötü beslenme. Ölümlerin % 60’ında, hastalıkların % 46’ sında temel neden olduğu ifade ediliyor.

Tıp dünyası 2020 yılında, gelişmekte olan ülkelerde, toplam ölümlerin %70’inin diyabet nedeniyle olacağını öngörüyor. Aslında beslenme, sağlıktan da öte, ölümle yaşam arasında son derece hayati bir konu.

Kalp-damar hastalıkları ve kanserin, beslenme ile yakından ilişkisi, buradaki tüm hekim dostlarımızın malumu. Aynı şekilde, yetersiz beslenen toplumlarda, enfeksiyon hastalıkları daha sık görülüyor, daha ağır seyrediyor. Bağışıklık sistemi ile beslenme arasında da çok yakın bir ilişki var.

Hülasa, doğru beslenme, hastalıklardan korunmanın ve sağlıklı yaşamın ön şartı. ‘Can boğazdan gelir’ atasözü, beslenme ile yaşam arasındaki ilişkiye dair kadim bir bilgeliği özetliyor bize.

Beslenme ile ilgili sorunlar, başta sağlık alanı olmak üzere pek çok bilim ve sektörün iş birliğini gerektiriyor. Bu konuda atılan bazı küçük adımlar  çok değerli. Tarım bakanlığımızın, restoran menülerinde, alerjen gıda içeriklerinin belirtilmesi konusunda yaptığı çalışmayı takdir ediyorum. Yurt dışında yaygın olan bu çalışma, vatandaşımızın bilgi alma hakkı kadar, ne yiyip, içtiğine dair, bilinçli davranmasına da bir davettir. Bakanlığımız keşke aynı çabayı, yağ, tuz ve şeker türlerinin belirtilmesi konusunda da gösterse.

Yine bazı kurumlarımızın, çay ocaklarında tek şeker ikramı gibi, küçük teşvik projelerinin de, önemli bir duyarlılık olduğunu düşünüyorum. Beslenme bilincine dayalı bu tür kampanyaların artmasını umut ediyorum.

Böyle alışkanlıkları toplumun tüm katmanlarına yayabilirsek daha sağlıklı nesillere sahip olabiliriz. Evlatlarımıza, küçük yaşta doğru ve sağlıklı beslenme alışkanlıklarını kazandırmak durumundayız. Çocuklarımız bir gıdanın topraktan sofraya uzanan serüvenini bilmeli. Doğal ve gerçek gıdanın ne olduğunu öğrenmeli. Bir tohumun tabağımızda bir besine nasıl dönüştüğünü idrak etmeli ki, israf etmemeyi, paylaşmayı, sabrı ve kanaati öğrensin.

Değerli Dostlarım,

Ne yazık ki, toprağa eskisi kadar yakın değiliz. Fakat tabiattan uzakta, şehirlerde yaşamak mazeretimiz olmamalı. Apartman dairelerinde de olsa, balkonlarımızda bitki yetiştirelim ki, çocuklarımız nimetin kaynağının, Yaratıcı olduğunu bilsin.

Leziz gıdaların şükrünü, onların asıl sahibine yapsın. Aksi halde, her şeyin parayla satın alındığı bir dünyada para, çocuklarımız için tüm kapıları açan bir kıymete dönüşüyor. Her şeyi parayla elde edebileceklerini zannediyorlar. Oysa toprak, bize az bir alın teri ve sabır karşılığında cömertçe bin bir çeşit nimet sunuyor. Üstelik bu nimetin içine şifayı da yerleştiriyor.

Kimyasallar bulaştırmadığımız sürece, toprak hem bereket, hem şifa kaynağı. Nasıl hastalıkların kaynağı kötü beslenme ise, sağlığın kaynağı da doğru ve doğal beslenmedir. Nitekim Hipokrat’ın tedavilerinin ana unsurunu da gıdalar oluşturmuştur.

Şehir hayatının karmaşası içinde soframızın sağlığını çoğu kere ihmal ediyoruz. Fakat bunun telafisi yok. Bu zirvenin de bu anlamda çok önemli bir açılım sağlayacağını düşünüyorum. Bu sayede, medyamızın da ne yiyip, ne içtiğimiz meselesine dair, bilgi kirliliğini ortadan kaldıracak katkılar sunmasını bekliyoruz.

Gıda sektörü, aynı zamanda bir suistimal alanı. Son yıllarda gıda-sağlık ilişkisi reklamcılar tarafından da keşfedildi. Gün geçmiyor ki, kansere, bronşite iyi gelen gıda tavsiyesi alıyoruz. Bu noktada üreticiler kadar tüketicilere de görev düşüyor. Bir gıdanın mahiyetine dair soru sormaktan çekinmemeliyiz. Bu konuda sürekli bir bilinç haline ihtiyacımız var.

Dinimizin helal ve temiz gıda tavsiyesindeki hikmetin de bu olduğunu düşünüyorum. Bu prensip, ne ile nasıl beslendiğimizi öğrenme bilincinin daima açık olması gereğine davet ediyor bizi. Zira yemek-içmek, sadece biyolojik bir mesele değil. Gıdalar beynimizin yakıtı. Beslenme ile ahlak ve davranışlarımız arasında da yakın bir ilişki var.

Allah, nefis terbiyesini açlıkla ilişkilendiriyor. ‘Her gün et yemek, kalbi karartır’ hadisi de bize bunu gösteriyor. Büyük İslam bilgini İbn-i Haldun, ‘Az yiyen ve dengeli beslenenlerin hal ve ahlakları da ölçülüdür’ diyerek bizi itidale davet ediyor.

Mevlânâ’dan İbn-i Sina’ya, Lokman Hekim’den Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerine, âlimlerimiz insanın fiziksel gelişimi ile manevî gelişimi arasındaki bağa işaret ediyor. Nitekim Tıbb-ı Nebevi’nin de esası bu değil mi?

Değerli Kardeşlerim,

Biz besinleri sadece kalori kaynağı olarak görmüyoruz. Sözgelimi ekmek, bizim için, buğdaydan una, undan hamura, sadece maddi bir dönüşüm demek değildir. Soframızın baş tacı, mübarekliği olan bir nimettir. Bereketin kaynağıdır.

Bizim medeniyet düşüncemiz, her şeyi bir bütün olarak görür. Bu nedenle beslenmeye de, sağlığa da bu çerçeveden bakar.

Sağlıklı yaşamak için, insanlığın binlerce yıllık tecrübesine sırtımızı dönmemeliyiz. Çocukluğumuzun doğal tatlarını yeniden kazanmak için gıdadaki kimyasallarla ciddi bir hesaplaşma içine girmemiz gerek. Sağlıklı ve temiz gıda sadece hijyenik ve steril gıda demek değil. Ne yazık ki, bugün, gıda elde etme süreçlerinde bir besini yaşayan tüm organizmalardan arındırırken, gıdayı da aslından uzaklaştırabiliyoruz.

Ülkemizde, Tarım Bakanlığımızın ‘İyi Tarım Uygulamaları’nın önemli bir girişim olduğunu söyleyebiliriz. Topraktan sofraya, bir gıdanın bütün aşamalarını kapsayan bu uygulama, tarım ilaçlarına bağımlılığın azaltılması adına da hayati önem taşıyor.

Dünya her yıl 2 milyon ton tarım ilacı kullanıyor. Bu diğer pek çok olumsuz etki yanında toprağı canlıları ve insanı kısırlaştırıyor. Son yıllarda yapılan araştırmalar beslenme bozukluklarının kısırlık yapıcı etkilerini ortaya koyuyor.

Görüldüğü üzere, kaşığımızdaki her lokma sadece bedenimizi değil, geleceğimizi de tehdit ediyor. Bu nedenle, beslenme kaynaklı sağlık sorunlarımızı halletmeden Türkiye’yi kalkındıramayız.

Bu noktada tarımdan sağlığa sistemli ve sürdürülebilir bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Daha fazla ve daha hızlı ürün elde etme tutkusundan vazgeçmeli, her şeyin aslına dönmeliyiz. Yeryüzünde herkes temiz, sağlıklı gıdaya ulaşmayı hak ediyor.

Kıymetli Dostlar,

Beslenme ve sağlık, tarımdan gıdaya pek çok konuyu ilgilendiren çok önemli bir konu. Bu konuda söylenebilecek çok şey var. Benim de özel ilgi alanıma giren doğal ve sağlıklı beslenme konusunda ülkemizin potansiyelini ortaya çıkarmak ve Anadolu’nun bereketli toprağına sadık kalmak için, çok gayret sarf etmemiz gerekiyor.

Sözlerime son vermeden önce bir hususu daha vurgulamak istiyorum. Sağlığın en önemli belirleyicilerinden birisi de, spor.

Spor, hem bedeni, hem ruhu güçlü ve diri tutuyor. Osmanlı Medeniyetinin en çarpıcı özelliklerinden birisi, sporu gündelik hayatın içine dahil etmiş olmasıydı. Spor, sosyal hayatın en önemli merkezlerinden birisi olan tekkelerde yerleşmişti.

Okçuluk, güreş, binicilik gibi sporlar, ruh ve beden terbiyesinin vasıtasıydı. Sağlıklı yaşamın doğru beslenme kadar yaşam boyu spora da bağlı olduğunu söyleyebiliriz.

Değerli Katılımcılar,

Anadolu toprakları, yaratılış özellikleri değiştirilmemiş, GDO ile kirletilmemiş tohumlar bekliyor. Anadolu halkı, sağlıklı ve gürbüz çocuklarını yeniden istiyor.

Bu duygu ve düşüncelerle, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi başta olmak üzere, zirvenin tüm paydaşlarına ve sponsorlarına çok teşekkür ediyorum. Toplantının sonuçlarını merakla bekleyeceğimi ifade ederek, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.