Değerli Hanımefendiler, Kıymetli Kardeşlerim,
Sizleri en kalbî muhabbetlerimle selamlıyorum.
Denizli’de bulunmaktan, sizlerle bir araya gelmekten duyduğum memnuniyeti ifade ederek, sözlerime başlamak istiyorum.
Ziyaret ettiğimiz tüm şehirlerde, milletimizle buluşuyor, kadınlarımızla hemhal oluyor, birbirimizden aldığımız enerji ile, gücümüzü pekiştiriyoruz. Şehirlerimize her gidişimizde, değişip geliştiklerini görüyor, bundan mutluluk duyuyoruz.
Türkiye, son 12 yılda gerçekleştirdiği, büyük reformlar sayesinde, her alanda, yıldızı parlayan bir ülke konumuna yükseldi. Bu yükselişte, kadınlarımızın çok büyük bir rolü var. Denizli de, kadın gücünün, bir güneş gibi parladığı şehirlerimizdendir. 2014 verilerine göre, kadın istihdam oranının, en yüksek olduğu ilimizdir.
Türkiye’de, genel olarak kadın istihdam oranı %28’lerde iken, Denizli’de bu rakam %35’tir.
Dinamik ekonomisi, girişimci sanayicisi ile, 170’den fazla ülkeye ihracat yapan Denizli’de, kadınlarımız bu başarının ortağıdır. Gayretlerinizden dolayı, sizleri yürekten tebrik ediyorum. Sizler sayesinde dünya pazarlarına açılma, Türkiye’nin zenginliklerini tüm dünyaya tanıtma işine kadın eli değdi. Bu bizlere gurur veriyor.
Bu girişimci ruhun, kültürel ve tarihi kökenleri var elbette. Sizler, 13.yüzyıl’dan itibaren, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı’da, sosyal ve ekonomik hayatın düzenleyicisi olan, Ahilik teşkilatı içindeki, Bacıyan-ı Rum’un mirasçılarısınız.
Bildiğiniz gibi, Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacı’nın, henüz 13. yüzyılda, kadınları teşkilatlandırarak, onların sosyal ve ekonomik hayata katılımını sağlaması, kadın tarihinde bir kilometre taşıdır. Batılıları şaşırtan ciddi bir kadın sivil toplum hareketidir.
‘Anadolu kadınlar birliği’ olarak niteleyebileceğimiz Bacıyan-ı Rum, kadının çalışması-çalışmaması tartışmalarını yaptığımız bir zamanda, bize tarihin verdiği çarpıcı bir cevaptır.
Tarih boyunca kadın, hiçbir zaman üretim hayatının dışında olmamıştır. Evinde, bahçesinde, tarlasında, atölyesinde, kadın ekonomik hayatın hep içindedir. Üstelik bu varoluş, bizim medeniyetimizde, ilmî, sanatsal, ahlakî değerlerle de harmanlanmıştır. Ahilik ahlakının temel prensipleri, Bacıyan-ı Rum tarafından da özümsenmiş, kadınlar Anadolu’nun ekonomik hayatını olduğu kadar, sosyal hayatını da dönüştürmüştür.
Malesef sanayi devrimi ile birlikte, kadın emeği istismar konusu olmuş, kadınlar ikinci sınıf muameleye tabi tutulmuş, üstelik çalışan-çalışmayan ayrımına konu olmuşlardır.
Kıymetli Kardeşlerim,
‘Çalışan kadın’ tabiri, büyük bir yanılgıyı ifade etmektedir. Çünkü ‘çalışan kadın’ vurgusu, evinde olmayı tercih eden kadınların, üretime katkı vermediğini, ekonomik ve sosyal hayatta emeği bulunmadığını, daha da ötesi, yok sayıldığını ima etmektedir ki, bu, bin bir emekle evlerini çekip-çeviren, yuvalarında alın teri döken kadınlarımıza, büyük haksızlıktır. Ben şahsen onlara ‘evde oturan’ değil, ‘evde çalışan’ diyebilirim ancak.
Kapitalist düzen, kendi çarklarını döndürmek adına, dışarıda çalışan kadını yüceltmiş, diğer kadınları, ‘evinde oturanlar’ olarak tanımlayıp, itibarsızlaştırmıştır. Oysa dışarıda çalışmak kadar evinde çalışmak da bir tercihtir ve her iki kadının da, emeği kutsaldır.
İçeride ya da dışarıda, kadınlarımızın en başta kendileri, sonra çocukları, aileleri ve insanlık adına gösterdikleri tüm çabalar, bizim için değerlidir, kıymetlidir.
Kadın emeğini sömüren, onu yok sayan, ayrımcılığa tabi tutan tüm anlayışlar, doğudan da gelse, batıdan da gelse cahiliyye anlayışıdır ve bizden uzaktır.
Bacıyan-ı Rum ruhunun 21. yüzyıldaki temsilcileri,
Değerli Kardeşlerim,
‘Anadolu kadınlar birliği’ndeki bacılar da, tıpkı sizler gibi, yoğun olarak dokumacılık alanında faaliyet göstererek, Anadolu’yu Hint, İran, İngiliz dokumacılığına karşı, bir ‘tekstil uygarlığı’ haline getirmişlerdir. Şimdi sizlerin Denizli’de, bu mirasa sahip çıkmanız, tarihten aldığınız ilhamla, ekonomik hayatta var olmanız, istatistiklere yansıyan bir fark ortaya koymanız, hepimiz için gurur vesilesidir.
Bir yandan bu güzel gelişmelere şahitlik ederken, diğer yandan, Denizli adına üzüntü duyduğum bir konuyu, burada dile getirmek istiyorum. 2013 verilerine göre, Denizli, Türkiye’de boşanma oranlarının, en yüksek olduğu illerimizden birisidir, 4. sırada yer almaktadır.
Denizli’de aile kurumunun sarsılmasını, kadınlarımızın iş dünyasında, yüksek oranlarda yer alıyor olmasına bağlamayı, asla istemiyorum. Çünkü aile birliğini korumanın, sadece kadınların sorumluluğu olmadığını düşünüyorum. Aile ile ilgili bir sorun varsa ortada, bu, kadınıyla, erkeğiyle, tüm tarafların ortak sorunudur ve birlikte çözüm aranması gerekir. Bunun tek sebebi, kadınların iş hayatındaki varlığı olmamalıdır.
Fakat son tahlilde, boşanma oranlarının Denizli’de neden bu kadar yüksek olduğunu, bütün yönleriyle araştırmak ve bu soruna çözüm aramak durumundayız. Belki de, kadının iş hayatında, etkin şekilde var olması konusunda, erkek algısını gözden geçirmek, gerekiyorsa bunu değiştirmek zorundayız.
Fıtratları zorlamadan, adaletten ayrılmadan ve sorumluluğu tek tarafa yıkmadan, sevgi ve saygı üzerine kurulan yuvaları, nasıl koruyacağımızı, temel meselemiz olarak görmeliyiz.
Devletimiz, kadınlarımızın iş hayatındaki aktif varlığını teşvik eden ve bunu kolaylaştıran önemli çalışmalar yapıyor. Kreş desteği, esnek çalışma saatleri gibi imkanlar, iş kadınlarımızın hayatını kolaylaştırırken, evinde yaşlı ve hastalara bakmak durumunda kalan kadınlarımıza da, yine çeşitli imkanlar sunuyor. Onların da emeğini kazanca dönüştürüyor. Devletimizin bu destekleri sayesinde, iş hayatında aktif olan kadınlarımız, ailelerine daha çok vakit ayırabiliyor.
Kadınıyla, erkeğiyle, emeğin her türlüsüne saygı göstererek, ahenkli ve dengeli bir sosyal düzen inşa etmek yolunda, yapacak çok işimiz var.
Sayın Cumhurbaşkanımızın da, birinci dereceden ilgilendiği kadına şiddet meselesi, en önemli toplumsal yaralarımızdan birisidir. ‘Kadına şiddet, insanlığa ihanettir’ sloganı ile, katkı verdiğimiz kamu spotunu, eminim hepiniz izlemişsinizdir.
Ekonomik hayatın, önde gelen güçlü kadınları olarak, sizlerin de bu sosyal sorun karşısında, inisiyatif alacağına dair, büyük umutlar taşıyorum. Mesele gerçekten çok boyutlu. Hukuki tedbirlerden, medyatik farkındalıklara kadar, her alanda yapılması gereken şeyler var.
Devletimizin en üst makamı tarafından, bu meselenin yakından takip ediliyor olması, bizlere de sorumluluğumuzu hatırlatıyor.
Hem bu sorunun farkında olan bilinçli insanlar, hem de çocukların en yakınındaki anneler olarak, meselenin, eğitim boyutuyla da ilgilenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Her şeyden önce, çocuklarımızı yetiştirirken, onları şiddetten uzak bir ortamda büyütelim ki, şiddeti, bir sorun çözme aracı olarak görmesinler. Bizlerin her davranışı onlar için bir ayna.
Bazan farkında olmadan, çocuklarımızı şiddete özendirebiliyoruz. Malesef, toplumumuzda delikanlılık ve kabadayılık adı altında, saldırganlık içeren bazı tutum ve davranışlar hoş görülebiliyor ve zaman içinde bunlar, kişilik özellikleri haline gelebiliyor. Çocuklarımızı kabadayılık değil, beyefendilik ya da, hanımefendilik davranışlarına özendirelim. Terbiye, bir insanın üzerindeki en göz kamaştırıcı ziynettir. Evlatlarımıza bırakabileceğimiz en güzel miras, yine iyi bir terbiyedir.
Unutmayalım, bugün şiddet uygulayan insanlar, büyüklerin eğitiminden geçmiş, bir zamanların çocuklarıydı. Yarının şiddet haritası da, bizim eğittiğimiz çocuklara bağlı. Hem kısa, hem uzun vadede, şiddeti ortadan kaldıracak her türlü girişim, bizim irademizi bekliyor.
Bu iradeyi, her yerde ortaya koymak durumundayız. Sözgelimi, çocuklarımızı televizyonla baş başa bıraktığımızda, onları farkında olmadan film ve dizilerdeki şiddet sahneleriyle de karşı karşıya getirebiliyoruz. Üstelik, masum gördüğümüz çizgi filmler de, bazan şiddeti özendirebiliyor. Olağanüstü güçlere sahip karakterler, canavarlar, büyü ve sihir güçlerinin yer aldığı çizgi filmlerde, şiddet, çocuğa cazip bir paket içinde sunulabiliyor. Çocuklarımızın, televizyon başında geçirdiği süreyi sınırlamak yanında seyrettikleri filmin içeriğini de takip etmek bir ebeveynin en önemli sorumluluğudur.
Aynı şekilde, senaristlerimizden, yapımcılarımızdan da, çocuklarımızı şiddetten uzak tutan, onlara paylaşmayı, arkadaşlığı ve erdemleri öğreten çizgi filmler yapmalarını bekliyoruz. Şiddete karşı toplumca bir mücadele vermemiz gerektiğini düşünüyor, tüm paydaşları bu iradeyi göstermeye davet ediyorum.
Değerli Hanımefendiler, Kıymetli İş Kadınları,
Bu sosyal sorumluluk duygularıyla, sözlerime son vermeden önce, Denizli’de sizler gibi öncü kadınlarla buluşmuşken bir konuya daha değinmek istiyorum. Hepinizin bildiği gibi ülkemiz, dört bir yanı doğal zenginliklerle dolu, müstesna bir coğrafyaya sahip. Bu coğrafyanın bize nice armağanı var. İbni Haldun’un dediği gibi, coğrafya kaderdir. Türkiye coğrafyası, kaderlerimizi şekillendiren, yeraltı ve yerüstü nice zenginlik bahşetmiştir bize.
Sizler de içinde yaşadığınız tekstil şehrinin, sizlere çizdiği bir kaderi yaşıyor, ekmeğinizi buradan kazanıyor, yatırımınızı yine, bu şehre yapıyorsunuz.
Doğrusu, Denizli’nin ihracat atağı, tüm şehirlerimize örnek olmalıdır. Ta antik çağlardan bu yana, Anadolu’ya ‘tekstil uygarlığı’ sıfatını veren doğal kaynakları, siz sektöre kazandırdınız, hammaddemizi tüm dünyaya tanıttınız. Sözgelimi, buldan bezi, kimyasallarla kuşatıldığımız bir dünyada, hiçbir kimyasal malzeme kullanılmadan, kök boyalarla yapılan, önemli bir tekstil malzemesidir. Uzakdoğu’dan, bütün dünyaya yayılan tekstil terörüne karşı, etkili bir silahtır.
Denizli’nin dokumacılık alanındaki sektörel liderliğini, aynı zamanda organik kumaş üretimine de taşıması ve bu konuda, toplumumuzda bir bilinç dönüşümüne öncülük etmesi en büyük arzumuzdur. Doğal ve sağlıklı bir hayat, yediğimiz, içtiğimiz kadar, kullandığımız ürünlere de bağlıdır. Umuyorum ki, doğal zenginliklerimiz bize maddi kazançlar yanında, sağlıklı yaşam adına da bir değer katar ve Denizli, organik bilincin yayıldığı merkezlerden birisi olur.
Değerli Kardeşlerim,
Sahip olduğunuz ekonomik gücü, tıpkı Bacıyan-ı Rum gibi, ahlaki, ilmi, sanatsal zenginliklerle de güçlendireceğinize, gönülden inanıyorum. Atölyelerinizde, sanayi tesislerinizde, hakkı eksiksiz ödenmiş alın terinin, emeğin bereketiyle büyümenizi, nice başarılara erişmenizi, can-ı gönülden diliyorum.
Bildiğiniz gibi, bugün nevruz. Baharın eşiğinde olduğumuz yeni bir gün. Topraktaki uyanışın, kalplerimizde de sevgiyi, muhabbeti, birlikte yaşama coşkusunu diriltmesini umuyorum. Aynı kültür coğrafyasındaki tüm halkların, bu güzel günde ayrılıkları değil, ortaklıkları gözeterek dostluğun, kardeşliğin, barışın tohumlarını ekmesini ve insani değerlerin harmanında buluşmasını, bütün kalbimle diliyorum.
Böyle güzel bir günde, bizleri buluşturduğu ve bu anlamlı toplantıyı organize ettiği için, Denizli Valiliğimize ve Denizli’nin önemli iş kadınlarından, Ayşen Zeybekçi Hanımefendi’ye çok teşekkür ediyorum.
Hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyor, sizlerin nezdinde bütün Denizlili kadınlarımıza, muhabbetlerimi sunuyorum.