Suruç Çadırkent Açılışı

05.03.2015

Değerli Hanımefendiler, Beyefendiler,

Kıymetli Misafirlerimiz, Kobanili Kardeşlerim,

Söz konusu olan bir savaşsa, yeri-yurdu terk etmeyi gerekli kılan bir kaçış haliyse, sözün tam ortasından girmek gerek meseleye. Ben de öyle yapacağım; çocuklardan bahsederek başlayacağım sözlerime.

Savaş ve çocuk!... Yan yana gelmemesi gereken iki kelime!...

İp atlayıp, topaç çevirecekken, mahallelerindeki arkadaşlarıyla hiç yorulmadan, akşama kadar oyunlar oynayacakken, yerlerinden, yurtlarından edilmişlerse, dünyanın büyükleri olarak oturup düşünmemiz gerek; neyin kavgasını verdiğimizi, çocuklara nasıl izah edeceğimizi oturup düşünmemiz gerek!

Sabahları neden bomba sesleriyle uyandıklarını, mermilerin, silahların onlara neden bu kadar yakın olduğunu, nasıl açıklayacağımızı bulmamız gerek!

Çocukların küçük bedenlerinin, savaşın ağır yükünü nasıl taşıyacağını, kendimize sormamız gerek!

Değerli Kardeşlerim,

Evet, savaş en çok çocukları vuruyor. Üstelik sadece oyunlarını, oyuncaklarını elinden almıyor. Geleceklerini de çalıyor. Çünkü savaş en çok onların hafızasında iz bırakıyor.

Savaşta çocuk olmak, ya da belki olamamak! Çocukluğunu yaşayamadan büyümek!

Dünyanın büyükleri olarak, bunun hesabını vermek durumundayız.

Uluslararası toplum olarak, bu çocukların, bu kadınların, bu insanların, neden başka bir ülkeye göç etmek zorunda kaldıklarının, hesabını vermemiz gerek!

Hanımefendiler, Beyefendiler,

Dört yıldır, Ortadoğu’nun yangın yeri olan bir coğrafyada, yerlerinden yurtlarından edilen kardeşlerimize, işte bu sorumluluk duygusu içinde, ülkemize hoşgeldiniz demek istiyorum. Lütfen bu karşılamayı, bir ev sahibinin bir misafire, hiç tereddüt etmeden evini açması olarak kabul edin! Sizler bizim misafirimizsiniz!

Bizim için insani yaklaşım, tüm siyasi hesapların, bütün uluslararası ilişkiler teorilerinin önündedir. Biz önce insanı görürüz. Çocukların masumiyetini, kadınların içlerine akıttıkları gözyaşlarını görürüz. Ahlak ve medeniyet anlayışımız bunu gerektirir.

Çocukları bombaların altında bırakamayız. Kadınları umutsuzluğa, babaları çaresizliğe terk edemeyiz. İşte Türkiye, bu felsefe ile kapılarını sizlere ardına kadar açtı.

Kobani Halkı ya da Ayn El-Arab Halkı, şehirleri yeniden imar edilene, hayat normale dönene kadar bizim misafirimizdir.

Kıymetli Kardeşlerim,

Türkmeniyle, Kürdüyle, Arabıyla, Ezidisiyle bir kardeşlik yurdudur ülkemiz. 100 yıl önce bu topraklar, kardeş halkların vatanıydı.

Bugün de aynı kardeşlik prensibiyle, din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın, kapılarımız bütün mağdur ve mazlumlara açıktır. Elbette, evlerinizde olduğu kadar rahat ettiremeyebiliriz sizleri. Eminim çocukların hayallerinde, kendi mahallelerinin kaldırımında oynamak, kadınların rüyalarında kendi evlerinde uyanmak, erkeklerin aklında her sabah kendi tezgahlarını açmak vardır. Emin olun bunu sizin kadar biz de ister,  barışın yolunu sizin kadar biz de gözleriz.

Fakat ne yazık ki, savaş ve terörden beslenenler oldukça ve uluslararası toplum bu kavgayı körükledikçe, bu realiteyle yüzleşmek durumundayız.

Değerli Hanımefendiler, Beyefendiler,

Devletimiz yaklaşık dört yıldır, Suriye ve Irak’taki iç savaşta, mağdur olan halklar için, elinden geleni yaptı, yapmaya da devam ediyor. İnsani yardımı hiçbir şekilde esirgemedi. Ülkemize gelen 2 milyona yakın insana, tereddüt etmeden kapılarını açtı ve kendi öz kaynaklarından, 5 buçuk milyar dolar harcadı.

Türkiye, hiçbir karşılık beklemeden yaptığı bu insani yardımlarla, dünyanın en cömert ülkesidir. 2013 yılında milli gelirinin binde 21’ini insani yardıma ayırmış, nerede bir mağduriyet varsa, bakışını oraya çevirmiştir.

Bugün burada, açılışını yaptığımız bu Çadırkent de, bu tavrın en somut nişanesidir. 35 bin kişinin barınabileceği, 7 bin aile çadırının olduğu, içinde çocuk oyun alanlarından spor merkezlerine, mesire yerlerinden hobi odalarına kadar, her şeyin düşünüldüğü, dünyanın en büyük ve modern çadır kenti, Suruç’da kuruldu. Bu kent, su arıtma tesislerinden çamaşırhanelere kadar, en gelişmiş özelliklere sahiptir. Bu emsalsiz çaba nedeniyle, Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, AFAD’ı tebrik ediyor, emek verenlere gönülden teşekkür ediyorum.

Tüm dünyaya örnek bir çalışma yaparak, Türkiye’nin insani yardım yaklaşımını, net biçimde ortaya koydunuz. Çocuklara eğitim yuvaları, kadınlara çok çeşitli alanlarda kurslar açtınız.

Bugün kampımızda 5000’i çocuk olmak üzere, 10.500 kadın ve erkek misafir edilmektedir. Her türlü ihtiyaç, AFAD ve valiliğimiz tarafından karşılanmakta, savaş şartlarının ağır yükü, hafifletilmeye çalışılmaktadır.

Din adına terör estirenlerin ve insanları yurtlarından eden bütün siyasal hesapların, bu insani dayanışma içinde yeri yoktur ve hepsi insanlık vicdanında mahkum edilmiştir.

Dünyadaki insan hakları örgütlerinin sınıfta kaldığı, kadın hakları savunuculuğunun iflas ettiği, çocuk hakları sözleşmelerinin hükümsüz kaldığı Ortadoğu’da, bu Çadırkent bir insanlık vahasıdır.

Suriye’de beşinci yılına giren savaşta, 300 bin insan ölmüş, 7 milyon insan, yerini yurdunu terk etmek durumunda kalmıştır. 17 bin çocuk hayatını kaybetmiş, 375 binden fazla çocuk yaralanmış, 19 bin çocuk ise, en az bir organını kaybetmiştir. Benzer şekilde Gazze’de 490 çocuk katledilirken, 3 bin çocuk yaralanmıştır.

Şimdi sormak istiyorum değerli misafirler; böyle vahim bir tablo karşısında, Birleşmiş Milletler gibi kurumlar, ne yapmıştır?

‘2014’te 15 milyon çocuğun, savaş ortasında kaldığına dair veri yayınlamaktan öte geçmeyen, adeta bir tabela yardımseverliği tavrı dışında, dünyayı alarma geçirecek hangi adımı atmıştır?

Çok kültürlülüğü ile övünen Avrupa, 4 milyon Suriyeli mültecinin olduğu bir dünyada, yalnızca 130 bin Suriyeli’ye kapısını açmıştır. Bu tavırla çok kültürlülük sıfatını hak eder mi dersiniz?

Üzgünüm ama bütün uluslararası kurumlarıyla dünya, bu insanlık imtihanını kaybetmiştir. Gösterişli halkla ilişkiler taktikleri, bu değer yoksunluğunu asla örtmemektedir.

İşte böyle bir ortamda Türkiye, hiçbir karşılık beklemeden, gerçek bir yardımseverlik ruhunu yaşatmaya devam etmektedir.

Bütün bu yapılanlar, önce insanlık adınadır. Ama aynı zamanda, yüzyıllardır aynı kültür coğrafyasında, halka halka genişlettiğimiz kültürel ortaklıkların, akrabalıkların gereğidir. Uzak değil, bundan bir asır önce, aynı devletin çatısı altında birlikte yaşadığımız, Kürt, Arap, Çerkes, Ermeni, Boşnak, Laz, Roman, Arnavut kardeşlerimize olan vefa borcumuzdur.

Değerli Katılımcılar,

Bu büyük insanlık hareketinin, Hz. İbrahim’in şehri Urfa'da, Harran bölgesinde vücut bulması ayrıca manidardır. Suruç çadır kampı, bu yönüyle bir Halilur-Rahman sofrasıdır. Mayasında, ekmeğini mazlumlarla paylaşma geleneği olan cömert bir medeniyetin tezahürüdür. Ve inşallah Halil İbrahim bereketine sahiptir.

Ben burada, devletimizin açtığı bu yolda yüce bir gönüllülükle bu yardım seferberliğine katkı veren bütün sivil toplum kuruluşlarımıza ve milletimize de çok teşekkür etmek istiyorum.

Türkiye çapında köylerden büyük kentlere kadar her yerde, Suriyeli ve Iraklı kardeşlerimizle ekmeğinizi paylaştınız, onlara kol kanat gerdiniz.

Türkiye’den, hassaten üç dinin ortak atası Hz. İbrahim’in yurdu Şanlıurfa’dan yükselen bu ses, umarım tüm dünyaya örnek olur. Medeniyetlerin kesiştiği İbrahimi yol, tüm din mensuplarına kendi gerçek değerlerini hatırlatır ve insanlık düştüğü yerden kalkar.

12 bin yıllık tarihiyle dünyanın en eski kentinin bulunduğu Şanlıurfa’da insanlık yeniden dirilir inşallah.

Birlikte yaşamanın mayası çalınmış bu topraklarda bu vesileyle Kürt, Türk kardeşliği de pekişecektir.

İnsanlığın ortak değerleri umarım, dünyanın bu en modern yardımseverlik kentinden, tüm dünyaya yayılır.

Bütün derdimiz; yurtlarını terk edip buraya gelen kardeşlerimizin, yüklerine omuz vermek, onlara biraz olsun tebessüm ettirebilmek. Çocuklarımızı burada oldukları müddetçe eğitimden koparmamak, kadınlarımızı, onlara bir meslek kazandırarak ülkelerine uğurlamak.

Bu yardımseverlik kentinin mimarı AFAD’ın, daha nice projeleri olduğunu biliyorum. İnşallah önümüzdeki günlerde, hepsi birer birer hayata geçecek, misafirlerimizin hayatına artı değer katacaktır.

Değerli Kardeşlerim, Kıymetli Misafirlerimiz,

Biliyorum, bugün burada değil, kendi ülkenizde, kendi şehrinizde, kendi sıcak yuvanızda olmayı çok isterdiniz. Tekrarlamak istiyorum; emin olun bunu bizler de çok isteriz, sizlerin huzura kavuştuğuna şahit olmaktır en büyük arzumuz. Fakat hepinizin bildiği gibi, dünya bir imtihan yeri. Zalimlerle mazlumların, birlikte yaşamak zorunda olduğu bir yer. Bu süreçte, elimizden geleni yaptıktan sonra, üzerimize düşen, sabır ve duadır. Biliyorsunuz, burası bize sabrı öğreten Eyyub Aleyhisselam’ın da toprakları. Evlerinize döneceğiniz güne kadar, kendinize Eyyub Peygamber’in sabrını kuşanın.

Öte yandan burada, Şanlıurfa’da, misafirlerimizle içiçe gündelik hayatını sürdüren kardeşlerim, sizler de ağır bir yüke omuz veriyorsunuz. Sizler için de, Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiğinde ona evini açan, Eyyub El-Ensari en iyi yol göstericidir. Ensar ruhunu biz ondan öğrenmedik mi? İnşallah bu imtihanı birlikte sabrederek atlatacak, bu süreci Türk-Kürt kardeşliğini pekiştirerek, kazanca dönüştüreceğiz.

Çok kıymetli Hanımefendiler, Beyefendiler,

Sözlerime son verirken Suriye’de, Irak’ta, Filistin’de ve insanlığın yeniden dirilişine ihtiyacımız olan bütün coğrafyalarda, savaşın, çatışmanın bir an önce durmasını, kadınların, çocukların insani hayat şartlarına yeniden kavuşmasını, bütün kalbimle diliyorum.

Bu vesileyle, önce başımızdaki güçlü siyasal iradeye, devletimize, bütün enerjisiyle hiç durmadan çalışıp didinen hükümetimize, icracı bakanlıklarımıza, burada kılı kırk yararak ve tamamen insani bir duruşla bu Çadırkenti hayata geçiren AFAD’a ve çalışanlarına, Şanlıurfa’nın bu çabaya ortak olan çalışkan Milletvekillerine, Şanlıurfa Valiliğimize, Şanlıurfa Belediyemize, Suruç Kaymakamlığımıza ve hassaten bölge  halkına tüm dünyaya örnek bu insanlık dayanışması adına çok teşekkür ediyorum.

Savaşın içinden çıkıp gelmiş çocuklarımızın ufacık yüreklerinde, emin olun yerleriniz çok büyük. Sizlerin uzattığı şefkatli yardım eli, şiddet dolu bir dünyada, güvenilir limanların da olduğunu, onlara gösteren yegane bir umut.

Bu günler geçip gittiğinde, Türkiye’de gördükleri insani muamele eminim ki, hafızalarından hiç silinmeyecektir.

Ve son olarak, Çadırkent sakinleri kardeşlerime seslenmek istiyorum. Sizler Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin emanetlerisiniz. Sizler bizim misafirlerimizsiniz. İnanıyorum ki, bu günler kardeşliğimizi pekiştirecek, kültürel ortaklıklarımızı daha da güçlendirecektir.

Yaşasın Türk-Kürt-Arap kardeşliği!

Yaşasın halkların kardeşliği!

Kurd u Tirk biranin!

Biji biratiya gelan!

Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyor, Allah’a emanet ediyorum!