Tokat Gastronomi Festivali’nde Yaptıkları Konuşma

27.08.2022

Değerli hanımefendiler, beyefendiler,
Kıymetli Tokatlı Hemşerilerim;
Sizleri sevgiyle, saygıyla, muhabbetle selamlıyorum. Yurdumuzun en güzel köşelerinden Tokat’ımızda, bir gastronomi festivali vesilesiyle, sizlerle buluşmanın mutluluğu ve heyecanı içindeyim.

Bugün bizi, sadece şehrinizde değil, gönüllerinizde de ağırladınız. Sıcak tebessümlerle sardınız. Fevkalade bir misafirperverlik gösterdiniz. Her birinize kalbi şükranlarımı sunuyorum. Bin bir emekle hazırladıkları bu organizasyonla bizi bir araya getiren Tokat Valiliğimize ve Tokat Belediyemize teşekkür ediyorum.

Değerli konuklar;
Ülkemizin istisnasız her bir köşesinin meşhur kıymetleri var. Bu anlamda Tokat’ımız, çok yönlü zenginliğiyle adeta bir Türkiye kompozisyonu! Tarihten kültüre, gastronomiden doğaya kadar, her alanda büyük bir potansiyele sahip!

Tokat, altı bin yıllık tarihi boyunca, farklı medeniyetlerin evi olmuştur. Bu kadim coğrafyada, attığımız her adımda tarihin farklı bir dönemine ait eserlerle karşılaşıyoruz.  Ne mutlu ki, birçok geleneğimiz burada yüzyıllardır varlığını koruyor. Yemek kültürümüz, giyim kültürümüz, yazmacılık ve dokumacılık gibi sanat ve zanaatlarımız, yaşamın bir parçası olmaya devam ediyor.

Öte yandan, dilimizden düşmeyen Tokat türküleri, halkımızın belleğidir. Acı tatlı tüm tecrübemiz oraya kaydolmuştur. Bunun yanında, dünyanın en ihtişamlı mağaralarından biri olan Ballıca mağarası gibi, nefes kesen doğa harikaları var.

Tokat ayrıca, gastronomisiyle de sembol şehirlerimizden bir tanesi. Coğrafi işaretli Tokat kebabımız, lezzetiyle dillere destan olduğu kadar, kendine has hazırlanma aşamalarıyla, mutfağımızın karakteristik özelliklerini yansıtır.

Tabii, Tokat’ın coğrafi işaretli ürünleri bununla sınırlı değil. Tokat Yazması, Narince Salamura Yaprağı, Niksar Cevizi, Turhal Yoğurtmacı, Erbaa Narince Bağ Yaprağı, Zile Kömesi ve Zile Pekmezi de coğrafi işaret tescili almıştır. Kısacası, Tokat, sahip olduğumuz muhteşem mirasın her parçasından bünyesinde barındıran ve bu potansiyele ayna tutan bir şehrimizdir.

Değerli konuklar;
İnsanlık tarih boyunca, pek çok alanda dönüm noktalarından geçmiştir. Ekonomik, siyasal ve sosyal değişimler, her seferinde yeni bir dünya inşa etmiştir. Bugün tüm dünyada, yerel değerleri etkisi altına alan ve erozyona uğratan, şiddetli bir küreselleşme rüzgârı esiyor.

Şu bir gerçek ki milletleri bir arada tutan, ortak değerler paydasıdır. Küreselleşme artık, bir kültür alışverişinin çok ötesine geçmiş durumda ve maalesef ki, milli kimlik sınırlarının zafiyete uğramasına zemin hazırlıyor. Zira insanlar, tek bir küresel kültüre yönlendiriliyor.

O nedenle, yerli ve geleneksel olanı koruma gayretimizi el birliğiyle artırmalıyız. Tüm bu değerler, bize ait olduğu kadar, insanlığın ilk günden beri ilmek ilmek işlediği kültür atlasının da vazgeçilmez bir parçasıdır.

Birçok inancın, dilin, milletin ve medeniyetin yolunun kesiştiği, Anadolu mirasının sorumluluğunu omuzlarımızda taşıyoruz. Gelenek, görenek, sanat ve zanaat gibi, yeryüzünden silinen her kültürel unsur, büyük bir yas sebebi olmalı!

Çünkü yaşam, insanlar kültür ürettikçe anlam kazanır. Kültürler kaybolduğunda ise, toplumların hayata baktığı yeri işaretleyen mana haritası da kaybolmuş olur.

İşte, tarihimize, kültürümüze ve değerlerimize sahip çıkacak projeleri böyle bir şuurla ele almalıyız. Bilhassa gelecek nesillerle, kültür mirasımız arasında kopmaz bağlar oluşturmayı hedeflemeliyiz.

Bildiğiniz gibi, yakın bir zamanda “Asırlık Tariflerle Türk Mutfağı” kitabımızı literatüre kazandırdık. Bu projemizin temelinde hem mutfak mirasımızı korumayı, hem de, ülkemizi gastronomi alanında bir dünya markası yapmayı hedefledik.

Mutfağımız, elbette tüm dünyada biliniyor. En çok tercih edilen mutfaklardan olduğu gibi, çok da seviliyor. Ancak bu şöhretimiz, belli başlı birkaç yemeğimizle sınırlı kalmamalı! Çünkü mutfağımızın tezgâhında kadim bir tarih ve birçok medeniyetin etkileşiminden oluşan büyük bir hazine var.

Bildiğiniz gibi endüstriyel mutfak, bugün insan sağlığına karşı en büyük tehditlerden biri haline geldi. Hibrit tohumlar, GDO ve fastfood kültürü, insanların sadece fiziksel sağlıklarını değil, iç dünyalarını da değiştiriyor. Sofra kültürümüzü, yiyeceklerle kurduğumuz ilişkiyi ve en başta yiyeceğe “nimet” anlayışıyla yaklaşımımızı temelden sarsıyor.

Buna rağmen, son zamanlarda dünya çapında bir uyanışın ayak seslerini işitiyoruz. Doğal beslenme pratiklerinin, yeni isimlerle tekrar, yaşantımızda yer edindiğini görüyoruz. Bu vaziyet, mutfağımızın insana hem ruhsal, hem de bedensel şifa sunan doğal reçetelerini dünyaya tanıtmak için bir fırsattır.

Öte yandan, mutfağımızın doğa dostu karakteri, insanların tabiatla yeniden tesis etmek istedikleri dengeli ilişki arayışlarına da önemli bir çözümdür.

Bir mutfağın atıksız olması, kalan her ürünü başka bir ürüne dönüştüren kabiliyette olması, içselleştirilmiş bir çevre ahlakı göstergesidir. Global gıda kaybı dediğimiz büyük sorunun karşısında, atıksız Türk Mutfağının dünyaya, ihtiyacı olan yeni söylemi hediye edeceğine inanıyorum.

Bu doğrultuda, son derece önemli adımlar attık. UNESCO Yaratıcı Şehirler Ağı içerisinde yer alan şehirlerimiz, UNESCO tarafından koruma altına alınan yemeklerimiz oldu. 21 – 27 Mayıs haftasını Türk Mutfağı Haftası ilan ettik. Mutfağımız adına yapılan çalışmalar, büyük takdir topluyor ve uluslararası platformlarda yoğun ilgi görüyor.

O yüzden, hiç hız kesmeden, gün yüzüne çıkmayı bekleyen reçetelerimizi ve doğallığını koruyan ürünlerimizi tanıtacak yeni projeler ortaya koymalıyız. Başta güzel Tokat’ımız olmak üzere, yurdumuzun her bir köşesi, dünya gastronomi şehri olmaya adaydır. Sayısız ürünümüz coğrafi işaret alabilecek niteliktedir. Elimizdeki bu muazzam güçle, dünyada gastro-turizm alanında bir lider olacağımıza yürekten inanıyorum.  

Kıymetli misafirler;
Anadolu insanın toprakla çok boyutlu bir ilişkisi vardır. Her şeyden önce toprak, evimizdir. Geçimimizi sağladığımız, karnımızı doyurduğumuz, alın terimizle sulayıp, emeğimizin bereketini hasat ettiğimiz bir yaşam kaynağıdır.

Toprak ayrıca öğretmendir. İnsanın sabrını, azmini ve yapabilme gücünü test eder. Tohumun ürüne dönüştüğüne şahitlik etmek, yaşamın özüyle iletişime geçmemizi sağlar. Yani tohumun içinde engin bir coğrafya deneyimi saklıdır.

Toprakla olan bu bağın kaybedilmesi, geleceğin henüz inşa edilmeden yıkılması anlamına gelir. O nedenle çiftçilerimiz, sürdürülebilir ve adil bir geleceğin mimarlarıdır.

Dünya Bankasının verilerine göre, 2050’de dünya nüfusunun 10 milyar olması bekleniyor. Böyle bir dünyada tarım, ülkelerin en üstün gücü olacak. Tarım kabiliyetimize ağrılık vermeli ve bilhassa genç nesillerin tarıma yönelmelerini sağlamalıyız. Çevreci politikalar ve iklim dostu tarımla, büyük bir dönüşümün öncüleri olabiliriz.

Bildiğiniz gibi Ata Tohumu projemiz, böyle bir fikri zeminde ortaya çıktı. Yerel çeşitliliğimizi ve ülkemizin bitki genetik kaynaklarını kaybetmemek için ata tohumlarımızı koruma altına aldık. Her biri birer yadigâr olan tohumlarımız ıslah edildi ve toprakla buluştu. Bu tohumlardan alınan her ürün, sürdürülebilir gıdanın güvencesi ve çocuklarımız için güzel bir gelecek demek.

Bu noktada, bilhassa kadın çiftçilerimizden bu hususta çok şey beklediğimizi ifade etmek istiyorum. Çünkü toprağın bizlere analık yaptığı gibi, sizler de toprağa analık yapıyorsunuz. Onu şefkatli ellerinizle ekiyor, hakkına riayet ediyor, onunla çok özel bir sevgi dili konuşuyorsunuz. O yüzden sizlerden özellikle, bu kadim tecrübeyi gençlere aktarmanızı rica ediyorum.

Bu düşüncelerle sözlerime son veriyorum. En kısa zamanda yeniden buluşmayı diliyorum. Kalın sağlıcakla!