Değerli Hanımefendiler, Beyefendiler,
Hepinizi en kalbi duygularla selamlıyorum.
Bugün İklim Değişikliği ile Mücadele Toplantısı vesilesiyle biraradayız.
Yapılan çalıştaylarda, kamudan, özel sektörden, akademiden ve STK’lardan önemli katılımcılar dünyanın geleceğini tartıştılar.
Paylaşılan bilgilerin, ülkemiz ve dünyamız için hayırlı olmasını diliyorum.
Bu çalıştaylarda ortaya konan yol haritasının, iklim krizinden çıkmamıza vesile olmasını temenni ediyorum.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız başta olmak üzere, emeği geçen herkese ve tüm katılımcılara şükranlarımı sunuyorum.
Değerli Misafirler,
2020 senesi takvimi, maalesef bütün dünyayı etkisi altına alan felaketlerle işaretlendi.
Halen devam eden korona salgını, hayatlarımızın ortasına şimşek gibi düştü.
Bununla beraber, iklim değişikliğine bağlı felaketler, bizleri gerçekten nefessiz bıraktı.
Eskiden bir felaket olduğunda, durup soluklanacak, kendimizi toparlayacak bir aralık bulabiliyorduk.
Ancak, şimdi daha yaşadığımız şeyi tüm boyutlarıyla anlayamadan, yeni bilinmezliklerle karşılaşıyoruz.
Büyük resmi çoğunlukla göremiyoruz.
Yangın olduğunda söndürmeye çalışıyor, sel olduğunda verdiği hasarı tamir etmeye gayret ediyoruz.
Ama yangınların, sellerin ve diğer afetlerin esas nedenlerine inip, tam anlamıyla mücadele edemiyoruz.
Hatırlarsanız, geçtiğimiz sene Avustralya’da 240 gün süren bir yangın çıktı.
Amerika’nın birçok eyaletinde kasırgalar ve fırtınaların son derece yıkıcı etkileri oldu.
Asya’da ve Afrika’da aşırı yağışlar yüzünden, maliyeti çok yüksek sel felaketleri yaşandı.
Kendi ülkemizde, rekor düzeyde sıcaklıklar gördük. Anadolu’da ilk kez kum fırtınası tecrübe edildi.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, 1990 yılından itibaren aşırı hava olayları sürekli artış halinde.
2019 yılı, 935 olay ile en fazla afetin yaşandığı yıl olarak kayda geçti.
Son günlerde yaşadığımız kuraklık, ziyadesiyle endişe verici. Bildiğiniz gibi barajlardaki su seviyesi alarm veren noktalara düştü.
Bugünlerde yağan kar ve yağmur, bir nebze içimizi rahattı. Ama bu, karşı karşıya olduğumuz tehlikenin geçtiği anlamına gelmiyor.
Hatırlarsanız, 2018’de Güney Afrika’da su, gerçek anlamda bitmişti. “Sıfır günü” ilan etmek için tarih bile belirlenmişti.
İnsanların günlük su tüketimi 50 litreyle sınırlandı.
Biz insanların şöyle bir özelliği var; stresle ve endişeyle başa çıkmak için bazı gerçekleri göz ardı ediyoruz.
Üzülerek ifade ediyorum ki, artık böyle bir lüksümüz yok.
Son dönemeçteyiz. Elimizde, gidişatı olumlu yönde değiştirebilecek son on yılımız var.
Ve bu fırsatı değerlendirebilecek son nesiliz.
Kıymetli Misafirler,
Korona salgını, tüm olumsuz getirilerin yanında çok önemli bir gerçeğin daha altını çizdi.
Maalesef, iklim değişikliği ile ilgili yürütülen işler, gerileme kaydetti.
Gerek ülkemizde, gerekse tüm dünyada, tek kullanımlık malzemelere karşı büyük bir bilinçlenmenin fitili yakılmıştı.
Ancak, maske ve plastik eldivenler yepyeni bir kirlenmenin kapısını açtı.
Birleşmiş Milletler, salgınla ilişkili atığın, neredeyse yüzde 75’inin, çöp sahalarına ve sulara karışacağını ön görüyor.
Buradan çıkartmamız gereken sonuç; bugün korona salgını, yarın beklenmedik başka bir felaketle yüzleşebiliriz!
İşte bu noktada, dünyayı değiştirmek için elimizde kalan sınırlı vakitten taviz vermemeliyiz.
Tabii şunu da unutmamak gerekir, iklim değişikliğiyle mücadele, yalnızca Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızın meselesi değildir.
Tüm kurumlarımızın görev alanına düşen sorumluluklar var.
Eğitimden ulaşıma, belediyecilikten turizme kadar, hayatı tüm yönleriyle yeniden tasarlamak için el ele vermeliyiz.
İleriyi gören adımlar atmamız gerekiyor.
Önümüzdeki yıllarda, her şeyin aynı kalacağını farz ederek, çalışma yapamayız.
Kaçınılmaz olana adapte olmanın, yönetilemez olanı azaltmanın, yollarını da aramalıyız.
Yani saatlerimizi yeniden ayarlamalıyız!
O halde, iki yönlü bir çalışma yapmamız gerekiyor.
Bunun ilk ayağı, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak. Yani, orman alanlarını çoğaltıp, farklı enerji kaynaklarına geçmek.
İkinci ayağı ise, iklim adaptasyonuna yönelik acil önlemler almak.
Kıymetli misafirler,
İklim değişikliği konusu, hükümetlerin, büyük şirketlerin konusu gibi görünüyor. Oysa tüm bireyleri ilgilendiriyor.
2020’de yapılan bir araştırmanın verilerine göre, “iklim değişikliği konusunda endişeli misiniz?” sorusuna her 10 kişiden 7’si “endişeliyim” diye cevap vermiş.
Bu cevabın en önemli nedeni, artan iklim felaketlerini herkesin bizzat yaşıyor olmasıdır.
O halde, krizle mücadelede, endişe hisseden bu büyük kitleyi işin içine nasıl katacağız?! İşte bunu da düşünmemiz gerekiyor.
Halihazırda yapılması gerekenler A’dan Z’ye ortada;
Ancak tüm bunlar o kadar büyük başlıklar ki, bu hedeflerin yerine getirilmesinde bireylerin yeri görülmüyor.
Vatandaşımız, iklim krizinden haberdar ama sanki bu krizi bir başkası onun adına çözecekmiş gibi düşünüyor.
Unutmayalım, değişim bireyden başlar.
Eğer iklim değişikliği ile mücadele edilecekse, zafer, yeni yaşam kültürleri inşa etmeden kazanılamaz.
Bu noktada sosyologlara, psikologlara, iletişimcilere de çok büyük iş düşüyor.
Yani fen bilimleri kadar, sosyal bilimlerin de iklim değişikliği ile mücadelede büyük bir sorumluluğu var.
Çünkü seçilen yeni yol, yeni bir yaşam tarzı demek!
Yeniliklerin yayılma hızı, iletişim teknolojilerini de hesaba kattığımızda ışıktan bile hızlı.
Değişen her birey etrafındakileri etkiledikçe, bu insan kümeleri birleşecek ve ortaya yepyeni, dönüşmüş bir toplum çıkacak.
Dolayısıyla, politika üretirken işin içine sosyal bilimleri dahil etmezsek, alacağımız yol son derece sınırlı.
O yüzden bu mücadele, çok yönlü bir mücadeledir.
Büyük ve anlaşılması güç başlıklar yerine, herkesin alacağı basit önlemlerin, başarının anahtarı olduğunu unutmamalıyız.
Mesela, gereksiz ışıkları kapatmanın, elektrikli cihazları bekleme konumunda bırakmamanın önemini anlatalım.
Isı kaybının önüne geçmenin çift camlı pencerelerle mümkün olduğunu anlatalım.
Klima yerine, vantilatörle serinlemenin enerji tasarrufu sağlayacağını izah edelim.
Mutfakta, banyoda, temizlikte, çamaşırda ve ev atıklarının yönetilmesinde püf noktaları topluma taşıyalım.
Tüketim alışkanlıklarının, düşük karbonlu bir yaşam tarzı ile ilişkisini daha çok konuşalım.
Değerli Konuklar,
Vakit, Kızılderili şefin şu sözlerindeki bilgeliği artık idrak etmemizin vaktidir.
“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”
İnşallah, bu son yaşanan felaketler, tüm dünya için büyük bir uyanışın vesilesi olur.
Sözlerime, Havai adalarında nesli tükenen endemik bir kuş türünün, 1987’de kaydedilen, son sesini dinleterek son vermek istiyorum.
Az sonra sesini dinleyeceğimiz bu kuş türü, dişilerin ve erkeklerin birbirlerine söyledikleri şarkılarla meşhurdu.
Fakat yaşadıkları bölgeye insanların gelip, yeni virüsler getirmesi ve küresel ısınmayla, değişen dengelere yenik düştüler.
Sonra, tek tek dünyadan ayrıldılar.
Onlar artık yalnızca masallarda yaşayacaklar.
Dinleyeceğimiz ses, hayatta yapayalnız kaldığını bilmeyen, son erkek kuşun, son şarkısıydı.
O, tüm letafetiyle, hiç gelmeyecek eşini çağırırken, bizlere yeryüzünün en acıklı melodisini bıraktı.
Şimdi lütfen hep birlikte dinleyelim!
SES DİNLENECEK (45 sn)
Dünyadan silinen bu ses, bu âlemde bir daha asla işitilmeyecek.
Ve bu hazin yokoluşun kaydı, her dinlediğimizde içimizi sızlatacak, bize sorumluluklarımızı hatırlatacak.
Ve elbette elimizdeki nimetlere şükrümüzü artıracak.
Gölgesinde serinlediğimiz ağaçların, denizlerde yüzen balıkların, vapurların seyrine eşlik eden martıların, yağan yağmurların varlığına şükredelim!
Daha önemlisi, bu nimetlere hakkıyla davranamadığımızı idrak edelim.
Bu idrakle öyle bir çalışalım ki, çocuklarımıza ve torunlarımıza yok olmuş türlerin, tükenmiş kaynakların, kayıtlarda kalmış anılarını bırakmayalım.
Ben şahsen çocukluğumda yediğim domatesin tadını bilmeyen torunlarım için üzülüyorum. Etrafımız çiçek dolu, herkes birbirine çiçek armağan ediyor. Ama ne yazık ki, bahçeli evlerimizdeki gülün, sümbülün kokusunu alamıyoruz. Tabiatın seslerini, kokularını bir bir kaybediyoruz. Umuyorum ki, böyle toplantılar, en azından elimizdeki tabii değerleri koruma konusunda bizlere bilinç aşılar.
Bu duygularla hepinizi muhabbetle selamlıyorum.
Kalın sağlıcakla!