Bismillahirrahmanirrahim.
Sayın bakanlar,
Sayın Genel Sekreter,
Aziz kardeşlerim;
Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerimize olsun. İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi İSEDAK’ın 34. Bakanlar Kurulu oturumunu açarken hepinizi en kalbi duygularımla, muhabbetle, hürmetle selamlıyorum.
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Zirve Dönem Başkanı ve İSEDAK Başkanı sıfatıyla siz değerli misafirlerimize ülkemize hoş geldiniz diyorum. Sizleri bir kez daha medeniyetlerin beşiği, insanlığın medarı iftiharı güzel İstanbul’umuzda ağırlamaktan büyük bir bahtiyarlık duyuyorum. Buradan sizlerin aracılığıyla dünyanın dört bir yanındaki kardeşlerimize, dostlarımıza, gözü ve gönlü bize yönelmiş tüm mazlumlara en derin muhabbetlerimi iletiyorum.
Peygamber Efendimizin taltif ettiği, fethini müjdelediği bu aziz şehirden; Mekke’den Medine’ye, Saraybosna’dan İslamabad’a, Kahire’den Kabil’e kadar İstanbul’un kardeş şehirlerini selamlıyorum. Özellikle medeniyetin, barışın ve iyiliğin anavatanı Filistin’i, Filistin’in ve bütün alemi İslam’ın gözbebeği Kudüs-ü Şerif’i selamlıyorum. Kudüs’ü muhafaza ve müdafaa için canlarını ortaya koyan Filistin’in genç evlatlarına, kızlarına, kadınlarına, vatan hasretiyle 70 yıldır gözyaşı döken Filistinli mültecilere buradan selamlarımı gönderiyorum.
Merhum Mahmud Derviş’in işgalcilerin yüreklerine bir ok gibi saplanan şu muhteşem mısralarıyla kardeşlerime seslenmek istiyorum:
“Ve ant içerim ki,
bir mendil işleyeceğim yarına kadar,
gözlerine sunduğum şiirlerle süslü
ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:
"Bir Filistin vardı,
bir Filistin gene var!"
Evet, Müslümanlar olduğu sürece hakkı, adaleti ve özgürlüğü savunan insanlar olduğu sürece inşallah Filistin de var olmaya devam edecektir. Allah’ın izniyle hiçbir baskı, hiçbir zulüm, Filistinlilerin kalplerindeki hürriyet ateşini söndürmeye yetmeyecektir. Cesaret ve fedakârlık abidesi olan Filistinliler davalarına sahip çıktığı müddetçe işgalciler hedeflerine asla ulaşamayacaktır.
34. İSEDAK Bakanlar Toplantısının Filistin başta olmak üzere bölgemiz, ülkelerimiz ve insanlık için hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah’tan niyaz ediyorum. Rabbim bugün yapacağımız istişareler sonucunda alacağımız kararları hayata geçirmeyi nasip etsin. Ülkelerini temsilen bugün burada bulunan siz dostlarımızın da aynı hissiyatı, aynı hassasiyeti paylaştığınıza inanıyorum.
Değerli kardeşlerim, kıymetli misafirler;
Bugünkü İSEDAK Bakanlar Toplantısını bölgemizin adeta kaderinin belirlendiği 1. Cihan Harbinin bitişinin 100’üncü seneyi devriyesinde icra ediyoruz. Bütün savaşlara son vereceği düşünülen, ancak daha kanlı mücadelelere kapı aralayan bu savaşın üzerinden bir asır geçse de sebep olduğu travmaları halen çok yakından izliyoruz. Özellikle içinde yer aldığımız coğrafya savaşın mağduriyetini, yıkıcı etkilerini en fazla yaşayan yerlerin başında geliyor.
Birinci Dünya Savaşının sonuçlarıyla doğrudan bağlantılı sorunlara çözüm üretmemiz, ancak bu problemlerin kaynağını iyi tespit ve teyit etmemizle mümkündür. Büyük savaşın 100. yıldönümünü bir anma merasiminden ziyade bir anlama, idrak etme, özellikle bir fırsata dönüştürmemiz gerekiyor. Müslümanlar olarak, bilhassa da binlerce yıldır aynı coğrafyada kaderleri birbirine örülmüş milletler olarak hiçbir komplekse kapılmadan bunu yapabilmemiz son derece önemlidir. Çünkü tarih bizler için asla olmuş-bitmiş olaylar bütünü değil; kuvvet, cesaret, ilhamla beraber ders aldığımız bir ibret vesikasıdır. Geçmişte yaşanmış her hadise, acı-tatlı her vaka biz Müslümanlar için iyi okunması, iyi analiz edilmesi, üzerinde hassasiyetle düşünülmesi gereken bir olaylar silsilesidir.
Öte yandan tarih kendini ancak sarih bir zihne, samimi bir çabaya açar. Bize dayatılan bakış açılarıyla tarihi okumak anlamaya değil mevcut önyargıları büyütmeye yarayacaktır. Kendi tarihimizi oryantalist bir anlayışla ele almak, ancak Müslümanlar arasındaki çatışmalardan beslenenlerin işini kolaylaştıracaktır. Kalıpların ve önyargıların zihinlerimize vurduğu prangalardan kendimizi kurtararak meseleye yaklaşmamız hayati öneme sahiptir.
Bugün şu gerçek bir kez daha kendini alenen göstermektedir. Her ne kadar 100 sene önce bitmiş olsa da, bu savaşın coğrafyamızda bıraktığı enkaz, henüz tam anlamıyla kaldırılamamıştır. Beşeri, siyasi, ekonomik ve toplumsal alanda Müslümanlar olarak halen Birinci Dünya Savaşının yol açtığı sıkıntılarla yüzleşiyoruz. Emperyalist niyetlerle savaşı Ortadoğu ve Afrika’ya taşıyanlar bugün huzur ve refah içinde hayatlarını sürdürürken, bizler bir asır sonra dahi onların yol açtığı çatışma ve gerilimlerin bedelini ödüyoruz.
Coğrafyamızı lime-lime edenler bugün farklı birlikler, ortaklıklar üzerinden dayanışmalarını perçinlerken, biz halen birbirimize düşüyor, giderek daha çok parçalanıyoruz. Burada çok açık ve net olarak ifade etmek isterim ki; Suriye’den Irak’a, Yemen’den Filistin’e kadar tüm bölge yaşadığımız krizin, gerilimin, kan ve gözyaşının temelinde büyük savaş ile yapılan dizayn vardır. Bugün Yemen’de milyonlar aç-açık yaşıyorsa, bunun sorumlusunu farklı yerlerde aramaya gerek yok. Sorumlusu kim? Yine biziz, yani Müslümanlar, sözde Müslümanlar. Deri-kemik kalmış o çocukların hali, o fakir garip gurebanın hali, bütün bunlar karşısında hala biz seyirciyiz.
Batı başkentlerinde kotarılan Lawrence gibi karanlık tiplerle hayata geçirilen bu dizaynın en büyük mağduru maalesef Filistinli kardeşlerimiz olmuştur. Milyonlarca Filistinli kardeşlerimiz sadece topraklarını kaybetmemiş, aynı zamanda dünyanın en ağır haksızlıklarına da maruz bırakılmışlardır. İşte 1948’in Filistin’i ve 2018’in Filistin’i. 1948’in İsrail’i, işte 2018’in İsrail’i. Tam tersi bir şu anda yüzölçümünü görüyorsunuz, buralara nasıl geldiler? Tüm insanlık bunlar karşısında ne yaptı?
Bölgemizin tarihiyle, sosyal ve beşeri dinamikleriyle bağdaşmayan politikalar elbette sadece Filistin’de değil diğer yerlerde de acıya, yıkıma, kardeş kavgasına sebebiyet vermiştir. Birinci Dünya Savaşıyla beraber Batılı ülkeler asırlardır kendi bünyelerini kemiren hastalıkları Ortadoğu’ya ihraç etmişlerdir. Bu alışverişte onların payına güvenlik ve refah düşerken, öteki tarafa çatışma ve sefalet kalmıştır.
Değerli kardeşlerim;
Kuşkusuz tarihi geriye doğru saramayız, maziyi inkâr etmek, yaşanmış hadiseleri yok saymak da mümkün değildir. Öyleyse Müslümanlar olarak yapmamız gereken nedir? Birinci Dünya Savaşının bitişinin 100’üncü yıldönümünde yapmamız gereken; tarihten ders almak, ders çıkarmaktır. Bize düşen maziden ilham alarak çok daha aydınlık bir geleceği inşa etmektir. ‘Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir’ mantığıyla hareket edenlerin kurduğu tuzaklara artık düşmemeliyiz. Sınırları kanla çizilmiş olan coğrafyada gönüllerimize yeni hudutlar, yeni duvarlar örmemeliyiz. Farklılıklarımızı kaşıyarak bizleri birbirimize kırdırmaya çalışanların oyunlarına artık gelmemeliyiz.
Senelerce Batı toplumlarını esir alan, Avrupa’da çok büyük yıkımlara, katliamlara sebep olan ve Birinci Dünya Savaşıyla coğrafyamıza zerk edilen hastalıkların başında ırkçılık ve mezhepçilik bulunuyor. Bilhassa mezhep taassubu bugün birçok yerde İslam toplumlarını içeriden zayıflatan, dış müdahalelere açık hale getiren en ciddi sorundur. Kişinin meşrebini dininin önüne koyması, hatta mezhebini dinleştirmesi şeklinde tezahür eden bu fitnenin İslam’da asla yeri yoktur. Bizim inancımıza göre aynı kıbleye yönelen, aynı İlaha, aynı Peygambere, aynı mukaddes kitaba inanan herkes bizim din kardeşimizdir. Rabbimizin ve Peygamber Efendimizin (SAV) çizdiği İslam kardeşliğinin sınırlarını daraltmak kimsenin haddi de değildir, hakkı da değildir. Bir müminin yüreğinde sadece 1,7 milyarlık İslam ümmetinin fertlerine değil, tüm insanlığa yer vardır ve olmalıdır.
Resulullah (SAV) Veda Hutbesinde bu hususta bakınız bizlere ne emrediyor. “Sözümü iyi dinleyin, iyi belleyin. Rabbiniz birdir, babanız birdir, dininiz ve Peygamberiniz de birdir. Hepiniz Adem’densiniz, Adem de topraktan yaratılmıştır. Hiç kimsenin başkası üzerinde soy, sop üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takva iledir. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Böylece bütün Müslümanlar kardeştir. Kanlarınız, canlarınız, yaşama hakkınız, mallarınız, namuslarınız, haysiyet ve şerefiniz, vücut bütünlüğünüz Rabbinizle buluşacağınız güne kadar saygıya ve korunmaya layıktır, dokunulmazdır.”
Evet, Resul-i Kibriya Efendimiz 14 asır önceki emir ve tavsiyeleriyle Müslümanlarla beraber tüm insanlığa kurtuluş yolunu göstermiştir. Hiç kimsenin bırakın bu kırmızıçizgileri ihlal etmeyi, kayıtsız davranmaya dahi hakkı yoktur.
Kıymetli kardeşlerim,
Toplu vuran yüreklerin önünde kimse duramaz. Kardeşlik hukukumuzu gözettiğimiz birlik ve beraberlik içinde hareket ettiğimiz sürece hiçbir sorunumuz aşılmaz değildir. Çözümü başkalarında değil, bu topluluğun içinde arayacağız, başka yere gitmeye gerek yok. Meselelerimizin halli için yardımı, katkıyı başkalarından değil, öncelikle kardeşlerimizden, birbirimizden bekleyeceğiz. Sorunun bizzat müsebbiplerinden deva unmak beyhude bir uğraştır. Nitekim son bir asırda içimizi yakan pek çok hadisede maruz kaldığımız birçok haksızlıkta yabancı devletlerden medet ummanın faydasızlığını gördük, yaşıyoruz.
Filistin meselesinden iç savaşlara kadar her konuda çözüm için kapısını çaldığımız uluslararası kuruluşlar bizi hayal kırıklığına uğratmadı mı? Daha biz oralardan ne bekliyoruz, ne umuyoruz? Onlar bizim hayrımıza hiçbir zaman çalışmayacaktır. Bilhassa Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi gibi kâğıt üzerinde küresel barış ve istikrarı sağlamakla mükellef yapıların daha çok daimi üyelerin çıkarlarını korumak için çalıştığını çok yakından tecrübe ettik. Bir ülkenin iki dudakları arasına mahkûm bir dünyayı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde görüyoruz. Bütün dünya 194 ülke, oraya bağlı; 5 tane daimi üye ve onların bir tanesi ne derse herkes onu yapmaya mecbur, mahkûm siz bir şey yapamazsınız.
Bu kuruluşlardan ve sözüm ona büyük devletlerden bölgesel barışa katkı beklediğimiz her krizde ne yazık ki elimiz boş döndük. Kutuplardaki balinaların sayılarını düşündükleri kadar, Somali’de açlıktan ölen çocukları düşünmediklerine bizzat şahit olduk. Demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi kavramların sadece kendi çıkarlarına hizmet ettiği sürece anlamlı olduğunu defalarca gördük. İşte Akdeniz’de, işte Ege’de o göç esnasında ölen insanlarla ilgili bunların derdi var mı? Paranın, petrolün, elmas ve altının dışında kıymet verdikleri pek az değer olduğunu artık gayet iyi biliyoruz.
Türkiye olarak sık sık dile getirdiğimiz ‘Dünya 5’ten büyüktür’ itirazımızın gerisinde işte bu acı tecrübeler, işte bu hayal kırıklıkları, işte bu çifte standartlar bulunuyor. Artık biz 1. Dünya Savaşı sonrasının dünyasında yaşamıyoruz, artık yeni bir dünya var. Birleşmiş Milletlerin ne kadar üyesi varsa, bunların dönerli olarak 20’şerli olacaksa 20’şerli, daha fazla olacaksa daha fazla, hepsinin daimi üye olma hakkı tanınmalıdır. 5 tane daimi üye, 15 tane geçici üyeyle kusura bakmayın kimse kimseyi aldatmasın. 15 tane geçici üyenin orada bir kıymeti harbiyesi var mı? Yok. Kaldır elini, indir elini; yaptıkları iş bu. Her şey o 5 üye hatta hatta onların içinde bir üyenin iki dudağı arasında. Böyle bir dünyada adalet bekleyebilir misiniz? Beklemeyin. Hep bunları yaşadık, görüyoruz ve bundan sonra da böyle olacak. Değişmedikçe, reforme edilmedikçe bu böyle olacak.
Birleşmiş Milletler sisteminin reforme edilmesi şart. Onun için dönem başkanlığımız sırasında İslam İşbirliği Teşkilatı’nı daha aktif, hadiselere daha müdahil hale getirme mücadelemiz de bunun içindir. Artık bizim mevcut uluslararası yapıların acziyetini sorunlara çözüm yolu üretme noktasındaki çaresizliklerini dikkate alarak kapsamlı bir politika belirlememiz gerekiyor. Hep ifade ettiğim gibi kendi göbeğimizi bizzat kendimiz kesmeliyiz.
Suriye’deki krizi bu ülkenin toprak bütünlüğü temelinde başkaları değil, biz hal yoluna koyacağız. Yemen’de binlerce çocuğu açlığa ve ölüme mahkûm eden çatışmaları inisiyatif alarak bizzat biz bitireceğiz. Afganistan’da camide namaz kılanlara yönelik kalleş eylemleri önce biz lanetleyeceğiz. Berlin’den Paris’e, Brüksel’den Moskova’ya kadar nerede olursa olsun teröristin kimliğine bakmadan, masumların öldürülmelerine önce biz karşı çıkacağız. Filistinli sivilleri tüm dünyanın gözleri önünde katletmekten çekinmeyen haydutluğa, devlet terörüne herkesten önce biz tepki göstereceğiz. Lübnan ve Ürdün’deki kamplarda 70 yıldır vatan hasretiyle yanan Filistinli mültecilerin hak ve hukukunu başkalarından önce biz koruyacağız. Vatandaşlarımızın Kudüs’ü ziyaretlerini teşvik ederek işgalcilerin Kudüs’ün kandillerini söndürmesine önce biz engel olacağız.
Arakan’da Rohingyaların evlerinin yakılması, kardeşlerimizin etnik temizliğe uğraması karşısında önce biz sesimizi yükselteceğiz. İslam medeniyetinin kadim şehirlerinin birer birer yok edilmesine, DEAŞ bahanesiyle bölgemizde yeni terör devletlerinin oluşturulmasına önce biz itiraz edeceğiz. FETÖ, PKK, El-Kaide, Boko Haram, El-Şebab gibi proje örgütler üzerinden geleceğimizin karartılmasına önce biz hayır diyeceğiz. Her yıl on binlerce Afrikalı umut yolcusunun yine söylüyorum, Akdeniz’in azgın dalgalarında boğulmasına önce biz karşı çıkacağız. Savaşın ve zulmün, yerlerinden ettiği Suriyeli sığınmacılara başkalarından önce biz sahip çıkacağız. Bir masumu öldürmeyi bütün insanları öldürmek gibi gören bir inancın müntesipleri olarak yargısız infazlara, vahşi cinayetlere başkalarından önce biz itiraz edeceğiz.
Dünyanın neresinde yaşanırsa yaşansın zulüm ve adaletsizliğe önce biz sesimizi yükselteceğiz. Emperyalistlerin çizdiği sınırlara aldırmadan, komşuluk hukukumuzu önce biz gözeteceğiz. Kardeşliğimizin zedelenmesine etnik, kültürel ve mezhebi fay hatları üzerinden kan dökülmesine önce biz müsaade etmeyeceğiz. 1. Dünya Savaşının 100. Yıldönümünde bir daha benzer acıların yaşanmaması, benzer dizaynların yapılmaması için basiret ve ferasetle davranacak, hep birlikte gereken dersleri çıkaracağız. Ancak bu şekilde acılarımızı bir nebze dindirebilir, çocuklarımıza barış ve huzur dolu bir gelecek hazırlayabiliriz.
Kıymetli kardeşlerim;
Kendi meselelerimizi kendimiz çözebilmemiz için elimizdeki platformları, araçları en iyi şekilde kullanmamız gerekiyor. Aramızdaki ticarette milli para birimleri kullanmamız, kollarımıza vurulan emperyalist prangaları parçalamamız bakımından son derece önemlidir. İSEDAK’a üye ülkeler olarak birbirimize ne kadar çok yatırım yaparsak, ticaretimizi ne kadar arttırırsak o kadar güçlü oluruz. İslam İşbirliği Teşkilatı içi ticareti yüzde 25’e çıkarmaya verdiğimiz önemin altını bir kez daha çizmek istiyorum. İslam ülkeleri tercihli ticaret sisteminin yürürlüğe girebilmesi için ilgili ülkeleri taviz listelerini güncellemeye ve diğer prosedürleri tamamlamaya davet ediyorum. Yerli ve milli paramızı kullanmaktan başka çıkış yolu yok, aksi takdirde döviz kuru altında ezilmeye devam edeceğiz.
Yine tüm üye ülkelerimizi İslam Kalkınma Bankası’nın ve alt kurumlarının ticaretin kolaylaştırılmasına yönelik faaliyetlerine katılmaya çağırıyorum. Sizlerin de bildiği gibi Amerika’daki mevcut yönetimin gümrük vergilerini yükseltmesi, dünya ticaretinde korumacı eğilimleri arttırmıştır. Ticaret savaşlarının küresel ticarete, üretime ve refaha ciddi zararlarının olacağı aşikârdır. Tarife dışı engellerin azaltılması ve gümrük işlemlerinin kolaylaştırılması dünya ticaretine yeni bir açılım sağlayacak ve bir can simidi olacaktır.
Bunun yanında gümrüklerimizdeki altyapıları acilen modernleştirmemiz, bilgi teknolojilerini daha yaygın kullanmamız, gümrük işlemlerini daha da basitleştirmemiz lazım. Bu yılki İSEDAK görüş alışverişi oturumunda “Ticaretin kolaylaştırılması ve İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkelerde gümrüklerde risk yönetimi” konusunun ele alınmasını son derece anlamlı ve isabetli buluyorum. Tercihli ticaret sistemi, altın borsası, gayrimenkul borsası ve İstanbul Tahkim Merkezi gibi inisiyatiflerin bir an önce uygulamaya konulabilmesi için çalışmaları hızlandırmamız gerekiyor.
Tüm bu konularda sizlerin kıymetli desteklerini beklediğimizi özellikle belirtmek istiyorum. İSEDAK çatısı altında yürütülen faaliyetlerin etkinleştirilmesi, milli düzeyde de çok güçlü bir koordinasyon ve takip altyapısını gerektiriyor. Türkiye olarak bu amaçla Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığımızın mahiyetinde İSEDAK Milli Koordinasyon Komitesi kurduk. Yılda en az iki defa düzenli olarak bir araya gelecek bu komitenin işbirliğimize önemli bir ivme kazandıracağını ümit ediyorum. Bazı üye ülkelerimizde İSEDAK faaliyetlerine dair milli koordinasyon sisteminin olduğunu biliyoruz. Diğer üye ülkeleri de İSEDAK faaliyetlerinin milli düzeyde koordinasyonu için uygun görecekleri önlemleri almaya davet ediyorum.
Bu düşüncelerle sözlerime son verirken sizleri İstanbul’umuzda misafir etmekten duyduğum memnuniyeti bir kez daha ifade etmek istiyorum. 34. İSEDAK toplantısının ülkelerimiz açısından hayırlara vesile olmasını diliyor, Rabbim yar ve yardımcımız olsun diyorum. Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun. Kalın sağlıcakla.