Değerli muhtarlarımız,
Kıymetli kardeşlerim;
Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı Külliyesine, milletin evine, bu gazi mekana hoş geldiniz.
Geçtiğimiz aylarda seri bir şekilde sürdürdüğümüz toplantılardan sonra sizlerle biraraya gelmenin hasreti içerisindeydik. Şimdi 48. Muhtarlar Toplantımızı bu büyük salonumuzda sizlerle bir arada yapıyoruz. Bugün, Adana, Adıyaman, Ağrı, Aydın, Bartın, Bingöl, Bitlis, Çanakkale, Denizli, Edirne, Elazığ, Giresun, Isparta, İzmir, Kars, Kırklareli, Mersin, Muş, Nevşehir, Ordu, Rize, Sakarya, Sivas, Şanlıurfa, Tekirdağ, Trabzon, Tunceli ve Van illerimizden gelen siz kıymetli muhtarlarımızı misafir ediyoruz. Toplantımızın ülkemiz, milletimiz ve elbette muhtarlarımız için hayırlara vesile olmasını Allah’tan diliyorum.
Cumhurbaşkanlığı görevine geldikten sonra dedik ki, ülkemizdeki tüm muhtarlarımızla biraraya geleceğiz. Külliyemizdeki ana binada yer alan konferans salonumuzda 400 kişilik gruplar halinde başlattığımız muhtar buluşmalarımızı artık burada sürdürüyoruz. Bugün itibarıyla 30 bine yakın muhtarımızı Külliyemizde ağırlamış olduk.
31 Mart 2019’da belediye başkanlarımız, belediye meclis üyelerimiz ve il genel meclis üyelerimizle birlikte muhtarlarımızın da seçimi var, yani sizler de seçime gireceksiniz. Bu sebeple, önümüzdeki aylarda muhtar toplantılarımıza biraz hız vereceğiz. İstiyoruz ki, tüm muhtarlarımızı hiç olmazsa şu Külliye’de bir kere de olsa ağırlamış olalım. Hedefimiz, seçimden önce muhtarlarımızın tamamına yakınıyla biraraya gelmiş olmaktır. Böylece, Cumhuriyet tarihinde başka hiçbir cumhurbaşkanına, başbakana, devlet ve siyaset adamına nasip olmamış bir bahtiyarlığı sizlerle yaşamış olacağız.
Muhtarlarımıza bakışımızı, onları devletin ve milletin gözünde nasıl bir konumda gördüğümüzü, kendilerinden neler beklediğimizi bu toplantılarda uzun uzun anlattık. Demokrasinin en tabandaki temsilcileri olan muhtarlarla en üstteki temsilcisi olan Cumhurbaşkanının birlikteliğini, ülkemizde milli iradenin nasıl güçlü bir şekilde tecessüm ettiğinin en bariz örneği olarak görüyorum.
Muhtar mahallesindeki, belediye başkanı şehrindeki, milletvekili ilindeki, cumhurbaşkanı tüm ülkesindeki insanların kahir ekseriyetinin gönlüne girecek ki bu görevlere gelebilsin ve orada icraat yapabilsin. Dünyada demokrasinin böylesine yaygın ve etkin bir şekilde uygulanabildiği pek az ülke vardır. Siz bakmayın birilerinin Türk demokrasisini hakir görmeye çalışmasına, onlar demokrasiyi sadece kendilerine hizmet ettiğinde severler. Milletin tercilerinin hâkim olduğu gerçek demokrasi onların aslı işine gelmez.
Mesela Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi dün ülkemiz aleyhine bir karar açıklamış. Neymiş? Türkiye, terör örgütü PKK’yla iltisaklı bir partinin eski genel başkanın yargılandığı davada, özgürlük, güvenlik ve seçim hakkını ihlal etmiş.
Peki, siz Avrupa Birliği organlarından herhangi birinin, aynı zatın 6-8 Ekim 2014 tarihindeki olaylar sırasında, insanları tamamı yalan olan beyanlarla galeyana getirip 50 masumun sokaklarda vahşice katledilmesine yol açması konusunda herhangi bir beyanını duydunuz mu? Elinde sadece bu hadise sebebiyle aralarında 16 yaşındaki Yasin Börü’nün de bulunduğu 50 insanın kanı bulunan biri için sergilenen gayretin milyonda biri acaba o masumlar için gösterilmiş midir?
Belediye otobüsünde diri diri yakılan genç kızımıza, daha birkaç ay önce eşini ziyaretten dönerken patlatılan bombayla 11 aylık bebeğiyle birlikte paramparça edilen hanım kardeşimize gösterilmeyen ilgi, onları katledenlere adeta yağdırılıyorsa burada bir sorun vardır.
Avrupa Birliği’nin bizatihi kedisinin terör örgütü olarak kabul ettiği, daha hayata gözlerini açmamış çocuktan 80 yaşındaki ihtiyara kadar her yaştan onbinlerce insanın katili olan PKK’ya verilen desteği, bu zalimlerin kurbanlarından esirgeyenleri hiçbir zaman biz ciddiye alamayız.
Bugün Avrupa’nın hangi şehrine giderseniz gidin, terör örgütü yandaşları diledikleri gibi at koştururken, milyonlarca avro para toplarken, ülkesini ve milletini seven vatandaşlarımıza adeta nefes aldırılmıyor. AİHM, sen neredesin, sen bunları görüyor musun? Bunları takip ediyor musun, bunlar hakkında verilmiş bir kararın var mı?
Türkiye’de darbeye teşebbüs eden FETÖ’cüleri baş tacı yapan hiçbir ülkenin, hiçbir kurumun demokrasinin adını ağzına almaya hakkı yoktur. Bunun adı özgürlük veya hak arayışına destek olmak değil, düpedüz terörperestliktir, terörist seviciliktir. Buradan Avrupalı dostlarımızı ikaz ediyorum; o çok sevdiğiniz teröristler var ya, çıkarlarına dokunduğunuz gün emin olunuz sadece nefretlerini ve sloganlarını değil, silahlarını da size çevireceklerdir.
Sonuç olarak diyoruz ki; siz varın kendi sırça köşklerinizde dilediğiniz kararları alın, dilediğiniz oylamaları yapın, biz demokratik hukuk devleti vasfımızdan asla taviz vermeden, ülkemizin ve milletimizin bekası için ne gerekiyorsa onu yapmaya devam edeceğiz.
Kardeşlerim;
Türkiye’nin son 5-6 yılında ileride gerçekten üzerinde çok durulacak, düşünülecek, konuşulacak, tartışılacak önemde hadisleri hep birlikte yaşadık. Ülkemizin bölgedeki ve dünyadaki birtakım projelerde nereye yerleştirildiğini, milletimize biçilen kefeni nasıl birliğimizle, beraberliğimizle, kardeşliğimizle parçalayıp attığımızı inşallah tarih yazacak, bundan hiç şüpheniz olmasın.
Tarih elbette milletimizin kahramanlığı ve cesaretiyle birlikte, ana muhalefet partisinin her konuda, her olayda, her dönemde nasıl ülkesinin karşısında yer aldığını da yazacak. Dün yine bu partinin başındaki zat çıkmış, Gezi olaylarını öven, Gezici vandalları yücelten, bunun üzerinden bizi itham eden zırvalar beyan etmiş.
Düşünebiliyor musunuz, Gezi olaylarında teröristlerin finans kaynağı olan bir kişi şu anda içeride. Onun arkasında kim var? Meşhur Macar Yahudi’si Soros. Bu adam dünyada milletleri bölmek, parçalamakla adeta birilerini görevlendiren, parası bol ve bu paraları da bu şekilde tüketen birisidir. Türkiye’deki temsilcisi de, aynı şekilde babadan zengin ve bu imkanlarını da bu ülkeyi parçalayıp bölen, işte bu özellikle terör eylemlerine karşı her türlü bu noktada desteği veren kişi. Şimdi içeride. Suçu olmayan, herhangi bir şeye karışmamış olanı niçin kalksın da bizim yargımız içeri alsın?
Buradan şimdi ben bir kez daha tekrarlıyorum; Gezi olayları, tıpkı CHP’nin başındaki zatın kendisi gibi bir projeydi. Bu projenin adı, Türkiye’nin ayaklarına yeniden pranga vurma, milletimizin kutlu yürüyüşünü engelleme ihanetidir. Ne diyor Bay Kemal biliyor musunuz? Diyor ki; “Bunların hepsi akademisyen, bunların sabah evine gideceğinize davet etseydiniz onlar zaten gelirdi.” Senin işte o beyefendi dediklerinden bir tanesi de yine bir köşe yazarıydı, 5 yıl 10 aya mahkum oldu. Fakat cezaevine göndermedi onu yargı, tutuksuz devamını sağladı, peki ne yaptı? Kaçıp Almanya’ya gitti, şimdi Almanya’da bu zat. Almanya’da Türkiye’nin aleyhinde her türlü kampanyayı yapıyor, Almanya’nın bir önceki Cumhurbaşkanı tarafından el bebek-gül bebek her türlü ödüllendirmeye tabi tutuluyor ve şu anda da oradaki kampanyaları o idare ediyor. Bay Kemal, sen bunu görmüyor musun? Bu adam mahkum edilmiş bir adam. Mahkum edilmiş bir adamı yargı boş bulundu serbest bıraktı ve o da kaçıp Almanya’ya gitti. Müslüman, bir sokulduğu delikten bir daha sokulmaz; bunu herkes böyle bilsin.
Demokraside, ekonomide ve siyasette, bölgesinde ve dünyada bir üst lige çıkan Türkiye’ye diz çöktürme, milletimizi tabiri caizse yola getirme, ülkemizi teslim alma projesinin elemanları hala dayanışma içindeler. Dikkat ediniz, Gezi’yi övenler, bunlar değil miydi bütün cam-çerçeve, her tarafı yakıp yıkanlar bunlar değil miydi? Devletin otobüslerini yakıp yıkanlar bunlar değil miydi? Vatandaşın, esnafın dükkanlarını yakıp yıkanlar bunlar değil miydi? Bunlara biz hoşgörüyle mi bakacağız, bunlara eyvallah mı edeceğiz? Neymiş, orada ağaçlar sökülmüş. Türkiye’nin tarihinde bizim gibi fidan, ağaç dikme noktasında yarışa girecek hiçbir siyasi parti bugüne kadar olmamıştır. Milyonlarca Başbakanlığımda da, İstanbul Belediye Başkanlığımda da biz bu ülkede fidanlar diktik, ağaçlar diktik, bunlar şimdi milyarlara yürüdü. Biz buyuz.
Geziyi övenler, gizli veya açık PKK’yı da över, FETÖ’ye de destek verir. Geziyi yüceltenler, esnafın malını mülkünü yağmalayanlar, milletimizin kutsallarına saldıranları da baş tacı eder. Bizzat yaşayarak gördük ki Gezi Türkiye’yi kalkındıracak, ileriye taşıyacak ne kadar iş varsa, ne kadar proje, ne kadar gayret varsa hepsinin karşısına dikilmenin adıdır.
Bunları destekleyenler, aynı zamanda Suriye’de ve Irak’ta tezgâhlanan oyunların da en önde gelen savunucularıdır. Aynı kesimlerin Türkiye’nin siyasi ve ekonomik bağımsızlığına yönelik her tehdide malzeme taşımak, borazanlık etmek, taşeronluk yapmak konusunda yarıştığını görürsünüz. Adı ister akademisyen, ister gazeteci, ister siyasetçi, ister işadamı, ister sivil toplum kuruluşu yöneticisi olsun hiç fark etmez. Bunların hepsinin girdileri aynı yerden gelir, çıktıları da aynı yere gider. Sinsilikte, yalanda, iftirada, provokasyonda, alçaklıkta sınır tanımayan bu tipler zahirde demokrasiyi, özgürlükleri, hatta sol jargonu ağızlarından düşürmezler; ama hepsi de zihniyet olarak tam manasıyla birer faşisttir; bunu da böyle bilelim.
Bunların bir başka ortak özelliği de; değerleriyle, tarihiyle, kültürüyle, kılığıyla kıyafetiyle milletimizin adeta yeminli düşmanı olmalarıdır. Bazen kendilerini tutamayıp bu düşmanlıklarını kimi zaman ‘muhtar’ benzetmesiyle, kimi zaman ‘bidon kafalı’, ‘makarnacı’, ‘göbeğini kaşıyan adam’ bühtanlarıyla ortaya sererler. Bunları kimlerin söylediğini biliyorsunuz değil mi? Hatta hatta daha da ileri giderler, ‘Bu okuma yazma bilmeyenle benim durumum aynı olabilir mi? Ben akademisyenim, profesörüm, ben şöyle, böyle bir kişiyim ben nasıl olur da onlarla aynı tutulurum? Onun oyu da bir, benim oyum da bir olur mu böyle bir şey.’ Bunu diyecek kadar da ileri giderler. Ama bu zihniyete milletimiz gereken dersi her zaman verdi, veriyor. Bizim muhtarlarla ilk buluşmalarımızı aşağıladılar biliyorsunuz. Milletimizden tepki alınca kendileri de aynı yola çıktılar, ama her konuda olduğu gibi bu hususta da nefesleri erken kesildi, bir daha muhtarlarla bir araya gelemediler.
Terör örgütlerine karşı yürüttüğümüz tüm operasyonlara karşı çıkanlar yeri geldiğinde bunun için hayatlarını ortaya koyan şehitlerimizin yakınlarını ve gazilerimizi istismar etmekten de geri durmazlar. Utanmadan, sıkılmadan ‘gazilerin yanında biz varız’ diyor. Yahu sen hangi gazimizin yanındasın? Şöyle geçerken uğradığın bir gazinin yanında olmak gazilerin yanında olmak değildir. Şehidimizin yakınına da gazilerimizin yakınlarına da bizler devlet olarak görevimizi bir hakkın yerine getirerek yaptık, yapıyoruz ve yapacağız.
İşte böyle bir çarpık muhalefet anlayışına sahip olmak ülkemizin en büyük kaybıdır. Dünyadaki ve Türkiye’deki değişim öylesine güçlü ve köklü ki önümüzdeki dönemde bu anlayışın da, ne kadar direnirse dirensin, kendini yenilemek zorunda kalacağına doğrusu ben inanıyorum.
Kardeşlerim;
Bizdeki muhalefetin bir başka kötü özelliği de fırsatçılığıdır. Kendileri hiçbir iş yapmadıkları, ülkenin ve milletin hayrına hiçbir proje geliştirmedikleri, tuğla üstüne tuğla koymadıkları halde sürekli iktidara gelmeyi beklerler. Bunun için de hep iktidarın ayağının kaymasını, ülkenin yere kapaklanmasını, kriz çıkmasını, kaos oluşmasını temenni ederler.
Yaz aylarında faiz, kur, enflasyon üçgeninden kaynaklanan birtakım sıkıntılar yaşadık ya, bunlar hemen ellerini ovuşturmaya başladılar. Bu sıkıntılar çözümü için kayda değer hiçbir fikir ürettikleri, teklif getirdikleri vaki değildir. Reçete diye söyledikleri sözlerin de ne ekonomik, ne politik, ne de ticari olarak hiçbir değeri yoktur.
Şimdi ekonomi yeniden toparlanmaya başlayınca bu defa meseleyi başka taraflara çekmeye başladılar. Neymiş? Türkiye buğday ithal ediyormuş. Yahu dürüst ol be, artık bıktık senin bu yalanlarından, dürüst ol. Bunu duyan da milletin buğday ve un yokluğundan fırınların önünde kuyruk olduğunu sanacak. Halbuki Türkiye yılda ortalama 21 milyon ton buğday üreten, 19 milyon ton da buğday tüketen bir ülkedir. Ne kadar fark var? 2 milyon ton fark var. Bizim böyle bir sıkıntımız yok.
Buğday ithalatımız yok mu? Var, hem de oldukça yüksek miktarda var. Üretimimiz tüketimimizi fazlasıyla karşıladığına göre biz bu buğdayı niye ithal ediyor olabiliriz? Onu da size söyleyeyim, ekranları başında bizi dinleyen vatandaşlarım da bunu bilsin. Tabi ki un, makarna, bisküvi, irmik, bulgur gibi mamul maddelere dönüştürüp, dışarıya satmak üzere ithal ediyoruz. Buna ne denir? İhraca dayalı ithal denir Bay Kemal. İhracat yapıyoruz bunun için de bu tür ithal gerekiyor, bundan dolayı yapılıyor. Yoksa bizim ürettiğimiz hamdolsun tükettiğimizi rahatlıkla karşılıyor.
Son 10 yıla baktığımızda değeri yaklaşık 12,5 milyar doları bulan 41,5 milyon ton buğday ithalatına karşılık, değeri 21 milyar dolara yaklaşan yaklaşık 49 milyon ton buğday karşılığı ihracat gerçekleştirdiğimizi görüyoruz. Rakam ortada, yani yaklaşık 8,5 milyar dolarlık bir kârımız söz konusu, ama anlamaz bunlardan Bay Kemal. Ben sizlere bugün resmi rakamlarımızı veriyorum. Bu yıl olumsuz hava şartları sebebiyle buğday üretimimizde ve kalitesinde bir düşüş söz konusu. Aslında toplamda tüketimi karşılayabilecek üretimimiz yine var. Buna rağmen özellikle ekmeklik kalite buğdayda ve arpada spekülatif dalgalanmaların önüne geçmek amacıyla bir miktar hububat ithalatı için Toprak Mahsulleri Ofisi’ne yetki verdik. Sebebi ve miktarı ortada olmasına rağmen bu durumu Türkiye’yi zayıf göstermek için kullanmaya kalkmanın adı muhalefet değil, iş bilmezliktir, fırsatçılıktır. Güya yaz aylarında yaşanan sıkıntıların büyüdüğünü ima ederek milletimizin moralini bozacak ve seçim iklimini zehirleyecek.
Halbuki Türkiye ekonomide en sert dalgalanmaların yaşandığı dönemde enerji ve ulaştırma alanlarında dünya çapında üç büyük projeyle küresel gündemde yerini almıştır. Bunlardan biri Türkiye’nin en büyük yerlileşme projelerinden olan Star Rafinerisinin hizmete girmesidir. Azerbaycan Devlet Başkanı Sayın Aliyev’le birlikte biliyorsunuz açılışını yaptığımız bu rafineri, petrol ürünleri ithalatında 1,5 milyar dolar bize tasarruf sağlayacak. Bay Kemal, haberin olsun. Bak sen bunları da bilmiyorsun, bunları bir takip et. Ardından Cumhuriyetimizin 95. yıl dönümüne armağanımız olan İstanbul Havalimanımızın resmi açılışını gerçekleştirdik izlediniz değil mi, takip ettiniz? İnanın bundan da rahatsız. Ama gün ola harman ola o havalimanına inecek, oradan yolculuklar edecek, nasıl yapacaksın şimdi?
Şimdi bir yere daha geliyorum, bakın bu havalimanının ilk etabı 90 milyon yolcu kapasiteli. İnşallah bu yatırımlarla rakam kaça çıkacak biliyor musunuz? 2023’te büyük ihtimalle 200 milyona ulaşacak yıllık yolcu kapasitesi ve dünyanın bir numarası olacak. Adam bundan rahatsız... Niye? Ben yapamadım, siz de yapmayın. Biz yapacağız, ama sen de gel buradan istifade et. Bak Avrasya Tünelini yaptık, arabayla oradan da bir geçiver. Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü yaptık, herhalde oradan da geçmişsindir, isabetli olur. İstanbul-Bursa arasını bayağı yakınlaştırdık, oradan da geç. O yeşillikleri görerek, seyrederek oralardan da geç. Biz ayırt etmiyoruz, buradan Erdoğan da geçsin, Kılıçdaroğlu da geçsin. Biz vatan için, millet için yapıyoruz bunları, bizde ayrım yok.
Pazartesi günü Rusya Devlet Bakanı dostum Putin’le birlikte yılda 31,5 milyar metreküp doğalgaz taşıma kapasitesine sahip olan Türkakım Projesinin boru hattının ülkemiz topraklarına çıkış törenine katıldık, izlediniz değil mi? Bu arada, döviz kuru ve faizde ibre sürekli aşağı doğru ne yapıyor, iniyor. Görüldüğü gibi ekonomimizin geleceğinden ümitli olmamız için gereken her türlü sebebe sahibiz.
Ecdadımız ne diyor: “Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz.” Her alanda olduğu gibi, ekonomide de yerli ve milli yaklaşımımıza uygun adımları kararlılıkla atıyoruz. Önümüze çıkartılan engelleri birer birer aşarak 2023 hedeflerimize doğru yürümeyi sürdürüyoruz.
Kardeşlerim;
Meşhur bilim adamı Einstein, ön yargıları kırmanın atomu parçalamaktan zor olduğunu söyler. Alışkanlıkları değiştirmenin de en az bu kadar zor olduğuna inanıyorum. Türkiye’nin siyasetten üretime, spordan medyaya kadar her alanda değiştirmesi gereken alışkanlıkları var.
Mesela biraz önce verdiğim örnekte de açıkça görüldüğü üzere, siyasette muhalefet anlayışımızın değişmesi gerekiyor. Aynı şekilde diğer alanlarda da kendimizi değiştirmemiz gereken konular bulunuyor. Sadece yerlilik ve millilik konusu bile bazı alışkanlıkları değiştirmenin ne kadar güç olduğunu bize göstermeye yetiyor. Geçmişte belki kolaycılığa kaçma anlayışıyla, belki kasıtlı bir şekilde önü kesilen sanayi ve teknoloji atılımımızla ilgili kötü tecrübeleri, bir daha yaşamamak için elimizden geleni yapıyoruz.
Savunma ve güvenlikten sağlığa, haberleşmeden eğitime kadar tüm alanlarda alttan alta ciddi bir direnişle karşılaştığımızın farkındayız. Siyasetten bürokrasiye ve iş dünyasına kadar her yere sirayet etmiş hastalıklı bir zihniyet, eski alışkanlıklarında ne yapıyor? Direniyor. Kendi insanımızın tasarımı ve üretimi olan her şeyin önü bu çarpık zihniyetli kesimler tarafından kesilmeye çalışılıyor.
Defalarca talimat vermiş olmamıza rağmen, eşdeğer ürünler arasında hala yabancı menşeili olanların tercih edilebiliyor olmasına tahammülümüz kalmamıştır. Konumu ne olursa olsun, bizim yerlilik ve millilik hassasiyetimizi paylaşmayan hiç kimseyle yol yürümeye devam etmeyeceğimizin bilinmesini istiyorum. Türkiye’nin istiklali ve istikbali bu konuda kat edeceğimiz mesafeye bağlıdır.
Kara Kuvvetlerimizle, donanmamızla, Hava Kuvvetlerimizle, Özel Kuvvetlerimizle, jandarmamızla, polisimizle, istihbaratımızla, bunun yanında ilaç ve tıbbi cihaz sanayimizle, otomotiv, bilişim, giyim, gıda, velhasıl tüm sektörlerimizle ülkemizi tasarımcı ve üretici konumuna taşımak zorundayız. Bu bir tercih değil, mecburiyettir, hem de hayati bir mecburiyettir.
İşte dün söyledim, bakın dedim stok yapıyorsunuz, patatesleri stokluyorsunuz, soğanı stokluyorsunuz, sebze-meyve stokluyorsunuz, bundan sonra aldığımız ihbarlar sebebiyle bütün bu stokların yapıldığı depoları basacağız. Kimse benim vatandaşıma, benim halkıma pahalı ürün yedirme hakkına sahip değildir, bu böyle biline. Ondan sonra da ne diyorlar? ‘Hastalıklı, çürüdü.’ Sen çürüttün, sen hastalıklı hale getirdin. Bunlar havasız kalırsa ne olacak, tabii ki çürüyecek. Onun için asla taviz yok.
Yerlileşme ve millileşme politikamıza aykırı hareket eden, eski alışkanlıklarında ısrarlı davranan herkes ülkenin geleceğine bir darbe vurduğunu bilmelidir. İster gafletten, ister kasıttan kaynaklansın, bu tür anlayış ve davranışları kesinlikle affetme hakkına sahip değiliz. Milletimiz bize ülkeyi yönetme vazifesini işte bu taahhüdümüzü yerine getirelim ve ülkemizi bir daha eski, zayıf, sıkıntılı, ele avuç açan günlerine dönmesin diye vermiştir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin anlamı ve özeti işte budur. Biz milletimize verdiğimiz sözü tutmakta kararlıyız. Artık laf ve ayak oyunlarının devri sona ermiştir. Bundan sonra icraat zamanıdır. Hiçbir mazeret, hiçbir izahat başarının yerini tutamaz. Kendi mesai arkadaşlarımızdan başlayarak tüm girişimcilerimizi, sanayicilerimizi, iş dünyasını, akademiyi bu doğrultuda seferberlik ruhuyla çalışmaya davet ediyorum.
Geçtiğimiz 16 yılda elde ettiğimiz başarılar önemlidir; ama önümüzde daha almamız gereken çok mesafe var. İnşallah hep birlikte Türkiye’yi muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkartacağız. Tabii ben muhtarlarımızı en hür, en bağımsız siyasetçiler olarak görüyorum. Ve inanıyorum ki sizler bu terör örgütlerine asla fırsat vermeyeceksiniz. Ve biliyorsunuz, terör örgütleriyle birlikte olanları affetmedik ve bunlarla ilgili yasal mevzuat neyse uyguladık ve onları görevlerinden aldık.
Kardeşlerim;
Muhtar bağımsızdır, hürdür ve siz bu hür iradenizle 52 bini aşkın muhtarımız, Allah’ın izniyle ülkemin en tabandaki demokrasi hareketidir. Hak ve özgürlükler noktasında siz hürsünüz.
Mahallelerinizdeki, köylerdeki tüm kardeşlerime en kalbi selamlarımı iletmenizi özellikle sizlerden rica ediyorum. Ve inşallah seçimler girmeden şöyle iki ay içerisinde filan bütün kalan muhtar kardeşlerimizi de burada toplamak suretiyle bu toplantılarımızı bitirmiş olacağız. Sizleri Allah’a emanet ediyorum, afiyet olsun diyorum.