Değerli bakanlar,
Değerli kurum temsilcileri,
Kıymetli misafirler,
Hanımefendiler, beyefendiler;
Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum. Türkiye Afrika Ekonomi ve İş Forumu vesilesiyle sizleri ülkemizde, güzel İstanbul’umuzda misafir etmekten büyük bir memnuniyet duyuyorum. Afrika Kıtasının dört bir yanından Türkiye’yi teşrif eden siz kıymetli misafirlerimize hoş geldiniz diyorum. Ticaret Bakanlığımıza, Dışişleri Bakanlığımıza ve diğer kurumlarımıza bu önemli toplantıya öncülük ettikleri için teşekkür ediyorum. Türkiye-Afrika Ekonomi ve İş Forumu’nun ülkelerimiz arasında ticaretin, yatırımların ve dayanışmanın özellikle ziyadeleşmesine vesile olmasını temenni ediyorum. Bugün ödüllerimizi vereceğimiz firmalarımızı da şimdiden tebrik ediyorum.
Değerli misafirler;
Türkiye olarak Afrika Kıtası ile işbirliğimize büyük önem veriyoruz. Özellikle 2005 yılını Başbakanlığım döneminde Afrika Yılı olarak ilan etmiştik. O günden bugüne tempo artarak devam etti. Göreve geldiğimizde Afrika’da 12 büyükelçiliğimiz varken, bugün 41 büyükelçiliğimiz var ve bu sayı artarak devam edecek. Kazan-kazan ve eşit ortaklık temelinde karşılıklı saygıya dayalı ilişkilerimizi her alanda ilerletmeyi arzu ediyoruz. Bu anlayışla göreve geldiğimiz günden beri hiçbir ayrım yapmadan Afrika Kıtasının tamamıyla işbirliğimizi güçlendirmenin gayreti içerisindeyiz.
Afrika açılım politikamızı başlattığımız 2003 yılından bu yana gösterdiğimiz çabalarımızın meyvelerini farklı alanlarda topladık. Sadece Cumhurbaşkanlığımız döneminde 21 farklı Afrika ülkesini ziyaret ettik. Bu ziyaretlerimde işadamlarımız ve yatırımcılarımızın da heyetlerimde yer almasına önem verdim. Yine aynı dönemde 16 Afrika ülkesinden devlet ve hükümet başkanını Türkiye’ye misafir ettim. İlki 2008 yılında İstanbul’da, ikincisi 2014 yılında Malabo’da olmak üzere iki kez Türkiye-Afrika ortaklık zirveleri düzenledik. Zirvenin üçüncüsünü 2019 yılında yine İstanbul’da tertip etmeyi planlıyoruz.
Kıtadaki kardeşlerimiz için büyük önem arz eden En Az Gelişmiş Ülkeler Konferanslarının dördüncüsüne ev sahipliği yaptık. Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi 12. Taraflar Konferansı ve tarihte ilk defa düzenlenen Dünya İnsani Zirvesi yine ülkemizde gerçekleştirildi. Bu zirveler öncesinde ve sonrasında tarımdan sağlığa, ticaretten üretime kadar farklı alanlarda birçok toplantının düzenlenmesini sağladık. DEAŞ, Eş-Şebab ve Boko Haram gibi terör örgütlerinin tehditlerinin arttığı bir dönemde farklı inançlardan, farklı etnik ve kültürel kökenlerden dostlarımızın iştirakiyle yine ülkemizde zirveler, toplantılar icra ettik. Diplomatik misyonlarımızın sayılarının arttırılmasından askeri işbirliği anlaşmalarına, öğrenci burslarından turizm ve kalkınma yardımlarına kadar oldukça geniş bir yelpazede işbirliğimizi derinleştirmeye çalıştık.
10-15 yıl önce sadece belli bölgelerde, belli alanlarda görünür olan Türkiye bugün dünyanın en yaygın altıncı diplomatik ağına sahip ülkesi konumuna geldi. Bu çerçevede kıtada göreve geldiğimizde az önce de ifade ettiğim büyükelçilik sayılarımızın artması, inşallah Afrika’nın tamamında her ülkede büyükelçiliğimizin olacağının bir teminatıdır.
Dünyadaki en büyük diplomatik temsilciliğimizi bir Afrika ülkesi olan Somali’de açtık. Büyükelçiliklerimiz yanında TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Maarif Vakfı, Anadolu Ajansı, Türk Hava Yolları gibi kurumlarımızla kıtadaki varlığımızı yaygınlaştırdık. Afrika Kıtasında ise 11 ülkede 12 müşavirimiz vardı, şimdi ise 26 ülkede 37 müşavirimiz var. Mesela TİKA 21 koordinasyon ofisiyle tüm kıta genelinde kalkınma yardımı faaliyetleri yürütüyor. Kıtada kapasite geliştirerek, gerekli altyapıyı inşa ederek ve istihdam üreterek özellikle gençlerin ve kadınların hayata ümitle bakabilmeleri için elimizden gelen tüm desteği veriyoruz.
Türkiye burslarıyla 50’yi aşkın Afrika ülkesinden 5 bin öğrenci lisans, yüksek lisans ve doktora seviyesinde ülkemizde eğitim alıyor. Türkiye Maarif Vakfımız, Yunus Emre Enstitümüz, Kızılay’ımız, AFAD’ımız kıtanın farklı bölgelerinde varlık gösteriyor. Sivil toplum kuruluşlarımız kimi zaman oldukça zor şartlar altında da olsa kıtadaki kardeşlerimizin dertlerine derman olmak için gayret sarf ediyor.
Ülkemizin Afrika’daki doğrudan yatırımlarının değeri 6,2 milyar doları geçti. Müteahhitlerimiz kıta çapında 65 milyar dolar değerinde 1150 proje üstlenmiş durumdalar. Türk Eximbank Afrika’daki ticari finansmanı ve altyapı projeleri için kredi desteği sağlıyor. Şimdiye kadar 46 Afrika ülkesi ile ticari ve ekonomik işbirliği anlaşması imzaladık ve karma ekonomik komisyon mekanizmaları oluşturduk. Ayrıca, 28 ülkeyle yatırımların karşılıklı teşviki ve korunması anlaşması, 5 ülkeyle serbest ticaret anlaşması, 12 ülkeyle çiftçe vergilendirmenin önlenmesi anlaşmasını imzaladık. Bu anlaşmaların büyük bir kısmı şu anda yürürlüğe girdi.
Ayrıca, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulumuz bünyesinde 43 Afrika ülkesiyle iş konseyleri tesis edildi. Kıta ile ticaretimiz 2003 yılındaki 3,7 milyar dolar seviyesinden 2017 yılında 20,6 milyar dolara yükseldi. Sahra Altı Afrika ülkeleriyle 2003 yılında 1,17 milyar dolar olan ticaret hacmimiz ise 2017 yılında 7,1 milyar dolara ulaştı. Kıtada kapasite geliştirerek, gerekli altyapıyı inşa ederek ve istihdam üreterek özellikle gençlerin ve kadınların hayata ümitle bakabilmeleri için elimizden gelen tüm desteği veriyoruz. 2011’den bu yana Somali’de hayata geçirdiğimiz projeler, Afrika Kıtasına yaklaşımımızı göstermesi açısından önemli bir örnektir.
Kıymetli dostlar;
Bu süreçte en büyük memnuniyet kaynağımız Afrikalı kardeşlerimizin ülkemizin bu çabalarına gönülden destek olmalıdır. Türkiye’nin Afrika açılımı Kıta genelinde çok ciddi makes bulmuş, teveccüh görmüştür. Ülkemizin uzattığı dostluk eli Afrika ülkeleri tarafından asla havada bırakılmamıştır. Biz tüm Kıta sathında diplomatik varlığımızı güçlendirirken, Afrika ülkeleri de Türkiye’deki diplomatik temsilciliklerin sayılarını 10’dan 33’e çıkardılar. Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı gibi uluslararası platformlarda Türkiye’nin küresel barış ve adaletin tesisi için yürüttüğü haklı mücadeleye Afrikalı dostlarımız güçlü destek verdiler. Ve İsrail yönetiminin Kudüs’e yönelik taciz, saldırı ve ihlalleri arttığında buna en büyük tepkiyi Türkiye ile beraber Afrika Kıtasındaki ülkeler gösterdi, onun için sizlere ayrıca teşekkür ediyorum.
Dün Macaristan’daydım, 2 günlük bir seyahatim vardı ve Macar dostlarımızın bize şöyle bir teklifi oldu: ‘Afrika’da Macar Eximbank’ıyla Türk Eximbank’ının desteğinde Afrika’daki dostlarımızla yatırımlara girelim’ dediler. Biz de kendilerine, ‘Aynı düşüncedeyiz, birlikte Afrika’da yatırımlara girebiliriz’ dedik. 320 kadar iş adamıyla yaptığımız toplantıda bunu orada da ayrıca vurguladık ve inşallah birlikte ayrıca Afrika’da ortak yatırımlara girme kararını da aramızda aldık.
Bize her fırsatta demokrasi ve insan hakları karnesi düzenleyenler, bizi en ufak hadiselerden dolayı acımasızca eleştirenler, İsrail’in kameralar önünde işlediği cinayetlere sessiz kalırken, Afrika ülkeleri Filistin halkına ve Filistin davasına sahip çıktılar.
Afrika Birliği gibi bölgesel platformlar özellikle Kıta genelinde demokrasinin, istikrarın ve güvenliğin korunması hususunda ciddi çaba sarf ediyor. Pek çok ülke darbecileri bağrına basarken, Afrika Birliği tavrını hep demokrasiden ve hukuktan yana koydu. Afrika Birliği, Batı Afrika iktidarın demokratik yollarla değişiminde öncü rol oynadı. Afrikalı kardeşlerimiz aynı insani ve ahlaki tavrı düzensiz göç meselesinde de sergiledi. Zengin Batılı devletler kapılarına sığınan mültecileri ölüme, açlığa ve yokluğa mahkum ederken, imkanları yok denecek kadar kısıtlı pek çok Afrika ülkesi milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapıyor. Sanılanın aksine, dünyada savaşların, çatışmaların ve göçlerin yükünü gelişmiş Batılı devletleri değil, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler çekiyor. Tıpkı 7 yıldır 3,5 milyon Suriyeliyi bağrına basan Türk milleti gibi, Afrika halkları da paylaşmanın maddi imkandan ziyade bir iman, bir anlayış, bir yürek meselesi olduğunu tüm dünyaya göstermişlerdir.
Değerli misafirler;
Sınırların, mesafelerin anlamını yitirdiği bir dönemden geçiyoruz. Bu süreç adeta bir girdap gibi tüm ülkeleri, tüm milletleri içine alıyor. Küreselleşmeyi kültürel, sosyal ve bireysel olarak hayatımızın her alanında menfi veya müspet ama bir şekilde hissediyoruz.
Küreselleşme beraberinde standartlaşmayı da getiriyor, ancak küreselleşme olgusunu kimi Batılı ülkeler ve küresel şirketler tek tipleşme olarak algılıyor. Tek bir reçetenin, tek bir gelişme, kalkınma modelinin, tek bir yönetim sisteminin kimi zaman tek bir mutfağın, kıyafetin, güzellik anlayışının diğer ülkelere dayatıldığını görüyoruz. Yerel farklılıklar ve bölgesel dinamikler genellikle nazarı dikkate alınmıyor. Her toplumun kendine ait hassasiyetlerine, değerlerine, tarihi ve kültürel özelliklerine yeterince kıymet verilmiyor. Hatta bu farklılıklar kimi zaman ortadan kaldırılması gereken bir tehdit, bir engel olarak görülüyor.
Örneğin ekonominizi büyültmek istiyorsunuz, bu anlayışa göre tek çıkar yol egemenliğinizden taviz vererek alacağınız krediler ve onlara bağlı yönetim haritalarıdır. Milletinizi enflasyon yükünden kurtarmak istiyorsunuz, yine bu zihniyete göre uygulamanız gereken hazır reçeteler vardır. İstihdamı arttırmak, sanayinizi güçlendirmek, tarımda, ticarette, turizmde enerji ve madencilikte kendi imkanlarınızı harekete geçirmek isterseniz karşınıza hep belli kalıplar, belli sınırlar çıkar. Bu çevreler, bilhassa savunma sanayi, ilaç, uzay teknolojisi ve bilişim gibi stratejik alanlarda tüketici konumundan üretici konumuna geçmenizi asla istemezler. Ülkenizin yeraltı kaynaklarını katma değer üretecek şekilde işleyerek satmanıza da kesinlikle iyi gözle bakmazlar.
Karşımda Afrika var; Afrika’nın altınları ne oldu, elmasları ne oldu, platinleri ne oldu, kromları ne oldu? Acaba bunları Batıdan kimler gelip bir yerlere taşıdı? Hep gelişlerinin sebebi bu zenginlikleri alıp ülkelerine taşımak değil miydi? Yıllar yılı bunu yaptılar, hala bunun anlayışı içerisindeler. Ve bunlar hiçbir zaman, ‘biz kazanıyoruz, Afrikalı dostlarımız da kazansın’ demediler. Enerji maliyetlerinizi düşürmek için nükleer güç santrali gibi kendilerinin yıllardır kullandığı bir teknolojiye sahip olmanızı hiç arzu etmediler, etmezler. Sosyal ve siyasal alanda ise tek tip bir insan hakları tanımına, özgürlük, demokrasi anlayışına tabi olmanızı şart koşarlar, ‘biz ne diyorsak öyle olacaksınız’ derler.
Yine bunlara göre küresel sistemde yer almanın tek yolu, tüm dünyanın kaderinin 5 ülkenin iki dudağı arasına hapsedildiği mevcut düzeni kayıtsız, şartsız kabul etmemizdir. Adaletsizlikleri, zulümleri, güvenlik ve istikrarı sağlamakla mükellef yapıların işlevsizliklerini dile getirmenizden ise hiç hoşlanmazlar. Şüphesiz bu baskılardan, tek tipçi bu dayatmalardan birçok devlet nasibini alıyor. Bilhassa Afrika ülkeleri asla hak etmedikleri bir muameleyle karşı karşıya bırakılıyorlar.
Afrikalı kardeşlerimiz Ruanda’da onbinler, yüzbinler öldürülmedi mi? Peki, bunun hesabını soran var mı? Yok. Onlara sorarsanız, Ruanda’ya gelenler, Ruanda’daki bu katliamları yapanlar dünyanın en modern, en medeni ülkeleri. Somali’de, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde olduğu gibi sistemden kaynaklanan sıkıntıların bedelini çok ağır ve acı bir şekilde ödemeye mahkum edilmediler mi? Çekilen bunca acıya rağmen bu kardeşlerimize kendi kaderleri, kendi gelecekleriyle ilgili söz söyleme hakkı var mı?
Benzer bir durum, az önce söyledim, yeraltı zenginlikleriyle alakalı devam ediyor. Özellikle tarım alanlarının ve yeraltı kaynaklarının kullanımı konusunda çok ciddi bir adaletsizlik söz konusudur; bunu birlikte gidermemiz lazım. Verelim el ele, atalım ortak adımları ve böylece kazan-kazan anlayışını ülkelerimize hakim kılalım. Neyimiz var, neyimiz yoksa bunu birlikte üretelim, paylaşalım. Çoğu ülkede ekonomide sömürge döneminden kalan çarpıklıkların giderilmesine müsaade edilmemektedir. Açık söylüyorum, bunun adı neo-kolonyalizmdir. Bu, klasik sömürgecilik düzeninin modern dönemdeki uygulamasından başka bir şey değildir.
Kardeşlerim;
Hem Türkiye’nin, hem de bugün burada bulunan birçok Afrika ülkesinin tarihi işte bu zulüm ve istibdat düzenine karşı ortaya koyulmuş düzenlemelerle doludur. Türkler ve Afrikalılar hürriyetlerini belli güçlerinin lütfuyla değil, ecdatlarının ve evlatlarının canıyla, kanıyla kazanmışlardır. Biz bugünlere kirli pazarlıklarla değil, bedel ödeyerek geldik. Hürriyetimizi birileri bize altın tepside sunmadı; bilakis biz dişimiz, tırnağımızla kazandık. Bilakis biz dişimizle tırnağımızla kazanırken geleceğimizi de yine onunla inşa ettik. Yenilmez denilen güçleri yenerek, bükülmez denilen bilekleri bükerek, kazanılması imkansız görünen nice mücadeleyi zafere taşıyarak özgürlüğümüze yürüdük.
Biz, dönem siyasi bağımsızlığımız için verdiğimiz mücadeleyi şimdi ekonomik bağımsızlığımız için veriyoruz. Savunma sanayi alanında gerçekten önemli başarılara imza attık. 15 yıl önce yüzde 80’leri bulan dışa bağımlılığımızı hamdolsun bugün yarı yarıya indirdik. Silahlı insansız hava araçları gibi pek çok modern silahı kendimiz artık üretir hale geldik. Bir zamanlar stratejik ortaklarımızdan biz kalkıp da silahsız hava aracı istediğimiz zaman bize verdikleri cevap, ‘Kongre müsaade etmiyor.’ Silahlı insansız hava aracını istediğimiz zaman, ‘Kongre müsaade etmiyor.’ Fakat kötü komşular bizi ev sahibi yaptı, şimdi biz bunu üretiyoruz. Enerjide aynı şekilde dışa bağımlılığımızı düşürmek için nükleer güç santralleri dahil farklı kaynakları şimdi biz devreye alıyoruz.
Pazar çeşitliliğimizi artırarak sadece üretip satmak yerine uzun vadeli ortaklıklara gitmeye çalışıyoruz. Türkiye olarak ülkemizi, bilhassa da ticaretimizi döviz kurunun getirdiği risklerden kurtarmak istiyoruz. Artık tüm Afrikalı dostlarıma, kardeşlerime söylüyorum; yerli para, milli parayla gelin ortak iş yapalım diyorum. Ülkelerimizi kur baskısından kurtaralım diyorum, döviz baskısından kurtaralım diyorum, bu adımı atmak durumundayız.
Son haftalarda yaşadığımız spekülatif saldırılar sonrasında bu meseleyi öncelikle gündemimize aldık. Rusya, Çin, İran gibi ülkelerle bir süredir yürüttüğümüz müzakerelerde belli oranda mesafe kaydettik. Süreç içerisinde bu noktada çok daha önemli başarılar elde edeceğimize inanıyorum. Sadece ana ticaret ortaklarımızla değil Afrikalı dostlarımız dahil tüm ülkelerle milli paralar üzerinden ticareti geliştirmeye biz hazırız. Burada öncelikle sorun nedir? Zihniyeti değiştirmektir. Burada mesele, alternatif yolların mümkün olduğuna inanmaktır. Afrika’nın Madiba’sı Nelson Mandela’nın dediği gibi; “Çoğu zaman bizi korkutan ışık değil içimizdeki karanlıktır” bunu bilelim.
Türkiye olarak biz ikili menfaatlerimiz temelinde kazan-kazan anlayışı içerisinde her türlü işbirliğine hazırız ve öyleyse süratle içimizdeki karanlığı da aydınlığa dönüştürmeliyiz. Sizlerin ve ülkelerimiz arasındaki işbirliğini derinleştirmek, yeni ufuklara taşımak için tüm gücünüzü harcayacağınıza inanıyorum.
Değerli dostlarım;
Bu düşüncelerle Türkiye-Afrika Ekonomi ve İş Forumu’nun uzun soluklu bir beraberliğin dönüm noktalarından biri olmasını diliyorum. Katkılarınız, fikirleriniz ve emekleriniz için şimdiden teşekkür ediyorum. Forumun ülkelerimiz ve tüm iş dünyamız açısından hayırlara vesile olmasını diliyorum. Toplantılardan arta kalan vakitlerinizde mutlaka bu güzel İstanbul’umuzu gezmenizi, görmenizi tavsiye ederim. Sizlere en derin sevgi, saygılarımı sunuyorum. Kalın sağlıcakla.