Yükseköğretim Kurumumuzun ve üniversitelerimizin kıymetli yöneticileri,
Saygıdeğer hocalarım,
Sevgili öğrenciler,
Hanımefendiler, beyefendiler;
Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Üniversitelerimizin 2018-2019 akademik yılının ülkemiz, milletimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Yeni akademik yılda hocalarımıza ve öğrencilerimize Rabbimden başarılar temenni ediyorum. Kurumsal ve bireysel üstün başarı ödüllerine layık görülen, ödüllerini biraz sonra takdim edeceğimiz hocalarımızı ve üniversitelerimizi de ayrıca tebrik ediyorum.
Değerli misafirler;
Türk yükseköğrenim sistemi bugün gerçekten çok ileri bir seviyede bulunuyor. Öncelikle sayısal bakımdan artık ülkemizin sınırlarını da aşan bir kapasiteye ulaştık. Ülkemizde faaliyet gösteren, az önce perdede izlediğimiz gibi 128 devlet, 72 vakıf üniversite ve 5 vakıf yüksekokulundan oluşan 205 yükseköğrenim kurumumuzda 7 milyon 611 bin öğrencimiz bulunuyor.
Bildiğiniz gibi geçen hafta Almanya’daydım, sordum ‘Üniversitelerinizde ne kadar öğrenci var?’ diye. Aldığım cevap, 3 milyon. Bizde ise, ki nüfusları bizden biliyorsunuz daha fazla, 1 milyonu aşkın bizden fazla nüfusları var, fakat şu anda onların üniversitelerindeki öğrenci sayısı 3 milyon, bizde ise hamdolsun 8 milyona yakın. Keyfiyet, kemiyet noktasında bir sıkıntımız var, biz de dünyadaki ilk 500’ün içine tabi 2 üniversite değil, bu üniversitelerin sayısını çok daha artırmamız lazım. Onun için ben hocalarımdan özellikle bunu istirham ediyorum, biraz daha gayret ve biraz daha gayretle birlikte inşallah bizler bu ilk 500’ün içine çok sayıda üniversitelerimizle girelim ve adımızı oraya da çok daha farklı bir şekilde yazdıralım.
Unutmayalım ki, 2002 yılında ülkemizde sadece 76 üniversite vardı. Üniversitelerimizde eğitim-öğretim gören yabancı uyruklu öğrenci sayısı ise şu an itibarıyla 143 bine yaklaştı. Bu rakam geçen yıl 123 bin, 2014’te ise 48 bindi. Yabancı öğrenci sayısının ülkemiz hakkında olumsuz propagandaların tüm hızıyla sürdüğü bir dönemde artmış olması çok önemlidir. Türkiye’de eğitim-öğretim gören her bir öğrencinin aynı zamanda bizim dünyadaki gönüllü elçilerimiz olacağını unutmayalım.
Diğer yandan, öğretim üyesi ve görevlisi sayımız da 158 bini geçti. Hatırlarsanız, bundan 17 yıl önce Türkiye’de 1 milyonu bile bulmayan yükseköğrenim kapasitesi sebebiyle üniversite kapılarında yığılan öğrencilerin utancıyla yaşayan bir ülkeydik. İşte bizim üniversiteye girmeye aday olduğumuz zamanlarda 10 öğrenciden bir tanesi üniversiteye girebiliyordu, ama şimdi bunları artık geride bıraktık. Bu dönemler geride kaldığı içindir ki ülkemizde artık üniversiteli öğrenci sayısındaki artış, üniversite mezunu öğrenci veyahut da çalışanlardaki artış bizim dünyadaki yerimizi güçlendirmeye devam etmektedir. Yarın bugünden daha güçlü olacağız, buna inanıyorum. Yükseköğrenimdeki okullaşma oranı yüzde 14’ler seviyesini o zamanlar ancak yakalayabilmişti, bugün bu oran yüzde 40’ın üzerindedir. Üniversiteye giriş sınavı da basitleştirilerek öğrencilerimizin üzerindeki yük azaltıldı.
Dershane sistemini tamamen ortadan kaldırdık. Hedefimiz, öğrencilerimizin okullarındaki dersleri dışında herhangi bir kurumdan ve kişiden özel destek almadan üniversiteye girebileceği bir sistemi tesis etmek ve oturtmaktır. Onun için de Cumartesi-Pazar günleri okullarımızda öğretmenlerimiz vasıtasıyla orada kendilerine destek kurslarını vermektir. Artık benim vatandaşım ahırındaki davarını satıp veyahut da kolundaki bileziğini satıp çocuğunu kursa gönderme derdinden böylece kurtulmuş oluyor.
Geçmişte pek çok istismara ve hatta güvenlik sorunlarına yol açan paralel eğitim sistemlerine kesinlikle müsaade etmeyeceğiz. Üniversitelerimize girme ve eğitimde fırsat eşitliği hususunda sayısal sorunlarımızı büyük ölçüde çözdüğümüze inanıyorum. Eğer o anlayış yine devam ederse burada fırsat eşitliği diye bir şey olmaz. Parası pulu olan, gücü olanın önü açık demektir, olmayan yanmış demektir.
Öğrencilerimizin barınma sorunlarının çözümü için açtığımız yurtların yatak kapasitesi 640 bini buldu. Yine öğrencilerimizin eğitimlerini ailelerine en az yük olarak yürütebilmeleri için isteyen herkese kredi, burs veriyoruz. Fakat bir sıkıntımız var, nedir o? Nedense öğrencilerimiz hep burs istiyorlar, krediye pek yaklaşmıyorlar. Niye yaklaşmıyorsun krediye? Kredinin de sana sağladığı ayrı avantajlar var, iş bulduktan sonra bunlar faizsiz bir şekilde geri ödenecek olan adeta burstur.
Şimdi buradan öğrencilerimize bir de müjde vermek istiyorum; önümüzdeki eğitim-öğretim yılı için kredi burs miktarını lisansta 500 liraya, yüksek lisansta 1000 liraya, doktora ise 1500 liraya yükseltme kararı aldık. Bu rakam biz göreve geldiğimizde 45 liracıktı. Yurtlarımızda kalan öğrencilerimize verdiğimiz beslenme yardımını da günlük 8 liraya yükselttik. Öte yandan, yükseköğrenim yurtlarımızın fiyatlarında bu yıl hiçbir artışa gitmedik.
Görüldüğü gibi, eğitim-öğretim konusunda pek çok meseleyi çözdük, bundan sonra kaliteye odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum. Yükseköğrenim Kurumumuz YÖK’ün kurduğu Kalite Kurulunu bu doğrultuda atılmış önemli bir adım olarak görüyorum. Araştırma üniversiteleri ve bölgesel kalkınma odaklı üniversiteler projeleri de ihtisaslaşmayı sağlayacak olması bakımından kayda değer adımlardır. Ülkemizin ihtiyaç duyduğu öncelikli alanlarında YÖK tarafından doktora bursu verilen öğrenci sayısı 3300 gibi önemli bir rakama ulaştı. Öte yandan, Türkiye genelinde 150 bin üniversite öğrencimize karşılıksız burs veriyoruz.
Avrupa Yükseköğretim Alanı Bakanlar Zirvesinde ülkemiz 5 başlıktan 3’ünde tam not aldı. 2 yıl sonra yapılacak bir sonraki zirvede bu başarıyı 5’te 5 düzeyine çıkartmayı hedefliyoruz. Meslek yüksekokullarımızın sanayimizin ihtiyaçları doğrultusunda yenilenmesi çalışmalarını da hızlandırıyoruz. Bu çerçevede özellikle organize sanayi bölgelerinde kurulu sanayi ve imalat sektörlerine yönelik programlarına özel teşvik veriyoruz. Yüksekokul kontenjanlarının doluluk oranının artmasını doğru yolda ilerlediğimizin bir işareti olarak değerlendiriyoruz.
Değerli arkadaşlar;
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini kurarken 2 başlığa özel önem vererek bu alanları doğrudan şahsıma bağlı ofisler arasına aldık. Her ikisinin de yükseköğrenim alanımızla yakından ilgili olduğuna inandığım bu ofislerden biri, Dijital Dönüşüm, diğeri de İnsan Kaynakları Ofisi adını taşıyor. YÖK’ün bu seneki başlığını aynı başlık altında belirlemiş olmasını isabetli bir tercih olarak görüyorum.
Türkiye her alanda çağı yakalamak ve ötesine geçmek istiyorsa, önce dijital dönüşümünü tamamlamak zorundadır. Teknolojide geri kalan bir ülkenin bilimde ve sanayide hedeflerine ulaşması mümkün değildir. Biz milletimizin zekâsına, çalışkanlığına, üretkenliğine güveniyoruz, yeter ki evlatlarımıza bunları hayata geçirebilmeleri için gereken eğitim ve bilim altyapısını oluşturabilelim, işte o zaman bu ülkenin gerçek potansiyeli ortaya çıkacaktır.
Bu ofisimiz dijital Türkiye hedefi doğrultusunda ülkemizin dönüşümüne öncülük edecektir. Dijital teknolojilerin kullanımı ve geliştirilmesi konusunda dünyada öncü ülkeler arasına girmek istiyoruz, burada kararlılığımız var. Ancak bu sayede ekonomik ve sosyal refah düzeyimizi gerçek manada yükseltebiliriz. Bunun için verimliliği ve rekabet gücünü yükseltecek projelere destek vereceğiz.
Siber güvenlik, bilgi güvenliği de Dijital Dönüşüm Ofisimizin öncelikli faaliyet alanlarından biri olacaktır. Ülkemizin sahip olduğu verileri ve ürettiği bilgileri tıpkı topraklarımız gibi hassasiyetle korumazsak geleceğimize güvenle bakamayız. Geleceğin savaşlarının konvansiyonel silahlarla değil siber silahlarla gerçekleştirileceğini unutmamalıyız. Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye söylediği gibi, hiçbir çiçeğin vaktinden önce açmayacağını gayet iyi biliyoruz. Ama başlamadan da mesafe kat edilemeyeceğinin farkındayız. İşte bunun için Dijital Dönüşüm Ofisimizle üniversitelerimizin ve özel sektörümüzün desteğiyle büyük bir teknoloji hamlesi başlatmak istiyoruz.
İnsan Kaynakları Ofisimiz aracılığıyla üniversite öğrencilerimizin geleceğini yakından ilgilendiren çalışmalar gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Bu çerçevede yapacağımız ilk işlerden biri, yükseköğretimde yetenek yönetimi sistemine geçmektir. Üniversitelerimizden mezun olan en yetenekli öğrencilere çok özel kariyer fırsatları sunarak kamuda veya özel sektörde değerlendirilebilmelerini sağlayacağız. Yurt dışı eğitim bursundan proje finansmanına ve istihdama kadar her alanda yetenekli öğrencilerimizin yanında olacağımızı bilmenizi isterim.
İnsan Kaynakları Ofisimiz vasıtasıyla yapacağımız bir başka önemli çalışma; üniversitelerimizin tamamında kariyer merkezleri kurmaktır. Üniversite öğrencilerine okula girdikleri ilk yıldan itibaren kariyerleri konusunda rehberlik edecek bu merkezler reel sektörle işbirliği halinde faaliyet gösterecektir. Kamu ve özel sektördeki istihdam imkanlarının öğrencilerimize tanıtılması için üniversitelerimizde kariyer etkinlikleri düzenlenecektir. Bu etkinliklerde işverenlerle öğrencilerimiz doğrudan muhatap olacak ve karşılıklı olarak birbirlerini tanıma fırsatı bulacaktır.
Üniversite mezunlarının istihdamlarını takip ederek üniversite ve bölüm bazında başarı düzeyini ölçmeyi planlıyoruz. Böylece hangi üniversitemizin ve hangi bölümlerimizin öğrencilerimizin istihdamına ne düzeyde katkı sağladığını da görebileceğiz. Hatta bu ölçüm sonuçlarını üniversitelerimize vereceğimiz desteğin kriterlerinden biri haline getirmeyi dahi düşünebiliriz.
Yine İnsan Kaynakları Ofisimiz aracılığıyla ülkemizde bir türlü çözüm bulamadığımız yabancı dil eğitimi konusunda da merkezi bir standart oluşturmak istiyoruz. Bunun için üniversitelerin yabancı dil muafiyet ve yeterlilik sınavları ÖSYM üzerinden merkezi olarak yapılabilir. Böylece en azından yabancı dil konusunda belirli bir seviyeyi tutturmayı hedefliyoruz. İnsan Kaynakları Ofisimiz tüm bu çalışmaları destekleyecek, takip edecek ve raporlayacaktır. Böylece eksiğimizi, fazlamızı görme, gerekiyorsa düzeltmelere gitme imkanı bulacağız.
Değerli arkadaşlar;
Türkiye içeride ve dışarıda çok büyük mücadeleleri yürüttüğü bir dönemden geçiyor. Bu süreçte herkes gibi akademisyenlerimizin de desteğine büyük ihtiyacımız var. Hep gördüğümüz bir gerçeği geçtiğimiz günlerde Amerika ve Almanya’ya ziyaretlerimizde bir kez daha müşahede ettik. Özellikle Batı ülkelerinin medya organlarında, akademik çevrelerinde ve genel olarak kamuoylarında ülkemiz hakkında pek çok yalan, yanlış, yanıltıcı bilgi dolaşıyor. Bu yanlışların düzeltilebilmesi için seferberlik ruhuyla çalışmamız gerekiyor.
Hele hele işte bu devasa güçlü zannettiğimiz ülkeleri başında olanların değil medyalarının yönettiğini gördüm. Çünkü yaptığım görüşmelerde; ‘medya şöyle diyor, medya böyle diyor’, söyledikleri bu. Ben de kendilerine şunu söyledim: ‘Halkınız ne diyor bunu düşünmüyor musun? Bırakın medyayı’ dedim. Bir zamanlar bizde de bu vardı biliyorsunuz, ülkemizi de medya yönetiyordu. Söyledikleri şey; dördüncü kuvvet, dördüncü kol, bilmem ne falan. Demokrasi diyorsun, bir taraftan demokrasi derken halkı bir kenara koyuyorsun medya diyorsun. Şimdi medya yarın yazar; varsın yazsın, bizim derdimiz halkımız. Halkımıza ne veriyoruz, halkımız ne diyor, halkımız bize kaç puan veriyor; önemli olan bu.
Demokrasi gücünü halktan alır, halk varsa demokrasi var, halk yoksa demokrasi yok. Medyayla falan filan demokrasi olmaz. Ha öyle güçlü demokrasi olur ki orada medya da güçlüdür. Ama kalkıp da ben demokrasiyi oluşturuyorum; böyle bir mantık varsa kimse kusura bakmasın. Ve bir siyasetçi de eğer medyasından çekiniyor, korkuyorsa onun da sağlıklı siyaset yapması mümkün değildir. Herkes kendi alanında bu gayreti gösterdiğinde işimizin çok daha kolay olacağı açıktır. Akademisyenlerimiz de kendi mecralarında ülkemizin doğrularını anlatarak bu mücadeleye katkı verebilir diye düşünüyorum. Her gün aleyhinde yazıların yayınlandığı, haberlerin yapıldığı, sosyal medya dedikodularının yayıldığı bir ülke olarak bu dayanışmayı göstermeye mecburuz.
Buna karşılık yurt dışında ülkemiz ve milletimiz aleyhinde faaliyet gösteren kendi vatandaşlarımızı görmek bizi derinden üzüyor. Kimi gazeteci, kimi akademisyen, kimi sivil toplum kuruluşu mensubu, kimi siyasetçi kimlikli bu kişilerin nasıl olup da kendi vatanlarına bu derece husumet içine girmelerini anlamakta zorlanıyoruz.
Bu noktada iş ister istemez yine eğitim konusuna geliyor. Çünkü bunların çok önemli bir bölümü bizim eğitim sistemimizden geçmiş kişilerdir. Demek ki sistemde bir sorun, bir arıza var. Gençlerimize kendi değerlerimizi, kendi tarihimizi, kendi kültürümüzü anlatamadığımız sürece bu arıza devam edecektir. Kendimize güvenli bir gelecek inşa etmek istiyorsak, işte önce buradan, yani eğitim-öğretimden başlamak zorundayız.
Ülkemizin yönetiminde sorumluluk üstlendiğimiz son 17 yıla yakın döneme ilişkin en büyük hayıflanmamız bu konudadır. Sayısal olarak çok büyük başarılara imza atmış olmamıza rağmen merhum Mehmet Akif’ten ilhamla Asım’ın neslini yetiştirme konusunda yeteri kadar mesafe kat edemediğimizi düşünüyorum. İnşallah yeni dönemde bu eksiğimizi de tamamlayacağız. Temeli ne kadar sağlam atarsak, üzerindeki binanın o derece sağlam olacağı açıktır.
Eğitim-öğretim hayatında tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet bilinciyle yetişen hiç kimse ne içeride, ne dışarıda ülkesinin aleyhinde faaliyetlere kalkışmayacaktır, ben buna inanıyorum. Türkiye’yi kesinlikle hak etmediği iftiralardan ve yalanlardan korumanın en sağlıklı yolunun bu olduğuna inanıyorum.
Değerli arkadaşlar;
Dünyamız ve bölgemiz tarihi bir yeniden yapılanma sürecinden geçiyor. Türkiye geçmişte bu tür değişimleri hep arkadan takip etmeye çalışmış, dolayısıyla sürekli treni kaçırmış bir ülkedir. Bu defa aynı hataya düşmedik. Çok uzun zamandır ilk defa gelişmelerin arkasından gitmek yerine önüne geçtik. Bu çerçevede attığımız en önemli adım, ülkemizin yönetim sistemini yeni dönemin ihtiyaçlarına ve ruhuna uygun şekilde tamamen kendi irademizle demokratik yöntemlerle değiştirmekti. Üstelik 15 Temmuz darbe girişimi gibi büyük bir travmanın ardından böyle bir başarıyı gösterdik.
Dikkat ederseniz ülkemizin son beş yıldır başına gelen her hadise doğrudan siyasi, sosyal, ekonomik istikrarımızı bozmaya yönelikti. Milletimizin feraseti sayesinde bu saldırıların boşa çıkartılmış olması, ortadaki hakikati değiştirmeye yetmiyor. Bu hakikat, yönetim sistemimizin krizlere, vesayetlere, darbelere, cuntalara açık bir yapıya sahip olduğudur. Biz, böyle gelmiş böyle gider demedik ve milletimizle birlikte işte bu çarpıklığı düzeltmek üzere harekete geçtik.
16 Nisan halkoylaması ve 24 Haziran seçimleriyle bu kritik değişimi hamdolsun kısa sürede tamamladık. Bugün Türkiye geleceğine daha güvenle bakan bir ülkedir. Bölgesel meselelerde aldığımız inisiyatifler ekonomik saldırıları kısa sürede kontrol altına alma konusunda elde ettiğimiz neticeler hep bu değişimin sonuçlarıdır. Daha düne kadar Suriye’deki kaosun içine çekilmeye çalışılan Türkiye, bugün Suriye halkının güvenliği ve huzurunu bizzat kendi yerinde sağlayan bir ülke haline gelmiştir.
Geçmişte ülkemizi sığınmacı akını altında ezmeye çalışanlar, bugün bizim geliştirdiğimiz yöntemlere destek olmanın yollarını arıyorlar. Türkiye’yi sahadan ve masadan dışlamaya çalışanlar, bugün bizimle birlikte olmanın gayreti içindeler. Şu anda hala farklı tavır içinde gözükenlerin de çok yakında aynı çizgiye geleceklerinden şüpheniz olmasın.
Biz, değişim, reform, yenilik, özellikle bu iradeye sahip çıktığımız, bu yolda kararlılıkla ilerlediğimiz sürece önümüzde kapalı hiçbir kapının kalmayacağını biliyoruz. Yükseköğretim ve genel olarak eğitim konusu değişime, reforma, yeniliğe en çok sahip çıkmamız gereken alandır. Siz değerli hocalarımızı bu sürecin mimarı, inşacısı ve taşıyıcısı olarak görmek istiyoruz. Üniversitelerimizin ve akademisyenlerimizin atalete düştüğü bir yerde toplumumuzun çok büyük atılımlar içine girmesini beklemek beyhudedir. Cumhurbaşkanı olarak üniversitelerimizle ilgili tüm tasarruflarımızı işte bu anlayışla yapmaya çalışıyoruz. Tek bir amacımız var, üniversitelerimizi olmaları gerektiği gibi ülkemizin ve milletimizin öncü kuruluşları haline getirmektir.
Bu duygularla bir kez daha üniversitelerimizin 2018-2019 eğitim-öğretim yılının başarılarla dolu hayırlı olmasını Allah’tan diliyorum. Hocalarımıza ve öğrencilerimize tekraren başarılar temenni ediyorum. Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.