Danıştay’ımızın çok kıymetli Başkanı ve mensupları,
Yargı camiamızın değerli temsilcileri
Kıymetli hocalarım,
Saygıdeğer misafirler;
Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle, saygıyla selamlıyorum. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumumuzun öncülüğünde, Danıştay Başkanlığımızın katkılarıyla düzenlenen ‘150’nci Yılında Şûrayı Devlet’ten Danıştay’a Uluslararası Sempozyumu’nun başarılı geçmesini temenni ediyorum.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumumuz başta olmak üzere sempozyumun icrası ve ifasında görev alan herkese emekleri, gayretleri için şükranlarımı sunuyorum. Bu vesileyle bir kez daha bu sene 150. Kuruluş Yıldönümünü kutlayan Danıştay’ımızı tebrik ediyor, çalışmalarında başarılar diliyorum. Sempozyuma katılmak üzere yurt içinden ve yurt dışından Ankara’yı teşrif eden misafirlerimize hoş geldiniz diyor, yapacakları katkılar için şimdiden kendilerine teşekkür ediyorum. Sayın Danıştay Başkanımızın az önceki konuşmasında dile getirdiği hususlar üzerinde tabii ki hassasiyetle düşünüyorum ve bu vizyon, gaye, idealler doğrultusunda yürütülecek çalışmalar için de kendilerine muvaffakiyetler diliyorum.
Bu sempozyum sadece Danıştay’ımızın 150. Kuruluş Yıldönümünü kutladığımız bir zaman diliminde gerçekleşmiyor; aynı zamanda toplantımız ülke olarak tarihimizin en büyük, en köklü reformlarından birine imza attığımız 24 Haziran seçimlerinin de hemen sonrasına tekabül ediyor. Her biri kendi alanında uzman hocalarımızın bugün ve yarın yapacağı sunumların diğer hususlar yanında bu bakımdan da büyük önem arz ettiğine inanıyorum, çünkü Türkiye’de artık hiçbir şeyin eskisi gibi devam etmesi mümkün değil.
24 Haziran seçimleri itibarıyla ülkemiz yönetim modeli olarak parlamenter sistemi bırakarak yepyeni bir kulvara girmiştir. 16 Nisan halkoylamasıyla ilk adımını attığımız, 24 Haziran seçimleriyle de uygulamaya koyduğumuz bu yeni modelin adı cumhurbaşkanlığı hükümet sistemidir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, esasında Danıştay’ın 150 yıllık tarihi boyunca bizzat şahitlik ettiği, Türkiye’nin yönetim sistemi tartışmalarında hayata geçirdiği en önemli reformlardan biridir.
Milletimizin özgür iradesiyle mührünü vurduğu bu değişim, ülkemizin demokrasi yolculuğunda yeni bir aşamanın da ifadesidir. Böylece Türkiye uzun yıllar milli iradeyi esir alan vesayetçi yapıdan kurtulmuş, gerçek demokrasiye geçiş yolunda tarihi bir adım atmıştır.
Yeni sistemin en önemli özelliği, yürütmede çift başlılığı sona erdirerek sandıkta tecilli eden iradenin devlet yönetimine tam anlamıyla yansıtılabilmesini garanti etmesidir. Kuvvetler ayrılığını gerçek anlamda işletemeyen, bunun yerine millet iradesinin anti demokratik kurum ve kuruluşlar vasıtasıyla frenlenmesini hedefleyen çarpık anlayış nihayet düzeltilecek diye düşünüyorum; ama kendi kendime soruyorum, acaba düzeltildi mi? Bazı uygulamalar görüyorum ki maalesef çift başlılık değil, hatta hatta çok başlılığa doğru giden bir süreç var.
Ve bazı kavramların tanımında da zorlanıyorum. Nitekim bugünkü kavramda da yine özellikle başlık çok çok güzel, hakikaten Şûra-yı Devlet anlamı çok güzel, içeriğiyle muhteşem. Danıştay, o da bir başka. Bu işleri iyi anlayanlara sorsak, Şûra-yı Devlet nedir, Danıştay nedir, inanın içinden çıkamazlar. Çünkü Şûra-yı Devlet, devletin danışması veya danıştığı organ. Peki, karar, icra, bu kimin? İşte bu da yerindelik anlamıyla idarenindir, burayı bir defa iyi anlamamız lazım. Eğer burayı iyi anlayamazsak olay nereye gelir biliyor musunuz? Ben damdan düştüm de onun için konuşuyorum.
İzmir Limanının biz ihalesini yapıyoruz ve Danıştay’da İzmir Limanının ihalesi 2 yıl bekliyor, 2 yılın sonunda burayı alacak olan kişi vazgeçiyor ve biz 1 milyar dolar kaybediyoruz. Şimdi bunu bana Allah aşkına Danıştay neyle izah edecek? 1 milyar doların hesabını kim verecek? Kalkarsın seri olarak ne düşünüyorsan bize bildirirsin, ondan sonra biz de kararımızı veririz. Ama 1 milyar doların bedelini bu millete ödetmeye kimsenin hakkı yok. İdarede böyle bir şey olduğu zaman bütün yargı organları idarenin üzerine çullanıyor; ama Danıştay böyle bir kararı geciktirmede maalesef ağırdan aldığı zaman kim bunun hesabını soracak? Bu hesabı soracak olan merci yok. Bakın bu bir tane örnek, o kadar. Başka örnekler yok mu? Var, böyle bir toplantıda onların içine girmek istemem, ama şu 16 yıllık Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı dönemimde bunları çoğu zaman yaşadım, yaşadığım için söylüyorum.
Biz son anayasa değişikliğinde aslında danışır noktasındaki şeyde bile değişikliğe gittik, ama hala Danıştay’a herhalde bu nüfuz etmemiş. Danıştay daha bunu uygulamaya koymadı, halbuki bu değişiklik yapıldı. Siyasi istikrarı garanti altına alan cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde ülke tarihimizde ilk defa güçler ayrılığı da tam anlamıyla tesis edilmiştir, uyulursa.
16 Nisan halkoylamasıyla yargının bağımsızlığı yanında, tarafsızlığının da anayasal çerçeveye alınması tarihi öneme sahiptir. Zira yargı gücü için bağımsızlık ve tarafsızlık birbirini tamamlayan iki kilit kavramdır. Bağımsızlık yargıya dış etki ve müdahalelere karşı koruyan bir güvence sunarken, tarafsızlık da ideolojik kalıplar, politik tutumlar ve bireysel önyargılardan arınmış bir muhakeme faaliyetini ifade eder. Yargının hakemlik vasfını layıkıyla yerine getirebilmesi, yargının bu iki kavramın çizdiği çerçeveye sadık kalmasıyla mümkündür.
Gerek 17-25 Aralık girişiminde, gerekse 15 Temmuz darbe teşebbüssünde yaşadığımız acı tecrübeler bize bu iki kavramın adaletin tesisi noktasında ne kadar elzem ne kadar hayati öneme sahip olduğunu göstermiştir. Kararlarını verirken akıl ve vicdanları yerine, ideolojik bağnazlığı koyanlar, bağımsızlık ve tarafsızlık yerine FETÖ elebaşından gelen emirlere göre hareket edenler, Türkiye’yi büyük bir felaketin eşiğine getirmişlerdir. FETÖ ihanet çetesinin ülkemizi sürüklemek istediği bu yıkımdan kurtaran, siyasi iradenin kararlı duruşu ile aziz milletimizin demokrasisine canı pahasına sahip çıkması olmuştur. Tıpkı İstiklal Harbinde olduğu gibi milletimizle devletimiz sırt sırta vererek işgal girişimini püskürtmüş, böylece 16 Nisan halkoylamasına ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine giden yolun kapılarını aralamıştır.
Ben bu vesileyle, bir kez daha o gece darbecilerin kurşunlarına göğüslerini siper eden şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Darbe teşebbüsünün ilk anlarından itibaren bugüne kadar adaletin tecellisi için olağanüstü çaba gösteren yargı mensuplarımıza da buradan teşekkür ediyorum.
Değerli dostlar;
Hukuk devletinin mütemmim cüzü, etkin ve hızlı işleyen, milletin vicdanını rahatlatan kararlara imza atan bir yargı sisteminin mevcudiyetidir. Hukukun üstünlüğünü esas bir devlette yargı hakem vasfındadır. Yargının bu görevini yerine getirebilmesi ise, önüne gelen sorunları objektif, adil, anayasanın ve yasaların çizdiği sınırlar içerisinde kalarak çözmesine bağlıdır. Yargı organlarının kanuni çerçeveye sadık kalarak hareket etmesi, diğer tüm kurum, kuruluş ve şahısların tavırlarından çok daha önemlidir. Bu konuda yaşanacak en küçük ihmal ya da ihlal, milletimizin yargıya olan güvenini zedelemekle kalmayacak, aynı zamanda yönetimde de telafisi zor zararlara sebebiyet verecektir.
Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı nasıl demokrasinin olmazsa olmaz şartıysa, jüristokrasi de aynı derecede büyük bir tehdittir. Yargının öncelikle kendi itibarını tehlikeye atan jüristokrasi tuzağına düşmesini engelleyecek en önemli unsur, kararlarını verirken yetkilerini aşmamaya göstereceği özendir. Yasayı uygulamak yerine, yasa koyucu gibi hareket etmek, hukuka uygunluk denetiminin sınırlarını yerindelik denetimini de içine alacak şekilde genişletmek asla doğru değildir, bunun üzerinde de durmamız lazım.
Şimdi ben merak ediyorum, yerindelik görevi veya hakkı idareye mi ait, yoksa yargıya mı ait? Bunun kavgasını 16 yıldır hep verdik, hala veriyoruz. O zaman yargı gelsin idare görevini de üstlensin. Bir taraftan kalkıp bunların ayrılığından bahsediyoruz, diğer taraftan bakıyorsunuz yerindelik yetkisini de yargı kendinde kullanıyor; böyle bir şey olamaz. Şûra-yı Devlet diyorsak, Danıştay olarak bir istişari organ olarak bunu değerlendiriyorsak, o zaman bir istişari organ görevini ifade etmesi gerekir. Yok ben karar merciiyim diyorsa, o zaman biz burada niye duruyoruz?
Hele hele şu anda Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini hazırlamadan önce, biz Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ilgili de kalkıp Danıştay’dan bunu soracak, oradan izin alacak, müsaade alacaksak, o zaman ben bu makamda durmayayım, çekeyim gideyim. Böyle şey olur mu? Kusura bakmayın da, benim yanımda da bunca hukukçu var, anayasacısı var, cezacısı var, medeni hukukçusu var, hepsi var. Bunlara bu devlet niye bu maaşları ödüyor? Gelin orada yan gelip yatın diye ödemiyor ki. Cumhurbaşkanına bu hazırlıklarda gereken desteği verin, ona göre bunları en ideal şekilde hazırlayın, ona göre de bu adımları atın, bunları bunun için yapıyoruz.
Öyleyse kuvvetler ayrılığını tanımı içerisinde aynen uygulamamız gerekiyor, işimize geldiği gibi uygularsak neticeye varamayız. Ondan sonra işte iki yıl geçer bize bir dönüşün yapılması ve 1 milyar doları da orada kaybedersin. Bu her zaman böyle değil, bazen 5 yıl oluyor. İşte şimdi oldu, 5 yılda ant ile ilgili karar veriyor Danıştay. 2013’te neredeydiniz, 2013’ten 2018’e kadar neredeydiniz? 2018’e kadar niçin acaba bu konuda bir karar verilmedi de şimdi veriliyor? Şimdi mi aklınıza geldi?
Kusura bakmayın da bunu sormak da bizim hakkımız olsun. Biz alkışlanması gerektiği zaman yargımızı alkışlarız, ama yanlış olduğu zaman da bunu söylemek zorundayız, çünkü millet tokadı atması gerektiği zaman bana atıyor, size atmıyor. Meydanlara çıktığımız zaman, yuhlaması gerektiği zaman bizi yuhluyor, sizleri yuhlamıyor, hesabı veren biziz, demokrasinin özelliği zaten burası. Onun için biz de sizlerden gecikmeyen adil kararlar bekliyoruz.
Türkiye özellikle hukukun ve anayasanın askıya alındığı dönemlerde bu tür yanlış adımların acısını çok çekmiş bir ülkedir. Yassıada mahkemelerinden 28 Şubat sürecinde yaşanan hukuk garabetlerine kadar yargının siyasallaşmasının bedelini vatandaşlarımızla beraber yargı camiamız da ödemiştir. Hiçbirimizin bir daha ülkemizde böyle bir atmosferin oluşmasına fırsat vermeyeceğine inanıyorum.
Türkiye’de bir dönem hepimizin mağdur olduğu veya hepimizi mağdur eden demokrasimizin kalitesini düşüren vesayetçi zihniyetin tekrar hortlatılmasına asla göz yummamalıyız. Hiç şüphesiz bu noktada en büyük hassasiyeti gösterecek olan da yargı camiamızın bizatihi kendisidir. Bünyesine sirayet eden FETÖ’cüleri bertaraf etmekte ciddi başarılara imza atan Türk yargısı, inanıyorum ki hukuku statükonun emrine veren zihniyetin hortlamasına müsaade etmeyecektir. Bu çerçevede son günlerde yaşanan kimi tartışmaların da hukuki süreç içerisinde çözüme kavuşturulacağına inanıyorum. Türk demokrasinin standartlarının geriye çekilmesine hiç kimsenin kayıtsız kalmayacağını temenni ediyorum.
Kıymetli dostlar;
Türkiye son 16 yılda bir taraftan yargıdan ekonomiye kadar her alanda tarihi nitelikte reformlara imza atarken, diğer taraftan da uluslararası siyasette gücünü, konumunu, itibarını daha da perçinlemiştir. Bölgesel ve küresel meseleleri tribünden izleyen bir ülkeden, ordusu, iş adamları, sivil toplum kuruluşları, diplomatları, kamu görevlileriyle hadiselere doğrudan müdahale eden bir ülke konumuna ulaştık. Başkalarının empoze ettiği politikalarla istikameti çizilen bir Türkiye’den, gerektiğinde bekası için risk alan, sorumluluk üstlenen bir ülke seviyesine geldik.
Bugün Türkiye uluslararası alanda küresel vicdanın sesi olmuş bir ülkedir. Dünyanın dört bir köşesinde adaletin, hukukun, insan hayatının ve demokrasinin vazgeçilmezliğini savunan bir Türkiye var. Tüm sıkıntıların, çatışmaların, istikrarsızlıkların içerisinde, istikrar ve güven abidesi olarak temerküz eden bir Türkiye var. Kirli hesap yapanlara, sadece çıkarlarını gözetenlere inat; vicdanı, insanlığı, paylaşma ve dayanışmayı yüceltmeye çalışıyoruz.
Yanı başımızdaki ihtiyaç sahibini gördüğümüz, gözettiğimiz, kolladığımız kadar, tarihi sorumluluğumuzun ve inancımızın bir gereği olarak dünyadaki veya dünyanın dört bir yanındaki kardeşlerimize de kol-kanat geriyoruz. Suriye’den Irak’a, Afganistan’dan Somali’ye, Filistin’den Arakan’a, Yemen’den Mısır’a kadar nerede bir zulüm, sıkıntı, adaletsizlik varsa, elimizdeki imkanlarla bunların giderilmesi için mücadele ediyoruz. Sadece ülkemizde değil, bölgemizden başlayarak tüm dünyada barış, huzur ve istikrarın tesisi için gayret gösteriyoruz. Sadece kendimiz için değil, herkes için adalet istiyoruz. Hangi saikle olursa olsun insanı insan yapan değerlerin maddi çıkarlara kurban edilmemesi gerektiğini savunuyoruz.
Vicdan, hukuk ve insan eksenli dış politikamızı 22 gündür tüm dünyanın gündemini meşgul eden gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinde bir kez daha gösterdik. Hem diplomasi tarihi, hem beynelmilel ilişkiler, hem d yargı süreçleri açısından suijenerist, yani nevi şahsına münhasır bu hadisenin Türkiye Cumhuriyeti’ne yaraşır bir ciddiyet ve hassasiyetle ele alınmasını sağladık. Hiç kimseyi töhmet altında bırakmadan, tamamen elde edilen delillere göre olayın aydınlatılması için çaba sarf ettik. Belli merkezlerde üretilen kara propagandaların hakikati perdelemesine asla göz yummadık.
Emniyet, istihbarat ve yargı birimlerimizin şu ana kadar elde ettiği, hepsi de teyit edilmiş bulguları, belgeleri dün Grup Toplantımızda muhataplarımızla ve uluslararası kamuoyuyla paylaştık. Ama birileri bu paylaşımdan da rahatsız oluyor. Ve 3 gün, 5 gün neredeydiniz diye diye maalesef bu tür sorular geliyor. Niye? Sırtında maalesef küfe yok, herhangi bir sorumluluk yok, rahat rahat soruyor. Bu işin bir akışı var. Sorsan Viyana Sözleşmesi nedir, bundan da haberi yok. Bütün bunların hepsinin bir akışı var. Nerede ne olacak, nerede neyi nasıl yapacaksın, bunlardan da bihaber. Ve bu attığımız adımla da bizler lime lime bunu söktük, çıkarttık ve hala iş bitmedi, söküyoruz, çıkarıyoruz ve şimdi dünya bu işi yakından takip eder hale geldi. Bunun uluslararası atmosferini oluşturmak da bu sürecin aslında bir başlığıdır.
Türkiye’nin bu süreçte sergilediği hassasiyetin, kararlılığın ve elbette şeffaflığın sadece maktulün ailesi tarafından değil, tüm dünyaca takdirle karşılandığını görüyoruz. Ülke olarak cinayetin üstünün örtülmesine, emri verenden uygulana kadar tüm sorumluların adaletten kaçırılmasına müsaade etmemekte kararlıyız. Bu sadece ülkemiz sınırları içerisinde vahşi bir cinayete kurban giden merhum Cemal Kaşıkçı’ya değil, aynı zamanda uluslararası topluma, hukuka ve adalete karşı sorumluluğumuzun da bir gereğidir. Türkiye’nin tüm çabası, adaletin tecelli etmesi içindir. Cinayetin karanlık taraflarını aydınlatacak yeni delillere ulaştıkça, bunu şeffaf bir şekilde muhataplarımızla paylaşmaya devam edeceğiz. İnşallah bu hassas süreci başarıyla yönetecek, sorumluların hesap vermesi için gereken çabayı göstereceğiz.
Değerli dostlar;
Türkiye son 16 yılda elde ettiği başarıları, reform ve demokratikleşme iradesine borçludur. Ülkemizi 2023 hedeflerine taşıyacak, 2053 ve 2071 vizyonlarının altyapısını kuracak olan da yine bu reformcu ruhtur. 16 Nisan halkoylaması ve 24 Haziran seçimleriyle beraber başlattığımız demokratik dönüşümü hız kesmeden devam ettireceğiz. Türkiye’nin ayağına pranga vuran ne kadar köhne alışkanlık varsa bunları ortadan kaldırmakta kararlıyız.
Bunu da yıkan, yok eden, reddi miras yapan bir anlayışla değil, gelenekten beslenen bakış açısıyla gerçekleştireceğiz. Reform çalışmalarımızı biz gelenekten geleceğe kurulan bir köprü olarak görüyoruz. Tıpkı bu sene 150. Kuruluş Yıldönümü bunu kutlayan Danıştay’ımız gibi bir taraftan köklerimizle bağlarımızı korurken, diğer taraftan da daha aydınlık, daha özgür, daha müreffeh bir Türkiye’nin altyapısını kuruyoruz. 7150. yılında Şûra-yı Devletten Danıştay’a Uluslararası Sempozyumu7nu hem geleneğin ihyası, hem de yeni yönetim modelimiz ışığında geleceğin inşası için önemli bir adım olarak değerlendiriyorum.
Bu düşüncelerle sözlerime son verirken, sempozyumun düzenlenmesinde emeği geçenleri tekrar tebrik ediyor, çalışmalarında başarılar diliyorum. Yurt dışından programı teşrif eden misafirlerimize bir kez daha ülkemize hoş geldiniz diyor, tüm katılımcıları en kalbi duygularımla selamlıyorum.