35. İl Müftüleri İstişare Toplantısında Yaptıkları Konuşma

15.10.2018

Çok değerli il müftülerimiz,

Değerli kardeşlerim,

Hanımefendiler, beyefendiler;

Sizleri en kalbi duygularımla, hürmetle, muhabbetle selamlıyorum. 35. İl Müftüleri İstişare Toplantısı’nın açılışı münasebetiyle sizleri Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde ağırlamaktan memnuniyet duyduğumu da özellikle ifade etmek istiyorum. 81 vilayetimizde görev yapan siz kıymetli hocalarımıza milletin evine, bu gazi mekâna hoş geldiniz diyorum. 35. İl Müftüleri İstişare Toplantısının ülkemiz, milletimiz ve Diyanet camiamız için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.

Bu toplantı, Diyanet İşleri Başkanlığı’mızın 1993’ten beri sürdürdüğü bir gelenek... Mutat aralıklarla il müftülerimizin biraraya gelmesini sağlayan bu toplantı, sizlerin, milletimizin güncel dini meseleleri hakkında görüş alışverişinde bulunmanıza vesile oluyor. Bugün başlayan ve önümüzdeki üç gün boyunca devam edecek olan 35. İstişare Toplantısının verimli ve bereketli geçmesini diliyorum. Bu vesileyle ömrünü Din-i Mübin-i İslam’ın öğrenilmesi, öğretilmesi ve hakkıyla yaşanması için adayan müftülerimizden, hocalarımızdan dar-ü bekaya irtihal edenlere Allah’tan rahmet niyaz ediyorum. Rabbim onları Cennetiyle, cemaliyle müşerref kılsın diyorum.

Sizlerin vasıtasıyla ayrıca 15 Temmuz darbe teşebbüsünün püskürtülmesine katkı sağlayan tüm imam ve müezzinlerimize de teşekkür ediyorum. İmamlarımızın cunta heveslisi haysiyet fukaralarının saldırılarına aldırmadan okudukları ezan ve salalarla milletimizi kıyama çağırması, bana göre darbenin en önemli dönüm noktalarından biridir. Gerçekten de o ihanet gecesinde 7’den 70’e milletimizin yüreğinde direniş ateşini yakan kıvılcımlardan biri de, işte bu sala ve ezanlar oldu.

Kalbindeki iman ve okunan salalardan güç alan bu millet, tıpkı bir asır önce Kurtuluş Harbinde olduğu gibi istiklaline ve istikbaline canı pahasına sahip çıktı. Milletin şahlanışı karşısında tanklar, uçaklar ve ölüm kusan tüm silahlar demirden bir yığına dönüştü. Gazilerimizin istisnasız hepsi, darbecilerin ağır silahlarına meydan okurken salalarla beraber Rabbimizin kalplerine indirdiği sekinetten ve inşirahtan bahsediyor. Darbecilere karşı sokağa çıkan vatandaşlarımız hissiyatlarını ‘o sala sesleri, o ezan sesleri bizi aldı başka bir âleme götürdü’ diyerek anlatıyorlar. O gece her biri bir Sütçü İmam’a dönüşen tüm din görevlilerimizden Allah razı olsun diyorum.

Burada merhum Mehmet Akif’ten ilhamla şu duayı da yapmak istiyorum: İstiklal Marşı gibi muhteşem bir şiiri milletimize armağan eden merhum Mehmet Akif’e Mısır’dan döndükten sonra dostlarından biri, sizlerin hepinizin de bildiği gibi, ‘Üstat, icap ederse Türk milleti için bir İstiklal Marşı daha yazar mısınız?’ diye sorar. Bu soru karşısında Mehmet Akif’in gözleri buğulanır, yüzü kederlenir ve hasta yatağından doğrularak dostuna şu ibretlik cevabı verir: ‘Rabbim bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın.’

Evet, biz de 15 Temmuz destanımızla iftihar etsek de, Rabbim bir daha bu milleti böyle bir destan yazmak zorunda bırakmasın diyoruz. Aynı şekilde Rabbim imamlarımızı tekrar gecenin karanlığında milleti kıyama çağıran salalar okuma mecburiyetinde koymasın diye dua ediyoruz. Şairliği yanında, vatanımızın işgalden kurtuluşu için Anadolu’yu adım adım gezen büyük bir mücadele adımı olan Mehmet Akif, böyle bir işgal girişimine tekrar maruz kalmamamız için bize adeta bir reçete veriyor. Ne diyor Akif:

“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

"Tarih"i  "tekerrür"  diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”

Evet, üstadın dediği gibi, tarih ibret almayanlar için tekerrür eder. Resulü Ekrem (SAV), ‘Müslüman bir kez ısırıldığı delikten ikinci kez ısırılmaz’ diye buyuruyor. Bu mesele de biz Müslümanlar için bir emir niteliğinedir. Özellikle sorumluluk sahiplerinin bu Nebevi emre daha çok riayet etmesi gerekiyor. Nasıl millet olarak tarihe nakşettiğimiz şanlı zaferlerden cesaret alıyorsak, hiçbir komplekse kapılmadan yenilgilerimizden, hata ve eksiklerimizden ders çıkarmayı başarmanın da gayreti içerisinde olmamız gerektiğini unutmamalıyız; hem fertler için, hem de toplum için en büyük erdemlerden birisi budur.

Bu anlayışla 15 Temmuz ihaneti ve FETÖ konusundaki özeleştirimizi açık yüreklilikle yapabilmeliyiz. FETÖ ihanet çetesinin 40 yıl boyunca devlet ve toplum yapımıza sirayet edebilmesi, bu noktada bazı eksikliklerin olduğunu gösteriyor. Bu örgütün oluşturduğu tehdidin uzun yıllar farkına varılamaması, hepimizin üzerinde hassasiyetle düşünmesi gereken bur husustur.

Nasıl olup da böyle karanlık bir örgüt başındaki şarlatanın onca sapkınlığına, hezeyanına rağmen bu derece milletimizin inanç dünyasına etki edebilmiştir? Nasıl olup da böyle menfur bir yapı körpe dimağları kendi insanına silah çekecek kadar gözü dönmüş mankurtlara dönüştürebilmiştir? Nasıl oyup da böyle şaibeli bir örgüt, mütedeyyin insanların baskı ve zulüm gördüğü dönemlerde hiçbir sorun yaşamadan serpilip büyüyebilmiştir? Nasıl olup da böyle bir örgüt sadece ülkemizde değil, dünyanın 160 ülkesinde nüfuz alanı edinebilmiştir? Aynı şekilde DEAŞ, El Kaide, Boko Haram, Eş-Şebab gibi yapılar, nasıl İslam dünyasının gençleri arasında kısmen de olsa zemin bulabilmektedir? Bu sorulara verilecek samimi, cesur, hasbi cevapların sadece bugünümüz değil, asıl geleceğimiz adına çok önemli olduğuna inanıyorum.

Saygıdeğer hocalarım;

Öncelikle burada bir hususu altını çizerek ifade etmek istiyorum. FETÖ bir sebep değil, arızi bir sistemin ürettiği sonuçtur. FETÖ, milletiyle kavgalı, vatandaşına tepeden bakan, kendi insanını ötekileştiren çarpık sistemin neden olduğu bir hastalıktır. Bu hastalığın devlet ve toplum bünyemize nüksetme durumu ise, birilerinin iddialarının aksine yeni değil, oldukça eskidir. FETÖ 1970’lerin ortalarında bünyeye girmiş, 40 yıl boyunca da o bünyede sinsi bir şekilde büyümüş, palazlanmış, vücudun farklı organlarına bulaşmış habis bir urdur. Hatta daha geriye gidersek, bu örgüte ilham veren pek çok hastalıklı örnek de bulabiliriz.

Örgüt, 40 yıllık serencamı içerisinde en güçlü desteği 12 Eylül darbesiyle 28 Şubat müdahalesinin faillerinden görmüştür. Demokrasinin askıya alındığı meşru siyaset zemininin daraldığı, devletin kapılarının milletin evlatlarına kapandığı bu iki karanlık dönem, FETÖ’ye istismar edeceği son derece mümbit bir ortam sunmuştur. Özellikle 28 Şubat döneminde imam hatip okullarının kapısına kilit vurulması ve milletimizin inancını yaşamasını engellemeye yönelik müdahaleler, FETÖ’ye arayıp da bulamadığı fırsatları vermiştir. Örgütün bu iki dönemin sonunda serpilip büyümesi asla tesadüf değildir. Ve bu zat acaba kendisinin peşine takılanlara hiçbir zaman imam hatipleri tavsiye etmiş midir? Asla imam hatiplere gitmelerine imkan vermemiştir, çünkü hesap başkaydı, dert başkaydı.

Bilakis her iki dönem örgütün devlete sızma faaliyetlerine çarpan etkisi yapmıştır. Bugün bizi FETÖ’yle mücadelede eleştirenler, o günlerde bu karanlık örgütün adeta önünü açacak politikaların en büyük destekçileridir. Zevahiri kurtarmak kabilinden yapılanlar dışında, bizim dönemimize kadar örgüte yönelik doğru-düzgün hiçbir operasyon da düzenlenmemiştir. Açık ve net söylüyorum, FETÖ ile gerçek anlamda mücadele sadece bizim dönemimizde yapılmıştır. Ama şunu da söyleyeyim: Biz de geç kaldık ve bu geç kalışın bedelini de maalesef ödedik. 7 Şubat MİT kriziyle hayata geçirilen önlemler, FETÖ virüsünün farkına varılmasını sağlamış ve FETÖ’nün bünyede daha fazla yayılmasına da hamdolsun engel olmuştur.

Nitekim örgüt en önemli finans ve insan kaynağı olan dershanelerin kapatılmasına karşı cevabını 17-25 Aralık girişimiyle vermiştir. Yıllık kaynağı eski parayla 2 milyar. Bakın şu anda Amerika’da charter school’lardan elde ettiği gelir yılda yaklaşık 800 milyon dolar. Bunun arkasında nelerin olduğunu lütfen anlayalım. Bunu biz Amerika’nın yetkililerine söylemedik mi? Söyledik, bütün dosyalar, klasörler, hepsini anlattık. Ama bu işin nerelerle bağlantılı olduğunu anlamamız açısından bunu özellikle söylüyorum. Olay o kadar çıplak değil, destekler, kimler bunların arkasında duruyor, bunu göstermesi bakımından önemli.

2012’den itibaren ülkemizin ardı ardına ne tür saldırılara, ne tür sabotajlara maruz kaldığını sizler de yakinen biliyorsunuz. Eminim o günlerde kimlerin kimlerle kol kola yürüdüğünü de çok iyi hatırlıyorsunuz. Şayet 17-25 Aralık girişimi sonrası ana muhalefetin engellemelerine rağmen yürüttüğümüz mücadele olmasaydı, emin olun 15 Temmuz’un sonuçları çok daha farklı olurdu. Şayet 2002’den beri devletle milleti tekrar kucaklaştırmaya matuf politikalarımız olmasaydı, hem 17-25 Aralık girişiminin, hem de 15 Temmuz darbe teşebbüsünün neticeleri çok farklı tezahür ederdi. Türkiye’nin 15 Temmuz gibi tarihinin en büyük işgal girişimini püskürtmesi, milletimizle kurduğumuz gönül bağıyla hayata geçirdiğimiz önlemler sayesinde mümkün olabilmiştir.

Bu gerçeği bugün milletimizin kahir ekseriyeti kabul ediyor. Aklını hırslarının esri yapanlar dışında, tüm vatandaşlarımız FETÖ’ye karşı yürüttüğümüz samimi mücadeleyi takdir ediyor. Elini vicdanına koyan herkes, 17-25 Aralık girişiminden sonra alınan tedbirlerin ne kadar önemli olduğunu gayet iyi biliyor. Tabii FETÖ’ye diyet borcu olanlar, ne MİT krizini, ne 17-25 Aralık teşebbüsünü, ne de 15 Temmuz ihanetini asla görmüyor, kabullenmiyor.

Her şey gözlerinin önünde cereyan ettiği halde, 17-25 Aralık girişiminde Meclis kürsülerin FETÖ’nün montaj kasetlerine tahsis etmekten, örgütün paçavraları önünde geceler boyunca nöbet tutmaktan hiç utanmadılar. Siyasi rant uğruna FETÖ’nün televizyon kanallarında arzı endam etmekten bir an olsun hicap duymadılar. Çok daha vahimi, bunların 15 Temmuz sonrasında da ‘kontrollü darbe’ söylemleriyle örgütü himaye etmeyi sürdürmeleridir. 251 insanımızın şehit olması, 2193 vatandaşımızın yaralanması, bu şahısların gözlerindeki gaflet perdesini kaldırmasa ne yazık ki yetmedi. Hatta sözde adalet yürüyüşleriyle örgütün propagandasını yapmaya devam ettiler. Millete kurşun sıkanlara ‘ana kuzuları’ diyerek örgüte kol-kanat germeyi sürdürdüler. Diğer taraftan, aynı çevreler sadece FETÖ meselesinde değil, DEAŞ ve bölücü terör örgütüne yönelik gerçekleştirdiğimiz operasyonlarda da benzer bir tavır takınmışlardır.

Kıymetli hocalarım;

Biz rotamızı bugüne kadar bu çevrelerin davranışlarına göre çizmedik, çizmiyoruz. Bundan sonra da üç-beş kifayetsiz muhterisin eleştirilerine göre politikalarımıza yön vermeyeceğiz. Doğru bildiğimiz, ülkemizin ve milletimizin hayrına olduğuna inandığımız kararları kim ne derse desin uygulamaya devam edeceğiz. Yaşadıklarımızdan ders çıkartarak, muhasebe ve murakabemizi yaparak bir daha böyle acı hadiseler yaşamamak için gereken her türlü önlemi almayı sürdüreceğiz. Türkiye’nin FETÖ; DEAŞ, El Kaide, bölücü terör örgütü ve diğer sapkın yapılarla mücadelesinde en büyük imkanı, bu yapıları tamamen söküp atmaya kararlı kadrolar tarafından yönetilmesidir.

Nitekim, son dört-beş yıl hayata geçirdiğimiz tedbirlerle bu örgütlerin tamamına çok ağır darbeleri indirdiğimiz dönem olmuştur. Suriye ve Irak’ta gerçekleştirdiğimiz operasyonlarla DEAŞ ve PKK mensubu yaklaşık 7500 teröristi etkisiz hale getirdik. FETÖ’nün can damarlarını birer birer kestik, kesiyoruz. Adaletten kaçtığını sananları gerekirse yurt dışından getirip yargıya teslim ediyoruz. Ancak tüm bu çabalarımıza rağmen tehlikenin atlatıldığını söyleyemeyiz. Peygamber Efendimizin (SAV) hadisi şeriflerinde ifade ettikleri gibi, küçük cihattan şimdi büyük cihada geçtiğimiz bir dönemdeyiz. Hep birlikte çalışıp bu örgütlerin bir daha asla neşvünema bulamayacakları bir atmosferi ülkemizde ve ötesinde tesis etmemiz gerekiyor.

Tarihi birikimi, coğrafi konumu, farklı inançları asırlardır barış içinde yaşatan kültürel zenginlikleriyle Türkiye, bu konuda tüm İslam dünyasına öncülük yapabilecek tek ülkedir. Dinimizi istismar eden, evlatlarımızın istikbalini çalan, etnik ve mezhebi ayrılıkları derinleştirerek ümmet coğrafyasında fitne çıkaran bu yapıların ülkemizin ve 1,7 milyarlık İslam aleminin geleceğinde yeri yoktur. Bunun için ülkemizden başlayarak tüm dünyada sahih İslam anlayışının yayılması ve dinimizin hakiki mesajlarının duyulması için çaba harcamalıyız.

Bu konuda en önemli görev sizlere düşüyor. Ve ülkemizin dört bir yanında şu anda sayısal olarak 140 bin civarında dini görevlimizin olduğunu düşündüğünüzde, böyle büyük bir ordunun herhalde yapamayacağı iş yoktur. Bütün hafızalara sizlerin girmesi gerekiyor. Ve sizler ki milletimizin en çok inandığı, güvendiği insanlarsınız. Ve çocukluğumuzdan beri hep şunu biliriz: Halkımız kapısını en çok kime açar? Mahallenin imamına açar, bu böyledir. Hanım hocalarımızla da bu çalışmaları çok daha yaygın bir şekilde yapmak suretiyle, -onların biliyorsunuz ablaları vardı, biz tabii o anlayışı bir kenara koyuyoruz, bizim hanım hocalarımız var- yoğun bir çalışmayı bizim gerçekleştirmemiz lazım. Ve bu noktada atacağımız adımlarla birlikte onların elindeki bu silahı artık nötralize edelim ve yeni bir diriliş hamlesini ülkemizde başlatalım.

Tabii biliyorsunuz iyi niyetle bir melleler olayını başlattık. Ama maalesef bu istediğimiz gibi olmadı, geri tepti. Ve Güneydoğu’da, Doğu’da çok daha farklı bir çalışmanın içerisine girmemiz şart. Buraları boş bırakamayız ve buralarda çok çalışacağız. Siyaseten biz, işin manevi mimarları olarak da sizler çok çalışacaksınız. Unutmayın kainat boşluk kabul etmez. Hak ve hakikat yolcularının dolduramadığı alanı muhakkak şeytana kul köle olanlar dolduracaktır. İnsanlar, bilhassa da gençler şayet dini alandaki susuzluklarını sahih kaynaklardan gideremiyorlarsa, ister istemez sapkın yapıların pençesine düşeceklerdir.

Nitekim ehliyet ve liyakat sahibi din âlimlerimizin ön plana çıkmadığı durumlarda neler olduğunu hepimiz gördük, yaşadık. Bizim hocalarımız inisiyatif almadığı zaman meydan FETÖ elebaşı gibi şarlatanlara, hurafeci cahillere, televizyonlarda sazlı-danslı program yapan soytarılara kalıyor. Dinle diyanetle, hatta ve hatta milletimizin asgari ahlak standartlarıyla bile bağlantısı olmayan şahıslar ortalıkta İslam adına ahkam kesiyor. Arayış içindeki insanlarımızı da kurdukları bu tezgaha düşürebiliyorlar. Atalarımız, ‘doğru yerinden kalkana kadar yalan dünyayı dolaşırmış’ diyor. Özellikle günümüzün iletişim çağında yalanın, iftiranın ve fitnenin yayılma hızı daha da artmıştır.

Daha çok gençlerimizin kullandığı sosyal medya platformlarında onların ilgisini çekecek, onları bilgilendirecek, hak ve hakikatin savunuculuğunu yapacak araçlara ihtiyaç var. Bir taraftan kürsülerden, bir taraftan minberlerden, bir taraftan da yeni ve eski medya araçlarından faydalanarak bu görevimizi ifa etmeliyiz. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de mealen malum; ‘Siz insanlar içinden çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, marufu emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız’ buyuruyor. Yani emr-i bi'l ma'ruf nehy-i anil münker; iyiliği emretme, kötülüğü alıkoyma her Müslümana farzdır, bunu hep birlikte yapmamız lazım. Şayet müftülüğünü yaptığınız ilde, oturduğumuz mahallede veya ikamet ettiğimiz apartmanda bir gencimizi terör örgütlerine, uyuşturucu tacirlerine, milli-manevi değerlerimize mugayir yapılara kaptırıyorsak, bunun vebali hepimizin üzerinedir.

İçinde bulunduğumuz dönemde Diyanet camiamızın sorumluluğu daha da ağırlaşmıştır. Çünkü sıradan bir görevi ifa etmiyorsunuz. Sizler başınızdaki sarık, sırtınızdaki cüppeyle çok büyük bir yüke de talip oluyorsunuz. Sizler 81 milyonun her bir ferdinin sıratı müstakim üzere hayatlarını idame ettirebilmelerinin manevi mesuliyetini üzerinizde taşıyorsunuz. Geleneğimizde hocalarımızın ‘hademe-i hayrat’ olarak adlandırılması boşuna değildir, bunun bir hikmeti var. Müftülerimiz ilahiyat ve İslami İlimler Fakültesindeki hocalarımız ülkemizin dört bir köşesinde fisebilillah gayret sarf eden hikmet erbabımız sahih İslam anlayışının ebedi ve ezeli kurtuluş yolunun öncüleridir.

Son yıllarda üç üste maruz kaldığımız imtihanların, şahit olduğumuz zulümlerin bizim gibi sizlerin de uykusunu kaçırdığına inanıyorum. Artık hepimizin üstümüzdeki ölü toprağını silip süpürmesi gerekiyor. Müftülerimizden imamlarımıza, vaizlerimizden müezzinlerimize, ilahiyat fakültesi hocalarımızdan imam hatiplerdeki hocalarımıza kadar hepimiz tam bir seferberlik ruhu içinde çalışmalarımızı yürütmeliyiz. Camilerimizi sosyal ve beşeri hayatın tekrar merkezine oturtacak projeleri devreye almalıyız. Camiden çevreye yayılan bir çevrecilik anlayışı…

Özellikle gençlerimizin, hanım kardeşlerimizin ve çocuklarımızın camilerden daha fazla istifade edebilecekleri imkânlar oluşturmalıyız. Camilerimizi salt namaz kılıp sonra herkesin dağıldığı, cami kapılarının da kilitlendiği mekanlar haline getirmemeliyiz. Bunlar Beytullah’ın şubeleri olan bu mübarek çatılara yapılabilecek en büyük haksızlık olur. Onun için camilerimiz sürekli açık olmalı. İlim, irşat ve tebliğ faaliyetlerinde ilhamımızı alacağımız kaynak bellidir. Hazreti Aişe Validemizin ifadesiyle, yürüyen bir Kur’an olan Resulü Kibriya Efendimizin nebevi metodu rehber olarak önümüzde duruyor. Tüm mesele, nebevi tebliğ metodunu günün şartlarına ve zamanın ruhuna göre güncelleyerek hayatımıza tatbik etmektir.

35. İl Müftüleri İstişare Toplantısının içeriğini bu anlamda son derece isabetli buluyorum. Önümüzdeki 3 gün boyunca hem milletimizi meşgul eden meseleler, hem de Diyanet camiamızın hizmet kalitesini artıracak konular hakkında tafsilatlı istişareler gerçekleştireceğinize inanıyorum. Toplantı sonucunda yayınlanacak sonuç bildirgesinin de hepimiz için ufuk açıcı, yol gösterici olacağını temenni ediyorum.

Bu düşüncelerle sözlerime son verirken, bir kez daha milletin evini teşrifleriniz için sizlere teşekkür ediyorum. Rabbim bizi kendine layık bir kul, Peygamber Efendimize layık bir ümmet eylesin diyor, hepinizi Allah’a emanet ediyorum. Kalın sağlıcakla.