Yargıtay'ın 150. Yılı Sempozyumu ve Yeni Yargıtay Binası Temel Atma Töreninde Yaptıkları Konuşma

06.03.2018

Sayın Meclis Başkanı,

Sayın Başbakan,

Yargıtay’ımızın Sayın Başkanı ve üyeleri,

Yüksek yargı camiamızın kıymetli mensupları,

Değerli misafirler; sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum. Ülkemizin adliye mahkemelerinde verilen hükümler konusundaki son inceleme mercii olan Yargıtay’ımızın 150. Kuruluş Yıldönümünü tebrik ediyorum.

Yargıtay’ımız, malum az önce de ifade edildi, Osmanlı döneminde 6 Mart 1868 yılında kurulan Divan-ı Ahkâm-ı Adliye ile devlet hayatımıza girmiştir. Bu teşkilatımızın kurucusu olan ünlü hukukçumuz Ahmet Cevdet Paşadan beri adaletin tesisi için çalışan Yargıtay’ımız, özellikle son dönemdeki duruşuyla milletimizin gönlünde ayrı bir yer edinmiştir.

Türkiye tarihinde ilk defa yargı kurumlarının darbecilere karşı açık ve net duruşuyla karşılaşmıştır. Geçmişte rahmetli Adnan Menderes’in idamı başta olmak üzere, darbe dönemlerinde iyi sınavlar veremeyen yargı camiamızın 15 Temmuz’da gösterdiği cesaret ve dirayet gerçekten takdire şayandır.

Terör örgütünün üzerinde en çok çalıştığı kurum olmasına rağmen, yargı mensuplarımızın böylesine bir feraset göstermesi, milletimizin yazdığı demokrasi zaferini adeta taçlandırmıştır. Üstelik bu başarı Adalet Teşkilatımızın içine sızmış 4 bin civarındaki terör örgütü üyesi hâkim, savcının tasfiyesine rağmen elde edilmiştir. Bu vesileyle demokrasimize ve geleceğimize sahip çıkan tüm savcılarımıza, hâkimlerimize, Adalet Teşkilatı mensuplarımıza bir kez daha şahsım, milletim adına şükranlarımı sunuyorum.

Değerli arkadaşlar;

Hayatın her alanı gibi yargı da dinamiktir. Gelişen ve değişen hadiseler karşısında Adalet Teşkilatımızın ortaya koyduğu irade, milletimizin ülkesine ve devletine olan güvenini tahkim etmekte çok büyük öneme sahiptir. Yasama organının çıkarttığı kanunları adeta ete kemiğe büründüren, gerek hayattaki karşılıklarını gösteren yargı organlarımızın başarısı, ülkemizin şüphesiz ki en önemli kazancıdır.

Adaletin tıkandığı, bu kuruma olan güvenin kaybolduğu bir yerde diğer erklerin sağlıklı bir şekilde çalışabilmesi mümkün değildir. Bugün tüm mahkeme salonlarının adliye binalarının duvarlarında yer alan ‘adalet mülkün temelidir’ sözü, devletin ancak adalet üzere ayakta kalabileceğini ifade eder.

Genel Başkanı olduğum partinin kuruluşu aşamasında ismini belirlerken çok araştırdık, çok düşündük ve sonunda ‘Adalet ve Kalkınma Partisi’ adını verdik. 42 bin donörle bir kamuoyu araştırması yaptık, onun neticesinde buraya vardık, 81 vilayette bunu gerçekleştirdik, bilimsel yaptık.

Ve şu anda geldiğimiz nokta, insanlık tarihine baktığımız zaman da mücadelenin hep zalimlerle mazlumlar arasında geçtiğini, yani hep bir adalet arayışı olduğunu görüyoruz. Adalet, elbette herkese hakkını vermektir. Ama hakkı vermekle hakkı gasp etmek arasındaki denge öylesine hassas, aradaki çizgi öylesine incedir ki, bunu sağlamak için çok çalışmak, çok fedakârlık yapmak gerekir.

Hazreti Mevlana adaleti ‘bir şeyi yerli yerine koymak’, adaletsizliği ise ‘bir şeyi layık olmadığı yere koymak’ olarak tanımlıyor. Yine Hazreti Mevlana’ya göre, ağaçlara su vermek adalet iken, ‘dikene su vermek adaletsizliktir’ diyor. Her su emen kökü suladığınızda adil davranmış olmuyor, tam tersine adaletin ruhuna aykırı hareket ediyorsunuz demektir. Zalimi üzerine düşen görevi yapmayan olarak tarif eden Hazreti Mevlana’nın anlayışında, adalet dağıtmayan savcı ve hâkim de zalimler sınıfına giriyor.

Devleti yönetenlerin yaptığı adaletsizlik en azından hukuk yoluyla telafi edilebilirken, yargının sebep olduğu adaletsizliğin telafisi yoktur. Bunun için de adalet rahmet olarak görülür, yani ilahi bir önem atfedilir adalete. Eğer bir ülkede halk bunalmış ve ellerini semaya açarak adalet çığlığı atar hale gelmişse oradaki yargı sisteminde bir sorun var demektir.

Rabbimiz insanoğluna adalet duygusunu ve bunu sağlayacak saikleri, insanlar işte bu hale düşmesinler diye vermiştir. Mazlumun ahının arşı titrettiğine iman eden insanlar olarak, adaleti kaybettiğimizde her şeyimizi kaybedeceğimizi de bilmek zorundayız. Bugün dünyada insanların en çok eziyet çektiği, canının yandığı, yüreğinin dağlandığı yerlere baktığımızda istisnasız tamamında da adalet mekanizmalarının işlemediğini görürüz. Bu meselenin ırkla, renkle, refah düzeyiyle bir ilgisi yoktur.

Kimi toplumlar var ki hayat düzenleri gayet mütevazı olmasına rağmen, sağlam bir adalet işleyişine de sahiptir. Kimi toplumlar da var ki zenginlikte herkesi geride bırakmış olmalarına karşılık, orada adaletin esamisi dahi okunmaz. Bunun örneklerini son zamanlarda dünyamızda çok açık, net yaşıyoruz. İşte bunun için biz hukuk, hukukun üstünlüğü, hukuk devleti gibi kavramlara ve bunların hayata geçirilmesine çok büyük önem veriyoruz.

Değerli misafirler;

Biz ‘insanı yaşat ki devlet yaşasın’ ilkesine gönülden bağlı bir şekilde ülke yönetimini devraldık. Hükümete geldiğimizde milletimize, Türkiye’yi eğitim, sağlık, adalet, emniyet ilkeleri üzerinde yükselteceğimiz sözünü vermiştik. Bu anlayışla Cumhuriyet tarihinin kuruluş dönemi sonrasındaki en önemli hukuk reformlarını, geçtiğimiz 15 yılda gerçekleştirdik. Milletimize verdiğimiz sözü tutarak hem temel kanunları yenilemek, hem de Adalet Teşkilatımızın fiziki imkanlarını düzeltmek suretiyle her alanda olduğu gibi, yargıda da yepyeni bir dönemi başlattık. Anayasadan Türk Ceza Kanununa, Borçlar Kanunundan Ticaret Kanununa, hukuk usulünden askeri yargının kaldırılmasına kadar pek çok reformu hayata geçirdik.

Ülkemizin dört bir yanında, az önce de ifade edildiği gibi, 235 adalet sarayını hizmete sunarak yargı kurumlarımızı kaymakamlık binalarının bodrum katlarındaki izbe mekanlardan biz kurtardık. Avrupa son 200-300 yıldır örnekleri çokça görülen adalet saraylarından daha görkemlilerini inşa ederek hakim, savcılarımızın ve diğer yargı personelimizin işini huzur içinde yürütebilmesini temin ettik. Sadece bununla kalmadık, yüksek yargı organlarımızı da günün şartlarına uygun binalara kavuşturduk, kavuşturuyoruz.

Bugün de biraz sonra Yargıtay’ımızın yeni hizmet binasının temel atma törenini gerçekleştireceğiz. Böylece halen 6 farklı binada sıkıntılı şartlarda verilen Yargıtay hizmetleri tek bir çatı altında ve her türlü imkana sahip olarak yürütülebilecektir. Yargıtay’ımızın yeni binasının doğrusu şimdiden hayırlı olmasını diliyorum.

Bunun yanında, alternatif hukuki çözüm yollarını devreye alarak uzlaşma yöntemiyle sorunların çözümünü ve böylece yargı üzerindeki yükün hafifletilmesini de sağladık. Özel hukuk alanında da yine yargının yükünü azaltmak için arabuluculuk müessesesiyle iş hukukunda yeni bir alan açtık. Hak arama yolları konusundaki önemli bir reform da Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun açılmış olmasıdır.

İhbar ve şikayetler konusunda somut kriterler getirerek vatandaşlarımızın haksız yere adalet kurumlarıyla karşı karşıya gelmesinin önüne geçtik.

Mahkeme sayısını, hakim ve savcı sayısını, adliye destek personeli sayısını artırarak hizmetlerin daha hızlı ve kaliteli verilmesini temin ettik.

Meslek içi eğitim sistemiyle hâkim ve savcılarımızın güncel gelişmeler doğrultusunda kendilerini yenileyebilmelerine imkân sağladık.

Pek tasvip etmiyorum; ama ulusal yargı ağı UYAP ile tüm adliyeleri ve ilgili kurumları birbirine bağladığımız için yapılan işlemler şu anda elektronik ortamda rahatça takip ediliyor. Fakat bana göre çok da sıkıntılarını açıkça görüyoruz. Keşke bu şekilde değil de bizim o klasik sistemle bu iş geç de olsa yürüse, daha adil olarak tecelli etseydi.

Tabii ki en büyük reformlarımızdan biri, eskiden beri konuşulmasına rağmen bir türlü hayata geçirilemeyen bölge adliye mahkemelerini hizmete almamız olmuştur. Üstelik tam da 15 Temmuz darbesinin arifesinde çalışmaya başlayan bölge adliye mahkemelerimiz halen 9 yerde faaliyetlerini başarıyla sürdürüyor.

Tabii UYAP da bir hassasiyet, o da nedir? O hassasiyet de, FETÖ terör örgütünün bu tezgahı iyi kurmuş olmasıdır. Doğrusu özeleştiri olarak söylüyorum; biz de bu oyuna geldik.

Örneğin, daha önce Yargıtay’a 1 milyona yakın ceza ve hukuk dosyası gitmişken, bölge adliye mahkemelerinin kuruluşunun ardından bu sayı 50 bine kadar gerilemiştir. Bölge adliye mahkemelerinin önünde geçtiğimiz yıl, önceki seneden devirlerle birlikte mevcut olan 647 bin dosyadan sadece 183 bini 2018’e sarkmıştır. Bu mahkemelerde kesin karara bağlanamayıp Yargıtay’a temyize giden dosya oranı ceza davalarında yüzde 10, hukuk davalarında yüzde 15-20 gibi bir seviyelere düşmüştür.

Bölge idare mahkemelerinde de benzer bir tablo vardır. Ülkemizdeki yargılama süreleri göz önüne alındığında birçok önemli neticeyle karşı karşıyayız ve bunu bir başarı olarak görüyoruz. Geç gelen adalet, adalet değildir. Bu yaklaşıma dayanarak, buna uygun şekilde adalet hizmetlerinin en hızlı ve tabii ki en doğru şekilde sonuçlandırılabilmesi için elimizden gelen çabayı göstermeye devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar;

Türkiye diğer birçok ülkeden farklı olarak bu reformları yaparken aynı zamanda da içeride ve dışarıda terör örgütleriyle yoğun bir mücadele yürütmektedir. Şu anda maruz kaldığımız saldırıların büyüklüğü ve sürekliliği göz önüne alındığında, demokrasiyle güvenlik arasındaki dengeyi Türkiye kadar iyi kurabilen bir başka ülke var mıdır, şahsen ben bilmiyorum. İçeride-dışarıda bu mücadeleyi devam ettiriyoruz.

Şu an itibariyle Afrin’deki mücadelede etkisiz hale getirilen terörist sayısı, salona girerken aldığım rakamı söylüyorum, 2878 olmuştur. Ve bu mücadeleyi Mehmetçiğimiz dağ-tepe, kar-kış, kar, bora, fırtına demeden sürdürmektedir. Ve Mehmet’imizin yanında Özgür Suriye Ordusu da onlarla birlikte şahadete yürümektedir. Ama bedelini de bu terör örgütü PYD’ye, YPG’ye, DEAŞ’a çok ağır bir şekilde ödetiyoruz ve Allah’ın izniyle de ödeteceğiz.

Öyle ki biz darbe girişimini engellerken bile hukuktan taviz vermemiş bir ülkeyiz. 15 Temmuz gecesi darbecilere karşı milletimizle birlikte ilk harekete geçen kurum, yargımız olmuştur. Savcılarımız hemen görevlerinin başına geçmiş, soruşturmaları başlatmış, gözaltı kararlarını almış, sorguları gerçekleştirmiş, mahkemelerimiz de önlerine gelen dosyalara göre kararlarını vermişlerdir. Halen de tüm darbe ve diğer terör davaları tamamen hukuk devleti ilkesi çerçevesinde yürümektedir.

Zaman zaman mahkemelerimizin, yüksek yargı kurumlarımızın, Anayasa Mahkememizin kararlarını eleştirdiğimiz olmuştur, bundan sonra da olacaktır. Ama hiçbir zaman bu kararları yok saymadık, gereğini yerine getirme konusunda asla tereddüde düşmedik. Eleştirmek başkadır, tâbi olmak başkadır. Biz adaletin tecellisi konusunda farklı bir görüşe sahip olduğumuz için eleştirme hakkına elbette sahibiz. Ama bunlara uyup-uymama konusunda layüsel değiliz. Herkes gibi biz de mahkemelerimizin kararlarına neticede uyuyoruz, uymaya da devam edeceğiz.

Katılmadığımız hususlardaki mücadelemizi vereceğimiz alanlar bellidir. Eğer sorun kanundaysa, yasama organında bu mücadeleyi vereceğiz. Eğer sorun uygulamada ise, yürütme organında gereğini yapacağız. Bu süreçte önemli olan hakim ve savcılarımızın hukukun tesisi konusundaki hassasiyetlerinden adalet terazisini dengede tutma konusundaki kararlılıklarından asla geri adım atmamalarıdır. Hâkimlerimiz, savcılarımız kendilerinden yaptıkları işin kanuna, hukuka, özellikle de hukuka, vicdanlara ve adalete uygun olduğundan eminseler, gerisi yasamanın-yürütmenin işidir, onlar rahat olsunlar.

Bu arada bu vesileyle tabii ki şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Ama özellikle de İstanbul Çağlayan Adliyesinde şehit edilen Selim Kiraz kardeşimize Allah’tan rahmet diliyorum. Rabbim Cennetiyle inşallah ödüllendirsin. Ailesine sabırlar diliyorum.

Bu duygularla bir kez daha Yargıtay’ımızın 150. Kuruluş yıldönümünü tebrik ediyorum. Sempozyumun başarılı geçmesini diliyor, katkı veren herkese teşekkürlerimi sunuyorum. Yargıtay mensuplarımıza ve tüm yargı camiamıza milletimize verdikleri bu çok önemli hizmette başarılar diliyorum. Biraz sonra temelini atacağımız Yargıtay Hizmet Binamızın hayırlı olmasını temenni ediyorum. Hepinize sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Kalın sağlıcakla.