Sayın Meclis Başkanı,
Türkiye Cumhuriyeti’nin ve dost ülkelerin değerli ombudsmanları,
Hanımefendiler, beyefendiler;
Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle, hürmetle selamlıyorum. Doğu ve Batı ombudsmanlarını biraraya getiren İstanbul Uluslararası Ombudsmanlık Konferansının başarılarla dolu olmasını temenni ediyorum.
Kuruluşu tamamlanarak sekretaryasını ülkemizin üstleneceği İslam İşbirliği Teşkilatı Üye Devletleri Ombudsmanlar Birliğinin de hayırlı olmasını temenni ediyorum. 2014 yılında Pakistan’daki toplantıda alınan kararın bugün müşahhas bir neticeye bağlanacak olması önemli bir gelişmedir. İslam Zirvesi Dönem Başkanlığını yürüttüğümüz bir yılda bu gelişmenin yaşanmış olmasından ayrıca memnuniyet duyuyorum.
Aynı şekilde bu konferans vesilesiyle yapılacak olan Akdeniz Ombudsmanlar Birliği Yönetim Kurulu Toplantısının da başarılı geçmesini diliyorum. Türkiye Kamu Denetçiliği Kurumuna, çok değerli Kamu Başdenetçimize ve çalışma arkadaşlarına bu önemli toplantıların icrasına verdikleri katkılar için ayrıca teşekkür ediyorum. Toplantımıza katılan tüm değerli dostlarımıza ülkemize ve İstanbul’a hoş geldiniz diyorum.
İstanbul’un güzelliklerini gezip görmenizi sizlere şairin şu ifadesiyle tavsiye etmek istiyorum:
“Bu Şehr-i İstanbul ki bî misl ü behâdır
Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır
Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezadır.”
İki gün boyunca burada ortaya konacak görüşlerin, düşüncelerin, tekliflerin, tecrübe paylaşımlarının geleceğimiz için hayırlı olmasını diliyorum.
Değerli dostlar;
Ülkemizde günümüzde ombudsmanlık veya kamu denetçiliği olarak ifade edilen anlayışın bizim tarihimizde çeşitli uygulamaları, az önce de ifade edildi, gerek Meclis Başkanımız, gerekse Kamu Denetçiliği Başkanımız örnekler verdiler, zaten mevcuttur. Türk devlet geleneğinde ‘Divan-ı Mezalim’ gibi, ‘Dar-ül Adl’… gibi bu amaca yönelik kurumlar olduğunu biliyoruz. Osmanlı’da Divanı Hümayun, Kazaskerlik, Şeyhülislamlık, Kadılık gibi makamların en önemli görevi, halkın şikayetlerini dinleyerek kıza zamanda çözüme kavuşturmaktı.
Şimdiki gibi böyle 5 sene, 10 sene bekleterek değil. Ülkenin yöneticilerinin de özellikle Cuma namazlarının ardından bizzat vatandaşların dertlerini dinleme adetleri vardır. Bizim tarihteki devletlerimizin güçlü, başarılı ve uzun soluklu olmasının sebeplerinden biri de geniş bir coğrafyada halkın sesine kulak verebilmelerini sağlayacak mekanizmalar kurmalarıdır, kurabilmeleridir.
Dolayısıyla bu uygulama bize yabancı değildir, bizim yabancımız da değildir. Ülkemizde geçmiş dönemlerde sürekli konuşulmasına ve tartışılmasına rağmen kuruluşu mümkün olmayan Kamu Denetçiliği Kurumuyla ilgili ilk adımı Başbakanlığım dönemimde 2006 yılında attık. O dönemde Anayasa Mahkemesinin ilgili düzenlemeyi iptali sebebiyle bu girişimimiz sonuçsuz kalmıştı. 2010 anayasa değişikliğinin ardından 2012 yılında Kamu Denetçiliği Kurumunu işin ruhuna uygun şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisimize bağlı olarak kurduk.
Kamu Denetçiliği Kurumumuza fiilen faaliyete geçtiği 2013 yılından bugüne kadar 36 binin üzerinde başvuru yapılmıştır. Kurumunun kamuoyundaki bilinirlik düzeyi yükseldikçe başvuru sayısı da artmaktadır, artacaktır. Bu yıl 15 Eylül tarihine kadar kuruma yapılan 11 bin 348 başvurunun 1286’sının uzlaştırma yoluyla, yani dostane çözüm kararıyla neticelendirilmiş olmasını da doğrusu önemli görüyorum.
Kurumun tavsiye kararlarına idarenin uyma oranının yüzde 50’ye çıkmış olması da memnuniyet vericidir. Hedefimiz hem dostane çözüm yolunun, -bunlar ilkler tabi, bu bakımdan önem arz ediyor- hem de idarenin kararlara uyma oranının mümkün olan en üst seviyeye çıkmasıdır. Halen Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başbakanlık gibi kurumlarda yoğunlaşan hak arama başvurularının zamanla tamamen Kamu Denetçiliği Kurumuna yöneleceğini ümit ediyorum.
İdareyle halk arasındaki hak arama yolları ne kadar etkin ve güvenilir olursa, bizim ‘insanı yaşat ki devlet yaşasın’ anlayışımız da o derece vücut bulur. Bizim inancımızda hatasız, eksiksiz, mükemmel olan sadece Allah’tır, onun dışında kurumların da, insanların da hataları, eksikleri, yanlışları olabilir. Önemli olan, bu tür sorunların çözüm yollarının açık olmasıdır.
Milletin devletine sahip çıkması, ancak devletiyle kendisi arasında kurduğu o güçlü bağlarla mümkün olabilir. Kamu Denetçiliği Kurumumuz işte bu bağları güçlendirecek en önemli araçlardan biridir. Kuruluşundan bugüne her aşamasında emeğimiz bulunan Kamu Denetçiliği Kurumumuzun çalışmalarını budan sonra da desteklemeyi sürdüreceğiz.
Değerli dostlar;
Kamu Denetçiliği Kurumumuzu, Türkiye’nin son 15 yılında gerçekleştirdiği tarihi reformların demokrasiyi güçlendirme, hak ve özgürlükleri genişletme çabalarının sembolü olarak görüyorum. Geçmişte devletin halkın inancına, meşrebine, kökenine, kılığına-kıyafetine, konuşmasına karıştığı, tek tip insan üretmeye kalktığı dönemlerin acılarını ziyadesiyle yaşamış bir milletiz.
Hatırlamak ve konuşmak dahi istemediğimiz o sıkıntılı günleri milletimizin desteğiyle gerçekleştirdiğimiz büyük dönüşüm sayesinde hamdolsun geride bıraktık, artık önümüze bakıyoruz. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği sürecinde samimiyetle ve süratle hayata geçirdiği düzenlemeler, belki bizi tam üye yapmaya yetmedi, ama demokratik standartlarımızı bir hayli yükseltti. Bunun için Avrupa Birliği ikircikli bir tutum içine girdiğinde biz çıktık, ‘Kopenhag Kriterlerinin adını gerekirse Ankara kriterleri yapar, yine de yolumuza devam ederiz’ dedik.
Açık ve net söylüyorum, şu anda gidiş oraya ha, onu söyleyeyim. Bunlar hala bize böyle oyalama oyalama yaptıkları sürece artık vakit yaklaşıyor, başka çare yok. İşte bakın Almanya seçimleri bir derstir, çünkü artık insanlar her şeyi çok açık, net görüyor. Biz birçok şeyleri söyledik, fakat ters yüz ettiler, şimdi de gerçek ortaya çıktı. Bizim demokrasiyle, halklarla, haklarla, özgürlüklerle ilgili standartlar konusunda hiçbir sıkıntımız yok, hiçbir ülkenin halkıyla, halklarıyla bizim sorunumuz olamaz, bizim sorunumuz olsa olsa oralardaki yönetimlerledir, oralardaki yönetimlerin idare tarzıyladır.
Çünkü eğer bize karşı yapılan bir şey varsa susacağız diye bir durum yok, gereken neyse bunun cevabını vermek zorundayız. Avrupa Birliği veya bir başka kurum talep etmese dahi, biz bu reformları kendimiz için, milletimiz için hayata geçirmekte kararlıydık, nitekim öyle de yaptık. Yani biz bu reformları birileri istedi, birleri sipariş etti diye yapmadık, milletimiz buna layık olduğu için biz bu reformları yaptık.
Değerli dostlar;
Bizim itirazımız neye biliyor musunuz? Maç oynanırken kuralların değiştirilmiş olmasınadır. Penaltının kuralı belli, ha maç oynanıyor, penaltının kuralları değişiyor; ya hu böyle şey olur mu? İşte bunlar bunu yaptılar bize. Avrupa Birliği’nin kurulları belli,
fasılların sayısı 15 ve liderler zirvelere katılıyor, müzakereciyiz, biz de katılıyoruz. Fakat isim vermeyeceğim şimdi, iki ülkede liderler değişiyor ve diyorlar ki, bir defa liderler zirvesini kaldıralım. Ee?.. Fasılları da 35’e çıkartalım. Şimdi buna itirazınız
olmayacak da neye olacak? İki; aç-kapa yapılıyor, yani fasıllar hem açılıyor, hem kapanıyordu. Tuttular, ‘yok olmaz’ dediler. Ne olacak? ‘Sadece fasıl açılır, ama kapanmaz. Ve bir de liderler zirvesi bundan sonra yapılmaz.’ Şimdi bunlara itirazınız olmayacak
mı? Yaptığımız bu ve yapmaya da devam ediyoruz, edeceğiz.
Diğer aday ülkeler söz konusu olduğunda gündeme dahi getirilmeyen kuralların, konu Türkiye olduğunda adeta icat edilmesini kabul etmedik, etmeyeceğiz. Türkiye, Avrupa Birliği tam üyeliği takvimini harfiyen işletmiştir, fasıllar konusunda, mevzuat uyumu konusunda hiçbir eksiğimiz, hiçbir sıkıntımız yoktur. Sadece Avrupa Birliği’nin kendi yükümlülüklerini yerine getirmemesi sorunuyla karşı karşıyayız.
Avrupa Birliği fasılları kapatmayarak serbest dolaşım hakkımızı adeta gasp ederek, mültecilerle ilgili yükümlülüklerini yerine getirmeyerek ve daha birçok sözünü çiğneyerek güvenilirliğini yerle bir etmiştir. Üye ülkelerin haklarını ve çıkarlarını koruma üzerine bina edilen bir birliğin böyle bir güvensizlik ikliminde varlığını daha ne kadar sürdürebileceğini bilmiyoruz. İşte İngiltere Brexit; yaptı oylamayı, ayrıldı. Bunun daha gerisi gelecek.
Ama şunu herkes bilsin ki; Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki artık bir tiyatro oyununa dönen bu mücadelede, havlu atan taraf biz olmayacağız. Bu konuda karar vermesi ve bunu tüm dünyaya ilan etmesi gereken taraf Avrupa Birliği’dir. Versinler kararlarını, onlar kararı versin biz kararı rahat veririz merak etmesinler, biz bu kararı duyana kadar sabırla bekleyeceğiz.
Değerli dostlar, bölgemizde ve dünyanın çeşitli yerlerinde yaşanan insani krizler, bizi kendimizle birlikte tüm insanlığa karşı olan sorumluluklarla yüz yüze getiriyor. Özellikle Batılı ülkeler kendi vatandaşlarının güvenliği ve refahı konusunda gösterdikleri hassasiyeti maalesef dünyanın geri kalanı için ortaya koymaktan çok uzaktır. Halbuki küreselleşmeden, dünyanın bir köy haline dönüşmesinden söz ettiğimiz bir dönemde yaşıyoruz. Sınırlarımız dışında yaşanan hadiselerin öyle veya böyle, bir gün mutlaka gelip bizim kapımıza dayanacağını pek çok örnekte gördük, yaşadık.
Yani şu anda dünyada mazlum, mağdur insanlara yapılan yardım konusunda birinci sırada Amerika var, ikinci sırada biz, üçüncü sırada İngiltere, fakat milli gelire oranla baktığımız zaman birinci sırada Türkiye’dir. Ve şu anda terörle, uyuşturucuyla, bütün bunların tacirlerine yönelik, ekonomik vurgunculardan kuralsız dövüşen tüm kişi ve kurumlara kadar insanlığın huzuruna kasteden tehditlere karşı birlikte mücadele etmemiz gerekirken, bizi yalnız bırakan, bırakma gayretinde olan bir dünya var.
Değerli dostlar;
Eğer siz imkanları sadece kendinize ayırır, külfetleri tümüyle başkalarına yüklerseniz bu sürdürülebilir bir düzen olmaktan çıkar. Dünyanın şu andaki düzeni sürdürülebilir değildir. İşte bunları Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda da ifade ettim, ediyorum, etmeye de devam edeceğim. Bir anlamda küresel ombudsman diyebileceğimiz Birleşmiş Milletler ve benzeri uluslararası kurumlar maalesef mazlumların haklarını koruma konusunda sınıfta kalmış durumdadır.
Neyse söyledik, Rohingya Müslümanlarıyla ilgili talebimiz kabul edildi ve onunla ilgili bir oturumu Birleşmiş Milletler’de gerçekleştirdik. Fakat önemli olan ne biliyor musunuz? O oturuma 1 tane Cumhurbaşkanı geldi, İran. Başbakan olarak 2 başbakan geldi Pakistan ve Bangladeş, bir de Endonezya’nın Başkan Yardımcısı geldi, diğerleri dışişleri bakanları seviyesindeydi. Yahu şu Arakan’a Allah aşkına böyle mi sahip çıkılır? Onbinlerce insan ölüyor, 600 bin insan topraklarından sefil bir şekilde Bangladeş’e yaslanıyor, o derelerden, ırmaklardan geçerken –televizyon ekranlarında izliyoruz- kimsenin sesi çıkmıyor. Sadece ‘Myanmar’a kınama yaptık’, söylenen bu. ‘Kınamamızı yaptık, en şiddetli şekilde yaptık.’ Peki, başka ne yaptık, yaptırım yok mu? Bu yaptırımları ortaya çok farklı bir şekilde koymak lazım ki ona göre onlar da kendilerine bir çekidüzen versinler.
Burada çok açıkça bir soykırım var. Açık söylüyorum, rahatsız olabilirler; dünyaya ‘İslami terör’ diye konuşanlar, ‘Hıristiyani terör’ diyorlar mı, ‘Yahudi terörü’ diyorlar mı, ‘Budist terörü’ diyorlar mı? Demiyorlar. Budistleri hep böyle iyi niyet elçisi gibi gösterirler. Yok, işte görüyoruz, bakın şu anda tamamen Myanmar’da bir Budist terörü var. Şu anda Erdoğan’a yüklenecekler, varsın yüklensinler. Öyle yogayla mogayla bilmem neyle falan bu işi geçiştiremezsiniz, ortada bir vaka var. Ortada bir vaka var, bunu tüm insanlığın bilmesi lazım.
Eğer biz bildiğimizi bilmeyenlere anlatmazsak, dünyada daha çok on binler-yüz binler gider, biz buna fırsat veremeyiz. İşte eşimi gönderdim, Dışişleri Bakanımı gönderdim, evladımı gönderdim, Aile Sosyal Politikalar Bakanımı gönderdim ve şu anda yardımlarımızı devam ettiriyoruz ve ettirmeye devam edeceğiz. Şimdi de inşallah Başbakanımız ve Başbakan Yardımcımız, bunun yanında Çevre Şehircilik Bakanımız, şöyle birlikte bir ekip gidecekler, orada nerelerde biz nasıl kamplar kurarız bunun incelemesini yapacaklar.
Birleşmiş Milletler’in insani yardımlardaki bürokratik mekanizmalarının yavaşlığı ve mali yükü, sistemin mağdurlara yardımdan ziyade bu kurumların işleyişi için kurulduğu intibaını veriyor. Aynı şekilde Birleşmiş Milletler’in operasyonel gücünü oluşturan Güvenlik Konseyi’nde tüm iplerin 5 ülkenin ellerine teslim edilmiş olması sistemi adeta kilitliyor. Bugün insanların gerçekten yardıma muhtaç olduğu kriz bölgelerinin hemen hiçbirinde Birleşmiş Milletler’in varlığını açık, net göremiyoruz.
Yapılması gereken operasyonlar bu 5 ülkeden birinin çıkarına dokunduğu için sürekli erteleniyor. Bu durumdan cesaret alan zalim yönetimler, mazlumlar üzerindeki baskılarını artırıyor, can acıtıcı uygulamalarını yaygınlaştırıyor. Suriye’de son 7 yılda 1 milyonu aşkın insan hayatını kaybettiği, ülke çeşitli devletlerin ve terör örgütlerinin güç savaşlarının arenasına döndüğü halde Birleşmiş Milletler kılını kıpırdatmadı ve kıpırdatmıyor. Suriye’de Birleşmiş Milletler’i gördünüz mü, sesini duydunuz mu? Yok. İçindeyiz, yaşıyoruz.
Savaştan ve baskılardan kaçan Suriyelilerin 3 milyondan fazlası ülkemizde olmak üzere 5 milyonu başka ülkelere sığınmış durumda. Birleşmiş Milletler’in bu sığınmacıların hayatlarını kolaylaştırmak için de ciddi bir yardım yaptığı söylenemez. Örneğin, ülkemizdeki sığınmacılar için Birleşmiş Milletler Mülteciler Komiserliğinden gelen ne biliyor musunuz? 520 milyon dolar. Peki, bizim harcadığımız ne? 30 milyar dolar. Avrupa Birliği de doğru konuşmuyor; söz verdiler, ‘2016’nın 1 Temmuz’una kadar 3 milyar avro göndereceğiz’ dediler. ‘Yılsonuna kadar bir 3 milyar avro daha vereceğiz’ dediler. Ve Avrupa Birliğinden gelen ne biliyor musunuz? O da, 820 milyon avro.
Arakan Müslümanlarının yaşadığı trajedi ve insani dram konusunda da aynı şeyleri görüyoruz. Şu anda dünya oraya hala maalesef çok çok yabancı. Daha Arakan’daki saldırılarda ve kaçış yollarında hayatlarını kaybeden insanların sayısını bile tam olarak öğrenebilmiş değiliz. Türkiye’nin zorlamasıyla yapılan uluslararası girişimlere katılımlardaki gönülsüzlükten ayrıca büyük üzüntü duyuyoruz. Dünya bu kadar zulmü kaldıramaz. Mazlumun ahı öyle bir şeydir ki yerde kalmaz, arşı titretir.
Bunun için biz her fırsatta insanlığın ortak sorunlarına çareler bulması gereken uluslararası kurumların adalet ve hakkaniyet temelinde yeniden yapılandırılması gerektiğini söyledik, söylüyoruz, bu talebimizin sonuna kadar da takipçisi olacağız. Siz ombudsmanlardan, uluslararası yardım ve müdahale kuruluşlarının yeniden yapılandırılması çağrımıza destek beklediğimi özellikle vurgulamak istiyorum.
Gelin, dünyayı herkes için daha iyi bir yer, daha yaşanılabilir bir yerküre haline getirelim. İdare ile vatandaşlar arasındaki ilişkiler konusundaki yaptığımız arabuluculuğu küresel sistemle tüm insanlığı da kapsayacak şekilde genişletelim. Ve ‘dünya 5’ten büyüktür’ diyelim, bunu yapalım. ‘Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki 5 daimi üyenin dudakları arasına dünyadaki 196 ülkenin kaderi terk edilemez’ diyelim, bunu yapalım. ‘Onlar ne derse o, olamaz’ diyelim.
Bütün ülkeler dönerli bir sistemle burada daimi üye olarak yerini alsın, daimi üye-geçici üye olmasın, hepsi daimi üye olsun. Ama 20 tane daimi üye ve bunların 2 yılda bir 10 tanesi değişsin ve bu değişimle birlikte dünyada Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde yer almayan ülke kalmasın. Bu benim basit bir teklifimdir, bunu Birleşmiş Milletler Genel Kurulundaki konuşmamda da işledim. Geçen yıl da, bu yıl da işlemeye devam edeceğim, söyleyeceğim. Artık dünya İkinci Dünya Savaşının şartlarını yaşamıyor, onlar geride kaldı. Artık şimdi yeni bir dünyayı, yeni bir yerküreyi kurmak zorundayız. Aksi takdirde çökecek sistemin altında hep birlikte kalacağımızı unutmayalım.
Değerli arkadaşlar;
Bölgemizdeki krizler ve çatışmalar, Kuzey Irak ve Suriye’de atılmakta olan yeni adımlarla daha da içinden çıkılmaz bir hale geliyor. Kuzey Irak’taki bölgesel yönetimin referandum kararı ülkenin içinden geçtiği durum göz önüne alındığında buram buram fırsatçılık kokan bir girişimciliktir. Irak’ın hem toplum olarak, hem de ülke olarak birliğe, beraberliğe, bütünleşmeye her zamankinden daha çok ihtiyacı bulunduğu bir dönemde, ayrılık yönünde adımlar atılması asla kabul edilemez.
Bizim herkes gibi Kuzey Irak’taki Kürt kardeşlerimizin de haklarına, hukuklarına, güvenliklerine, müreffeh bir hayat taleplerine sonuna kadar saygımız vardır. Nitekim bu yöndeki çabalarında daima Kuzey Irak Yönetiminin yanında olduk. En sıkıntılı zamanlarında, kimse onların yanında olmadığı dönemde kendilerine gerekli hizmeti, gerekli desteği vererek onları ayakta tuttuk. Ancak bizim aynı zamanda Irak’ta Arap kardeşlerimiz de var, Türkmen kardeşlerimiz var, Ezidiler, Keldaniler, Süryaniler, onlar da var, onların da haklarına bizim saygımız var. Kuzey Irak, tüm bu halkların ortak hayat alanıdır. Sadece bir şahsın veya aşiretinin hayat alanı değildir, bunun böyle bilinmesi lazım.
Bu bölgeyi sadece tek bir grubun kontrolü altına almaya çalışması, orada uzun yıllar sürecek yeni çatışmaların, yeni acıların, yeni zulümlerin, yeni katliamların habercisi olmaktan öte bir anlam taşımayacaktır. Kontrolleri altına aldıkları gücü ve imkanları diğer gruplarla paylaşma konusunda hiç de iyi bir imtihan vermeyen mevcut yönetime olan güvensizlik, sözde bağımsızlık ilanı sonrası çok daha artacaktır. Kimse bizden sınırlarımızın hemen yanı başında, 350 kilometre, yeni bir kriz ve çatışma alanı oluşmasına göz yummamızı bekleyemez, bu konudaki tavrımız açıktır. Buna rağmen yapılan ve Irak’taki cari hukuka da uygun olmayan referandumu, sonucuna bakmaksızın yok hükmünde kabul ediyoruz, gayrimeşrudur diyoruz.
Başından beri bir şey söyledik, Irak’ın toprak bütünlüğü ve toplumsal birliği doğrultusunda çalışmayı sürdüreceğiz. Ve dün akşam İran Cumhurbaşkanıyla görüşmem oldu, uzunca görüştük. 1 gün önce gönderdiği heyetle uzunca görüşmeler yaptık. Ve bu uzunca görüşmeler neticesinde açık ve net söylüyorum; bugün referandum yapıyorlar. Bir defa Irak’ın federal yapısı bunların yapmış olduğu referandumu kabul etmiyor. Anayasa Mahkemesi gerekli kararını zaten verdi, boşu boşuna, yani ‘makaram sarı bağlar, kız oynar gelin ağlar’; yaptığı iş bu.
Şu anda bir şeyin bilinmesini özellikle istiyorum; siyasi olarak, ekonomik olarak, ticari olarak, güvenlik noktasında bütün adımları atıyoruz, atacağız. Silopi’de boşuna şu anda Silahlı Kuvvetler orada gerekli adımları atmadı. Taviz yok. Şu anda İran aynı durumda. Aynı zamanda Hava Kuvvetlerimiz şu anda aynı durumda. Ve sınırdan şu anda sadece Irak tarafına geçişe müsaade var. Bu hafta içerisinde diğer tedbirleri de hemen açıklayacağız ve o adımlar da atılacak. Ve artık giriş-çıkış bunlar da kapatılacak. Farklı tedbirlerimiz var, ayrı, onları da ayrıca devreye sokacağız. Ve bütün bunlarla birlikte bundan sonra Kuzey Irak Yerel Yönetimi bakalım petrolünü hangi kanallarla nereye akıtacak veya nereye satacak? Vana bizde, vanayı kapattığımız anda o iş de bitti.
Değerli kardeşlerim;
Devlet yöneten bütün bunları A’dan Z’ye düşünmek durumunda. Şimdi hep söyledik ya, bizler duygusal kararlar almadık, 10 düşündük 1 adım attık ve bunları da uluslararası diplomasiyi işleterek yaptık. Bakın İsrail’den başka şu anda Kuzey Irak Yerel Yönetimi’nin aldığı kararı destekleyen bir başka ülke yok, sadece İsrail. Amerika’da Jewish Committee ile bir toplantım oldu, onlara da söyledim. Dedim ki; Sayın Netanyahu’ya söyleyin, Türkiye ile ilişkilerimiz iyi olmuyor filan diyor. Ya nasıl olsun? Şu anda Kuzey Irak Yerel Yönetimini ondan başka tanıyan yok. Biz ise şu anda Kuzey Irak Yerel Yönetimiyle çok farklı bir konumdayız, Netanyahu ise farklı bir noktada. Bir ülke, sadece kendisi. Söyleyin, bundan vazgeçsin. Oraya da söyledik gereğini.
Biz adımlarımızı kararlı bir şekilde atmaya devam edeceğiz. Ve Kuzey Irak Yerel Yönetiminin bir defa bu adımdan geri adım atması şart, olmazsa olmaz. Federal Devlet zaten kesinlikle kabul etmiyor, Meclis aynı şekilde kabul etmiyor.
Tabii aynı şekilde Suriye’de de bir veya birden fazla terör devleti kurulmasına izin vermeyeceğiz. Öyle Kuzey Suriye de PYD-YPG oralarda devlet kuracaklarmış, bunların hepsi onlar için kuru bir rüya, başka bir şey olamaz.
Başkaları için sadece stratejik birer hamleden ibaret olan bu gelişmelerin bizim için, devletimizin ve milletimizin beka meselesi olduğunu buradan bir kez daha ifade ediyorum. 911 kilometre bizim Suriye sınırımız var. Biz burada böyle bir yapılanmaya asla müsaade etmeyiz. Dedim ya, bir gece ansızın gelebiliriz, geliriz. Bunu Fırat Kalkanı Harekatı’nda yaptık. Şimdi burada da bu tür gelişmelere müsaade etmemiz mümkün değil. Siyasetin ve diplomasinin üzerinde bir öneme sahip olan Irak ve Suriye konusunda ülkemiz için tehdit oluşturan konularda gerektiğinde kullanmaktan çekinmeyeceğimiz tüm opsiyonlar, seçenekler önümüzdedir, masa üstündedir.
Suriye’de Cerablus, Rai, Dabık, El-Bab, buraya kadar uzanan o 2 bin kilometrekarelik alanı nasıl DEAŞ’tan temizlediysek, şimdi aynı amaçla yeni bir adım daha atıyoruz, gerektiğinde Irak’ta da bu tür adımları atmaktan geri durmayacağız. Bölgemiz huzura, barışa, istikrara ve refaha kavuşana kadar mücadelemizi sürdürmekte kararlıyız.
Sevgili dostlar;
Değişimler genelde sancılıdır; ama bir o kadar da kaçınılmazdır. Türkiye bu gerçeği son 15 yılda yaşadığı hadiselerle bizzat tecrübe etmiş bir ülkedir. Bölgemizde yaşanan değişimlerin ancak yüz yılda bir rastlanacak türden olduğunun farkındayız. Geçtiğimiz asırda ülkemizi köşeye sıkıştırmak için kullanılan araçlar bugün geçerliliğini büyük oranda kaybetmiştir. Yurt içinde ve uluslararası alanda karşılaştığımız hadiselerin çoğunun bu süreçte bizi yönlendirme amacı taşıdığı açıktır.
Milletimiz, aymazlıkta ısrar eden küçük bir kesim haricinde tüm bu olup bitenleri görmekte ve birliğini, beraberliğini, dayanışmasını sımsıkı tutarak devletine, hükümetine destek olmaktadır. İşte Parlamentoda yapılan oylamayı gördünüz; küçük bir grup, ama büyük bir çoğunlukla ne oldu? Hemen Silahlı Kuvvetleri’ne yurt dışına bu noktada çıkma, herhangi bir operasyon için müsaade kararını Parlamentomuz verdi. Yöneticiler olarak bize düşen görev, milletimizin bu fedakarlığı karşısında ona her alanda en iyi hizmetleri sunmaktır.
Türkiye, hem krizlerle mücadele etme, hem de projelerini hayata geçirme potansiyeline sahip bir ülkedir. Bu sayede bir yandan terör örgütlerinin onların üzerine gider ve uluslararası düzeyde maruz kaldığımız saldırıları göğüslerken, diğer yandan da ekonomi başta olmak üzere her alanda hedeflerimiz doğrultusunda kararlılıkla yürüyoruz, yürüyeceğiz. Bu çerçevede, vatandaşlarımızın idareyle olan ilişkilerini en ileri seviyeye çıkarmanın da gayreti içindeyiz. Kamu Denetçiliği Kurumumuz her geçen yıl artan etkinliğiyle bu konuda en büyük yardımcımız olmaya adaydır.
Ben bu duygularla bir kez daha İstanbul Uluslararası Ombudsmanlık Konferansının İslam İşbirliği Teşkilatı Üye Devletleri Ombudsmanlar Birliğinin Kuruluşunun ve Akdeniz Ombudsmanlar Birliği Yönetim Kurulu Toplantısının hayırlı olmasını diliyorum. Bu güzel etkinliklerin düzenlenesinde emeği geçenleri tekraren şahsım, milletim adına tebrik ediyorum. Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Kalın sağlıcakla.