Birleşmiş Milletler 72. Genel Kurulunda Yaptıkları Konuşma

19.09.2017

Sayın Başkan,
Sayın Genel Sekreter,
Değerli devlet ve hükümet başkanları,
Kıymetli delegeler;
Sizleri şahsım ve ülkem adına saygıyla selamlıyorum. Birleşmiş Milletler 71. Genel Kurul Başkanı sıfatıyla geçtiğimiz yıl boyunca yürüttüğü başarılı çalışmalar için Sayın Peter Thomson’a teşekkür ediyorum. Genel Kurul Başkanlığını devralan Sayın Miroslav Lajcak’ı da özellikle tebrik ediyorum.

‘İnsana Odaklanmak: Sürdürülebilir Bir Dünyada Herkes İçin Barış ve İnsanca Yaşama Mücadelesi’ temasıyla toplanan bu yılki Genel Kurulumuzun tüm dünya halkları için hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Sayın Başkan, değerli delegeler;

Geçtiğimiz yıl bu salonda sizlerle birlikte oluşumuzun üzerinden geçen sürede maalesef küresel barış ve istikrar daha da geriye gitmiştir. Terörün ve savaşın çirkin yüzünü dünyanın farklı köşelerinde görmeye devam ediyoruz. Çatışma ortamlarından beslenen teröristler faaliyetlerini muhtelif bölgelere yayarak sürdürüyor. Yabancı düşmanlığı, kültürel ırkçılık ve İslam karşıtlığı etrafında buluşan radikal akımların şiddet dolu eylemlerini endişeyle takip ediyoruz.

Bu olumsuz tabloyu tersine çevirmenin en etkili yolu, bizlerin burada, bu çatı altında gerçekleştireceği samimi işbirliğidir. Dünya barışı için yeni bir bakış açısı geliştirmeye ihtiyacımız var. Hiçbir kriz ve hiçbir tehdit kendi haline bırakılarak çözülemez. Daha güvenli ve müreffeh bir dünya için hepimizin elini taşın altına koyması gerekiyor. Türkiye işte bu anlayışla girişimci ve insani bir dış politika yürütüyor.

Sayın Başkan, değerli delegeler;

7. yılına giren Suriye ihtilafı ülkede, bölgede ve tüm dünyada derin yaralar açmıştır. Suriye’de siviller ve günahsız yavrularla birlikte bir medeniyet de yok ediliyor. Bu ülkeyi yerle bir eden, istikrarsızlığın ve zulmün beslediği terör sınırları aşarak bir kanser gibi adeta yayılıyor. ‘Demokrasi, özgürlük, adalet, aydınlık bir gelecek’ talebiyle harekete geçen Suriye halkını maalesef uluslararası toplum yalnız bırakmıştır.

Biz Türkiye olarak hangi kökenden, hangi meşrepten olursa olsun hepsini de kardeşimiz olarak gördüğümüz derin tarihi ilişkilerle bağlı olduğumuz bu insanların yaşadıkları trajediye kayıtsız kalamazdık. Suriye’de çatışmaların başladığı 2011 yılı baharından beri sorunun çözümü için her türlü insani ve siyasi gayreti gösterdik, gösteriyoruz.

Şu anda ülkemizde 3 milyonun üzerinde Suriyeli ile 200 binin üzerinde Iraklı sığınmacıya ev sahipliği yapıyoruz. Ülkede kalıcı bir ateşkesin sağlanması ve barışın tesisi için Rusya ve İran’la birlikte tüm kesimlerin katılımıyla Astana toplantılarını başlattık. Bu girişimlerimizin ardından uzun zamandır tıkanmış olan Cenevre süreci de yeniden canlandı.

Astana’da varılan mutabakat çerçevesinde İdlib bölgesinin güvenliğe kavuşturulmasıyla ilgili yeni bir planı hayata geçiriyoruz. Ülkenin toprak bütünlüğü esasına dayanan, halkın demokratik taleplerine saygı duyan, istikrarı ve müreffeh bir Suriye’nin inşası yolunda atılacak her adımın destekçisiyiz.

Sevgili dostlar;

Suriye krizinin başlamasıyla ülkemize gelen sığınmacılar ve Avrupa’ya yönelen mülteci akınının önüne geçmek için her türlü tedbiri aldık alıyoruz. Barınmadan gıda ve giyime, sağlık hizmetinden eğitime kadar sığınmacıların tüm ihtiyaçlarını ülkemizi ziyaret eden herkesin takdirini kazanan bir standartta karşılıyoruz.

Ancak bu doğrultuda yürüttüğümüz çalışmalara Avrupa Birliği başta olmak üzere uluslararası toplumdan yeterli desteği alamadığımızı özellikle belirtmek istiyorum. Ülkemizdeki kamplarda ve şehirlerimizde yaşayan sığınmacıların ihtiyaçlarını karşılamak için kamunun, sivil toplum kuruluşlarımızın ve halkımızın yaptığı harcamaların tutarı 30 milyar doları bulmuştur.

Buna karşılık Avrupa Birliği söz verdiği 3 milyar avro artı 3 milyar avro yardımın sadece 820 milyon avrosunu göndermiştir. Uluslararası toplumdan Birleşmiş Milletler aracılığıyla gelen yardımların tutarı da 520 milyon dolar civarındadır. Bunlar bizim bütçemize girmiyor, bunlar sadece yardım kuruluşları vasıtasıyla kamplarda bulunan oradaki insanlara gidiyor. Dikkatinizi çekiyorum, Suriyeli sığınmacılar için gelen yardımların hiçbiri, ama hiçbiri bütçemize girmiyor. Hepsi de Birleşmiş Milletler’in ilgili kurumları üzerinden yardım kuruluşları vasıtasıyla ihtiyaç sahiplerine ulaştırılıyor. Buradan tüm dünyanın huzurunda, topraklarında barındırdığı 3,2 milyon sığınmacının tüm yükünü Türkiye’nin omuzlarına bırakan ülkeleri ve uluslararası kuruluşları verdikleri sözleri tutmaya davet ediyorum.

Esasen Türkiye dünya çapında insani yardım ve kalkınma yardımı faaliyetleri yürüten bir ülkedir. Sadece ülkemize gelen sığınmacılara kucak açmakla kalmıyoruz. TİKA, AFAD, Kızılay gibi kurumları ve çeşitli sivil toplum örgütleri aracılığıyla dünyanın neresinde olursa olsun mağdur ve mazlum duruma düşmüş herkesin yardımına koşuyoruz.

Örneğin, Türkiye Somali’nin yeniden yapılandırılması için resmi kurumları ve sivil toplum örgütleri aracılığıyla 1 milyar dolarlık bir kaynak kullanmıştır. Somali konusunda yaptığımız çalışmalar ve elde ettiğimiz sonuçlar gerçekten benzer çalışmalara örnek olacak düzeydedir.

Kesinleşen OECD istatistiklerine göre ülkemiz 2016 yılında yapmış olduğu 6 milyar dolarlık insani kalkınma yardımlarıyla bu alanda rakam olarak dünyada ikinci sırada, milli gelire oranla da birinci sırada yer almaktadır. Hâlbuki Türkiye, dünyanın en büyük 17. ekonomisidir. Gerçekleştirdiği insani kalkınma yardımları milli gelirinin binde 8’ine ulaşan Türkiye, bu çerçevede Birleşmiş Milletler hedeflerini tutturabilen 6 ülkeden biri olmuştur.

Görüldüğü gibi ülkemiz Genel Kurulumuzun ana mesajını oluşturan ‘sürdürülebilir bir dünya hedefi’ için tüm gücüyle çalışmaktadır. Önümüzdeki süreçte de bu hassasiyetlerle yolumuza devam edeceğiz.

Sayın Başkan, değerli delegeler;

Türkiye, Suriye ve Irak’taki istikrarsızlıktan beslenen DEAŞ ve PKK gibi bölgenin en eli kanlı terör örgütleriyle kıyasıya bir mücadele içindedir. Bunun yanında ülkemizin meşru, demokratik rejimini kanlı bir darbeyle değiştirmeye teşebbüs eden FETÖ terör örgütüyle mücadelemiz de devam ediyor. DEAŞ’ın sınırlarımıza yönelik saldırılarına karşı Suriye’de başlattığımız Fırat Kalkanı Harekâtıyla 243 meskûn mahalli ve 2 bin kilometrekarenin üzerinde toprağı bu örgütten temizledik.

Bu operasyon sırasında 3 bine yakın DEAŞ militanını etkisiz hale getirdik. Teröristlerden temizlediğimiz bölgeye 100 bine yakın Suriyeli geri dönerek yerleşti. Fırat Kalkanı Operasyonu, bölgenin işgalinden bu yana DEAŞ’a karşı elde edilen en büyük başarıdır.

Şu gerçeği huzurlarınızda ifade etmek durumundayım: Bölgede DEAŞ’a karşı mücadele verdiğini söyleyen grupların ve güçlerin büyük bir bölümünün kesinlikle böyle bir amacı yoktur. Bu gruplar ve güçler DEAŞ’ı kendi gündemlerini hayata geçirmek için bir araç olarak kullanıyor.

PYD, YPG’nin Suriye’de ele geçirdiği bölgelerde demografik yapıyı değiştirme, halkın mallarına el koyma, kendisine karşı çıkanları öldürme veya sürgün etme yönündeki çabaları insanlık suçudur. DEAŞ’la mücadele meşru bir zeminde yürütülmediği takdirde dünyanın yeni DEAŞ’ların tehdidi altına girmesi kaçınılmazdır.

Benzer yaklaşımlar Irak’ta da söz konusudur. Irak’ın da toprak bütünlüğü temelinde varılacak uzlaşmalara ve ortak gelecek inşa etme ideallerini hayata geçirmeye ihtiyacı vardır. Bağımsızlık talepleri gibi bölgede yeni krizler, yeni çatışmalar ortaya çıkartabilecek adımlardan uzak durulması gerekiyor. Buradan Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin bu doğrultuda başlattığı girişimden vazgeçmeye davet ediyoruz. Türkiye’nin bu konudaki çok açık ve kararlı tavrını görmezden gelmek, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni elindeki imkânlardan da edecek bir sürecin önünü açabilir. Yeni çatışmaların fitilini ateşlemek yerine hep birlikte bölgede huzuru, barışı, güvenliği, istikrarı tesis için çalışmalıyız.

Sayın Başkan, kıymetli delegeler;

Suriye ve Irak’ın yanında Libya ve Yemen gibi terör örgütlerinin etkinlik kurma çabası içinde bulunduğu bölgeleri de yakından takip ediyoruz. Libya’daki meşru yönetimin uluslararası toplum tarafından desteklenmesi, ülkenin istikrarına önemli katkı sağlayacaktır. Suriye ve Irak’ta yapılan yanlışların Libya’da tekrarının Avrupa başta olmak üzere tüm dünyayı çok daha büyük tehditlerle karşı karşıya bırakacağı unutulmamalıdır.

Üzerinde hassasiyetle durduğumuz bir başka mesele de, Körfez Bölgesinde baş gösteren ihtilafın bir an önce çözümüdür. Bunun için öncelikle Katar halkının hayat şartlarını olumsuz etkileyen yaptırımların kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Kuveyt Emiri Şeyh Sabah’ın krizin çözümüne ilişkin arabuluculuk çabalarını desteklediğimizi burada ifade etmek isterim. Temennimiz, bu gayretlerin olumlu sonuç vermesidir. Körfez Bölgesinin ağabeyi olarak gördüğümüz Suudi Arabistan’ın da sorunun çözümü yönünde samimi irade göstereceğini ümit ediyoruz.

Bir başka önemli sıkıntı; dünyanın kanayan yarası olarak gördüğümüz Filistin meselesi ve buna bağlı olarak Kudüs ile Harem-i Şerif’in tarihi statüsünün korunması hususudur. Temmuz ayında Harem-i Şerif’te yaşanan kriz, sorunun ne kadar hassas olduğunu göstermiştir. Barış sürecinin devamı ancak İsrail’in yasa dışı yerleşim faaliyetlerini derhal durdurması ve iki devletli çözüm doğrultusunda adımlar atmasıyla mümkündür. Bu çerçevede uluslararası toplumu Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinli kardeşlerimize bağımsız ve coğrafi bütünlüğe sahip Filistin Devleti mücadelelerinde destek olmaya davet ediyorum.

Bir başka potansiyel kriz alanı olan Balkanlar, her ne kadar çatışma ortamı yoksa da hala çok ciddi sınamalarla karşı karşıya bulunan bir coğrafyadır. Balkan ülkelerinin Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşmelerine büyük önem veriyoruz. Dünyanın bu müstesna bölgesinde barışın, istikrarın ve refahın hakim olması için üzerimize düşen görevleri yerine getirmeyi sürdüreceğiz. Güney Kafkasya’da Azerbaycan ve Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün sağlanması, bölgesel istikrarın özellikle anahtarıdır. Bu nedenle Yukarı Karabağ, Abhazya ve Güney Osetya ihtilaflarının çözümü için çok daha fazla gayret göstermeliyiz.

Bugün görmezden geldiğimiz her krizin, yarın bölgesel ve hatta küresel bir çatışmanın fitilini ateşleme potansiyeline sahip olduğunu asla unutmamalıyız. Bu çerçevede son günlerde dünya gündemini giderek daha yoğun şekilde meşgul eden nükleer silahların her çeşidine karşı olduğumuzu da özellikle belirtmek istiyorum. Dünyayı nükleer silah belasından tümüyle temizlemeden bu tür sorunların üstesinden gelemeyeceğimiz açıktır.

Kıbrıs’ta 2008 yılında başlayan kapsamlı müzakere sürecinin Rum tarafının anlaşılmaz tutumu sebebiyle sonuçsuz kalmasından üzüntü duyuyoruz. Doğu Akdeniz’de son yıllarda keşfedilen doğal kaynakların bölgenin barışına, istikrarına ve refahına hizmet etmesi için elimizden geleni yapıyoruz, yapacağız. Kıbrıs Türklerinin haklarına saygı gösteren çözüm tekliflerini değerlendirmeye hazırız.

Sayın Başkan, değerli delegeler;

Dünyamız tüm bu küresel ve bölgesel sorunlarla mücadele ederken birkaç hafta önce Myanmar’dan aldığımız acı haberlerle bir kez daha dünya irkildi. Myanmar’ın Arakan Bölgesindeki Müslüman toplum provokatif terör eylemleri bahane edilerek adeta bir etnik temizlik yapılmaktadır.

Zaten çok büyük bir yoksulluk ve sefalet içinde yaşayan, vatandaşlık hakları dahi ellerinden alınmış olan Arakan Müslümanlarının köyleri yakılmakta, yüzbinlerce insan bölgeden ve ülkeden göçe zorlanmaktadır. Bölgeden göç eden insanların yönlendirildiği Bangladeş’teki kamplar asgari insani ihtiyaçları dahi karşılayabilecek durumda değildir.

Uluslararası toplum, tıpkı Suriye’de olduğu gibi Arakan Müslümanlarının maruz kaldığı insani dram konusunda da iyi bir sınav verememiştir. Şayet Myanmar’da yaşanan bu trajedinin önüne geçilmezse insanlık tarihi yeni bir kara lekenin utancıyla baş-başa kalacaktır. Asıl olan, Bangladeş başta olmak üzere ülke dışına sığınan Arakan halkının asırlardır yaşadıkları kendi topraklarında güven, huzur ve refah içinde hayatlarını sürdürebilmelerini temin etmektir.

Türkiye olarak bu krizin çözümü için de gayret ediyoruz. Geçtiğimiz günlerde Kazakistan’ın Başkenti Astana’da İslam İşbirliği Teşkilatı’nın bir toplantısı vesilesiyle katılımcı ülkelerle bu konuda özel bir oturum gerçekleştirdik. Eşim, oğlum, Dışişleri Bakanımız, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımızı Bangladeş’e o kampları yerinde görmeye gönderdik. Ve orada yaptıkları ziyaretle gıda, ilaç, giyim -ki desteğin ikinci etabını da takip ediyoruz- desteklerimiz devam edecek. Ve şimdi Birleşmiş Milletler binasında İslam İşbirliği Teşkilatı Rohingya Temas Grubu Toplantısını gerçekleştireceğiz.

Son krizin hemen ardından 7 Eylül’de Bangladeş’teki kampları ziyaret eden eşim, Dışişleri Bakanımız, Bakan ve sivil toplum kuruluşlarımız, yaşanan insani drama bizzat şahit olmuşlardır. Ülkemizin resmi kalkınma yardım kuruluşu olan TİKA, Myanmar’da yardım faaliyeti yürütebilen tek organizasyon durumundadır. Ayrıca, AFAD, Kızılay, Diyanet Vakfı ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarımız da Bangladeş ve diğer ülkelerde mağdur durumda bulunan Arakanlı Müslümanlara insani yardım ulaştırma faaliyetlerini sürdürüyor.

İlgili ülkelerin gereken imkânları sağlaması halinde yardım faaliyetlerimizi daha kapsamlı şekilde sürdürmek istiyoruz. Ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Sayın Guterres’le de bu konuları bugün görüştüm. Şimdi ise bu adımları süratle atmanın hazırlığı içindeyiz.

Sayın Başkan, değerli delegeler;

Tüm bu gelişmeler ve yaşanan insani trajediler Türkiye olarak ‘Dünya 5’ten büyüktür’ diyerek sembolleştirdiğimiz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yeniden yapılandırılması çağrımızın haklılığını teyit ediyor. Aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin reforme edilmesinde ne kadar geç kaldığımızın da bu ifadesidir.

Tüm dünyanın temsilcileri sıfatıyla bu çatı altında biraraya gelen bizler terör örgütlerinin cinayetlerine, insani krizlere ve mağduriyetlere engel olacak bir irade ortaya koyamazsak, o zaman herkes başının çaresine bakmanın yollarını arar. Bu anlayışın yaygınlaşması durumunda dünyamız yeni bir kaos ve zulüm fırtınasının içine sürüklenir. Batı ülkeleri, yabancı düşmanlığı, ırkçılık, İslam karşıtlığı gibi eğilimleri engellemezse, kriz bölgelerindeki ülkeler terör örgütleriyle ve yoksullukla kararlı bir şekilde mücadele etme iradesi ortaya koymazsa ve hep birlikte bunların tamamı için işbirliği yapmazsak, ‘sürdürülebilir bir dünyada herkes için barış ve insanca yaşama’ ideallerimize nasıl ulaşabiliriz?

Mülteciler Yüksek Komiserliği döneminde yakın işbirliği içinde olduğumuz Sayın Genel Sekreterin bu doğrultuda yürüttüğü çalışmaları destekliyoruz. Mevcut yapısıyla insanlığın hayrına somut adım atma kapasitesi kalmamış olan bu çarpık sistemin devamında ısrar etmek kimsenin faydasına değildir.

Biz, Güvenlik Konseyinin demokratik, şeffaf, adil ve etkin bir yapıya kavuşmasını istiyoruz. Teklifimiz de, Güvenlik Konseyi’nin tamamı aynı hak ve yetkilere sahip, her yıl 10’u yenilenmek suretiyle hepsi de 2 yıl görev yapan 20 üyeden oluşan bir yapıya kavuşturulmasıdır. Böylece dünyadaki ülkelerin tamamı sıraları geldikçe bu önemli kurumda söz sahibi olacaktır. Artık İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya yok, dünya çok değişti. Öyleyse, sadece 5 daimi üyeyle idare edilen bir dünya değil tüm dünya ülkelerinin görev aldığı, dünya ülkeleriyle idare edilen bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin insanlığın vicdanı olacağına inanıyoruz.

Sözlerime son verirken, yüzümüzün ve gözlerimizin rengi ne olursa olsun gözyaşlarımızın aynı olduğunu hatırlatmak istiyorum. Sizleri dünyanın farklı köşelerinde akan gözyaşlarını dindirmek amacıyla bir an evvel harekete geçmeye çağırıyorum. 72. Genel Kurul çalışmalarının bu doğrultuda yapacağımız çalışmalara katkıda bulunacağını ümit ediyorum.

Bu duygularla insanlığın ortak parlamentosu olan bu çatı altında özellikle tüm ülkeleri ve halkları şahsım ve ülkem adına sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Kalın sağlıcakla.