Değerli Muhtarlarımız,
Kıymetli Kardeşlerim,
Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle, selamlıyorum.
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine, bu gazi mekâna hoş geldiniz.
Muhtarlar Toplantımızın 40’ıncısında sizlerle birlikteyiz.
Bugün de Ağrı, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Eskişehir, Hakkari, İstanbul, Kahramanmaraş, Kastamonu, Malatya, Manisa, Sakarya, Siirt ve Şanlıurfa illerimizden gelen siz kıymetli muhtarlarımızı misafir ediyoruz.
Böylece, muhtarlar toplantımızın “40’ını çıkartarak” bir dönüm noktasını daha geride bırakmış oluyoruz.
Ülkemizdeki 50 bin muhtarımızın tamamıyla bir araya gelmek üzere çıktığımız bu yolda, bugünkü toplantımızla birlikte 20 bine yaklaştık.
Cumhurbaşkanlığı Külliyesinin önemli bölümlerinden biri olacak sergi ve toplantı salonumuz bittiğinde, inşallah 2 bin kişilik gruplar halinde bu buluşmaları gerçekleştireceğiz.
Hedefimiz, 2019 Kasım ayına kadar, tüm muhtarlarımızla bir araya gelmiş olmaktır.
Bu hedefe ulaşamasak bile, milletimizin ve sizlerin teveccühüyle görevimize devam edecek olursak, 2019 Kasım’ı sonrasında da toplantılarımızı sürdüreceğiz.
Yarının sizler için anlamlı bir gün olduğunu biliyorum.
Esasen, bu buluşmayı yarın yapacaktık.
Ancak, yarın öğleyin Nijerya Cumhurbaşkanı misafirimiz olacağı için, sizlerle olan toplantımızı bugüne almak durumunda kaldık.
Evet… 19 Ekim Muhtarlar Gününüzü şimdiden tebrik ediyorum.
Bu anlamlı gün vesilesiyle ülkemizdeki tüm muhtarlarımıza ifa ettikleri önemli görevde Rabbim’den muvaffakiyetler diliyorum.
Değerli Kardeşlerim…
Seçimle işbaşına gelen görevlerin ilk basamağını teşkil eden muhtarlarımızla, en üst basamağını oluşturan Cumhurbaşkanlığı arasında böylesine bir gönül köprüsü kurulmasını çok önemli görüyorum.
Dikkat ederseniz, milli iradeye saygı duymayanlar, Cumhurbaşkanına yaptıkları saygısızlığın aynısını muhtarlarımıza da yapıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevimizden haksız bir şekilde alınıp cezaevine yollandığımızda, arkamızdan “muhtar bile olamaz” manşetleri atmalarının sebebi budur.
Çünkü onların derdi, muhtarla, belediye başkanıyla, milletvekiliyle, cumhurbaşkanıyla değil; doğrudan doğruya milletin kendisiyledir, değerleriyledir, kültürüyledir, tarihiyledir.
Rahmetli Âşık Veysel’i kılık-kıyafetinden dolayı Ankara’nın merkezine sokmayan zihniyet, sizin muhtar, benim Cumhurbaşkanı olarak görev yapmama da tahammül edemiyor.
Ellerinden gelse, bizleri bir dakika bu hizmet makamlarında tutmazlar.
Nitekim geçmişte, 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a kadar her fırsatta bunu yapmışlardır.
Ülkemizde darbeler, her şeyden ve herkesten önce millete karşı gerçekleştirilmiştir.
En son 15 Temmuz’da hep birlikte yaşadığımız ihanet teşebbüsünün hedefi de doğrudan doğruya milletimizdi.
Cumhuriyet tarihimizde ilk defa, milli iradenin kalbi olan Meclis binası, milletin evi olarak tarif ettiğimiz Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, emniyet teşkilatımızın birimleri bombalı saldırıya uğradı.
FETÖ ihanet çetesinin gözü dönmüş canileri, elinde bayrağı, dilinde tekbiri, kalbinde imanı, tunç yürekli kahramanlara mahsus cesaretiyle karşılarına dikilen milletimizin üzerine ateş kusmakta tereddüt etmediler.
Ama milletimiz, bu ihanete karşı öyle bir beraberlik ortaya koydu ki, inanın bana, tarihte eşi-benzeri olmamış bir cevabı bunlar gördüler.
Şair, o gecenin ruhunu ne güzel anlatmış:
“Zalimlere dur diyen isyanımız bir bizim
Devlere mezar olan destanımız bir bizim
Bin bir çiçekten gelen dermanımız bir bizim
Meşalemiz, o kutlu fermanımız bir bizim
Derdimiz divanedir; ozanımız bir bizim
Direnişe çağıran ezanımız bir bizim
Hangi denize varsak limanımız bir bizim
Nemrutları deviren imanımız bir bizim”
Evet… 15 Temmuz’da hainler emellerine ulaşamadılar, ama biz tıpkı Çanakkale’de, tıpkı İstiklal Harbinde olduğu gibi birliğimizi, beraberliğimizi, kardeşliğimizi bir kez daha perçinledik.
Sergiledikleri tüm caniliğe, tüm alçaklığa, tüm müptezelliğe rağmen başarısız olan bu hainler, şimdi adalet önünde hesap veriyor.
Yavaş yavaş neticelenmeye başlayan davalarda suçlu bulunan herkes, ihanetinin derecesine göre cezasını alıyor.
Yurt dışına kaçmış olanları da asla kendi hallerine bırakmayacak, hak ettikleri cezaya çarptırılana kadar peşlerinde olacağız.
İster yurt içinde, ister yurt dışında olsun, Türkiye’ye ve Türk Milletine bu ihaneti yapanların hiçbiri de, ömürleri boyunca rahat yüzü göremeyecek.
Ülkemizi ele geçirmek, milletimizi esir etmek için böyle bir alçaklığa kalkışanları, uğrunda dünyalarını ve ahiretlerini berbat ettikleri şarlatan da, onun ipini elinde tutanlar da kurtaramayacak.
Allah başka kimseyi şaşırtıp da böyle bir bataklığa saplatmasın.
Rabbim bizleri Sırat-ı Müstakimden ayırmasın.
Kardeşlerim…
Türkiye, sadece FETÖ’yle değil PKK’sından DEAŞ’ına kadar envai çeşit terör örgütüyle de mücadele ediyor.
Evet, açıkça söylemek gerekirse, Türkiye bir terör kuşatmasıyla karşı karşıyadır.
Şu anda ben burada muhtar kardeşlerimle bir hasbihalde bulunuyorum. Bu aynı zamanda bir dertleşmedir. Çünkü sizler iradeyi ortaya koyduğunuz zaman bu ülkeye kimsenin kolay kolay ihanet etmesi mümkün değildir, sizin iradeniz çok önemli. Tüm muhtarlar bu dayanışmamızı yaparken bulunduğumuz makamlar için yapmayacağız, elde edilecek birçok imkânlar için yapmayacağız. Allah için yapacağız, bu vatan için yapacağız, bu millet için yapacağız.
Değerli Kardeşlerim,
Bu makamların hepsi gelip geçicidir. Şahsımın bulunduğu makam da öyle, sizinkiler de öyle. Gün gelecek bu görevleri bırakacağız. Gün gelecek dünya bizi, biz dünyayı bırakacağız. Gideceğimiz yer belli; 2-2,5 metreküplük bir mezar, öyle mi? “Er kişi niyetine” deyip bizi oraya defnedecekler, ayrılıp gidecekler. Ne cumhurbaşkanı niyetine diyecekler, ne meclis başkanı, ne başbakan, ne bakan, ne muhtar demeyecekler, er kişi niyetine… Eğer geride hoş bir seda bırakmışsak, ha o zaman millet ne diyecektir? Allah cumhurbaşkanımızdan razı olsun, iyi şeyler yaptı. Allah başbakanımızdan razı olsun, iyi şeyler yaptı. Allah muhtarımızdan razı olsun, iyi şeyler yaptı; mesele bu!
Onun için bu kuşatmanın görünürdeki aktörleri olan terör örgütlerini iyi bileceğiz; ama biz biliyoruz ki, onların arkasında farklı emelleri olan farklı güçler var.
Millet olarak iki asırdır bu tehditlere aşina olduğumuz için, soğukkanlılığımızı, dirayetimizi, aklıselimimizi asla kaybetmiyor, duygularımızı aklımızın önüne geçirmiyoruz.
Emin olun ülkemizin yaşadığı saldırılara başka hangi devlet ve millet maruz kalsa, şimdiye kadar çoktan teslim bayrağını çekmiş veya darmadağın olup gitmişti.
Biz, ne teslim olduk, ne de dağıldık; dimdik ayakta durduk.
Tüm bu saldırılar karşısında tek bir adım dahi geri atmadık.
Çünkü bizim lügatimizde bunlar yoktur, sadece mücadele vardır.
Bizim inancımızda Hakka ram olmak, halka güvenmek vardır.
Gerekirse canımızı ortaya koymaktan kaçınmayız, ama istiklalimizden ve istikbalimizden asla taviz vermeyiz.
33 yılını geride bıraktığımız terörle mücadele döneminde, 15 Temmuz’da, sınır ötesi operasyonlarımızda verilen her şehit, milletimizin hürriyeti hususundaki kararlılığının birer ispatıdır.
Her zaman söylediğim gibi, şehitlerimiz vatanımızın tapu senetleridir.
Ama bazıları şahadet nedir bilmiyorsa, şehitlik nedir bilmiyorsa, bunlara ne diyelim? Bunu anlamayanlar var, bu işi bilmeyenler var. O makamın nedenli âli olduğunu bilmeyenler var. Peygamberliğe en yakın makamın şahadet, şehitlik makamı olduğunu bilmeyen cahiller var ama öğrenecekler. Ne zaman? Doğru çizgiye geldikleri zaman, sırat-ı müstakime geldikleri zaman. Gelebilirlerse; gelemezlerse vay haline.
Bu ülkeye göz diken herkes, önce bu senedin bedelini ödemeyi göze almak zorundadır.
Türk Milleti öyle, köken, mezhep veya meşrep kışkırtmasıyla birbirine düşecek, kendi eliyle kendi ülkesini ateşe atacak bir millet değildir.
Bölgemizdeki diğer ülkelerde oynadıkları oyunu defalarca bizde de tedavüle sokmaya çalıştılar.
Kimi zaman ufak tefek hasarlar aldığımız oldu.
Ama gayelerine asla ulaşamadılar.
Bu süreçteki en büyük kaybımız, cumhuriyetimizin temel misyonu olan muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkma hedefimizin gerisinde kalmış olmamızdır.
Hamdolsun, geçtiğimiz 15 yılda yaptığımız icraatlarla, bu kaybı da büyük oranda telafi ettik.
Bir süredir, yeni ve daha büyük bir senaryoyla karşı karşıyayız.
Gaye hiç şüphesiz aynıdır: Ülkemizi bölmek, milletimizi parçalamak, bin yıllık kadim yurdumuzu darmadağın etmektir…
Fakat Türkiye, sadece 80 milyon vatandaştan, 780 bin kilometrekare vatan toprağından ibaret değildir.
Kendimizi bundan ibaret görürsek, hem kendimiz yanılırız, hem kalbi bizim için atan tüm kardeşlerimizi de yanıltırız.
Kıymetli Kardeşlerim
Türkiye’nin en büyük gücü, Balkanlardan Afrika’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada, ortak tarih geçmişi, kültür birlikteliği, medeniyet değerleri ile bağlı olduğu yüz milyonlarca kardeşe sahip olmasıdır.
Geçen hafta Ukrayna, oradan Sırbistan, oradan Sancak seyahatlerimi televizyon ekranlarında izleyenleriniz olmuştur, herhâlde. Sancak’ta Novi Pazar’da oradaki kardeşlerimizin sevgi gösterilerini izlemişsinizdir. Yolların sağı-solu, 7’den 70’e kadın-erkek nasıl bir heyecanı yaşadıklarını gördünüz. Bu aslında tarihin bize yüklemiş olduğu bir heyecandır. Tarihin bize yüklemiş olduğu bir coşkudur.
İşte bak şu anda iki bin kilometrekarelik Fırat Kalkanı Harekatının yapıldığı bölgede orada yaşayan insanlar, evet, Türkiye’den oraya giren askerimizi, bütün güvenlik güçlerimizi nasıl karşılıyor görüyorsunuz. Aynı şekilde İdlib’e askerimizin girişinde nasıl karşıladıklarını herhalde televizyonlarda izlediniz. Ne diyorlar? “Fatih’in torunları, hoş geldiniz.”
Kardeşlerim, bunlar durur dururken olmuyor. Mazlumlar, mağdurlar bizi bekliyor bizi… “Gelin bizi kurtarın” diyorlar. İşte bak Somali’de bir terör eylemi oldu, 300 civarında insan orada öldürüldü ve yüzlerce insan yaralı. Kim koştu oraya? Gene Türkiye. Ya nerede dünyadaki diğer ülkeler? Lafa geldiği zaman bakıyorsun hiç ortada bir şey bırakmıyorlar. Hadi ya sizin uçaklarınız yok mu, sizin cerrahlarınız yok mu, doktorlarınız yok mu? Niye göndermiyorsunuz? Şu anda bizim cerrahlarımız orada Recep Tayyip Erdoğan Hastanesinde operasyonlara giriyorlar. Gönderdiğimiz uçağımız oradan yaralıları aldı ve buradaki hastanelere getirdi. Şimdi buralarda bakımları, tedavileri yapılıyor, aileleriyle beraber geldiler.
Değerli Kardeşlerim
Bu bir dertli olma işidir. Biz dertliyiz dertli… Bizim derdimiz var. Nerede mağdur varsa, nerede mazlum varsa biz oradayız, biz duramayız. Bu iş öyle sıradan bir iş değil, rastgele bir iş değil. Onun için de bu sorumluluğun bilinciyle hareket ediyoruz.
İşte öyle bir güçtür ki, dünyanın en büyük ordularını, en gelişmiş silahlarını bir araya getirseniz, dengini bulamazsanız. Bu başka bir sevda…
Akif merhum, ne diyor:
Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse huda’nın ebedi serhaddi;
‘o benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme’ dedi.
Asım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Evet…Biz böyle bir ecdadın ahvadıyız. Çanakkale’de sadece bizim milletimizin değil, tüm mazlumların, tüm insanlığın, tüm ümmetin namusunu çiğnetmeyen ruh, işte bu ruhtur.
Bugün de Türkiye, kendisiyle birlikte tüm kardeşlerinin, tüm insanlığın izzetini, özgürlüğünü, geleceğini koruma mücadelesi veriyor.
Bize ne diyorlar? “Suriye’de ne işiniz var”, “Irak’ta ne işiniz var”, “Balkanlarda, Kafkaslarda, Orta Asya’da, Kuzey Afrika’da ne işiniz var” diye soruyorlar.
Tarih bilmez bu gafillere cevabımız şudur:
Ankara’nın doğusundaki ve kuzeyindeki tüm coğrafyalar kalbimizin bir yanı, batısındaki ve güneyindeki tüm coğrafyalar da kalbimizin diğer yanıdır.
İnsan kalbini parçalayabilir ve bir kısmından vazgeçebilir mi?
Öyleyse, biz de oralardan, oralardaki kardeşlerimizden vazgeçemeyiz.
İdlip’te yanan her ciğerin, bizim için Hatay’da, Gaziantep’te dökülen gözyaşından bir farkı yoktur.
Yıllarca rahmetli Abdurrahman Kızılay’ın sesi ve edasıyla dinlediğimiz o güzel Kerkük türküsünde ne diyor:
“Altın hızma mülayim
Seni hak’tan dileyim
Yaz günü temmuzda
Sen terle ben sileyim
Gün gördüm, günler gördüm
Seni gördüm şad oldum”
Şimdi biz, hepimizi yüreğimizden kavrayan bu güzel türkünün yakıldığı Kerkük’e nasıl sırtımızı dönebiliriz?
Ecdadımız, Gazi Mustafa Kemal, Misakı Milliyle en batıdan en doğuya, Kerkük’e kadar burada bu hattı çizmediler mi? Kerkük Türkmenleri oralarda değil miydi? Aynı şekilde Musul’da değil miydiler? Vardılar.
Bak ne diyor:
“Yar dayansın
Sineme yar dayansın
Men düştüm aşk oduna
Tutuşsun yar da yansın”
İşte böylesine içli bir Kerkük Divanını dinleyip de “Aman bu işlere karışmayalım” demek bize yakışır mı?
Aynen işte Somali’nin başkenti Mogadişu’da kalleş bir terör saldırısı oldu, 300 kişi ölü, çok daha fazla yaralı var.
Hemen ambulans uçağımızı gönderdik, gereğini yaptık.
Sözde gelişmiş ülkelerin tek kelime etmediği, kıllarını kıpırdatmadığı bu vahşet karşısında, insanlık vazifesini yerine getiren tek ülke Türkiye oldu.
Çünkü biz, asıl bunları yapmazsak kendimize, ecdadımızın bıraktığı mirasa, değerlerimize sırtımızı dönmüş oluruz.
Kurtuluş Savaşımızın ardından yeni devletimizi kurduğumuzda nüfusumuzun önemli bir bölümü, 5 milyon kilometrekarelik Osmanlı coğrafyasının dört bir yanından kopup gelmiş muhacirlerden oluşuyordu.
Cumhuriyet döneminde de farklı davranmadık.
Kimi zaman Balkanlardan, kimi zaman Kafkaslardan, kimi zaman daha başka coğrafyalardan gelen milyonlarca kardeşimizi bağrımıza bastık, ekmeğimizi bölüştük, vatanımızı vatanları olarak görmelerini sağladık.
Daha çeyrek asır önce, Birinci Körfez Savaşında, Kuzey Irak’taki Kürt kardeşlerimiz bir katliamla karşı karşıya kaldıklarında, hiç düşünmeden hemen sınırlarımızı açtık, gelen yüzbinlerce Kürt kardeşimizi misafir ettik.
Suriye’de işler 2011 yılından itibaren karıştığında, yine hemen sınırlarımızı açtık, gelen milyonlarca kardeşimizi misafir etmeye devam ediyoruz.
Aynı şekilde, bu süreçte Irak’taki karışıklıklardan kaçıp ülkemize gelen 250 bin kişiyi, Kürdü, Türkmeni, Ezidisi, Süryanisi, hepsine kapıyı açtık., topraklarımızda barındırmayı sürdürüyoruz.
Türkiye için bunların hiçbiri zül değildir, yük değildir.
Tam tersine biz zor günlerinde kardeşlerimizin yanında olmaktan memnuniyet duyuyoruz.
Bunun karşılığında hiçbir maddi beklentimiz yok.
Ancak, zor günlerinde yanlarında olduğumuz kardeşlerimizin, ülkemizin istiklal ve istikbaline yönelik konularda hassasiyet gösterilmesini beklemenin de hakkımız olduğunu düşünüyoruz.
Sevgili Dostlar
Bizim, ne Irak’taki, ne de Suriye’deki Kürt kardeşlerimizle en küçük bir sıkıntımız, sorunumuz, husumetimiz yoktur.
Irak ve Suriye’deki Araplara, Türkmenlere nasıl bakıyorsak, Kürtlere de aynı şekilde bakıyoruz; hepsini de kardeşimiz olarak görüyoruz.
Bizim derdimiz, sadece ve sadece terör örgütleriyledir.
PKK’yla mücadele ederken, biz bu örgüte mensup teröristlerin kimliğine, diline, meşrebine bakmıyoruz.
DEAŞ’la mücadele ederken de, karşımıza çıkan teröristlerin kimliğine, diline, meşrebine bakmıyoruz.
FETÖ’yle mücadelede de tek ölçümüz terör örgütü mensubu olup olmadığıdır.
Her kim ki, terör örgütleriyle vatandaşlarımızın veya sınırlarımız dışındaki kardeşlerimizin kökenlerini, mezheplerini, meşreplerini birlikte ifade ediyorsa, kesinlikle art niyetlidir, kesinlikle başka hesaplar içindedir.
Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ile yıllarca birlikte çalıştık.
Çok da güzel işbirliği yaptık.
Eğer bugün Kuzey Irak’ta insanlar huzur ve refah içinde yaşıyorsa, bunda en büyük pay sahibi, bilmeseler de Türkiye’dir. Mali yönden sıkıştılar, memurlarımızın maaşını ödeyemiyoruz dediler. Bizden kredi istediler, biz kendilerine ciddi manada kredi verdik. Kimse vermedi, ama biz verdik.
Öyleyse, dün Kuzey Irak Yönetimine bu derece muhabbetle bakan ve yardımcı olan Türkiye, bugün niye sınır kapılarını, hava sahasını kapatıyor?
Bu sorunun cevabını, en başta Kuzey Irak Bölgesel Yönetiminin vermesi gerekiyor.
Çünkü meseleyi bu noktaya getiren biz değiliz, onlar.
Bölgenin farklı kimliklerden oluşan yapısını dikkate almadan, adeta bir histeri haliyle ve buram buram fırsatçılık kokan bir aceleyle hareket edenler, tarih önünde hesap vereceklerdir.
Kalkıyor ne yapıyor? “Kerkük benim” diyor. Ya sen hangi hakla “Kerkük benimdir” diyorsun. Kerkük’te senin tarihin var mı ya, ne işin var senin Kerkük’te? Kuzey Irak Yerel Yönetiminin olduğu bölgede otur icraatını yap, ne işin var Kerkük’te? Biliyorsun ki orada kimlerin hakkı var ve bu insanları orada maalesef zulümle terbiye etmeye kalktılar.
Irak’ta, bu sebeple dökülen her kanın sorumlusu Bölgesel Yönetimdir.
Henüz bir terör örgütünün tasallutundan tam olarak kurtulamamışken, PKK gibi sicili kabarık ve eli kanlı bir başka örgüte alan açanlara elbette göz yummayacağız, müsamaha göstermeyeceğiz.
Biz orada PKK’yı, DEAŞ’ı, Suriye’de PYD’yi, YPG’yi, kimse kusura bakmasın, hiçbirini de orada tasarruf alanında yetki kullanımına müsaade etmeyeceğiz. Ve kararlı bir şekilde bu işleri takip ediyoruz, izliyoruz. Yeri geldiğinde daha önce de söylediğim gibi bir gece ansızın geliriz, gereğini de yaparız. İdlib’de yaptık mı? Yaptık. Daha önce El-Bab’da, Rai’de yaptık mı? Yaptık. Bundan sonra da yaparız. Söyleye söyleye girilmez, bir gece ansızın girilir.
Kararlıyız ve bu nefsimiz için, şahsımız için değil, oradaki mağdurlar, oradaki mazlumlar için.
Suriye’de oynanan oyunun bir benzerinin Irak’taki gönüllü figüranlığına soyunanlar, buna uygun muameleye de razı olmak zorundadır.
Unutulmamalıdır ki, bu tür ihtiraslarla hareket edenler, en büyük zararı kendi halklarına verirler.
Kuzey Irak halkının da, huzuruna ve refahına yönelik bu yanlış politikaya karşı sesini en kısa sürede yükselteceğine benim inancım tam.
Zira şimdi yukarıdan gıda, ilaç, elbise, şu-bu falan filan artık girmeyecek. Artık hava sahası kapalı, artık Erbil’den bir yere uçuş olamayacak. Çünkü en önemli hava sahası biziz. Biz Merkezi Yönetime gıdaydı, ilaçtı vesaireydi ihtiyaçlarını oraya göndereceğiz ve Merkezi Yönetim Kuzey Irak halkına gerekli olan yardımı oradan yapacak. İnsani noktadaki hassasiyetimiz yine tabii ki devam edecek. Ama Kuzey Irak Yerel Yönetiminin başlarına neler getirdiğini de halkın görmesini istiyoruz. Halkın da onlara gereken dersi vermesini istiyoruz. Çünkü halk eğer kendisini adil bir şekilde yönetemeyen bu tür yöneticilere gereken dersi vermeyecek olursa, kusura bakmasınlar.
Aynı şekilde, Suriye’de bir terör örgütü araçlığıyla yabancı güçlerin elinde oyuncak edilmeye çalışılan Kürt kardeşlerimizin de, en kısa sürede kendi gelecekleri için en doğru kararı vereceklerine inanıyorum.
İşte bu PYD, YPG, bunlar maalesef oradaki samimi Kürt kardeşlerimizi istismar eden, evet terör örgütleridir. PKK’nın bunlar birer yan kuruluşudur. “Ben Kürt’üm, ama ne olur YPG’ye bir şey demeyin, PYD’ye bir şey demeyin!”
Kürt Kardeşlerim,
Kusura bakmayın, eğer bu teröristleri savunuyorsanız burada yollarımız ayrılır, burada yollarımız ayrılır. Samimi olacağız, benim için Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, Abhaza, böyle bir ayrım yok. Biz yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevdik, bunu böyle bilesiniz. Kürt’üm demek en tabii hakkındır, ama Kürtçülük yapmak hakkın değildir. Türküm demek en tabii hakkındır, ama Türkçülük yapmak hakkın değildir. Çünkü bunlar bölücülüktür. Rabbim ne buyuruyor? Biz sizi kavimlere ayırdık, iyi anlaşasınız, tanışasınız diye. Üstünlük neyle? Kavimle değil ittika, takvayla. Kim takva itibariyle, ittika itibariyle üstünse Allah’a en yakın olan da odur; mesele bu.
Türkiye, Kuzey Irak’taki ve Suriye’deki tüm kardeşleri gibi, Kürtlerin de kadim dostudur.
Herkes yalnız bıraktığında, buralardaki kardeşlerimizin yanında biz vardık.
Bundan sonra da, herkes çekip gittiğinde baş başa kalacak olan yine biz olacağız.
Bizim gönül dünyamız da, kollarımız da kardeşlerimize açıktır.
Yeter ki, bizi can evimizden vurmaya teşebbüs eden politikalara itibar etmesinler, bu tür girişimlerin içinde yer almasınlar.
Biz, paylaştığımız ortak geçmişi, daha aydınlık, daha mutlu, daha müreffeh, daha güçlü bir ortak geleceğe taşımaya hazırız.
Selahaddin Eyyubi’nin, Alparslan’ın, Yavuz’un, Abdülhamit Han’ın bendelerine yakışan budur. Bunu böyle bilmeliyiz.
Kardeşlerim…
Türkiye, çevremizde yaşanan tüm bu kaosun, karmaşanın, oyunların üstesinden gelebilecek güce sahiptir.
İstiklalimizin ve istikbalimizin formülü bellidir: Bu formül nedir?
Tek millet; Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Abhaza’sıyla, Boşnak’ıyla, Arnavut’uyla, Roman’ıyla biz 80 milyon tek milletiz. Şüphe var mı, var mı? Tek millet, buradan taviz vermeyeceğiz.
İki; tek bayrak. Bizim tek bayrağımız var. Ve bayrağımızı kendi kongrelerinde, toplantılarında salonlara asmayanlar utanmadan, sıkılmadan bu ülkede politika yapmak suretiyle diyorlar ki şimdi; “Yok, bizim bayrakla derdimiz yok.” Niye sokmuyordunuz salonunuza? İstiklal marşımızı okumazlar, niye? Başka marşları var. Ama utanmadan, sıkılmadan da gelirler bize bu noktada “bizim öyle bir durumumuz yok”, bunu söylerler. Biz bunları artık gayet iyi tanıdık, iyi biliyoruz. Öyleyse bak bugün burada ağırlıklı olarak benim Güneydoğulu, Doğulu muhtar kardeşlerim var. Hiç çekinmeden bunlara gereken dersi vermemiz lazım. Vermeliyiz ki bunlar da haddini bilsinler. Çok insan kaybettik, artık daha buna tahammül edemeyiz, etmemeliyiz.
Üç; tek vatan. 780 bin kilometrekareyle bizim tek vatanımız var. Bu vatanı böldürmeyiz, böldürtmeyeceğiz. Bölmeye çalışanlar bunun bedelini çok ağır öderler. Bunu bir defa bilmeleri lazım, şu anda ödedikleri gibi. Son teröriste karşı mücadelemiz devam edecek. Silahlı Kuvvetlerimizle, polisimizle, jandarmamızla, bütün güvenlik korucularımızla sonuna kadar bu mücadeleyi devam ettireceğiz.
Ve dört; tek devlet. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden başka bizim devletimiz yok. Yok paralel devletmiş, yok şöyle devletmiş-böyle devletmiş, asla!
Öyleyse demek ki bizim Rabia’mız: Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet! Bu yolda böyle yürüyeceğiz. Var mı bir şüphe?
Öyleyse buna sahip olacağız. Çünkü bunun dışında bir çıkış yolumuz, kurtuluş reçetemiz de yok. Yeter ki biz bir olalım, iri olalım, diri olalım, kardeş olalım, hep birlikte Türkiye olalım; mesele bu. İnanın bana gerisi çok kolay. Yeter ki bu samimiyeti her yerde hep beraber gösterelim. Bunu gösterdiğimiz anda zaten bizim önümüze kimse kolay kolay çıkamaz.
Türkiye şu anda yükseliyor, büyüyor; rahatsızlık buradan geliyor. İşte şimdi bu yılın ilk yarısında Türkiye’nin büyüme oranı 5.1 oldu. Avrupa’da vesaire, her yerde 2,5 vesaire. Dünyada Çin ve Hindistan’dan sonra üçüncü sıradayız. Bak nereden nerelere geldik. Biz bunu yeterli bulmuyoruz, daha iyi olacak. Her sektörde daha iyi olacak. Ama benim muhtar kardeşlerim, onlar da bir olsunlar, beraber olsunlar, iri olsunlar, diri olsunlar bu işi beraber bitirelim.
Bu duygularla bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni, bu gazi mekânı teşrifleriniz için her birinize ayrı ayrı şükranlarımı sunuyorum. Mahallelerinizdeki, köylerinizdeki kardeşlerime en kalbi selamlarımı gönderin diyorum.
Sağ olun.