Çok değerli muhtarlarımız,
Kıymetli kardeşlerim,
Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı Külliyesine, milletin evine, bu gazi mekana hoş geldiniz.
Muhtarlar Toplantımızın 34’üncüsünde sizlerle birlikteyiz. Bugün de Afyonkarahisar, Aksaray, Amasya, Antalya, Aydın, Denizli, Kocaeli, Kütahya, Muğla, Nevşehir, Rize, Sakarya, Sinop ve Tokat illerimizden gelen siz kıymetli muhtarlarımızı misafir ediyoruz.
İlk muhtarlar toplantımızı 27 Ocak 2015 tarihinde yapmıştık. Aradan geçen yaklaşık 2 yılda 400’er kişilik gruplar halinde 33 ayrı toplantımızı gerçekleştirdik, bugün 34’üncüsünü yapıyoruz. Bu demektir ki, aşağı yukarı her 3 haftada bir muhtarlarımızla biraraya geldik. Ancak, içeride ve dışarıda yaşadığımız olağanüstü hadiseler, toplantı sıklığı bakımından arayı biraz açtı. Muhtarlarımızla olan istişarelerimiz, ülkemizin ve bölgemizin, hatta dünyamızın tüm önemli meselelerini kapsayan bir hasbihal şeklinde geçiyor. Toplantımıza gelen muhtarlarımızın gerek bu salonda, gerek yemek esnasında, gerek fotoğraf çekimi esnasında ifade ettikleri hususlar şahsım için gerçekten yol gösterici oluyor.
Bizim için tek ölçü, Hakk’ın ve halkın bize çizdiği sınırlardır bize gösterdiği istikamettir. Allah’ın rızasını esas almayan hiçbir faaliyetin, hiçbir projenin, hiçbir reformun milletimizin gönlünü kazanması da mümkün değil. Biz öyle çevremizde ve dünyada pek çok örnekleri olduğu gibi nevzuhur bir millet değiliz. Tam tersine biz köklü bir devlet geleneğine, kadim bir medeniyet mirasına, geniş ve güçlü bir kültür altyapısına sahip bir milletiz. Bu bakımdan, milletimizin tercihleri rastgele değildir, arkasında işte böyle büyük bir birikim, böyle büyük bir irfan, böyle büyük bir feraset vardır. Onun için, 40 yıllık siyasi hayatımda gözüm hep milletimde oldu. ‘Milli irade’ sözü, ‘demokrasi’ sözü, ‘hak ve özgürlükler’ meselesi birileri için sadece laftan ibaret olabilir. Ama biz tüm hayatımızı bu kavramlara, bunların hayata geçirilmesine adadık.
İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif’in dediği gibi:
“Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale.”
Kimseye zağarlık yapmadan, hiçbir haksızlığa boğun eğmeden, istiklal ve istikbal aşkımızdan taviz vermeden bugünlere geldik, inşallah ömrümüzün sonuna kadar da bu şekilde bu yola devam edeceğiz.
Değerli kardeşlerim,
Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı sıkıntıları, maruz kaldığı saldırıları, üzerimizde oynanmaya çalışılan oyunları sizler de yakından görüyor, takip ediyorsunuz. Tıpkı Birinci Dünya Savaşı sonrası, İkinci Dünya Savaşı sonrası yapıldığı gibi yeni bir dünya kurulmaya ve bize de burada bir rol biçilmeye çalışılıyor. Birinci Dünya Savaşı sonrası bize biçilmeye çalışılan kefeni önce Çanakkale, ardından İstiklal Harbimizle parçalayıp atmıştık. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise ülke olarak tercihimizi Batı ittifakından yana kullanarak kendimize yeni bir yol açmanın gayreti içinde olduk.
Aradan geçen uzun zamana rağmen, bugün görüyoruz ki ülkemizle ve milletimizle ilgili kötü niyetler hala sürüyor, hala her fırsatta eski hesaplar önümüze konmaya çalışılıyor. Kimi zaman terör, kimi zaman kardeş kavgası, kimi zaman ekonomik kriz, kimi zaman siyasi kaos, kimi zaman da darbe görünümüyle ortaya çıkan bu hesaplaşma bugün de sürüyor. Özellikle son 3 yıldır yaşadığımız hadiseler bu hesaplaşmanın birer tezahüründen başka bir şey değildir.
Allah’ın yardımı ve milletimizin desteğiyle terör örgütleri üzerinden ülkemize yöneltilen saldırıları birer birer boşa çıkardık, çıkarıyoruz. Terör örgütlerinin sadece birer maşadan ibaret olduğunu, asıl mücadeleyi onların arkasındaki güçlerle verdiğimizi gayet iyi biliyoruz. Şu gerçeğin de farkındayız: Eğer maşaları kırmazsak arkadaki güç mücadelesini kazanamayız. Bunun için bölücü örgütü kıpırdayamaz hale getirmek için gereken tüm tedbirleri aldık. Bölücü terör örgütüne güvenlik güçlerimiz tarihinin en büyük darbelerini vururken, milletimiz de artık bu örgütün gerçek yüzünü görmüş durumdadır.
15 Temmuz ihanetinin müsebbibi olan FETÖ’yle mücadelemizi bürokrasiden iş dünyasına ve uluslararası alana kadar tüm cephelerde sürdürüyoruz. DEAŞ denilen ve dünyada en büyük zararı Müslümanlara veren, en çok Müslüman kanı döken örgütü hem kendi topraklarımızda, hem de bölgemizde bitirmekte kararlıyız, buna ahdettik. Meşrep farklılıklarını kaşıyarak kendilerine zemin bulmaya çalışan örgütlere de aman vermedik, vermiyoruz. Biz bu örgütlerin üzerine gittikçe dışarıya verdikleri farklı görüntü ortadan kalkıyor ve aslında hepsinin de aynı ahtapotun birer kolu olduğu ortaya çıkmaya başlıyor.
Düne kadar DEAŞ çatısı altında kan dökenler, bakıyoruz bugün PYD, YPG kimliğiyle karşımıza çıkıyor. FETÖ derseniz, ülkemize ve milletimize düşman kim varsa tüm imkanlarını onun emrine veren, kişiliksiz, kirli, satılık bir örgüt haline geldi. Rabbime hamdolsun, bu örgütlerin her biri de attıkları her adımda gerçek yüzlerini kendileri ifşa ediyorlar. Yıllarca bize bu örgütleri, birlikte çalıştıkları, işbirliği yaptıkları meşru yapılar olarak göstermeye çalışanların bile ortaya dökülen hakikatler karşısında artık söyleyecek sözleri kalmadı. Geldiğimiz noktada artık hiç değilse kartların açık oynanmasını umuyoruz. Kimsenin PYD için ‘bunların PKK ile ilgisi yok’ diyecek hali kalmadı. Çünkü bizzat NATO destekli yayınlarda bu ilişki, bu bağ tüm delilleriyle ortaya çıktı. Kimsenin ‘bizim tek önceliğimiz ve amacımız DEAŞ’la mücadeledir’ diyecek durumu da kalmadı. Çünkü Türkiye’nin El-Bab operasyonu karşısında sergilenen tavır, böyle bir hassasiyetin olmadığını gösterdi.
Aynı şekilde artık kimsenin FETÖ’yü savunacak, bu örgütün mensuplarını masum, sivil toplum kuruluşu temsilcileri olarak bunları bu şekilde gösterecek imkanı da kalmadı. Bu örgütün Türkiye’de yaşanan darbe girişimindeki rolüne tereddütle yaklaşanlar, Rusya Federasyonu Büyükelçisine yapılan suikastın ardından herhalde ikna olmuşlardır diye düşünüyorum.
Değerli kardeşlerim;
Aslında bütün bunları birer iyi niyet ifadesi olarak söylüyorum; yoksa en başından beri kimin derdinin ne olduğunu biz de, karşımızdakiler de gayet iyi biliyor. Bu acımasız bir güç meselesidir. Bu mücadelenin birinci şartı ayakta kalmaktır. Düştüğünüz anda çevremizde pek çok örneğini gördüğümüz şekilde iç çatışmalarla kardeş kavgasıyla bize kendi kendimizi imha ettireceklerinden hiç şüpheniz olmasın. Bu gerçeği gördüğümüz için biz bir yandan terör örgütleriyle mücadele ederken, diğer yandan Suriye ve Irak’taki operasyonlarımızı sürdürüyor, aynı zamanda birliğimizi, beraberliğimizi, dayanışmamızı güçlendirmeye çalışıyoruz. Bunun için her fırsatta ne diyoruz? Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet; bizim Rabia’mız bu.
Niye tek millet diyoruz? Bizi bölemeyecekler de onun için. Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Gürcü’sü, Abhaza’sı, Boşnak’ı, Arnavut’u, aklınıza ne gelirse 80 milyon biz tek milletiz; buna böyle inanın. İkincisi, tek bayrak... Bizim şehidimizin kanından rengini alan, hilaliyle bağımsızlığımızın ifadesi olan, yıldızıyla da şehidimizin ta kendisi olan bayrağımızdan başka bayrak biz tanımıyoruz ve bu bayrak için şehit olanlar şehadete yürüyor. Ve üçüncüsü de bayrak… ‘Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, / Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır’ diyerek yola yürüyoruz. Eğer bir toprağın uğrunda ölenleri yoksa, o sadece sıradan bir arazi olarak kalır, o vatan olmaz, vatan olma sıfatına ulaşamaz.
Ve dördüncüsü de tek devlet… 780 bin kilometrekare vatan ve bu vatanın üzerinde bizim Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak tek devletimiz var, başka devlet tanımıyoruz, kimse de böyle bir gayretin içerisine girmesin. Eğer girerlerse, işte şu anda Gabar’da, Tendürek’te, Besler Deresinde, aklınıza neresi gelirse her yerde yaz kış demeden bu mücadele devam edecektir. Çünkü bu ülkede bu ülkeye ihanet edenlerin yeri yoktur, olmayacaktır; bu böyle biline.
Eğer bu ülkenin evladıysan, bu ülkenin bir vatandaşıysan, vatandaşlık görevinin, vatandaşlık bilincinin içerisinde huzurumuzu bozmadan bu ülkede yersin, içersin, yatarsın; eyvallah. Her türlü hakkın da var. Bu ülkede Cumhurbaşkanlığı makamına varıncaya kadar bu payeye ulaşmadılar mı? Ulaştılar. Ama illa terörist olmak gerekmiyor ki. Kürt olup da Cumhurbaşkanı olan büyüklerimiz oldu bu ülkede. En üst devlet makamlarında yer alan değişik etnik unsurlardan vatandaşlarım var benim. Bunları bu ülkede hep yaşadık. Silahlı Kuvvetlerimizin içinde en üst makamlarda olanları gördük, bildik, yaşadık, kimseye bu yollar kapalı değil.
Ama şurada Meclis’te anayasa değişikliği çalışmalarında yaşanan tabloyu görüyorsunuz değil mi? Eğer egemenlik kayıtsız şartsız milletinse, Meclisin çalışma şekli, üslubu bellidir. Gelirsin söyleyeceklerini o kürsüde söylersin, ondan sonra da yerine çeker oturursun. O kürsü yıkmak için oraya konmadı. O kürsü, sadece söylenecek veya söyleyecek sözü olanlar için oraya kondu. Öbür taraftan terör örgütleriyle Parlamentonun önüne gelip bir siyasi partinin mensuplarıyla orada eylem yapmaları, o da çok farklı bir şey…
Değerli kardeşlerim;
Bunlar iyi niyet göstergesi değildir. ‘Bizim ne yapacağımızı göreceksiniz’ demek suretiyle demokrasi mücadelesini verenlere tehdit savurmak, bu anlayışta olanları bir yere ulaştıramaz; bunun da böyle bilinmesi gerekir. Ve Parlamentoda çalışmaları engellemek, çalışmaların sürecini uzatmak, bunlar hiçbir şey kazandırmıyor. Ne yaparsanız yapın, ne ederseniz edin, 15 gün değil de 1 ay; Parlamentodan bu ben inanıyorum ki çıkıp milletin önüne gidecektir. Eğer millete saygınız varsa, eğer milletin iradesine inanıyorsanız, eğer Gazi Mustafa Kemal’in ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ ilkesine inanıyorsanız, o zaman bir an önce bırakın müzakereler bitsin ve milletin önüne gitsin, millet ne karar veriyorsa, bu karara hep birlikte biz de eyvallah diyelim; beyan bu.
Ama görüyorum ki bunlar milletten rahatsız. İkide bir tek adamcılık, tek adamcılık; ne tek adamcılığı? Eğer olayı buraya götürmek istiyorsan, bunun kaynağında siz varsınız, sizin iradeniz var. Bu ülkede Cumhuriyet Halk Partisi’nin il başkanlarının valilik yaptığı dönemleri biliriz, belediye başkanlığı yaptığı dönemleri biliriz biz. Eğer tek adamcılıksa bu. Eğer daha da gerilere giderseniz, ha asıl tek adamcılığı orada görürsünüz. Ben o kadar defterleri açmak istemiyorum; ama zamanı gelirse o defterleri de açarız. Bu ülke neler gördü, neler...
Değerli kardeşlerim;
Bunlar tereciye tere satmaya çalışıyorlar, kusura bakmasınlar. Artık bu ülkede öyle bu tür aldatmacaları yutacak bir millet yok. Herkes yerini bilecek, haddini bilecek ve sandığa saygı duyacak, milletin iradesine saygı duyacak. Millet ne derse o olacak; bunu bilecek. İşte şimdi söyledim; tek millet dedim, tek bayrak, tek vatan, tek devlet. Kardeşlerim, şayet bu dört sütunun biri dahi çökerse dengemizi koruyamayız, çünkü sürekli saldırı altındayız. Bu dört ayağın hepsini de güçlü tutarsak saldırılar karşısında dimdik ayakta kalmayı başarırız.
Gezi olaylarında ve bölücü örgütün başlattığı çukur eylemlerinde milletimizin birliğine, beraberliğine, kardeşliğine saldırdılar. İşte o zamanlar Türkiye’de bu oyunu oynayanlar, bakın dün Amerika’da işte Sayın Trump’ın basın toplantısında orada yine bir yanlışlık yapıldı ve Sayın Trump da yine aynı o grubun muhabiri veya köşe yazarı, neyse, onu orada benzetti. Demek ki böyle değil, kusura bakmasınlar.
Bölücü terör örgütü milli birliğimizle birlikte bayrağımızı, vatanımızı ve devletimizi de hedef aldı. FETÖ’nün 17-25 Aralık darbe girişimindeki öncelikli hedefi devletimizi ele geçirmekti. 15 Temmuz’da ise çıtayı yükseltip tıpkı PKK gibi bu dört sütunun hepsine birden saldırdılar. DEAŞ derseniz, istismar ettiği kavramlar kimseyi aldatmasın, en başından beri bu toprakların bu milletin İslam’ın ruhuna, özüne, varlığına düşmanlık üzerine kurulu bir örgüttür bu örgüt. DEAŞ bize İslam’ı anlatmasın, bu millet İslam’la yoğrularak ayağa kalkmıştır. DEAŞ’tan İslam’ı öğrenmek gibi bir derdimiz yok bizim. Bizim inancımızda, bizim dinimizde DEAŞ gibi bir örgütün yeri de yoktur.
Bu örgütü projelendirenler, Irak ve Suriye’deki dini, etnik, kültürel fay hatlarında zaten yaşanmakta olan kırılmaları çok iyi değerlendirerek bölgeyi ateşe vermeyi başardılar. Dikkat ederseniz bu terör örgütlerinin kullandıkları araçlar, değerli kardeşlerim yerli de olsa kendileri doğal değildir. Hepsi de sentetiktir, fabrikasyondur, kurgudur. Türkiye, bölgedeki diğer ülkelerden farklı olarak güçlü bir siyasi kurumsal altyapıya sahip olduğu için bu zehirlere karşı dayanıklıdır. Eğer bugün Türkiye’de terör örgütleri taban bulamıyor, yapılan kanlı eylemlerle arzu edilen fitne çıkartılamıyorsa, bunun sebebi; hep birlikte tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet ilkelerine sımsıkı sarılmış olmamızdır.
Terör örgütlerinin arkasındaki güçler bu durumu gördükleri için senaryolarına daha bir ince ayar verme gereği duydular. Artık eylemler sadece kan dökmeye ve toplumu yıldırmaya yetmiyor. Tıpkı İstanbul Ortaköy yılbaşı gecesi yapılan o cani eylemin ardından olduğu gibi. Terör örgütlerinin destek kıtaları mahiyetindeki araçlar hayata geçirilerek ‘hayat tarzı’, ‘meşrep’, ‘mezhep’ tartışmaları üzerinden topluma takdim ederek toplumsal hassasiyet noktalarımıza hücum ettiler. Maalesef ülkesinin, milletinin, devletinin yanında saf tutması gereken birtakım siyasiler de bilerek veya bilmeyerek terör örgütlerinin değirmenlerine hala su taşıyorlar.
Değerli kardeşlerim;
Bu ülkede kim rejim tartışması açıyorsa, biliniz ki bunların derdi rejim değil başka bir şeydir. Türkiye’de böyle bir mesele olmadığını herkes gibi onlar da gayet iyi biliyor. Sadece toplumun bir kesiminde bu konuda var olan hassasiyeti istismar ederek asli görevlerindeki ihmallerinin, yani siyasi muhalefet eksikliğinin üstünü örtmeye çalışıyorlar. Dünya değişirken, bölgemiz değişirken, Türkiye değişirken, ‘biz hiçbir şeye dokundurtmayız, her şey olduğu gibi kalsın’ demek bağnazlığın dik alasıdır. Ana muhalefetin başındakiler de öyle demiyor mu? Öyle diyorlar.
İstanbul’a Belediye Başkanı oldum, daha Belediye Başkanlığı koltuğuna yeni oturdum, hemen siyaset, medya şunu söyledi: ‘Bunlar şimdi otobüslerde kadın-erkek ayrımına gidecekler, kadınlar bir tarafta oturtulacak, erkekler bir tarafta oturtulacak, trenleri aynı şekilde ayrıştıracaklar.’ Sene 94, sene 2016; böyle bir şey gördünüz mü, böyle bir şey yaşandı mı? Ama hep tezgah bu, bunlar avara kasnak gibi dönüp durdular.
Esasen normal şartlarda iktidarı elinde bulunduranlar mevcudu muhafaza etmeye, muhalefet de değiştirmeye çalışır. Bizde çok uzun süredir işler tersine dönmüş durumdadır, iktidarda olanlar değişim için, reform yapmak için mücadele ederken, muhalefet konumunda bulunanların bir kısmı statükoya gardiyanlık yapıyor. Hadi bu tavrı bir yönüyle tembellik olarak niteleyip bir kenara bıraktık. Çünkü Türkiye demokrasiyle yönetildiğine, milli irade belirleyici olduğuna göre, bu hesaplaşmanın yerin neresidir? Sandıktır. Peki, terör örgütlerinin ülkeyi ve milleti köken ve meşrep farklılıkları üzerinden ayrıştırma çabalarına destek verme neyin nesidir? Ülkemizde kalleş bir terör eylemi üzerinden ‘hayat tarzı’ tartışması açmak, terör örgütünün orada döktüğü kanla dahi sağlayamadığı bir başarıyı kendi illerinizle ona sunmak demektir.
Bu ülkede yaşayan, gözlerini gerçeklere kapatmayan, sırtını hakikatlere dönmeyen, insaf ve vicdan sahibi herkes kimsenin hayat tarzıyla ilgili bir sorun olmadığını çok iyi bilir. Eğer bu konuda ileri gidecek olursanız, bu konuda en rahatsız olan biziz. Niye? Benim yavrularım bu ülkede başları örtülü olduğu için bu ülkenin üniversitesinde okuyamadılar ve ben kızlarımı yurt dışına göndermek zorunda oldum. Ve bana o zaman o ülkelerin devlet başkanları, başkanları şunu söyledi: ‘Sizin ülke halkı Müslüman olan bir ülke değil mi? Niye orada okumuyorlar da buraya getiriyorsun?’ Dedim ki, ‘benim ülkemde inancına göre okuma özgürlüğü yok da onun için buraya getiriyoruz.’ İşte bakın, biz 14 yıldır bunun mücadelesini verdik; ama hamdolsun şimdi artık kızlarımız üniversitelerine, okullarına rahatlıkla istedikleri gibi özgür bir şekilde gidebilir hale geldiler, artık devlet dairelerinde özgürce inandığı gibi çalışabilir hale geldiler.
Peki ne oldu, başı açık-başı örtülü okula gidiyor da ne oldu, ne kaybettik? Bu daha önce olsaydı daha iyi olmaz mıydı? Devletin dairelerine başı açık olan kardeşlerime orada özgürlük hakkı vereceksin, başı örtülü olana vermeyeceksin; bunların hepsi de bu ülkenin evladı değil mi? Onun ekmek sahibi olma hakkı yok mu? Niye kapıları açmadınız, neden kapıları onlara kapattınız? Bunun sorumlularının kim olduğunu bu millet bilmiyor mu zannediyorsunuz? İşte bu millet bildiği için onlara bu ülkede iktidar yolunu açmıyor, kim layıksa ‘ben ona oy veririm’ diyor ve ona veriyor.
Biz dertliyiz, bizim acımız var, ama onlar hala ‘yaşam tarzı’ diyor. Ne yaşam tarzı? Nereye bir yasak getirildi söyler misiniz? 14 yıl oldu, 2,5 yıldır Cumhurbaşkanıyım, ondan önce Başbakandım, biz nerede kime ne yasak getirdik söylesinler bakalım? Bu devletin anayasasına, yasalarına ters düşen bir şey olmadıktan sonra bu ülkede herkes inandığını inandığı gibi yaşamıştır, düşündüğünü düşündüğü gibi yazmıştır, çizmiştir, konuşmuştur ve her türlü özgürlük Batıda olmadığı kadarıyla burada vardır. Kimse kusura bakmasın, bizleri enayi yerine koymasın, biz kimin ne olduğunu gayet iyi biliyoruz.
Dikkat ederseniz, ülkemizde son dönemde anayasa değişiklikleriyle ilgili pek çok çalışma yapılmıştır, ama hiçbirinde Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olduğu vurgusuna dokunulmamıştır, şu anda da aynı şekilde durmaktadır. Ama bakıyorsun, çıkıyor Mecliste birisi bir konuşma yapıyor, ne diyor? ‘O 4 madde, 4 başlık değiştirilecek’ diyor. Çıkıyorsun kürsüde konuşma yapacaksın, bari bir dersini çalış, böyle bir şey gerçekten var mı, yok mu? Böyle bir şey olmadığı halde çıkıyor bunu konuşuyor. Ve ister istemez de tabii ki iktidar da, ‘böyle bir şey yok ki, nereden çıktı bu?’ diyor. Çünkü bu ülkede, en başta şahsım olmak üzere tartışmalar hep bu kardeşinizin üzerinden götürülüyor. Benim şahsımla bu işin alakası yok ki, Türkiye’de bir anayasa değişikliği yapılıyor, olay bu. Yani yapılacak ilerideki bir cumhurbaşkanlığı seçiminde kim seçime girer, kim kazanır; kim öle, kim kala.
Değerli kardeşlerim,
Şimdi mesele şu: Yani burada, bir defa ölüm haktır değil mi? Biz kaza ve kadere inanmış insanlarız. Kimin nerede, ne zaman öleceğine dair elimizde bir yazılı belge var mı? Bizim tek derdimiz var; nedir? Bu vatana, bu millete Rabbimin verdiği ömrü süresince hizmet edebilmektir. Fakat bütün bu müzakereleri, tartışmaları bu kardeşinizin üzerinden yapmaları manidar. Kardeşim, millete kendini sevdir ve milleti sev, millet belki sizin göstereceğiniz bir adayı seçebilir, belli olmaz. Ama bunlar millete inanmıyorlar ve samimi söylüyorum milleti de sevmiyorlar, millete saygıları yok, millete hizmetleri yok. Millet de bu sefer tabii ki onlara karşı farklı bir tavır almak durumunda kalıyor, çünkü bunların demokrasiyle, laiklikle, hukuk devletiyle bana göre hiçbir ilgi, alakası yok.
Az önce söyledim ya, Ana muhalefet partisinin geçmişinde ne vardır? Biliyorsunuz Cumhuriyet Halk Partisinin il başkanları aynı zamanda valiydi, aynı zamanda belediye başkanıydı, bu ülke bunları yaşadı. Eğer tek adamcılıksa işte budur. Bunların cemaziyelevveli ortada, bize neyi anlatıyorsunuz siz? Ama bizim sorunumuz, demokrasi kavramının arkasına sığınıp milletin iradesine hiçe sayanlarladır. Sorunumuz, laiklik diyerek milletin din ve inanç özgürlüğünü sınırlamaya, hatta yok etmeye kalkanlarladır. Biz her zaman ne dedik? ‘Laiklik devletin tüm inanç gruplarıyla onlara eşit mesafede olması ve tüm inanç gruplarını güvence altına almasıdır’ dedik ve biz yola çıkarken 2001’de böyle çıktık. Ve bunu tüm dünyada nerede anlattıysak, ‘buna söyleyecek hiçbir şeyimiz’ yok demişlerdir. Ve bu laiklik anlayışını biz koruyoruz, korumaya devam edeceğiz.
Sorunumuz, hukuku millet adına kullanmak yerine şu veya bu güç odağının emrine vermeye çalışanlarladır, biz buna çalışıyoruz. Şayet Cumhurbaşkanı oldum diye bu mücadeleden vazgeçmemi bekleyenler varsa, hiç kusura bakmasınlar, onları hayal kırıklığına uğratmaya devam edeceğim. Dün olduğu gibi bugün de, yarın da Türkiye’nin, Türk milletinin istiklal ve istikbal mücadelesinde en önde olmayı sürdüreceğim. Ne diyor şair? ‘Şu yeryüzü er meydanı, / Gönül sevmez her meydanı. / Yüreksize yorgan, döşek, / Koç yiğide ver meydanı.’ Biz bugüne kadar hiçbir mücadeleden kaçmadık, meydanı hiç terk etmedik, bundan sonra da terk etmeyeceğiz. Rabbim ömür, milletim destek verdikçe, büyük Türkiye, güçlü Türkiye, yeni Türkiye yolunda çalışmaya, ter dökmeye, eser üretmeye, gerekirse bedel ödemeye devam edeceğim.
Değerli kardeşlerim;
Cumhurbaşkanı sıfatıyla 79 milyon vatandaşımın her birinin temsilcisi olduğumu hiçbir zaman aklımdan çıkarmadım, çıkarmayacağım, geçmişte Başbakanlığım döneminde, ondan önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığım sırasında aynı anlayışla hareket ettim. Ve hep şunun gayreti içerisinde oldum: Acaba garip gurebanın, fakir fukaranın, evet sesiz yığınların sesi olabilir miyim, hep bunun gayreti içerisinde oldum.
Kardeşlerim;
Siyasi farklılıklar başka bir şeydir, seçim döneminde yaşanan rekabet başka bir şeydir. İcra makamına oturduğumuzda bunların hepsi de geride kalır, bundan sonra artık sorumluluk alanındaki her bireye, her kesime, her yere hizmet götürmekle mükellefsiniz. Biz bu siyasi terbiyeyle büyüdük, bu anlayışla da görevimizi yürüttük. Başkalarının meseleye bakışı veya bakış tarzı, yöntemi farklı olabilir, o ayrı, ama biz buyuz.
Milletimiz bizim neyi yapacağımızı, neyi yapmayacağımızı 40 yıllık siyasi hayatımız boyunca tartmış, değerlendirmiş, hükmünü vermiştir. Türkiye’de hiçbir siyasetçiye nasip olmayacak kadar uzun bir süre hamdolsun başbakanlık yaptım. Kurduğum parti yine başka partililere nasip olmayan yüksek oy oranlarıyla ve kesintisiz bir şekilde 14 yılı aşkın süredir iktidarı elinde bulunduruyor. Doğrudan milletin oyuyla göreve gelen ilk Cumhurbaşkanı olma şerefine nail oldum, Rabbime hamdolsun. Eğer bu kadar zamandır demokrasiyle, laiklikle, hayat biçimleriyle bir sorunumuz olmamışsa, bundan sonra niye olsun?
Üstelik bu makamda oturan eski cumhurbaşkanları gibi sırtında yumurta küfesi taşımayan birisi de değilim, hep o yumurta küfesiyle yürütüm, ki bir tane yumurtayı kırmamayım çok dikkat etti. Doğrudan milletin oylarıyla seçildiğim için her attığım her adımın, söylediğim her sözün, yaptığım her eylemin hesabını kamuoyuna vermek mecburiyetindeyim. Hatırlarsanız, geçmişte yol açtıkları tartışmalarla ülkemizi Cumhuriyet tarihimizin en ağır krizlerine sokan cumhurbaşkanları kimseye hesap vermeden görev sürelerini tamamlayıp köşelerine çekilirlerdi. Benim böyle bir şansım da, niyetim de yok.
Türkiye’nin herhalde milletiyle en fazla iç içe olan, en fazla kucaklaşan, en fazla dertleşen Cumhurbaşkanıyımdır. Bugüne kadar Ankara ve İstanbul’da özellikle yaptığım ziyaretler ortada. Fakat Cumhurbaşkanlığı görevine başladığım günden beri Ankara ve İstanbul’daki programlarımın dışında 82 kez il ziyareti yaptım, kimi illerimize bir defa, kimilerine 2-3-4 kez gittim. Değerli kardeşlerim, bu da demektir ki her ay aşağı yukarı 3 il ziyaret ettim. Görev sürem tamamlamadan kalan 25 ilimize de mutlaka gideceğim. Bakınız, bunlar yurt dışı ziyaretlere, yurt dışından gelen misafirlerimizi ağırlamaya, uluslararası zirvelere, pek çok görüşmeye, toplantıya, diğer devlet işlerine rağmen yürüttüğüm programlardır.
Örneğin şimdi önümüzdeki hafta üç Afrika ülkesine gideceğim, oraları dolaşacağım. Çünkü biz bu göreve gelirken milletimize farklı bir Cumhurbaşkanlığı yapma, çalışma, koşturma, terleme sözü verdik. ‘Alışılmış bir cumhurbaşkanı olmayacağız, bu bizim için bir namus borcudur’ dedik. Milletimizin bize gösterdiği teveccüh, hele 15 Temmuz darbe girişiminde ortaya koyduğu sağlam duruş karşısında bu yaptıklarımızın az bile olduğunu biliyoruz. Daha fazlasını yapmak için tüm gücümüzle çalışıyoruz. Şu Külliyenin etrafında bizim 29 şehidimiz, 39 gazimiz var. Bu insanlar buraya niye koştu? Hepsi buraya Cumhurbaşkanlarını ve ekibini yalnız bırakmamak için koştular, şehadete yürüdüler. Her gece sabahlara kadar şu çevrede durdular. Bu millet sevilmez de kim sevilir? Biz milletimizi Allah için seviyoruz.
Değerli kardeşlerim;
Türkiye’nin maruz kaldığı saldırıların bir de ekonomik boyutu olduğunu artık herkes görüyor, biliyor. Elinde silahı, elinde bombası olan teröristle elinde doları, avrosu, faizi olan terörist arasında amaç bakımından hiçbir fark yoktur. Amaç; Türkiye’ye diz çöktürmek, Türkiye’yi teslim almak, Türkiye’yi hedeflerinden uzaklaştırmaktır. Bunun için döviz kurunu bir silah gibi kullanıyorlar.
Öte yandan elbette bizim de birtakım sıkıntılarımız, sorunlarımız vardır; ama bunların hiçbiri ülkemizde döviz kurunun bugünkü seviyelerine gelmesinin açıklaması değildir, olamaz. Silahlı ve bombalı terör eylemleriyle ekonomik araçları senkronize bir şekilde kullananlar aslında Türkiye’ye zarar vermek isterken, kendi varlıklarının üzerine bina ettikleri zemini tahrip ediyorlar. Çünkü diğer ülkelere şu gerçeğin farkında: Bugün Türkiye’ye yapılan yarın kendilerine de yapılabilir, bunları bilmeleri lazım. Bunun için silahlı ve ekonomik terör saldırılarına karşı her ülke şimdiden tedbirini almanın yollarını arıyor. Dünya ekonomisinin yapısal bir dönüşüm sürecinden geçtiği bir dönemde yaşanan bu hadiseler, yeni kurallar ve yeni kurumlar üretilmesine vesile olacaktır. Türkiye’nin bu fırsatları en iyi şekilde değerlendirmesi için çalışıyoruz, hazırlıklarımızı sürdürüyoruz.
Tabii bu arada biz yaşadığımız sıkıntılara, sorunlara karşı çözüm yollarını öncelikle kendimizin bulması gerektiğine de inanıyoruz. İhracatımızdaki daralmayı yeni pazarlar arayarak, turizmdeki gerilemeyi yeni destinasyonlar, yeni pazarlama yöntemleri geliştirerek, üretimdeki daralmayı kendi kaynaklarımızı, kendi teknolojimizi öne çıkartarak aşmanın yollarını aramalıyız. Döviz üzerinden yapılan spekülasyonların derinliğinin olmadığı, çok küçük rakamlarla ve daha ziyade kağıt üzerinde yürütülen işlemlerle kurların yükseltildiği ortadadır.
Milletimiz döviz almak yerine satarak, 15 Temmuz’un ertesi günü başlatılan ilk dalga saldırının önünü kesmişti. Bunun devamını ben milletimden rica ediyorum. Bugün aynı tutumu sürdürmeliyiz. Merkez Bankamız ve tüm bankalarımız da bu oyunu bozmaya yönelik bir pozisyon almalıdır. Merkez Bankası bu konuda gerekli tedbirleri alacak imkan ve kabiliyetlere sahiptir. Eğer bu sebepten dolayı bir fedakarlık yapılacaksa, işte bugünler tam zamanıdır. Tüm ülkenin ve milletin kârının, hatta bekasının söz konusu olduğu bir durumda bankalar farklı hesapların içine giremez, girmemelidir. Aynı şekilde iş dünyamıza yaptığım çağrıyı tekrarlamak istiyorum: Gün, yatırım yapma, üretim yapma, istihdamı artırma, duran çarkları çalıştırma, çalışanları hızlandırma günüdür. Eğer bugün bu riski almazsanız, yarın riske atacak hiçbir şeyiniz kalmayabilir.
Türkiye olarak 80 milyon vatandaşımız ve tüm kurumlarımızla terör örgütlerinin silahlı ve bombalı eylemlerine karşı, milletimizi ayrıştırma çabalarına karşı olduğu kadar ekonomiyi çökertme gayretleri konusunda da milli bir seferberlik ruhu içinde hareket etmeliyiz. Onun için ‘milli seferberlik’ dedim, onun için milli bir seferberlik içinde olmalıyız diyorum. Şehitlerimize, gazilerimize, bize bu toprakları vatan yapmak için her türlü fedakarlığı göze alan tüm ecdadımıza bunu borçluyuz. Bizden sonra gelecek nesillere, çocuklarımıza, torunlarımıza da bunu borçluyuz. Yaşadığı bu tarihi günlerde ülkemizin ve milletimizin birliğine, beraberliğine, kardeşliğine, mücadelesine, hedeflerine ulaşmasına katkı sağlayan herkes birer kahramandır, öyle anılacaktır.
Bu duygularla bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesine, bu gazi mekana teşrifleriniz için her birinize ayrı ayrı şükranlarımı sunuyorum. Mahallelerinizdeki, köylerinizdeki kardeşlerime en kalbi muhabbetlerimi, selamlarımı iletmenizi sizlerden rica ediyorum.
Biraz sonra yemekte tekrar birarada olacağız, şimdilik sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Allah yar ve yardımcımız olsun diyorum.