TÜBİTAK 2016 Yılı Ödüllerinin Tevdi Töreninde Yaptıkları Konuşma

29.12.2016

Değerli akademisyenler,

Değerli hocalarım,

Bilim camiamızın kıymetli mensupları, hanımefendiler,  beyefendiler;

Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. 2016 yılı TÜBİTAK Ödüllerini tevdi edeceğimiz hocalarımızı, bilim insanlarımızı kutluyor, kendilerine şahsım ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum.

Ödüllerin tespitinde gösterdikleri gayret ve hassasiyet için TÜBİTAK’ı, Sayın Başkanı ve ekibini TÜBİTAK Bilim Kurulunun kıymetli üyelerini de ayrıca tebrik ediyorum. 1966 yılından beri devam eden bu güzel geleneğin bundan sonra da süreceğine inanıyorum.

Bu yıl, malum az önce de ifade edildi, üç bilim ödülü, bir özel ödül ve dört teşvik ödülü verildi. Yapılan değerlendirmede bu yıl bilim kategorisinde ödüle layık görülen temel bilimlerden Bilkent Üniversitesi’nden Profesör Doktor Oğuz Gülseren’i; mühendislik bilimlerinde Pamukkale Üniversitesi’nden Doçent Doktor Erkan Yüce’yi; sosyal bilimlerde Bilkent Üniversitesinden Profesör Doktor Metin Heper’i; özel ödül kategorisinde Avustralya’da çalışmalarını sürdüren Profesör Doktor Kemal Kazan’ı; teşvik ödüllerinde Doçent Doktor Emre Onur Kahya’yı; Doçent Doktor Adem Tekin’i; Doçent Doktor Serdar Durdağı’yı; Doçent Doktor İlke Öztekin Gillam’ı, şahsım, milletim adına tebrik ediyorum. Kıymetli hocalarımıza bundan sonra çalışmalarında da başarılar diliyorum.

Değerli misafirler;

Türkiye’nin sınırları içinde ve bölgesinde pek çok sorunla mücadele ettiği bir dönemde, dün kültür ve sanat alanında, bugün bilim alanında ödül törenleri düzenliyor olmamızı doğrusu ben memnuniyetle karşılıyorum. Aynı şekilde son aylarda Ilgaz Tüneli, Avrasya Tüneli, enerji santralleri, barajlar, sulama tesisleri, hayvancılık tesisleri, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Osman Gazi Köprüsü gibi her biri kendi alanında çok önemli eserlerin açılışlarını yapmaktan da büyük bir gurur duydum. Ülkemizin asıl gündemi işte bunlardır, bunlar olmalıdır.

Terör örgütleriyle elbette mücadele edeceğiz ve ediyoruz. Aynı mücadelenin devamını Suriye’de, Irak’ta, gerekiyorsa başka yerlerde elbette vereceğiz. Ebediyete uğurladığımız her şehidimizin acısını yüreğimizde elbette hissedeceğiz. Bunlarla birlikte mücadelemizin gelişme, kalkınma, büyüme yönünü de kesinlikle ihmal etmeyeceğiz. Asıl bunu yapmazsak şehitlerimizin ruhlarını muazzep etmiş oluruz. Asıl kalkınma gündemimizden koparsak milletimize karşı mahcup oluruz. Onun için bu tür etkinlikleri çok önemli, çok değerli buluyorum. Esasen Türkiye’nin pozitif gündem sıkıntısı da yoktur.

Rabbim her zorlukla birlikte bir kolaylığı da bize bahşediyor.  Bilim de bu konuda bize katkı sağlıyor. Örneğin Avrupa hesap sistemine geçmemizle birlikte ülkemizin milli gelir ve büyüme rakamları baştan sona değişti. Eski hesaplama sistemiyle 2015 yılında 720 milyar dolara inmiş gözüken gayrisafi yurt içi hasılamızın, gerçekte 856 milyar dolar olduğunu gördük bu yeni hesaplama sistemiyle. 2003 yılından beri yüzde 4,7 olarak ifade edilen ortalama yıllık büyüme oranımızın yüzde 5,9 olduğu anlaşıldı. Bu oranlar bizim için elbette önemli, ama bizi asıl heyecanlandıran bu oranların Türkiye’nin dünyadaki konumu ve geleceği için taşıdığı ehemmiyettir.

OECD 2017 Küresel Kalkınma Perspektifleri raporunda ülkemizi ‘yüksek ve sürdürülebilir kalkınma’ grubunda gösteriyor olması çok çok önemli. Aynı raporda ülkemizin son çeyrek yüzyılda gelir farkını yüzde 10 azalttığı tespiti de yapılıyor. Bununla da kalmıyor, kalkınma hızımızı bu şekilde sürdürmemiz halinde 2030’a kadar orta gelirli ülkeler grubundan ‘yüksek gelirli ülkeler grubuna çıkacağımız’ tasavvur ediliyor. Bir başka ifadeyle, Türkiye adım adım sınıf atlıyor.

Saygıdeğer hocalarım, değerli misafirler;

Az önce ifade edildi, İslam dünyasının diğer inanç gruplarının yaşandığı dünyada oran itibarıyla bilimde nerelerde olduğu... Tabi ki bu bizim için çok çok üzüntü verici bir tablo. Benim buradaki ısrarım şu: Türkiye öyle bir sıçrama yapmalıdır ki, öyle bir adım atmalıdır ki, biz bu dengesizliği dengeler hale getirmeliyiz. Türkiye olarak biz bunu yapar mıyız? Ben inanıyorum biz bunu yaparız, Türkiye’de bu altyapı var.

Şu 14 yılda biz bir sıçrama yaptık, en azından fiziki mekanlar itibarıyla artık üniversitesi olmayan ilimiz kalmadığı gibi, üniversitelerimizin sayısını artırmak bir yana, anaokulu, ilk, orta, lise, buralarda ciddi sıçrama, okuma-yazma oranlarının ciddi manada artıyor olması ve ülkemizde ‘haydi kızlar okula’ kampanyalarıyla kızlarımızı cehalete mahkum eden anlayışın artık cehaletten şöyle ilme doğru teşvik ediliyor olması nerelerden nereye geldiğimizi göstermesi bakımından çok önemlidir. Yeterli mi? Asla değil, biz bunu çok daha ileri seviyelere taşımamız lazım. Tabi burada saygıdeğer hocalarımıza, şüphesiz ki özellikle de siyaset kadrolarına çok büyük görev düşüyor. Siyaset ilmin, irfanın önünü açmak durumundadır, onu teşvik etmek durumundadır. 14 yıl içerisinde bunu yapmanın gayreti içerisinde olduk. Bunu özlük haklarından tutunuz personelde ciddi manada artışı sağlama noktasına varıncaya kadar teşvik ettik, ediyoruz; yeterli mi? Değil, bunun daha da artması lazım.

Değerli arkadaşlar; güzel haberler tabi ki sadece bunlarla bitmiyor. Biliyorsunuz Türkiye olarak uzun süredir Batılı ülkelere terör örgütleri arasında ayrım yapmamaları, bu konuda ilkeli, tutarlı davranmaları çağırısında bulunuyoruz. Buna karşılık, Amerika başta olmak üzere kimi ülkeler kendilerince çeşitli bahanelerle ileri sürüp harf oyunlarıyla göz boyayarak bölgemizde masumları katleden örgütlere aleni destek verme yoluna gidiyor. Bunları da dile getirdiğimiz zaman beyefendiler rahatsız oluyor. ‘Bize böyle medya aracılığıyla sataşmayın’ diyorlar Tamam da, bunu nerede konuşacağız? Bunu ikili toplantılarda vesaire, buralarda da konuştuk sizlerle, hala konuşuyoruz. Ama sizler terör örgütlerine kalkar bu bölgede her türlü silah yardımını yaparsanız, ondan sonra bunu bir kılıfa koyarak, ‘hayır, biz silah göndermiyoruz, mühimmat gönderiyoruz’ derseniz, kusura bakmayın, bunu biz yutmayız. Bizim de Silahlı Kuvvetlerimiz var, bizim de güvenlik güçlerimiz var; ne mühimmattır, ne silahtır bunu en az sizler kadar biliyoruz.

Düşünebiliyor musunuz, biz NATO’da sizinle beraberiz. NATO’da sizlerle beraber olduğumuz halde siz bu destekleri bize değil, bölücü terör örgütlerine veriyorsunuz. Yoksa NATO’daki ortağınız sizin bu bölücü terör örgütleri midir? Nasıl oluyor da siz bu bölücü terör örgütleri olarak kabul ettiğiniz bu örgütlere bu tür destekleri veriyorsunuz? Bunu bizim kabul etmemiz mümkün değil, bunu yutmamız mümkün değil. Eğer biz NATO ittifakı içerisinde berabersek, eğer biz stratejik ortaksak, eğer biz model ortaksak, o zaman siz bizim yanımızda yer alacaksınız, bölücü terör örgütünün yanında yer almayacaksınız. Bunun için de bizden çok daha farklı ifadeler, güzellemeler beklemeyeceksiniz. Bunu da açık açık her zaman söylemeye mecburuz. Çünkü siz siyaset yaparken nasıl ‘halkımız bizden bir şeyler bekliyor’ diyorsanız, kusura bakmayın, bizim siyasetçilerimiz, bizler de halkımıza bir hesabın verileceğinin bilinci içerisinde bu ifadeleri kullanıyoruz, bu adımları atıyoruz.

Türkiye, Suriye kaynaklı tehditleri sınırları boyunca yaşarken, hatta sınırlarımızın içine bombalar yağarken, NATO adeta olayın tamamen dışında tutuldu. Bugün de El-Bab operasyonumuzda ne NATO’nun, ne de bölgede güç bulunduran güya müttefik ülkelerin en küçük bir desteğini görmüyoruz. Sözüm ona DEAŞ’a karşı mücadele için kurulan koalisyon, bugün DEAŞ’a en büyük zayiatı verdiren, örgütün belini kıran El-Bab harekatına hiçbir katkı sunmuyor. Ve üstelik yalan üstüne yalan… Ne diyorlar? ‘Türkiye DEAŞ’a destek veriyor.’ El insaf. DEAŞ’a karşı en büyük mücadeleyi zayiatı veren biziz ve bu noktada gerçekten başından itibaren Özgür Suriye Ordusunun vermiş olduğu çok ciddi zayiat var. Bu Özür Suriye Ordusunu bizim içimizde bile bazı mahfiller terör örgütü olarak ilan ediyor. Özgür Suriye Ordusu terör örgütü filan değil, hatta Amerika’nın başında ‘birlikte kuralım’ dediği bir örgüttür bu örgüt, ılımlı muhaliflerden oluşan bir direniş hareketidir. Biz şimdi onlarla beraber hareket ediyoruz ve biz onlara gerekli desteği veriyoruz. Niye? Kendi topraklarında onları yalnız bırakmamak için.

Terör örgütleriyle ilgili bu ilkesiz tutuma, bu çifte standarda NATO içinden de itirazlar yükseldiğine şahit oluyoruz. NATO’ya akredite Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’nin bir yayınında, bizim yıllardır dile getirdiğimiz PKK ile YPG, HPG, PJAK, KCK gibi yapıların aynı örgütler olduğunun kapsamlı bir araştırmayla ispatlandığını gördük.  2014-2015 yıllarını kapsayan bu akademik çalışma, altını çiziyorum, çok güzel bir ifade, “ölüler yalan söylemez” başlığını taşıyor.

Terör örgütünün kendi internet sitesinde, çatışmada öldüklerini ilan ettiği 2096 teröristin bilgilerini analiz eden araştırma, aslında ölenlerin hepsinin de PKK militanı olduğunu belirtiyor. PKK’nın aynı kadroyu kimi zaman Suriye’de, kimi zaman Irak’ta, kimi zamanda İran’da kullandığı gösteren terör örgütünün Alicengiz oyununu ifşa eden bu önemli belge bizim ısrarla ifade ettiğimiz gerçeği tüm dünyanın, özellikle de NATO üyelerinin adeta yüzüne haykırıyor.

Biz bir şeyi özellikle söylüyoruz: Sadece ve sadece Türkiye’ye zarar verdikleri, bölgesel politikalar gereği desteklenen terör örgütleri eninde, sonunda mutlaka kendilerini besleyen ülkelere de saldıracaklardır. Nitekim bunun emareleri zaman zaman ortaya çıkıyor. Yılanla yatağa giren, ısırılıp zehirlenmeyi göze almalıdır. Terör örgütleriyle iş tutanlar da kana ve gözyaşına boğulmaya hazır olmalıdır. Türkiye’de patlayan bombaları film sahnesi gibi seyredip, bunların müsebbibi olan örgütlere kol kanat germeyi sürdürenleri yarın aynı akıbetin beklediğini anlamak için müneccim olmaya gerek yok, sonunda onların da başına bunlar bela olacak, bunu da açık ve net söylüyorum. Felaket göz göre göre yaklaşıyor.

Biz bir yandan mücadelemizi yürüteceğiz, bir yandan ikaz görevimizi yapmayı da sürdüreceğiz. Bizim milletimizdeki dirayet, kararlılık, cesaret ve tevekkül başka hiçbir toplumda yoktur, ben milletime güveniyorum. Onun için, dikkat ederseniz hepsi de en küçük bir tehdit karşısında adeta darmadağın oldular. Ama benim milletim, 15 Temmuz’da nasıl bir kurtuluş mücadelesi verdiğini, nasıl bir istiklal ve istikbal mücadelesini verdiğini, F-16’ların karşısında, silahlı helikopterler karşısında, tanklar karşısında, toplar karşısında, silahlar karşısında açık ve net ortaya koymuştur. Bu millet böyle bir millet…

Değerli arkadaşlar;

Yaşadığımız dönem bir geçiş sürecidir, bu süreci eğilmeden, bükülmeden, pes etmeden, geri adım atmadan atlatmamız halinde, biraz önce ifade ettiğim gibi dünyanın en üst ligi bizi bekliyor, hiç şüpheniz olmasın. Hedeflerimizi gerçekleştirebilmenin, kendi projelerimizi hayata geçirebilmenin, velhasıl tam bağımsızlığın gereklerini birer birer yerine getirdik, getiriyoruz.

Ekonomide bunu yaptık, küresel finans ve ticaret krizi gelişmiş ülkeleri bile derinden sarsarken, biz yaşadığımız bunca badireye rağmen dünyanın en yüksek oranlı büyümesini gerçekleştiren ülkeler arasında ilk sıralarda yer almayı sürdürüyoruz.

Savunma sanayinde bunu başardık, uçaktan helikoptere, tanktan tüfeğe, füzeden haberleşme sistemlerine kadar her alanda kendi tasarımlarımızı, kendi üretimimizi yapabilecek bir seviyeye doğru hızla ilerliyoruz. Savunma sanayindeki dışa bağımlılığımızı 14 yılda yüzde 80’ler seviyesinden yüzde 40’ların altına indirdik. Dış politikada aynı başarıyı elde ettik. Bedel de ödüyor olsak kendi bölgesel ve küresel politikalarımızı hayata geçirme, bunun için gereken ilişkileri tesis etme gücüne sahibiz.

Altyapıda, yatırımlarda dünyanın dikkat çekecek düzeyde başarılarına sahip olan bir ülke konumuna geldik. Sonuç olarak, mevcut sorunlarımız elbette vardır. Ama önümüzdeki başarılar ve fırsatlar çok daha büyüktür. Hem sorunlarımızın çözümü, hem de projelerimizin hayata geçirilmesi konusunda bilim insanlarımızın çok önemli beklentilerimiz olduğunu biliyoruz ve bu beklentiler var. Sizlerin yol göstericiliği, üretkenliği, ufku, gayreti olmadan içinde bulunduğumuz krizleri aşamaz, geleceğimize güvenle bakamayız.

Sosyal bilimlerde, mühendislik bilimlerinde, sağlık bilimlerinde, temel bilimlerde sizlerin ortaya koyacağı başarıları ülke yöneticileri, siyasetçiler olarak biz çok daha doğru ve çok daha fazla çalışmaya yürüyeceğiz ve bizi sevk edecektir. TÜBİTAK, bilim insanlarımızla ülke yöneticileri arasında köprü rolü oynayarak bu konuda öncü olmalıdır. Bilim insanlarımıza güveniyorum, inanıyorum. Başbakanlık görevini üstlendiğim günden beri, Cumhurbaşkanlığı dönemim de dahil bilimsel çalışmalara, bilim insanlarımıza daima destek oldum, olmaya da devam edeceğim. Gerek himayeme aldığım projelerle, gerek bireysel teşviklerimle sizlerin yanında olmayı sürdüreceğim.

Bu duygularla bir kez daha 2016 yılı TÜBİTAK Ödüllerini vereceğimiz hocalarımızı, bilim insanlarımızı tebrik ediyor, çalışmalarında başarılar diliyorum. Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum, kalın sağlıcakla.