Çok değerli muhtarlarımız,
Kıymetli kardeşlerim,
Hanımefendiler, beyefendiler;
Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı Külliyesine, milletin evine, bu gazi mekâna hoş geldiniz.
Muhtarlar Toplantımızın 30.’sunda sizlerle birlikteyiz. Bugün de Amasya, Ankara, Antalya, Bitlis, Denizli, Edirne, Eskişehir, Gümüşhane, Kocaeli, Kütahya, Malatya, Muğla, Muş ve Nevşehir illerimizden gelen muhtarlarımızla biraradayız. Yaklaşık 1 aylık aranın ardından yeniden siz kıymetli muhtarlarımızla biraraya gelmiş olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum.
Muhtarlarımızla aramızdaki samimi muhabbet her toplantıda biraz daha artıyor, biraz daha derinleşiyor. Devletin en tabanındaki temsilcileri olan muhtarlarımızla Cumhurbaşkanını biraraya getiren bu buluşmaların ülkemiz ve milletimiz için hayırlı neticelere vesile olduğuna inanıyorum. İçişleri Bakanlığı bünyesinden kurulan muhtar bilgi sisteminin muhtarlarımızın taleplerini doğrudan Bakanlığa, oradan da ilgili kurumlara aktaran önemli bir platform haline geldiğini ümit ediyorum ve neticelerini de almaya başladık, bundan da mutluluk duyuyorum.
Sizlerin coşkusu, sevgisi, samimiyeti bize daha çok çalışma, ülkemize ve milletimize daha çok hizmet etme konusunda moral veriyor, güç veriyor. 30 toplantıdır hiç eksilmeyen bu muhabbeti, bu istişareyi inşallah muhtarlarımızın tamamıyla biraraya gelene kadar sürdüreceğiz.
Değerli kardeşlerim;
Ülkemizin tarihinin en kritik dönemlerinden birinden geçtiği şu son yıllarda bizim pusulamız yine milletimizdir, sizsiniz. Eğer milletimiz herhangi bir hususta ısrarla bize bir istikamet gösteriyorsa, bize düşen o yolda yürümek ve yapabileceğimizin en iyisini ortaya koymaktır.
Biliyorsunuz, ülkemiz siyasetinde maalesef millete hakaret etmeyi maharet sanan bir anlayış var. Geçtiğimiz günlerde bir parti lideri çıkmış, gazilere, şehit yakınlarına, esnafa, velhasıl millete verip veriştiriyor. Neymiş? Millet kendilerine destek vermiyormuş. Bugüne kadar milletin hayrına tek bir icraatları olmayanlara, hadi ondan vazgeçtim, tek bir hayır söz ağızlarından çıkmayanlara milletimiz niye destek versin? Hem millete hakaret edeceksin, hem de üstüne destek bekleyeceksin, bu pek de sağlıklı bir ruh hali değildir.
Geçmişte Cumhuriyet adına cumhuru Ankara caddelerine sokmayanlar, şimdi de seçime girmeden iktidara gelmenin yollarını arayacak noktalara gelmiş durumdalar. Ah Aşık Veysel; Meclise sokmadılar, Ankara’ya sokmadılar; niye? Tipini beğenmediler; bu zihniyet, bu…
Kardeşlerim;
Seçim demek, millete gitmek demektir. Seçimden netice almak için de milletin değerleriyle, tarihiyle, kültürüyle hemhal olmanız gerekir, bunların böyle bir derdi yok. Her zaman ifade ettiğim gibi, artık bunlar bizim muhatabımız değildir. Bizim muhatabımız milletimizin bizatihi kendisidir, onun mahallerde, köylerdeki temsilcileri de siz muhtarlarımızsınız.
Değerli kardeşlerim;
Türkiye’yi Batılı bir ülke olarak tanımlarsanız, doğru söylersiniz; ama eksik ifade etmiş olursunuz. Türkiye’yi Doğulu bir ülke olarak tanımlarsanız, yine doğru söylersiniz; ama aynı şekilde eksik ifade etmiş olursunuz. Türkiye’yi bir Karadeniz ülkesi, bir Akdeniz ülkesi olarak tanımladığınızda da benzer bir durum söz konusudur. Gerçekten de tüm tanımların doğru, ama eksik olduğu bir coğrafyada yaşıyoruz.
Avrupa Birliği kendi değerleriyle çelişme, kendini var eden kriterleri inkâr etme pahasına ülkemizi istediği kadar dışlamaya çalışsın, Türkiye aynı zamanda bir Avrupa ülkesidir. Daha eskilere, İslamiyet’le şereflendiğimiz o günlerin öncesine, 400’lü, 500’lü, 600’lü, 700’lü yıllarda Avrupa’da kurulmuş olan Türk devletlerine kadar gitmiyorum; ecdadımız Osmanlı’nın 1350’li yıllarda Avrupa Kıtasına geçişinden itibaren ele alarak söylüyorum: 650 yılı aşkın süredir kesintisiz bir şekilde Avrupa’da devletimizle, kültürümüzle, medeniyetimizle varız, var olmaya devam edeceğiz.
Bugün de Trakya’daki şehirlerimizi, Balkanlar’daki evladı Fatihan soydaşlarımızı, dindaşlarımızı bir kenara koyuyorum, Avrupa genelinde 5 milyon vatandaşımız yaşıyor. Almanya’da milyonlarca, Fransa’da, Belçika’da, Hollanda’da, Kuzey Avrupa ülkelerinde yüzbinlerce vatandaşımız geleceklerini oralarda kurmuş durumdalar. Dolayısıyla bizi Avrupa’dan dışlamaya ne Avrupa Birliği kurumlarının, ne de ırkçılık hastalığının pençesine düşme tehlikesiyle karşı karşıya olan Avrupa devletlerinin gücü yetmez. Biz Avrupa’da misafir değil, ev sahibiyiz.
Avrupa Birliği ve bazı Avrupa ülkeleriyle son dönemde yaşadığımız sıkıntılar, güncel siyasi çatışmalardır. Elbette geri plandaki asıl mücadeleyi görmüyor değiliz; ama biz rahmetli Cemil Meriç’in muradını paylaşıyoruz. Ne diyor Cemil Meriç: “Türkiye’nin kendi kalması, insanlığın bütün keşiflerinden, bütün fetihlerinden faydalanarak ihtişamlı mazisine layık bir istikbal inşa etmesi başlıca muradım.” diyor. Evet hedefimiz, kökü mazide olan atiyi kurmaktır, mesele budur. Bunun için diğer tüm müktesebatımızla birlikte Avrupa’dan, Batıdan da mümkün olan en üst düzeyde istifade etmenin yollarını tabii ki arayacağız. Bu çerçevede şayet ülkemize karşı olan anlamsız husumetini, çiftçe standardını bir kenara bırakırsa, hemen yarın Avrupa Birliği’ne tam üye olmaya hazırız, eyvallah.
Avrupa Birliği ülkemize söz verdiği, ama kasıtlı olarak tutmadığı vize serbestisi, mülteciler için toplamda 6 milyar avro yardım, fasılların açılması gibi adımları attığında, biz de elbette iyi niyetimizi göstereceğiz. Ama artık tek taraflı adım atma dönemi bitti. Hani bizde bir söz var ya, ‘ne kadar ekmek, o kadar köfte’; şimdi biz Avrupa’ya bunu söylüyoruz, bize ne verirseniz bizden o kadarını alırsınız. Çünkü bizim Avrupa’nın peşinden koşacak sabrımız ve takatimiz kalmadı. Üzerimizde yarım asırdır süren oyalamacılığın yorgunluğu var. Çok oyalandık, 53 yıl...
Kendi değerleriyle, kendi ilkeleriyle çelişme pahasına Türkiye’ye tavır alan bir kurumun, kimseye güven vermesi mümkün değildir. Bugün Türkiye’ye uygulanan çiftçe standarda yarın üye devletlerden herhangi birinin de maruz kalmayacağını kim garanti edebilir? Onun için, Avrupa Birliği meselesinde kararı üye ülkelere ve birlik kurumlarına bırakıyoruz. Şayet Avrupa kendi üzerine düşenleri yaparsa, biz bugüne kadar verdiğimiz her sözün arkasında dururuz, aksi takdirde kendileri bilirler.
Değerli kardeşlerim;
Türkiye’nin Batıyla olan bağı güçlü de Doğuyla olan bağı zayıf mı? Tam tersine, tarihimizin, kültürümüzün, medeniyetimizin, atalarımızın mirası olan kurumların da, şahsiyetlerin de tamamı Doğudadır. Geçtiğimiz haftalarda yaptığımız Özbekistan ziyaretinde gezme imkânı bulduğumuz Uluğbey, Şirdor ve Tilla Kari medreselerinin de içinde bulunduğu Registan Meydanı dünyada eşine az rastlanacak bir medeniyet şaheseridir. İmam Buhari Türbesi, İmam Maturidi Türbesi, Gur Emir Türbesi gibi tarihimizin ve inancımızın önemli sembolleri bizim için İstanbul’daki, Anadolu’daki, Balkanlar’daki türbelerden farksızdır. Bir Uluğbey’i bir kenara koyabilir misiniz? Gök bilimlerinde, matematik ilminde bir deha, o dönemin böyle bir insanını bir kenara koymak mümkün mü?
Özbekistan’dan hemen önce ziyaret ettiğimiz Pakistan’da Pencap Eyaleti Başbakanı dostum Şahbaz Şerif’in heyetimizi ağırladığı Lahor Kalesi de Babür döneminden kalma görkemli bir eser. Orta Asya’dan yukarı doğru Sibirya’ya, aşağı doğru Hindistan’a kadar olan coğrafyanın tamamına aynı hissiyatla, aynı samimiyetle yaklaşıyoruz.
Bunun için biz Rusya’yla, İran’la, tüm Orta Asya Türk Cumhuriyetleriyle, Güney Asya ülkeleriyle, Çin’le, Japonya’yla siyasi ve ekonomik ilişkilerimizi en ileri seviyede tutmak istiyoruz. Batıyla olan ilişkilerimizi Doğuya, Doğuyla olan ilişkilerimizi Batıya alternatif görmüyoruz. Tam tersine, bu konumumuzu kendimiz ve dostlarımız açısından birbirini tamamlayan, birbirini bütünleyen ilişkilerin teminatı olarak kabul ediyoruz.
Aynı durum Karadeniz ve Akdeniz bölgeleri için de geçerli. Her iki denizin de dört bir tarafındaki ülkeler ‘kapı bir’ değilse de ‘denizimiz bir’ komşumuzdur; biz öyle addediyoruz, öyle biliyoruz. Ortadoğu, Kuzey Afrika derseniz, zaten her şeyiyle bizim bir parçamız. Bu geniş coğrafyada yaşayıp da kendi kaderini Türkiye’den ayrı düşünen, hisseden pek az insana rastlarsınız. Gittiğiniz zaman çok açık net bir şekilde zaten bunu sizi söylerler.
Bölgede yaşanan çatışmalar, savaşlar, zulümler asla halkların tercihi değildir. Maalesef basiretsiz yöneticiler ve dış güçlerin çıkar hesapları bir asrı aşkın süredir bölgeden kanı ve gözyaşını eksik etmemiştir. Suriye’de, Irak’ta, Libya’da ve diğer ülkelerde kanı dökülen, mağduriyete uğrayan her kardeşimizin acısını kendi yüreğimizde hissediyoruz. Halep’e düşen bombalar sebebiyle gözyaşı döken her çocuk, evladına sarılan her anne-baba bizim kardeşimizdir. Musul’da, Telafer’de ve diğer şehirlerde bir yandan DEAŞ’ın, diğer yandan zalimlikte onları aratmayan mezhepçi milislerin zulmü altında inleyen her insan bizim kardeşimizdir.
Her kim ki bize ‘buralara karışma’ derse, bilsin ki aslında ‘kalbinizden bir parçayı sökün atın’ diyordur; biz bunu yapamayız. Geçmişte Afganistan’daki, Balkanlar’daki Karabağ’daki, Kırım’daki, Kıbrıs’taki zulümlere nasıl karşı çıktıysak, şimdi de Irak’taki, Suriye’deki, diğer bölge ülkelerindeki baskılara aynı şekilde rıza göstermeyeceğiz. Bu duruş değerli muhtar kardeşlerim, bize tarihin mirasıdır. Şayet bugün yanı başımızda kardeşiniz ağlarken biz başımızı çevirirsek, yarın ecdadımıza mahcup olur, torunlarımızın yüzüne bakamayız. Onun için tüm gücümüzle, tüm imkânlarımızla mağdurların, mazlumların yanında olmayı sürdüreceğiz.
Değerli kardeşlerim;
Türkiye, doğuyu ve batıyı, kuzeyi ve güneyi kucaklayan, bu zengin miras üzerinden kendisine yeni bir gelecek inşa etmeye çalışıyor. Tabi burada özellikle içeriden ve dışarıdan pek çok saldırıyı da göğüslemek mecburiyetinde kalıyoruz.
15 Temmuz, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’ndan beri gördüğü en sinsi ve alçak saldırı girişimi olarak tarihimize geçmiştir, bunu hep birlikte yaşadık.
Hep ifade ettiğim gibi, 15 Temmuz hem bir darbe girişimi, hem bir işgal teşebbüsü, hem de bir terör saldırısıydı. Bu ihanetin başını çeken örgütün, asker ve polisinden öğretmenine, iş adamından akademisyenine kadar üst düzey yöneticilerinin çoğu yurt dışına kaçtı. Niye kaçtınız? Dürüstseniz, samimiyseniz, öyle mi, niye kaçtınız? Demek ki suçlular, suçlarını bildikleri için kaçtılar.
Bu kişilerin sığındıkları ülkelere ve oralarda gördükleri hüsnükabule baktığımızda, asıl niyetin ne olduğunu çok daha iyi anlıyoruz. Bu insanları eğer bu ülkeler bağırlarına basıyorlarsa, kusura bakmasınlar, hepsi de suç ortağıdır, bunu da böyle ilan ediyorum. Verin diyeceğiz, vermeyeceksiniz. Bu ne demektir? Hukukta buna yardım, yataklık denir. Bunlara bu ülkelere yardım, yataklık yapıyor, bunları aynı zamanda besliyorlar, yeri geliyor bunlara yardım toplama çadırları kurdurtuyorlar. En önemlisi, bakıyorsunuz parlamento binasının koridorlarında bu teröristlerin resimlerini sergiliyorlar. Ben senin neyine güveneceğim? Bir taraftan terör örgütü ilan edeceksin, öbür taraftan da bunlara her türlü desteği, yardımı vereceksin.
Bir tarafta 79 milyonluk bir ülke ve onun meşru yönetimi, öteki tarafta adı darbe girişiminden hırsızlığa, şantaja, istismara kadar her türlü suça karışmış bir terör örgütü var, terör örgütleri var. Maalesef ‘müttefik’ dediğimiz, pek çok platformda birlikte çalıştığımız ülkeler tercihlerini Türkiye’den ve meşru yönetiminden değil, terör örgütünden yana kullanıyorlar.
PKK terör örgütü konusunda da benzer bir tercihle karşı karşıyayız. DEAŞ’ı bahane ederek bölgede yeni ve en az bu örgüt kadar tehlikeli başka örgütleri, başka grupları palazlandırmanın adı, Ortadoğu’ya barış ve huzur getirmek asla değildir. Türkiye’nin Suriye ve Irak politikalarının Avrupa başta olmak üzere Batı ülkelerini bu derece rahatsız etmesi, bunların bölge devletlerinin egemenlik haklarına olan saygılarından kaynaklanmıyor. Suriye’nin, Irak’ın, Libya’nın ne olduğu, ne olacağı bunların umurunda bile değildir. Petrolün var mı? Var. Onun için oradalar.
Türkiye bölgedeki operasyonlarıyla Irak’ın ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü ihlal etmek değil, tam tersine sınırlarını terör örgütlerinden temizlemek amacı güdüyor. Hemen yanı başımızda DEAŞ, PYD, YPG gibi terör örgütlerinin cirit attığı yerler oluşmasına asla izin veremeyiz. Irak ve Suriye devletleri kendi halklarını birarada tutabilecek iradeyi gösterip bu terör örgütlerine karşı gereken mücadeleyi verebilselerdi, bizim halen yürüttüğümüz operasyonlara ihtiyaç kalmazdı. Fırat Kalkanı Operasyonunun hedefi de herhangi bir ülke veya kişi değil, sadece terör örgütleridir. Defalarca dile getirdiğimiz bu hususta hiç kimsenin şüphesi olmasın, söylediklerimizi de kimse başka bir şekilde yorumlamasın, başka yere çekmesin. Türkiye tek başına da kalsa terör örgütleriyle mücadelesini sürdürecektir.
Bu mücadelede Batı ülkelerinden destek görmek bir yana, tam tersine çok ciddi engellerle, engellemelerle karşılaşıyoruz. Avrupa’daki birtakım firmalar ülkemize askeri malzeme satmayacaklarını açıklıyorlar. ‘Kötü komşu insanı hacet sahibi yapar’ derler. Ya biz bu sancıları en başından itibaren yaşadığımız, hissettiğimiz için 14 yıldır kendi ayaklarımızın üzerinde durmamızı sağlayacak bir altyapıyı kurmaya çalışıyoruz. Bunlar zavallı. Siz bizim Çanakkale destanını okudunuz mu? Artık Haçlı zihniyetleri tarih oldu, yoksa bunu mu uyandırmak istiyorsunuz, böyle bir geri dönüş mü yapmak istiyorsunuz? Eğer böyle bir teşebbüsün içerisindeyseniz, bu çok yanlış bir şey. Önce kendinizi bir test edin, bu ülke bir NATO ülkesidir. ‘Bir NATO ülkesine karşı biz böyle bir adımı nasıl atarız’ diye kendinize bunu bir sorun. Ve yanlış yoldasınız, kendinizi bir defa ciddi olarak test edip doğru yola gelin.
Biz bütün bu tehditleri bir kenara koyuyoruz ve ciddi bir şekilde de yolumuza devam ediyoruz. Elbette hala kat etmemiz gereken mesafe var ve bu konuda da şunu söyleyeyim: Kararlıyız, mesafe alıyoruz ve mesafe alacağız. Türkmenistan’ın ünlü şairi Mahtumkulu gibi diyoruz ki, “Namert köprüsünden ölsem geçmezem. / Kervan bulsam helal işten kaçmazam. / Elinden bir kâse bade içmezem. / Sağ elim sol ele muhtaç eyleme.” Rabbim namert köprüsünden geçmektense ölmeyi yeğleyen bu milleti kimseye muhtaç eylemesin.
Değerli kardeşlerim;
FETÖ ve PKK ile mücadele çerçevesinde kamuda, sivil toplum kuruluşları içerisinde, medyada, iş dünyasında ciddi bir temizlik yürütülüyor. Terör örgütleriyle irtibatlı ne kadar kamu görevlisi varsa, hepsi de birer birer belirlenip ihraç ediliyor veya açığa alınıyor. Hem bu devletin ekmeğini yiyip hem de bu millete kılıç çalan hiç kimseye en küçük bir müsamahamız yoktur, olmayacaktır. Sıfatı, konumu, geçmişi ne olursa olsun böyle bir ihanetin içine giren herkes hesabını millete de, adalete de verecektir.
Şunu da söyleyeyim: Şimdi bir darbe komisyonu var, bu darbe komisyonunda birileri gelip bazı şeyler söylüyorlar. Bakın açık açık söylüyorum: Burada kalkıp son 10 yılı, son 14 yılı bu darbe komisyonunun adeta icrası olarak değerlendirme garabeti içerisinde gezenlere sesleniyorum; bu olay 40 yıllık bir olaydır. Silahlı Kuvvetlerin içerisine girenler bu son 10 yıl, 14 yıl içerisinde girmediler. Ta general seviyesine gelenler, şöyle yıllık takvime baktığın anda bile 10 yılda, 14 yılda general seviyesine nasıl geliyor? Bunların askeri liseden al, harp okuluna varıncaya kadar, ondan sonra da teğmenliklerini al, bunların hepsini dizdiğin zaman kaç yılda general seviyesine gelebiliyorsun? Nasıl olur da siz bunları kalkar son 10 yıl, 14 yıla sığdırırsınız? Yoksa bu iktidara fatura mı kesmeye çalışıyorsunuz? Böyle bir yanlışa asla müsaade etmek mümkün değildir. Önce bu faturanın baş amili kendileridir. Sizler, bu askeri liselerden bu FETÖ terör örgütünün mensuplarını sizler yetiştirdiniz ve bunları görmediniz, görmezden geldiniz ve bu oyunun içerisinde sizler de oldunuz. Şimdi de iş ortaya çıkınca yok şöyle, yok böyle deyip başkalarına fatura kesmeye çalışıyorsunuz, kusura bakmayın.
Niye biz şu anda, ‘Askeri liseler kaldırılıp tüm sivil liselerden Milli Savunma Üniversitesine rahatlıkla herkes girebilecek, bütün Anadolu çocukları hangi liseden gelirse gelsin girecek, imtihanla birlikte istediği kara harp okulu mu olur, deniz mi olur, hava mı olur, hepsine girebilecek’ dedik? Niye? Adil devlet budur, eşit hak budur. Bütün Anadolu çocuğu gelsin girsin ve buralarda okuyabilsin. O zaman burası, çok daha güçlü nasıl olacak göreceksiniz. O zaman buraya FETÖ giremeyecektir, iyice minimize olacaklardır. Ve benim muhtar kardeşim evladını gönderdiği zaman, ‘dizini bir aç göreyim, ayağının bileğini göreyim’; kimse bunu diyemeyecektir. Onlar artık tarih oldu, bunları yaptılar. Sen muhtarın mı oğlusun? Soru işareti. Bunların kalkması lazım. Rahatlıkla herkes gelecek buralarda okuyacak ve inşallah ordumuzun safları çok daha güçlü hale gelecektir.
Çünkü Türkiye bir hukuk devletidir, bu mücadeleyi hukuk kuralları çerçevesinde yürütüyoruz. Şu ana kadar kamudan ihraç edilen, gözaltına alınan, tutuklanan, soruşturmaya maruz kalan herkesle ilgili işlemler, haklarında elde edilen hukuki delillere istinaden yapılmıştır.
Kardeşlerim;
Bizim 4 günlük tatilimizde oradan çıktıktan sonra, ayrıldıktan sonra o ormanlarda gizlenen o teğmenler veya astsubay; bunlar yakalandığı zaman bunları orada yakalayanlar öldürebilirdi, öyle mi? Ama dikkat ederseniz öldürmediler. Ne yaptılar? Alıp getirip hukuka teslim ettiler. Bu bizim ne denli hukuka bağlı olduğumuzu gösteriyor, bunu gösteriyor. Beni, ailemi öldürmeye gelenler için verdiğimiz talimat, ‘Sakın ha, alacaksınız kolluk kuvvetleri olarak getirip teslim edeceksiniz, hukuk haklarında ne karar veriyorsa bizler de ona tabi olacağız.’ şeklindedir. Şayet kendileriyle ilgili bu adımları atmak için yeterli delil bulunamayan varsa, onların da özellikle hakları da usulünce kendilerine zaten iade ediliyor.
Diğer yandan terör örgütleri bu mücadeleyi sulandırmak için akla hayale gelmedik yollara başvuruyorlar. Ne diyorlar? ‘Kasım ayında şu olacak, bu olacak’ diye bir sürü dedikodu çıkardılar, söylenti yaydılar, sağa-sola haber uçurdular. Ne oldu? Kasım ayı bitti, oldu mu böyle bir şey? Olmadı. Bunların tüm hayatları gibi bu dönemleri de yalan üzerine, aldatma üzerine, riya üzerine kuruludur. Ama bundan sonra da aynı şeyleri yapacaklar. Şimdi eminim Aralık ayı için, daha sonraki tarihler için yeni yalanlar uydurup ortalığa salacaklardır. Artık hiçbir önemi yok. Hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hem de Türk milleti bunların defterini dürmüştür. Sağda-solda kalmış olan kılıç artıkları da zaman içinde tespit edilip etkisiz hale getirilecektir.
FETÖ gibi PKK için de yolun sonu görünmüştür. Şu anda Mehmet’im, polisiyle hep birlikte Tendürek’te, Şenkal’da, Aliboğazı’nda, Beslerderesi’nde, her yerde bugüne kadar yapılmamış operasyonları yapıyor. Şehitlerimiz oluyor; ama bedelini de bunlar çok ağır ödüyorlar ve ödemeye de devam edecekler. Hedef, bunların kökünü kazıyana kadar Allah’ın izniyle bu mücadeleyi devam ettireceğiz.
Ben buradan Güneydoğu’daki, Doğu’daki kardeşlerime de sesleniyorum: Birliğimizi bozmayalım, beraberliğimizi bozmayalım. Kürtlerin adına ortada gezdiklerini söyleyen bu terör örgütü uzantılarına da lütfen prim vermeyelim. Bunların benim Kürt kardeşlerimle ilgili en ufak bir hassasiyetleri yok, öyle bir dertleri de yok, bu dert bizim. İşte bunca zaman oralarda görev yaptılar, belediyelerini söylüyorum; sokak aralarını belediyenin iş makineleriyle kazmaktan başka ne yaptılar? Bunları atık su kanalı olarak kazmadılar, içme suyu kanalı olarak kazmadılar. Ya? Devletin güvenlik güçleri buralara girmesin diye kazdılar.
Bilir misiniz Güneydoğu’da-Doğu’da bunlar barajların yapılmasına da engel olmak istediler ama biz dinlemedik. Ya hu barajlar engellenir mi? Nedir baraj? Baraj içme suyudur. Nedir baraj? Baraj kullanma suyudur? Nedir baraj? Elektrik enerjisidir. Nedir baraj? Çevredir. Ama onlar bunları istemediler. Niye? Çünkü barajlar olduğu zaman o vadilerde karşıdan karşıya geçerek o terör mücadelesini istedikleri gibi veremiyorlardı. Biz bu mücadeleyi verdik. Ve elhamdülillah hidroelektrik santrallerimizi bu barajlarla birlikte çok daha güçlü bir hale getirdik ve şu anda Türkiye hidroelektrik santrallerle birlikte enerjide çok ciddi bir aşama kaydetti. Daha iyi bir noktaya geleceğiz, bunu da yeterli bulmuyoruz. Çünkü bu ülke, hani o bazı ülkelerde olduğu gibi günde 3 saat, 4 saat elektrik enerjisi yok, bizim ful 24 saat, kesintisiz. Bugünleri yakaladık, gördük. Zaman zaman bazı arızalar sebebiyle kesintiler olabilir, ayrı bir konu. Ama bizim artık elektrik enerjisi noktasında hamdolsun sıkıntımız yok. Çok daha güçlü bir noktadayız. 14 sene önce neredeydik, bugün neredeyiz.
15 Temmuz’da milletimizin darbecilere gösterdiği o şanlı direniş var ya, bölge halkına, bölücü terör örgütüne karşı daha kararlı bir şekilde direnme gücü vermiştir. Terör örgütünün milletimizi korkutmak, sindirmek için gönderdiği elemanlar bizzat vatandaşlarımız tarafından tekme-tokat artık geri çevriliyor. Eskiden ne yapıyorlardı? ‘Kepenkleri indirin.’ Bundan sonra asla. Benim Güneydoğu’daki, Doğudaki kardeşim birileri gelip kendisine kepenk indir dediği zaman ona gereken dersi vermelidir. Güvenlik güçlerimiz her an yanlarında olacaktır. İşte İçişleri Bakanım da burada. Ha niye? Bu görev sadece güvenlik güçlerimizin görevi değil, milletimizle birlikte hepimizin ortak görevidir. Çünkü onlar samimi değil, onlar hain. Bu hainlere gereken dersi milletçe hep beraber vereceğiz.
İşte bakın önce ne dediler? ‘Biz dokunulmazlık istemiyoruz’ dediler. Dediler mi? Dediler. Peki, dokunulmazlık kalktı. Kalkınca ne dediler? Avrupa’ya gidip ‘dokunulmazlıklarımızı kaldırdılar’ diyerek bizi şikâyet ettiler. Hani ‘dokunulmazlıklar kalksın’ diyordunuz, şimdi niye ağlıyorsunuz? Dert başka; onlar zannediyordu ki ‘bizim bu blöfümüz tutacak’. Tutmadı. Çünkü bunların suç dosyaları çok kabarık. ‘Bizim arkamızda PKK var’ dediler, ‘PYD var’ dediler, ‘YPG var, biz sırtımızı oraya dayıyoruz’ dediler. Eşbaşkan seviyesinde olan böyle dedi, Bunları söylediler. Ama fatura önlerine çıkınca da, bu sefer farklı şekilde çalım atmaya kalktılar. Artık bunlar geçerli değil.
Kardeşlerim;
Millet olarak artık hep birlikte şunu söylüyoruz: Ya adam gibi yaşayacağız, ya adam gibi öleceğiz. Bu anlayışla her türlü zilleti, her türlü mihneti, her türlü boyunduruğu reddediyoruz.
Değerli kardeşlerim;
Terör örgütlerinin ağa babaları baktılar ki bu iş öyle silahla, bombayla, tankla, uçakla olmuyor, bu defa bel altından vurmaya başladılar. Son günlerde ekonomimizin maruz kaldığı saldırıları işte bu şekilde değerlendirmek gerekiyor. Bu spekülasyonların arkasındaki güçlere diyorum ki; sizin eli kanlı katillerinize pabuç bırakmayan bu milleti, o 1 dolara satın aldığınız piyonlarınızla karıştırmayın. Bu millet darbenin ertesi günü 2,5 milyar dolarını bozdurup ekonomisine destek olmuş bir millettir. Bugün de dövizi silah gibi kullanarak Türkiye’yi dize getireceğinizi sanıyorsanız aldanıyorsunuz.
2008 krizinin ardından ne demiştim? Bu kriz Türkiye’yi teğet geçecek demiştim. Gelişmiş ülkeler hala 2008 finans krizinin etkisinden kurtulamamışken, Türkiye 2010 yılından itibaren tüm dünyaya kendine hayran bırakan bir büyüme sürecine girdi. Bu yıl dahi yaşadığımız onca badireye rağmen büyüme oranında gelişmekte olan ülkeler arasında ilk sıralarda yer alacağımızın müjdesini sizlere veriyorum. Savunma sanayinde nasıl kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorunda kaldıysak, bu konuda da ülkemizin önünü açacak tedbirleri kendimiz geliştirecek ve hayata geçireceğiz; hiç endişe etmeyin, ben milletime inanıyorum.
Bakın şurada vergiydi, SGK’ydı, bütün bu borçlarla ilgili bir yapılandırmaya gidildi, iki gün içerisinde maşallah benim milletim 100 milyarın üstünde taksitlendirme yaptı. Hamdolsun, şu anda yani 100 milyarın üstünde, aklımda kaldığı kadarıyla 112 gibi bir rakam, bu rakama ulaştı ve bu tabii çok çok ciddi bir şey. Üç yıl içerisinde de bu rakamı ne yapacak? Bütün bu borçlu kardeşlerimiz ödemiş olacaklar ki bu bazıları bayram, seyran bu sevincin içerisinde beklerken, şimdi tabii böyle bir neticenin alınması bunların bütün sevincini, her şeyini kursağında bıraktı. Hiç merak etmeyin, Allah’ın dediği olur.
Ve kamu sözleşmelerinde dövizden Türk Lirasına geçiş bunun ilk adımıdır, bundan sonra belli bir süre böyle gideceğiz. Faizsiz finans sistemi gibi alternatif yöntemleri daha etkin kullanarak kendimize küresel düzeyde yeni bir alan açabileceğimize inanıyorum.
Şundan emin olun: Türkiye’nin istikameti sağlamdır. 2023 hedeflerimize ulaştığımızda kendimizden çok daha emin bir şekilde geleceğe bakıyor olacağız, hiç merak etmeyin. İstiklal Marşımızda ne güzel ifade etmiş Akif:
“Arkadaş, yurdumu alçaklara uğratma, sakın.
Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın.
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı.
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır atanı,
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı.”
İşte onun için ne diyoruz? Tek millet diyoruz. Ne diyoruz? Tek bayrak diyoruz. Ne diyoruz? Tek vatan diyoruz. Ne diyoruz? Tek devlet diyoruz. Bizim Rabia’mız bu, böyle yürüyeceğiz.
Bu duygularla bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, bu gazi mekâna teşrifleriniz için her birinize ayrı-ayrı teşekkür ediyorum. Mahallelerinizdeki, köylerinizdeki kardeşlerime en kalbi muhabbetlerimi, selamlarımı iletmenizi özellikle rica ediyorum. Biraz sonra yemekte tekrar birarada olacağız. Şimdilik sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Allah yar ve yardımcınız olsun diyorum. Sağlıcakla kalın.