Sayın Parlamento Başkanları,
Parlamentolararası Kudüs Platformu’nun değerli üyeleri,
Kıymetli misafirler,
Aziz kardeşlerim;
Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle, hürmetle selamlıyorum. Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü.
Siz kıymetli parlamenterleri, siz kıymetli kardeşlerimi, medeniyetlerin ve kıtaların buluşma noktası olan İstanbul’da ağırlamaktan büyük bir memnuniyet duyduğumuzu özellikle ifade etmek istiyorum.
Bu vesileyle Kudüs’ün kardeşi İstanbul’dan, evliya, enbiya şehri bu kadim başkentten, gözlerini ve gönüllerini bize çevirmiş tüm mağdur ve mazlumlara selamlarımı yolluyorum. Buradan Filistin’in kahraman gençlerini, Ramallah’ın ve Gazze’nin her biri cesaret abidesi olan vakur insanlarını, Kudüs namusumuzdur diyerek canı pahasına Kudüs’e sahip çıkan kadınları, genç kızları, hanım kardeşlerimi selamlıyorum. Bu salondan, Filistin’den koparılmanın acısını on yıllardır gönüllerinde bir kor gibi taşıyan tüm Filistinli mültecileri selamlıyorum. Dünyanın dört bir tarafında Filistin için gözyaşı döken Kudüs aşığı bütün kardeşlerime, Filistin davasını sahiplenen tüm insanlara en derin selamlarımı, sevgilerimi iletiyorum.
Milletimizin adeta ikinci istiklal harbi olan 15 Temmuz’da bizim için ellerini semaya açan, Türkiye’deki kardeşleri için Gazze’deki Harem-i Şerif’te, El Halil’de, Nablus’ta ve daha birçok yerde sokaklara, meydanlara koşan tüm Filistinlilere şahsım ve milletim adına minnettarlığımı ifade ediyorum. “Biz kahramanlarız, biz ki boyun eğmeyen kahramanlarız” mısralarıyla milletimizin hissiyatına tercüman olan Filistinli şairlere, ‘Gazze’den Türkiye’ye selam’ diyerek bizi yalnız bırakmayan tüm kardeşlerime şükranlarımı sunuyorum.
Değerli kardeşlerim;
Bugün tüm insanlık özel bir önem taşıyan Kudüs-ü Şerif’e ve bu mukaddes şehrin temsil ettiği değerlere sahip çıkmak amacıyla burada biraraya gelmiş bulunuyoruz. Sizler Filistin’de yarım asırdır süren işgalin, Filistin halkına yapılan büyük adaletsizliğin davacısı ve takipçisi olarak buraya geldiniz. Temsil ettiğiniz milletlerin vicdanın sesi olarak İstanbul’dasınız, buradasınız. Bir barış, adalet ve huzur davasının savunucuları olarak İstanbul’a geldiniz. Ben hepinize bu kutsal davaya omuz verdiğiniz için teşekkür ediyorum. Filistin halkıyla uluslararası dayanışma gününde sizleri ülkemizde misafir ediyor olmak bizim için bir iftihar vesilesidir.
İlk kıblemiz olan Mescid-i Aksa’ya sahip çıkmak, sadece sıkılı yumruklarından ve ellerindeki taşlarından başka hiçbir silahı olmayan Filistinli çocukların görevi değildir. Filistin davasını sahiplenmek, Kudüs’ü korumak tüm Müslümanların müşterek davasıdır, müşterek vazifesidir. Çünkü Kudüs, Hazreti İshak, Hazreti İbrahim, Hazreti Yakup, Hazreti Yusuf, Hazreti Musa, Hazreti Harun, Hazreti İsa, Hazreti Zekeriya gibi nice peygamberin vatanıdır. Kudüs, İbrahimi dinlerin tevhit geleneğinin ortak mukaddes mekânıdır. Kudüs, darüsselamdır, yani barış ve esenlik yurdudur. Tüm insanlığın aynası, insanlık tarihinin özeti olan Kudüs, Miraç hadisesiyle biz Müslümanların da arş-ı alaya açılan kapısıdır. Bu şehrin manasını değerli üstat Nuri Pakdil ne güzel ifade ediyor: “Kalbimin bir yarısı Mekke, diğer yarısı Medine, üzerinde bir tül gibi Kudüs vardır.”
Kudüs’ü zaman ve mekân olarak bölme gayretlerinin arttığı Harem-i Şerif’e yönelik saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde icra ettiğimiz bu ilk toplantı gerçekten büyük manalar taşıyor. Bu toplantı yalnızca Filistin davası için değil, tüm bölge için kritik öneme sahiptir. Parlamentolararası Kudüs Platformu, yıllardır kendi yurtlarında var olma mücadelesi veren Filistinli kardeşlerimize güç kaynağı olmuştur. Sizler gayretlerinizle Filistin’in sorunlarını gündeme taşıdınız. Kudüs’ün yalnız olmadığını dost-düşman herkese ilan ettiniz.
İnşallah bu toplantının akabinde çalışmalarınızın farklı alanları da içerecek şekilde genişleyeceğine, platformun daha da güçleneceğine inanıyorum. Filistin’e meftun bu güzide topluluğu biraraya getiren, bu tarihi toplantının düzenlenmesinde emeği geçen herkese özellikle teşekkür ediyorum. Toplantımızın başta Parlamentolararası Kudüs Platformu olmak üzere Filistinli kardeşlerimize ve tüm insanlığa hayırlı olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.
Değerli misafirler;
Bir çocuk düşünün, her gün namlusu kendine çevrilmiş silahların gölgesinde okula gidiyor. Bir genç düşünün, geleceğe dair hayalleri beton duvarların soğukluğunda, dikenli tellerin vahşiliğinde kayboluyor. Bir kadın düşünün, yıllarca gözü gibi baktığı, el emeği çeyizleriyle içini donattığı evi bir anda buldozerlerle üzerine yıkılıyor. Bir baba düşünün, sudan sebeplerle çocukları hapse atılıyor, evlatlarının geleceği çalınıyor. Ve bir millet düşünün; yüzyıllardır meskûnu oldukları topraklarda, kendi öz yurtlarında horlanıyor, parya muamelesi görüyor. Filistinli çocukların, gençlerin, kadınların, babaların hemen her gün yaşadıkları hayat işte budur. Filistin’de her gün kendini tekrar eden bir zulüm ve baskı düzeni vardır.
Maalesef bu adaletsizlik bütün dünyanın gözü önünde sayısız Birleşmiş Milletler kararlarına rağmen yarım asırdır katmerlenerek devam ediyor. 1 milyar 700 milyonluk bir büyüklüğe sahip İslam aleminin içini yaralayan bu tablo değişmediği müddetçe, coğrafyamızın kalıcı huzura ve istikrara kavuşması da mümkün değildir. Nitekim bölgede yaşanan pek çok gerilimin temelinde Filistin meselesinin, buradaki hak gaspının yattığı aşikârdır.
Alınan Birleşmiş Milletler kararları maalesef bu haksız durumu gidermeye yetmedi. Çünkü ‘hukukun üstünlüğü yerine, üstünlerin hukuku’nun geçerli olduğu mevcut küresel sistemde bu kararların hiçbiri uygulanamıyor. 1948 yılından bu yana Filistinli kardeşlerimize yönelik baskı, tehcir ve ayrımcılık politikaları artarak devam etti. Açıkçası, ben Filistin meselesinin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi için bir turnusol kâğıdı işlevi gördüğüne inanıyorum. Filistin gibi hayati bir konuda yıllardır aldığı kararları hayata geçirmekten aciz bir kurumun, günümüz meselelerine çözüm bulma ihtimali yoktur, bunu beklemeyiniz.
Bu durum bilhassa Müslümanlar nezdinde uluslararası sisteme ve kuruluşlara karşı büyük bir güven kaybı oluşturdu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi gibi çatı kuruluşlara yönelik bu güven sorunu, DEAŞ gibi sapkın akımlara istismar zemini sunuyor. Dünyanın birçok ülkesinde dini kavramları kendine maske yapan terör örgütlerinin en kullanışlı söylemleri, Filistinli kardeşlerimizin yaşadığı baskıdır, işgaldir, zulümdür. Ortadoğu’nun kalbindeki bu yara tedavi edilmeden, bölgenin huzur ve sükûna kavuşması düşünülemez.
Buna karşılık gerek İsrail yönetimi, gerekse uluslararası kamuoyu işgali durduracak adımlar atmak yerine gerilimi tırmandıracak politikalara yöneliyor. İşgal ortamından cesaret alan yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik giderek pervasızlaşan saldırıları bunun en çarpıcı örneğidir. Hâlbuki bizim beklentimiz; bırakın Filistinlilere bu tür baskılar yapılmasını, tarihi olarak kendilerine ait olan toprakların iadesi için gereken adımların derhal atılmasıdır. Müslümanların ibadetlerini kısıtlayan, Harem-i Şerif’in kutsiyetine zarar veren mütecaviz eylemlere sessiz kalamayız. Kudüs’te üç dinin kutsal mekânları vardır, ama Mescid-i Aksa’nın, Kubbet-üs-Sahra’nın içinde yer aldığı Harem-i Şerif sadece Müslümanlara aittir, ilanihaye öyle kalacaktır.
Bilhassa yakın dönemde ezan konusunda yaşanan tartışmaları son derece tehlikeli buluyorum. Bu yönde Parlamentoda karar alınması bir yana, böyle bir tartışmanın varlığı dahi akıl ve vicdan dışıdır. Ötekileştirmeyi derinleştirecek, din ve inanç hürriyetini ayaklar altına alacak bu tartışmanın kimseye faydası yoktur. Bu tarz bir uygulamaya gidilmesi sadece Filistinlileri değil, onlarla birlikte tüm Müslümanların rencide etmektedir. Bölgemizin yeni gerilimlere, yeni provokasyonlara değil, barışa katkı sağlayacak hamlelere ihtiyacı var. Bu konuda endişelerimizi, böyle bir tasarının yasalaşması halinde ne tür tehlikeli sonuçlara sebep olabileceğini çeşitli kanallardan İsrailli yetkililere ilettik. Önceki gün ülkesindeki yangınların söndürülmesi için yaptığımız yardımlara teşekkür etmek üzere şahsımı arayan İsrail Cumhurbaşkanı Rivlin’e de bu hususu açıkça ifade ettim, ‘İsrail Parlamentosunun aklıselimle hareket edeceğine inanıyorum’ dedim. Ezan bir çağrıdır, dolayısıyla bu çağrıyı engellemeniz sıkıntılara neden olacaktır. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Dönem Başkanı olarak bu meselenin de yakın takipçisi olmaya devam edeceğiz.
Değerli kardeşlerim;
Ortadoğu’da kalıcı barış için tek yol, 1967 sınırları temelinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin Devletinin kurulmasıdır. Bunun için uluslararası toplumun Filistin’e verdiği desteği artırması şarttır. Filistin Devleti’ni tanıyan ülkelerin sayısını hâlihazırdaki 137’nin çok üzerine çıkarmamız gerekiyor. Birleşmiş milletlerdeki 193 ülkenin tamamının on yıllardır işgale karşı onurlu bir mücadele veren Filistin’i tanıması, her şeyden öte bir insanlık vazifesidir. Filistin’in uluslararası kuruluşlarda İsrail ile aynı şekilde temsil edilmesi yönündeki çabaları da artırmalıyız. Buradan tüm dünyaya, henüz Filistin Devleti’ni tanımamış tüm ülkelere bir an önce bu adımı atma çağrısında bulunuyorum.
Müslümanlar olarak uluslararası plandaki bu tür çalışmalar yanında Kudüs’teki binlerce yıllık kültürel ve tarihi mirasımızın da üzerine titremeliyiz. UNESCO Yürütme Kurulunun ve Başkanlığını yürüttüğümüz UNESCO Dünya Miras Komitesinin Harem-i Şerif’in İslami niteliğini vurgulayan kararlarını tabii ki memnuniyetle karşılıyorum. Ayrıca, TİKA’nın Kudüs’teki kardeşlerimizin evlerini ve dükkânlarını restore etmesini de çok kıymetli bir adım olarak görüyorum. Aynı şekilde arşivlerimizdeki Kudüs tapularını Filistinli kardeşlerimize verdik. Bu suretle başta vakıflar olmak üzere mülkiyet konusundaki çalışmaları için ihtiyaç duyulan tarihi belgeleri kendilerine sağlamış olduk. Filistinli kardeşlerimize yardımcı olmaya dönük çalışmaları artırmamız gerekiyor.
Bu noktada bir üzüntümü dile getirmek istiyorum. Bakınız, az önce değerli kardeşim İsra Suresinin bir bölümünü okudu. Rabbimiz İsra Suresinde Mescid-i Aksa’nın etrafını nurlandırdığını ve bereketlendirdiğini beyan ediyor. Hazreti Peygamber Efendimiz aleyhissalatu vesselam ise, “Yolculuk ancak şu 3 mescitten biri için yapılır: Benim mescidim, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa” diye buyurarak Müslümanlara sarih, açık, net bir hedef gösteriyor. Durum böyleyken, Müslümanların Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı yeteri kadar ziyaret etmediklerini görüyoruz. Kimi kardeşlerimiz İsrail’in sınırlamaları sebebiyle Mescid-i Aksa’yı ziyaret edemiyor olabilir. Ancak, böyle bir manisi olmadığı halde Mescid-i Aksa’ya gitmeyenleri açıkçası yadırgıyorum. Filistinli kardeşlerimizin çoğu zaman bizden beklentileri maddiyat değildir, onların ihtiyacını hissetleri en büyük husus, tüm insanların, elbette en başta Müslümanların kendileriyle dayanışma sergilemesidir. Filistinli kardeşlerimiz bize şunu söylüyor: “Lütfen buralara gelin, zira siz gelince işgalciler yalnız olmadığımızı görüyor” diyerek bizden onlara sahip çıkmamızı bekliyorlar. Özellikle Batıda yaşayan Müslümanların ömürlerinde bir kez muhakkak, imkânı olanların ise her fırsatta Kudüs’ü ziyaret ederek Filistinli kardeşlerimize yalnız olmadıklarını hissettirmelerini istirham ediyorum. Unutmayınız ki, gitmediğiniz yer sizin değildir.
Merhum Akif İnan ne diyor? Bu gerçekten çok çok farklı, tam bir aşkın tecellisi:
“Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde,
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu.
Varıp eşiğine alnını koydum,
Sanki bir yeraltı nehir çağlıyordu.
Gözlerim yollarda bekler dururum,
Nerde kardeşlerim diyordu bir ses.
İlk kıblesi benim ulu Nebi’nin,
Unuttu mu bunu acaba herkes.
Mescid-i Aksa’yı görüm düşümde,
Götür Müslümana selam diyordu.
Dayanamıyorum bu ayrılığa,
Kucaklasın beni İslâm diyordu.”
Gerek maddi, gerekse manevi olarak Kudüs’ü tek başına koymamalıyız. Merhum İnan'a özellikle Rabbimden rahmet niyaz ediyorum. Ve bizler kardeşlerim; işte ona ‘nerede kardeşlerim’ dedirtmemeliyiz. Barış ve adaletle 400 yıl boyunca Kudüs’e hizmet etme bahtiyarlığına nail olup, şehre binlerce eser kazandıran bir ecdadın torunları olarak, inşallah bizler bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Kudüs’e bütün desteğimizi bütün imkânlarımızla vermeye devam edeceğiz. İhtiyaç duydukları her zaman Filistinli kardeşlerimizin yanında olmayı sürdüreceğiz. Filistin’i ayağa kaldırmak için, Mescid-i Aksa’nın kutsiyetini muhafaza etmek, onu mahzun, onu boynu bükük koymamak için var gücümüzle çalışacağız.
Değerli kardeşlerim;
Az önce de ifade edildi, burada tekrar ifade edeceğim, çünkü sizler 400 kadar burada milletvekili olarak bulunuyorsunuz, ama bir konu var ki bunu lütfen unutmayalım ve tüm İslam dünyası bu hassasiyeti kavraması gerekir. 1 milyar 700 milyon Müslümanın, dünyada 193 devletin olduğu Birleşmiş Milletler’de temsil edildiğine acaba inanıyor muyuz? Bu çok önemli, hayır. Onun için, her uluslararası toplantıda, ‘Dünya 5’ten büyüktür’ derken bir şeyi kastediyorum. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde 5 devlet var, diğer 15 tane geçici üyenin orada hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur, 5 devlet… Ve dünyanın kaderi bu 5 devletin elindedir, iki dudağının arasındadır. Bir tanesi bir şeye hayır dediği anda oradan karar çıkartamazsınız.
Peki, 1 milyar 700 milyonluk İslam dünyasının Birleşmiş Milletler’de bunu zorlayacak bir adım attığını hiç duydunuz mu, böyle bir gayret var mı? Ne yazık ki yok. Hepsi ürkeklik, korkaklık içerisinde, ‘acaba böyle bir şey yaparsak ne olur’ endişesini taşıyorlar. Dünyada birçok yer demokrasi demokrasi demokrasi diyor, öyleyse demokratik hakkımız neyse bu demokratik hakkımızı almamın mücadelesini vermemiz lazım.
İkinci Dünya Savaşının şartları içerisinde oluşturulmuş bir Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi var. Artık o günün şartlarını yaşamıyoruz, bugün şartlar değişti. Bugün şartlar değiştiğine göre, bugünün şartlarına göre Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde 20 üye mi var geçiciyle beraber? Şimdi daimi-geçici ayrımı olmayacak. Ya ne olacak? 20 tane üyesi olacak ve bu dönerli olacak. Diyelim 2 yılda bir, süre değişebilir; ama 2 yılda bir bu üyeler değişecek, dönerli. Bu 20’nin 10’u 2 yılda bir değişebilir hafıza sağlam kalsın diye ve sürekli bu değişiklik yapılarak hem kıtaların orada temsil edilmesi sağlanmalıdır, hem dünyadaki tüm inanç gruplarının orada temsil edilmesi sağlanmalıdır. Dolayısıyla kimse ‘biz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde yokuz’ dememeli, bunun sağlanması lazım. Eğer Birleşmiş Milletler adalet tesis edecekse, adalet dağıtacaksa bu böyle olur. Ama şu andaki haliyle ben Birleşmiş Milletler’den adalet beklemiyorum, böyle bir adalet de oradan çıkmaz, bunu bilin.
Suriye meselesinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bir adım atabiliyor mu? Birleşmiş Milletler’den Suriye’de, Irak’ta bir şey görebildiniz mi? Şu anda 600 bin rakamları konuşuluyor, ama hayır, bana göre Suriye’de 1 milyona yakın insan öldü ve bu ölüm hala devam ediyor. Çocuk, kadın, erkek hiç ayrım yapmaksızın bu devam ediyor. Nerede Birleşmiş Milletler, ne yapıyor? Irak’ta var mı? Yine yok.
Biz sabır sabır sabır dedik, en sonunda dayanamadık ve Suriye’ye Özgür Suriye Ordusuyla beraber girmek zorunda kaldık. Niçin girdik? Bizim Suriye’nin topraklarında gözümüz yok. Mesele, toprağın gerçek sahipleri topraklarına sahip olsunlar, bunu sağlamak için. Yani orada bir adaletin tesisi için varız. Devlet terörü estiren zalim Esed’in hükümranlığına son vermek için biz oraya girdik, başka bir şey için değil.
Kimse de ırki milliyetçilik yapmasın. Çünkü bizim bir defa asabi bir milliyetçiliğe asla olumlu bakmamız mümkün değil. Irkçılığı bir kenara koyacağız ve biz mezhepçiliği bir kenara koyacağız, bizim dinimiz İslam. Belirleyecek olan İslam’ın ta kendisidir. Eğer biz İslam’ın dışında başka belirleyici bir akım arıyorsak, Allah muhafaza çok kötü bir yere doğru gideriz. Şu anda Irak’ta ne oluyor? Mezhep çatışmaları oluyor, Suriye’de ne oluyor? Aynı şekilde mezhep çatışmaları… Buna seyirci kalalım mı? Şu anda İslam İşbirliği Teşkilatı Dönem Başkanı olarak söylüyorum; gelin el ele verelim, ama dik duralım, hissi davranmayalım, duygusal davranmayalım, atmamız gereken adımları da atalım, bir yerlerden çekinmeyelim.
Bizim için hüküm bellidir: “La tahzen, innallahe meanâ” (Hüzünlenme, Allah bizimle beraberdir); biz buna bakacağız. Eğer biz buna bakmaz da hala korkaklığa devam edersek, bizi daha çok ezerler. Ama ben inanıyorum ki bu buluşmalar, bu toplantılar, inşallah bir ayağa kalkışın işaretleridir. İşte biz 15 Temmuz’da yaşadık; 15 Temmuz’da milletim F16’ların, bomba yağdıran helikopterlerin, tankların, topların, modern silahların insanoğluna işlemediğini, işlemeyeceğini gösterdiler. Niye? Onlar hep şehadete yürüdüler. 248 şehit verdik, 2193 gazimiz oldu. Ama elhamdülillah o FETÖ denilen terör örgütü elhamdülillah bu ülkede hedefine ulaşamadı ve ulaşamayacak.
Ama bu arada şunu söyleyeceğim: Benim birçok Müslüman kardeşlerim kendi ülkelerinde bu FETÖ terör örgütüne zemin hazırlıyor, bu da benim serzenişimdir. Ulemadan birçok insan, buna zemin hazırlıyor. İsminin yanında hoca varmış; ne hocası, bu bir şarlatandır, hoca falan değil. Bu kadar insanın ölümüne neden olan… Çok daha enteresan, diyorlar ki, ‘o bize şahdamarından daha yakındır.’ Bunu mensupları diyor. Tweet’i atanın da önünde profesör yazıyor. Profesör olsan ne olur? Bize şahdamarından daha yakın olan sadece Allah Celle Celalühüdür, başka yok. Ama ne yazık ki bunlar işi ta buralara kadar getirdiler. Temenni ediyorum ki İslam dünyasındaki kardeşlerimiz bu yanlışın düzeltilmesinde bize yardımcı olurlar.
Ben bu düşüncelerle sözlerime son verirken toplantımızın bir kez daha hayırlara vesile olmasını, Yüce Allah’tan niyaz ediyorum. Dünyanın bir yanından ülkemizi ziyaret eden, teşrifleriyle bizleri onurlandıran siz kıymetli misafirlere bir kez daha hoş geldiniz diyorum. Rabbim yar ve yardımcımız olsun, kalın sağlıcakla.