‘Küresel Gelecek: İnsan Odaklı Akıllı Ekonomi’ Temalı 7. Boğaziçi Zirvesinde Yaptıkları Konuşma

29.11.2016

Sayın Cumhurbaşkanları,

Sayın Bakanlar,

Zirvenin kıymetli katılımcıları,

Değerli misafirler;

sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle, saygıyla selamlıyorum. Uluslararası İşbirliği Platformu tarafından 2009 yılından beri düzenli olarak yapılan Boğaziçi Zirvesinin 7’incisinin başarılarla dolu olmasını temenni ediyorum. Zirve vesilesiyle ülkemize ve İstanbul’umuza teşrif eden misafirlerimize hoş geldiniz diyorum.

İstanbul, yeniden yapılanma sancıları yaşayan dünyanın bu sürecin öncüsü olan coğrafyaların merkezinde yer alıyor. Küresel geleceği ve küresel hedefleri tartışacağımız bu zirvenin hem mekanıyla, hem ruhuyla tam da olması gereken yerde toplandığını düşünüyorum. Bölgesinin siyasi ve ekonomik diplomasisinin lokomotif ülkesi Türkiye’nin vizyonuyla uyumlu bir etkinlik olarak gördüğüm bu zirveyi, 7 yıldır düzenli şekilde toplayan Uluslararası İşbirliği Platformuna şahsım, milletim adına teşekkür ediyorum. Görüşleriyle, tecrübeleriyle, teklifleriyle ve tenkitleriyle zirveye katkı verecek herkese huzurlarınızda şimdiden şükranlarımı sunuyorum.

Dünyanın ve bölgemizin her geçen gün yeni ve daha büyük sorunlarla karşılaştığı bir dönemde bu tür görüş alış verişi ve işbirliği zeminlerinin önemli olduğuna inanıyorum. Bölge ülkeleri ve özel sektörleri arasında yakın işbirliğine vesile olacak Boğaziçi Zirvesinin önümüzdeki yıllarda etkinliğini artırarak devam etmesini diliyorum.

Sayın cumhurbaşkanları, değerli konuklar;

Zirvenin bu yılki oturumlarında ağırlıklı olarak geleceğe ilişkin tekliflerin ve tehditlerin ele alınacağını görüyorum. Tabii gelecek deyince aklımıza ilk gelen şey, özellikle ileri teknoloji oluyor. Dünyamızın geçtiğimiz 200 yıldaki dönüşümünün temel unsurlarının başında, teknolojide yaşanan gelişmeler geliyor. Geçmişi inşa eden teknolojinin geleceğimizde de etkili olması gayet normaldir.

Teknolojinin dönüşüm gücü gerçekten de hayranlık vericidir. Bu alanda şimdiye kadar şahit olduğumuz değişiklikler çoğunlukla insanların konforunu artıran ve hayatını kolaylaştıran gelişmelerden oluşuyor. Ulaşımdan sağlığa, haberleşmeden eğitime kadar her alanda geçmişle mukayese edilemeyecek yenilikler teknoloji ürünü araçlar vasıtasıyla hayatımızı adeta kuşatmış durumdadır. Örneğin sağlıkta gelişmiş görüntüleme teknikleri sayesinde gerçekleştirilen erken teşhis ile sancısız ve kansız tedaviler, hastalıklardan kaynaklanan ıstırap dolu süreçlerin sona ermesini sağladı. Eğitimde akıllı tahtalar ve uzaktan erişimle yürütülen dersler yeni bir dönemi başlattı. İnternet vasıtasıyla dünyanın herhangi bir yerinden diğer ucuna anında kütüphaneler dolusu veri çok kısa sürede ulaştırılabiliyor. Daha birkaç asır önce ilkel pusulalarla yolculuk yapmak zorunda olan denizcilerin yerine, akıllı telefonundaki navigasyonu kullanarak istediği adrese kolayca ulaşabilen insanlar, hatta sürücüsüz çalışan otomobiller aldı.

Her ne kadar herkes eşit şartlarda ulaşamıyor olsa da, teknolojinin etki alanını hızla genişlettiği bir gerçektir. Bu durum insanla teknolojinin rekabetini kaçınılmaz hale getiriyor. Nitekim geçmişte bilim kurgu filmleri ve edebiyatının fantastik ögeleri olarak işittiğimiz pek çok husus giderek somut birer gerçek olarak karşımıza çıkmaya başladı. Japonya’da neredeyse tamamen robotlar tarafından işletilen çiftlikler faaliyete geçiyor. Üretim bantlarında insanlar yerine robotların çalıştığı fabrikalar giderek yaygınlaşıyor. İnsansız hava araçları markete, restorana, mağazaya verilen siparişlerin yerlerine ulaştırılması dahil neredeyse her alanda kullanılmaya başlandı. Alışverişler giderek artan oranlarda internet üzerinden yapılıyor.

Tüm bu gelişmeler istihdamdan gelir dağılımına kadar birçok alanda çarpıcı etkiler bununla birlikte geliyor. Küresel ticaret büyümesi, tahminlerinin üzerinde değerlendirilirken bütün bu gelişmelerle birlikte teknoloji kullanımının çok daha farklı bir zemin oluşturduğunu, yaygınlaştığını görüyoruz. Pek çok ülkedeki seçimlerde uluslararası ticareti kısıtlama vaatlerinin artması, ticaret savaşlarının yaklaştığının da bir işaretidir. Bilhassa gelişmiş ülkelerde zenginler ve fakirler arasındaki hayat kalitesi farkının açılmasında, üretimde vasıfsız iş gücü yerine robotların kullanılmasının büyük etkisi var.

Genel tabloya ve eğilimlere baktığımızda bu alanda artık geri dönülmez bir yola girildiğini söyleyebiliriz. Bu bakımdan geçtiğimiz yıl daha az yoksulluk, daha fazla refah temasının işlendiği Boğaziçi Zirvesi’nin bu yıl “Küresel Gelecek, Küresel Hedefler” başlığıyla toplanması bana göre isabetli bir tercihtir.

Değerli misafirler;

Refahı artırmak, bunu yaparken de yoksulluğu azaltmak, kendiliğinden sağlanabilecek bir gelişme değildir. Çünkü dünyamız her alanda görülen adaletsizliğin yol açtığı sancılarla giderek daha fazla yüzleşmek zorunda kalıyor. Bir yanda milyonlarca dolar verip turist olarak uzaya gidenlerin, onların hemen yanı başında ise işlerini robotlara ve internete kaptırmış büyük kitlelerin bulunduğu bir dünyada sürdürülebilir büyüme mümkün değildir. Teknolojinin istihdamı ve ücretleri sınırlama eğilimi, önümüzdeki dönemde çok daha şiddetli şekilde hissedilecektir. Bugün gelişmiş ülkelerde yeni hayata atılan pek çok gencin anne ve babasına göre çok daha düşük ücretle çalışmak ve çok daha düşük bir refah seviyesine razı olmak zorunda kaldığı ifade ediliyor. Bu gelişmelerin demokrasiler üzerinde nasıl olumsuz sonuçlara yol açtığının örneklerini hep birlikte görüyoruz.

Batı toplumlarının mevcut refah düzeylerine tehdit olarak gördükleri göçmenlere –burası çok çok önemli, Türkiye’de 3 milyonu aşkın mülteci var, biz bunları tehdit olarak görmüyoruz. Ama Batı toplumu 100 kişiyi, 200 kişiyi, 300 kişiyi kendisi için tehdit olarak görüyor- ve yabancılara karşı geliştirdikleri nefret politikaları, bu ülkelerin yönetimlerini de esir almaya başlamıştır. Türkiye bu olumsuzluğa en fazla ve en yaygın şekilde muhatap olan ülkedir. Örneğin, yabancı ve İslam düşmanlığı dalgasının yükselmeye başladığı 2001 yılından beri sadece Almanya’da camilere ve Müslümanlara yönelik 416 saldırı gerçekleşmiştir. Bu saldırıların 46 tanesi de bu yılın ilk 9 ayında yaşandı. Almanya’da yaşayan vatandaşlarımız bu saldırılara en fazla muhatap olan ve mağduriyet yaşayan kesimi oluşturuyor. Bu nefret saldırıları, giderek güçlenen politik desteğin de etkisiyle artarak sürecektir.

Diğer taraftan, bugün göçmenlere karşı yürütülen kampanyaların, bir süre sonra yine Batılı toplumların refahlarına tehdit olarak gördükleri robotlara karşı yapılması kimseyi şaşırtmayacaktır. Bu durum şunu gösteriyor: İnsanı odağa koyan teknolojilere yönelmeden, refahı artırırken yoksulluğu azaltan gelişmelerin önünü açmadan demokrasiler ayakta kalamaz.

Dikkat ediniz, bugün dünyanın gelişmiş ülkelerinde en ileri teknolojik araçlar en karmaşık üretim tekniklerinde kullanılıyor. Ama aynı ülkelere baktığımızda ekonomilerinin yine konut satışlarına bağlı olduğunu, insanların servetlerini yine bu tür alanlara yatırdıklarını görüyoruz. Negatif faizler gibi, daha düne kadar hayal bile edilemeyecek uygulamalar gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının gündelik politika araçları haline geldi. Tüm bunlara rağmen gelişmiş ülkeler büyüme konusunda yaşadıkları tıkanıklığı aşamıyorlar. Çünkü teşhisleri yanlış olduğu için tedaviyi de başka yerde arıyorlar.

Ekonominin doğası talep üzerine kuruludur. Talebi ne robotlar, ne de finansal araçlar üretir. Talebi sadece insanlar ortaya çıkarır. Demek ki sürdürülebilir büyümenin yolu, insandan, daha doğrusu insanların huzur ve refah içinde yaşama imkânlarını genişletmekten geçiyor.

Sonuç olarak; önümüzdeki dönemde ticarette ve savaşta kazananı belirleyecek olan, teknolojik üstünlükle birlikte yine insandır, biziz. Nüfus artışı olmadan, üretimi ve yatırımı destekleyen finansal sistem tesis edilmeden her alanda adaleti esas alan bir anlayış benimsenmeden sağlıklı bir küresel gelecek inşa edilemez. Bu mücadelede teknoloji yasaklanamayacağına göre, buna uyum sağlayacak yöntemler geliştirmek en doğru yoldur.

Değerli misafirler;

Eğitim her dönemde ve her alanda olduğu gibi yeni küresel sistemde de teknolojinin getirdiği iş imkânlarını toplumun geniş kesimlerine ulaştırabilecek en önemli araçtır. Serbest ticaret anlaşmaları, birçok ürüne ucuz erişim imkanı sağlaması bakımından elbette önemlidir. Ama bu yüzden işini kaybeden insanları geleceğe hazırlamak için eğitmeden tüm kapıları açmak, yeni ve üstesinden gelinmesi zor sıkıntıları beraberinde getirir. Özellikle vasıfsız işçilerle yapılan birçok işi teknoloji giderek daha fazla ele geçireceği için insanlara yeni yetenekler kazandırmanın yolları aranmalıdır. Nitekim ülkemizde müfredata giren birtakım yeni uygulamalar akıllı ekonomilerde rekabetçiliğimizi artırmayı amaçlıyor.

Bu çerçevede üzerinde durmamız gereken bir değer önemli husus verimliliktir. Burada tabi iki şeyi önemsiyorum. Biz insanlar olarak acaba verim ekonomisi üzerinde mi duracağız, yoksa israf ekonomisi üzerinde de mi duracağız? Şu anda hayata baktığımız zaman, ne yazık ki israf ekonomisi almış başını gidiyor. Bir ailenin içerisinde bir tane araba değil, bakıyorsunuz iki tane araba, üç tane araba var. Hanımda, çocukta, çocuklarda, hepsinde arabalar, bunun adı israf ekonomisidir, verim ekonomisi değil. Ama verim ekonomisine geçtiğimizde devreye ne girecektir? Yatırımlar girecektir. Yatırımların olduğu yerde devreye istihdam girecektir, istihdamın da olduğu yerde üretim başlayacaktır. Bütün bunların olduğu yerde, o toplumda rekabet başlayacaktır, o toplumda rekabet gücünün artmasıyla ondan sonra da büyüme gelecektir.

Birleşmiş Milletler’in 2014 yılında yaptığı tahmine göre, 2050 yılında küresel gıda ihtiyacı bugünkünden yaklaşık yüzde 60 fazla olacaktır. Bu durum aynı miktarda topraktan daha fazla ürün elde etmemiz gerektiğine işaret ediyor. Ama diğer yandan Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün değerlendirmelerine göre, küresel olarak üretilen gıdaların 3’te 1’i atığa dönüşüyor, bu da önemli. Gelişmiş ülkelerde yılda ortaya çıkan 222 milyon ton civarındaki gıda israfı, neredeyse Sahra Altı Afrika’nın 230 milyon ton olan yıllık gıda üretimine denktir; işte israf ekonomisi. Bu durum insan odaklı ekonominin temellerinden birinin de, özellikle ısrarla söylüyorum, verim ekonomisi, tutumluluk ekonomisi olduğunu kaçınılmaz hale getiriyor.

Yakın gelecekte insan hayatını etkileyecek önemli gelişmelerden birisi de şehirleşme olacaktır. Dünya genelinde 2015 itibarıyla yüzde 54 olan şehirde yaşayan nüfus oranının 2050 yılında yüzde 66’ya çıkması bekleniyor. Ülkemizde de şehirlerde yaşayan nüfus oranı yüzde 88’i buldu. Şehirleşmenin artması, ulaşım, eğitim, sağlık, perakendecilik ve hizmetler başta olmak üzere her alanda yeni bakış açıları geliştirmemizi gerektiriyor. Burada ‘ekonomi odaklı insan’ modelinden ‘insan odaklı ekonomi’ modeline geçiş, gelecek nesillere aktarılabilecek en anlamlı miras olacaktır. İşte bunun için tarihten, ecdadımızdan tevarüs ettiğimiz şu güzel tespiti burada da söyleyeceğim: İnsani yaşat ki devlet yaşasın.

Yeni dönemde telefon ve internet, hayatın her alanı gibi ekonominin de temel altyapısı konumunu güçlendirecek, sürdürecektir. Ülkemizde bilgi ve iletişim projelerinde ilk sırayı yüzde 45 ile eğitimin, onu yüzde 32’yle kamu hizmetlerinin ve yüzde 11 ile ulaştırma sektörünün izlemesi doğru yolda olduğumuzu gösteriyor. Şehirleşme sonucunda birada yaşamak zorunda kalan kalabalık insan topluluklarının sorunlarının çözümünde iletişim imkanları çok önemli bir fırsattır. Netice olarak, insani değerler yetirilmeden iktisadi faaliyetleri geliştirmenin yollarını aramalıyız. Bunu da mirasçısı olduğumuz kadim medeniyet sınırları içinde yapmalıyız. Aksi takdirde, yolumuzu da, yönümüzü de kaybederiz.

Gelişmiş ülkelerin şu anda yaşadıkları sorunlara daha ağır şekilde maruz kalmamak için özgünlüğümüzü ve özgürlüğümüzü muhafaza etmeliyiz. Hani yerlilik diyorum ya, millilik diyorum ya, bunu kaybetmemeliyiz. 15 Temmuz bizim için işte bu mücadelenin adıdır, adresidir. Milletimiz istiklaline ve istikbaline, demokrasisine, iradesine canı pahasına sahip çıkacağını göstererek gelecek için hepimize ümit vermiştir. Şundan emin olunuz: Bugünkü Türkiye’nin önü 15 Temmuz sabahında olduğundan çok daha açıktır, çok daha aydınlıktır.

Ben tabi son zamanlarda şunu da söylüyorum, burada da bugün söyleyeceğim: Biz uluslararasında gelin hep birlikte altını devreye sokalım. Döviz baskısından piyasaları kurtarmamız lazım. Borçlanırken o şekilde borçlanmanın yolunu arayalım, yerli para birimleriyle borçlanmanın yollarını arayalım. Son günlerde bütün AVM’lerde vesaire patronlar hep dövizle kiralama yolunu seçiyorlar. Biz de diyoruz ki, şimdi burada yeni bazı adımlar atmak suretiyle geçici bir düzenleme gerekirse yapılır ve bu kiralamanın da ülkemizin şu anda bu süreci başarıyla atlatabilmesi için yerli para birimiyle bu süreci atlatma adımını atmalıdır. Buna inanıyorum, bunu da duyurdum, duyuruyorum, duyuracağım. Çünkü diğerinde adeta emperyal mantık va; öbür tarafta da, -kızmasın tabi AVM’deki mağaza sahipleri- orada çırpınan, battı-batacak durumunda olan esnaf var. Bu süreci beraber atlatmalıyız, dayanışma içinde atlatmalıyız. Bu vatan bizim, bu topraklar bizim. Hepimiz kardeşiz, dayanışma içerisinde bu süreci beraber atlatacağız. Unutmayın, yakın tarihin gördüğü en alçak darbe girişimini, en sinsi işgal teşebbüsünü, en kanlı terör saldırısını aynı anda yaşayıp başarıyla üstesinden gelen bu millet, elbette ekonomik baskılara karşı da kendisini müdafaa edecektir.

Değerli misafirler;

Türkiye bulunduğu coğrafi konum ve sahip olduğu tarihi müktesebat itibarıyla Avrupa, Asya, Afrika merkezli her oluşumun tabii bir parçasıdır. Avrupa Birliği maalesef bu açık gerçeği göremediği, görse de kabul edemediği için tam üyelik müzakerelerimizi yokuşa sürmekte ısrar etmiştir. Bütün dostlara sesleniyorum, 53 yıl bu ülkeyi kapasında bekleten bir Avrupa Birliği var. Söylüyorum, sen bulunmaz Hint kumaşı değilsin ya; biz öyle de, böyle de bu 53 yılı zaten sürdürdük. Dünyada birçok ülkeye bu tür baskılar yaptınız, ne oldu, bitirdiniz mi? Evvel Allah Türkiye’yi hiç bitiremezsiniz. Biz kendimize inanıyoruz, dostlarımıza da inanıyoruz, kaynaklarımıza inanıyoruz. Bugün çalıştığımızın iki katı çalışırız, üç katı çalışırız, evvel Allah dünyayı dolaşırken daha fazla dolaşırız ve yine asla boğun eğmeyiz. Bize öyle ideolojik dayatmalarla boğun eğdirmeye çalışanlar kusura bakmasınlar, Türkiye o ülkelerden bir ülke değil. Siz 100, 200, 300 mülteciye bakamazken, bu ülke şu anda kendi sermayesinden, kendi cebinden 3 milyon mülteciyi evvel Allah barındırıyor, bakıyor, her şey ortada.

Avrupa Parlamentosunun son kararı, yıllardır zaten yaşadığımız bu gerçeğin bizzat kendileri tarafından ikrarıdır. Türkiye’nin Avrupa Birliği tarafından bu şekilde tahkir edilmesi elbette bizi üzmüştür. Buna rağmen şu anda, Avrupa Birliği defterini henüz kapatmış değiliz. Ama karşımızdaki fotoğraf şimdilik bu konuda olumlu yönde beklentilere kapılmamıza izin vermiyor. Fakat şunu da hiç kimse unutmasın: Türkiye’nin önünde daima çok fazla alternatif mevcuttur ve bu alternatiflerden herhangi birisini değerlendirmek suretiyle biz yolumuza devam edeceğiz. Ve burada şu anda ifade etmeyi doğru bulmuyorum ama, biz tabii bu alternatiflerle de görüşmelerimizi devam ettiriyoruz.

Az önce Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanımız burada bir şeyler ifade etti; aylardır, yıllardır orada da yapılmakta olan görüşmeler var, hep sürekli oyalama, oyalama, oyalama… Taktik bu. Ne biliyor musunuz? ‘Siz Kıbrıs’ı tamamen bize verin, hiçbir şeye karışmayın’ diyor, hedef bu. Dur bakalım, orada bu kadar şehit kanı var, neyi veriyorsun? Ve daha da ileri gidiyorum; utanmadan, sıkılmadan Avrupa Birliği toplantılarına Kıbrıs Adası’nın tamamının içinde yer aldığı bayrakla geliyorlar. Bir defa sizin böyle bir bayrağınız olamaz ki… Burada bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti var. Sen Güney Kıbrıs Rum Yönetimisin, kuzeyde de Türk Cumhuriyeti var, bunu göreceksin, bu da bir saygısızlıktır. Öyle veya böyle bunu anlayacaklar, öğrenecekler. Geçenlerde Yunanistan Başbakanı da aradı, onlarla da görüştüm, ‘ikili görüşme yapalım’ diyorlar, çoklu görüşme diyoruz vesaire, bütün bunlar konuşuluyor. Ama artık bu işin çok da fazla uzatılmaması, bu yılın sonuna kadar bir yere bu konuda da artık varılması lazım. Ama ‘bu topraklar bizim olacak, bunun yönetimi tamamen bize ait olacak’; böyle bu tür şeyler olursa bu yürümez. Aç tavuk kendini buğday ambarında sanırmış, bunların yaptığı bu.

Ve temenni ederim ki Boğaziçi Zirvesi birçok konuların tartışıldığı, ele alındığı bir oturumlar silsilesi olacak. Ülkemizin öncülüğünde üye devletlerin kamu ve özel sektör kuruluşlarıyla bireylerinin içinde yer alabileceği yeni bir ticari platform kurmayı bence düşünebiliriz. Teknolojinin sağladığı kolaylıklar kullanılarak tamamen elektronik ortamda faaliyet gösterecek bu platformu hayata geçirmek için de tek ihtiyacımız olan İslam ve Türk coğrafyasındaki yaklaşık 60 devletin ortak iradesini doğrusu çok çok önemsiyorum. Mal ve hizmetlerin standart kodlar aracılığıyla sisteme girileceği bu ticaret platformunda biraraya gelen ülkeler en az maliyetle ve en hızlı şekilde birbirleri içindeki her türlü mala ve hizmete ulaşabilmelidir diye düşünüyorum.

Üye ülkelerin lojistik sistemlerinin entegrasyonu, ortak ödeme sistemi, bu sistemde kullanılacak ortak finans araçları, ortak ticaret dili gibi standartlaştırmalarla mevcut küresel ticari düzenden bağımsız bir yapı inşa etmek mümkündür. Biz herkesin üzerinde hesap yaptığı böylesine büyük bir coğrafyanın, isterse kendi ekonomik ve ticari altyapısını oluşturabileceğine inanıyoruz. Çerçevesini çizdiğim bu ticari platform, daha büyük bir ekonomik birliğin nüvesini de teşkil edebilir. Esasen bu tür yeni girişimler mevcut yapıların alternatifi olmaktan ziyade onlara da dinamizm kazandıracak, can suyu işlevi görecek oluşumlar olarak görülmelidir.

Boğaziçi Zirvesi’nde bu tür konuların da enine-boyuna tartışılacağına inanıyorum. Nitekim, zirve hedeflerinden birinin, ‘Dünya Konseyi’ olarak ifade edilen, barış odaklı küresel mutabakat metninin ilk adımını atmak olduğunu görmekten memnuniyet duyuyorum. Küresel ve bölgesel işbirliği imkânlarının tüm boyutlarıyla tartışılacağı zirvenin bir kez daha hayırlı olmasını diliyorum. Yerli parayla ithalat-ihracat olayının da devreye sokulabileceğini unutmamanızı da tekrar hatırlatmak istiyorum.

Tüm misafirlerimize, dostlarımıza, kardeşlerimize tekraren hoş geldiniz diyor, hepinize sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.