TRT World Tanıtım Gecesinde Yaptıkları Konuşma

15.11.2016

Değerli katılımcılar,

Medyamızın kıymetli temsilcileri,

Değerli misafirler,

Hanımefendiler, beyefendiler;

Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Tanıtım töreni vesilesiyle bir araya geldiğimiz TRT World’ün ülkemiz, milletimiz ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını diliyorum. TRT’ye ve TRT World ailesine uzun soluklu ve başarılı bir yayın hayatı temenni ediyorum.

52 yıllık bir geçmişe sahip olan TRT, son dönemde gerçekleştirdiği başarılı projelerle ulusal ve uluslararası alanda yayın hayatımıza yaptığı katkılarla dikkatleri üzerine çekiyor. Daha önce hayata geçirdiğimiz TRT Avaz, TRT Kürdi, TRT Arapça’ya ilave ettiğimiz TRT World’ün kendi alanında çok önemli bir boşluğu dolduracağına inanıyorum. Bugün 14 televizyonuyla, 16 radyo kanalıyla, 5 dergisiyle, 41 dil ve lehçede yapılan internet yayınlarıyla, 13 ülkedeki temsilcilikleriyle TRT, dünyanın sayılı medya kuruluşları arasında yer alıyor.

Ben arkasına böyle bir birikimi ve gücü olan TRT World’ün sloganında ifade edildiği gibi gerçekten de ‘Türkiye’nin dünyaya açılan penceresi’ olacağına inanıyorum. TRT World’ün ‘yeni bir dil ile hikâyeyi yeniden anlatmak, mikrofonu konuşturulmayanlara uzatmak, kamerayı görülmeyenlere çevirmek’ hedefini de son derece kıymetli buluyorum. Uluslararası medyanın büyük ölçüde birbirine benzediği sunucular ve kanallar farklılaşsa da haberin kurgusunun ve dilinin tek düze hale geldiği bir dönemde böyle bir misyonla ortaya çıkmak takdire şayandır.

İddia sahibi olmak, zorlukları göğüslemeyi daha başından kabul etmek demektir. İddia sahibi bir kurum, statükonun borazanı olmayı reddeden, değişimin öncüsü olmaya namzet kurum demektir. TRT World’ün aralarında dünya çapında üne sahip 36 farklı ülkeden gazetecilerin yer aldığı deneyimli kadrosuyla bu misyonu yerine getirecek donanıma fazlasıyla sahip olduğunu görüyorum ve şimdiden başarılar diliyorum. Bu projenin hayata geçmesinde katkısı olan Genel Müdüründen muhabirine, teknik elemanlarına kadar tüm TRT çalışanlarını tebrik ediyorum.

Sevgili dostlar;

Türkiye tarih boyunca çağ açıp çağ kapatan hadiselerin yaşandığı, dünya siyasetine yön vermiş, medeniyetlere beşiklik etmiş bir coğrafyada yaşıyor. Bugün de aynı şekilde dünya siyasetini, ticari ve ekonomik hayatını etkileyen önemli olaylar Türkiye’nin çevresinde yaşanıyor. Suriye, Irak, Yemen, Ukrayna gibi çatışma alanları, Kafkaslar, Balkanlar, Kuzey Afrika gibi potansiyel kriz bölgeleriyle güçlü bağlara, köklü bağlantılara sahibiz. Ortadoğu’dan Asya’ya, Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya kadar birçok yerde akrabalarımız, kardeşlerimiz, vatandaşlarımız var. Tarihi, kültürel ve coğrafi bakımdan bu derece güçlü derinliğe sahip bir ülkenin etrafında yaşanan hadiselere kayıtsız kalması, gözünü kapatması, sırtını dönmesi mümkün değildir.

Türkiye 2002’den beri dış politikasını bu gerçeğin idrakinde olarak şekillendiriyor, adımlarını da bu çerçevede atıyor. Şüphesiz ülkemizin son 14 yılda yaşadığı sessiz devrimin en görünür olduğu alanların başında dış politika geliyor. Burada şunu açık ve net olarak ifade etmek isterim: Türkiye bizim dönemimizde dış politika tasavvurunda ciddi bir paradigma değişikliğine gitmiştir. Bugün Türk dış politikasının ana ekseni; insani değerler, bunun yanında milli çıkarların tam uyumu üzerine kuruludur.

Ne ülkemizin menfaatlerinden, ne de bizi biz kılan insani ve vicdani değerlerden asla taviz vermedik, vermiyoruz ve vermeyeceğiz. Hakkı ve adaleti merkeze alan bir anlayışla küresel ve bölgesel meselelerin çözümüne müspet katkılarda bulunuyoruz. Mazlumun ve mağdurun inancına, kökenine, rengine bakmadığımız gibi, zalimin de kimliğini dikkate almıyoruz. Mevlana Hazretlerinin pergel benzetmesinde olduğu gibi bir ayağımızı Türkiye’ye ve milletimiz hassasiyetlerine sabitliyor, diğeriyle de küresel barış ve huzura katkıda bulunmaya, çatışmaların, gerilimlerin önüne geçmeye çalışıyoruz, yaptığımız budur.

Bölgemiz huzura ermeden Türkiye’nin huzurunun olamayacağını gayet iyi biliyoruz. Dünyanın bir tarafı kan revan içindeyken, küresel barış iddiasının ancak bir ham hayal olduğunun farkındayız. Somali’nin açlık sorunu çözülmeden, Orta Afrika’da iç savaş bitmeden, Asya’da istikrar sağlanmadan Avrupa’nın refah içinde yaşamayacağını gayet iyi biliyoruz, gayet iyi görüyoruz, kendimizi aldatmayalım.

Medeniyetler arası çatışma teorilerinin tedavüle sürüldüğü 11 Eylül sonrasının kesif atmosferinde Birleşmiş Milletler çatısı altında İspanya ile başlattığımız Medeniyetler İttifakı girişiminin arkasındaki sebep işte budur. Aynı şekilde Finlandiya ile eş başkanlığını yaptığımız Barış İçin Arabuluculuk girişiminin gerisinde de bu anlayış vardır.

Suriye’den Irak’a, Libya’dan Yemen’e kadar sulhun, barışın, istikrarın hakim olması, kardeşlerimizin sükûn bulması için gece-gündüz gayret göstermemizin gayesi de budur. ‘Dünya beşten büyüktür’ derken de, ‘Gazze sahili uçurtma uçuran, top oynayan çocuklara mezar olmasın’ diye haykırırken de meseleye tamamen insan ve adalet odaklı baktık, öyle bakıyoruz. Kudüs’ü sadece kendi inancımızın bir gereği olarak değil diğer inançlara olan saygımız dolayısıyla da savunuyoruz. Sadece diplomatlarımızla değil sivil toplum kuruluşlarımızla da, AFAD’ımızla, TİKA’mızla, Kızılay’ımızla, Anadolu Ajansımızla, askerimiz, polisimizle kardeşlerimizin yaralarına merhem olmaya çalışıyoruz. Bütün bunları da yalnızca inancımızın, insanlığımızın, bu topraklarda tevarüs ettiğimiz kadim değerlerimizin bir gereği olarak yapıyoruz.

Değerli kardeşlerim;

Eskiler ‘marifet iltifata tabidir’ demişler; şüphesiz yapılanlar kadar yapılanların hakkıyla anlatılması da önemlidir. Biz bu konuda maalesef uzun yıllardır çok sıkıntı yaşıyoruz. Türkiye’nin uluslararası alandaki başarıları, ülke içinde yaşadığı büyük değişim ne yazık ki dışarıya yeterince anlatılamıyor. Hatta çoğu zaman başarılarımız yok sayılıyor.

Ülkemizde meydana gelen hadiseler tamamen çarpıtılarak olduğundan farklı bir şekilde gösteriliyor. Medya organları vasıtasıyla oluşturulan algı, hakikaten önüne geçiyor. Son üç yılda Türkiye’nin yaşadığı birçok olayda bu acı gerçeği defaatle tecrübe ettik. Gezi olayları sırasında uluslararası basın yayın kuruluşlarının nasıl bir dil kullandığını, adeta olayları provoke etmek için nasıl yanlı davrandıklarını hepimiz çok iyi biliyoruz.

Küresel medya kuruluşları İstanbul’da ve Ankara’da sokakları yağmalayan, önlerine gelen her şeyi yakıp yıkan, molotof ve hatta silahla polisimize saldıran, işte son olarak kaymakamımızı Derik’te şehit eden vandalların, alçakların kahramanlaştırılması başta olmak üzere ne kadar ilkesizlik varsa yapmaktan çekinmediler.

Ama benzer olaylar birkaç ay sonra Almanya’da, Fransa’da, Amerika’da olunca hepsi de üç maymunu oynadılar, çünkü cibilliyetlerinde o var. Alman veya Amerikan polisinin göstericileri yerlerde sürüklemesi, taşkınlıklara en sert şekilde müdahale etmesi, hiçbir zaman ‘polis şiddeti’ olarak tanımlanmadı. Sokakları işgal edenlere ‘cici ve zeki çocuklar’ güzellemesi de yapılmadı. Olaylar kesintisiz bir şekilde canlı olarak da verilmedi. Öte yandan Mısır’da demokrasi katledilirken, darbeyle yüzde 52 ile gelmiş bir Cumhurbaşkanı veya başkan indirilirken binlerce insan sırf iradelerine sahip çıktıkları için meydanlarda öldürülürken bu medya organları sırra kadem basmışlardı. Hatta bunların önemli bir kısmı daha sonra darbeyi meşrulaştıracak yayın politikası izlemekten de geri durmadılar. DEAŞ’a karşı en büyük mücadeleyi veren, yüzlerce vatandaşını örgütün kanlı eylemlerinde kaybeden ülkemiz, yine bu medya kuruluşları tarafından kara propagandanın hedefi oldu.

15 Temmuz gecesi ve sonrasında yaşadıklarımız Türkiye’ye yönelik çifte standardın artık ayyuka çıktığı en çarpıcı örnektir. Bu süreçte gördüklerimiz, okuduklarımız, izlediklerimiz bize kendi göbeğimizi kendimizin kesmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatmıştır. Yıllardır her fırsatta bize demokrasi ve özgürlük dersi verenler, 7’den 70’e milletimizin tamamının seferber olduğu, 248 şehit, 2193 gazi pahasına yazdığı demokrasi destanını adeta görmezden geldiler.

Diyorum ki; kimse bize parmak sallamasın, kimse bize el-kol hareketi yapmasın. Bu millet kendi kaderini tayin etme iktidarına sahiptir; bu böyle bilinsin. O gece sadece içinde bulunduğumuz şu Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin çevresinde tedavisi devam ederken birkaç gün önce Hakk’ın rahmetine kavuşan bir kardeşimizle birlikte 30 vatandaşımız darbeciler tarafından şehit edildi. Ve yine bu çevrede 36 kardeşimiz de yaralandı.

Darbe girişiminin başarılı olmasını umut eden birçok basın yayın kuruluşunun 16 Temmuz sabahı nasıl bir sükûtu hayale uğradıklarını hep birlikte gördük. Daha da ötesi, darbecileri Türkiye’nin son umudu olarak gören yazarlar, yorumcular vardı. PKK ve FETÖ sempatizanlığı Batı medyasında zaten alıp başını gitti. İstiklallerine ve istikballerine canları pahasına sahip çıkan bir milleti ‘koyun’ diyerek, ‘vahşi sürüler’ diyerek aşağılamaya cüret eden sözde gazeteciler gördük. Hatta 7 Ağustos’ta Yenikapı Meydanını dolduran 5 milyon kişiyi iktidar muhalifi gibi takdim eden sahtekâr medya mensupları bile çıktı. Velhasıl son 4 ayda her türlü ilkesizliği, riyakârlığı, ahlaksızlığı gördük yaşadık.

Şundan emin olun: Şayet o gece darbe teşebbüsü başarılı olsaydı, bugün demokrasi ve özgürlük havarisi kesilen uluslararası medya kamerasını ve kalemini, darbeyi meşrulaştırmak için seferber edecekti. Bugün bizi basın özgürlüğü üzerinden eleştirenler, terör yardakçılarını bağırlarına basanlar böyle bir durumda ekranlarını ve sayfalarını cuntacıların emrine vereceklerdi. Geçmişte bunu yaptılar zaten. Tıpkı Mısır’da olduğu gibi eli kanlı darbeci katiller demokrasi kahramanı gibi yansıtılacaktı; ama başarılı olamadılar. Hazırlanan manşetler boşa gitti. Manşetler hazırdı, ama hepsi boşa gitti. Darbeyi meşrulaştırmaya yönelik tüm argümanlar çöktü. O gece uluslararası medyada ve aynı zihniyetle yayın yapan ülkemiz televizyonlarındaki bazı gazetecilerin yüzlerini bir hatırlayın, hepsi de darbenin başarısız olmasının getirdiği derin bir hayal kırıklığı ve hatta kızgınlık içindeydi.

Kıymetli kardeşlerim;

Elbette madalyonun bir de diğer yüzü vardı. Ülkemiz ve demokrasimiz adına kaydettiğimiz bu başarıda yerli ve milli çizgide yayın yapan medya kuruluşlarımızın, elbette en başta TRT’nin çok önemli bir payı vardır. Özellikle TRT World’ün o gece darbeciler tarafından hedef alınmasını, eleştirilmeye çalışılmasını ben son derece manidar buluyorum. Darbeciler şayet TRT World’ün sesini tamamen kesebilseydiler, Türkiye’nin dünyaya yayın yapan tek İngilizce kanalını da durdurmuş olacaklardı. Fakat muvaffak olamadılar.

Yine TÜRKSAT’ı ele geçirerek televizyon ekranlarını tamamen karartma planları da o gece başarısızlığa uğradı. Özel medya kuruluşlarımızın çoğu demokrasi ve hukuk adına gerçekten örnek gösterilecek bir tavır sergilediler. Onlara 4 ay sonra da olsa başta teşekkür etmiştim, şimdi yine teşekkür ediyorum. Milletimiz, medyamız, siyasi partilerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız, polisimiz, üniformasına ihanet etmeyen askerlerimiz o gece yekvücut oldu ve tüm Türkiye’yi darbecilere dar etti.

Şimdi önümüzde yeni ve kritik bir dönem bulunuyor. O gece FETÖ’cü teröristlerin başarılı olması için dua edenler, ülkemizi karalama, yeni Türkiye’nin önünü kesme çabalarından vazgeçmediler. Şunu hatırlatayım: Vazgeçmeyecekler. Bu kesimler milletimizi 2023 hedeflerinden alıkoymak ve özgüvenini törpülemek için ellerinden geleni yapmaya devam ediyorlar. Bakınız benim çok sevdiğim bir Afrika atasözü var: ‘Aslanlar kendi hikâyelerini yazmadıkça, avcıların kahramanlık hikâyelerini dinlemek zorundayız.’ Onun için aslanlar kendi hikâyelerini yazmaya devam edecekler.

Az önce Diriliş’in yönetici ve kadrosuna onu söyledim, ‘Onların o şekilde yorum yapmalarına, değerlendirmelerine hiç kafanızı takmayın, yola devam edin. Bu millet sizi bağrına basmış, onlar bassa ne yazar, basmasa ne yazar, ona bakın. Onların orada verilecek şekli bir ödülü önemli değil, asıl önemli olan; şu milletin gönlünü siz kazandınız ya, işte asıl mükâfat, asıl ödül bu, mesele budur.’ Baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş meğer diyoruz ya, mesele bu. Onun için biz de sizleri alkışlıyoruz. Benim torunlarım bile bırakamıyorlar, tamamını izlemek yetmiyor, bir de özetini izliyorlar. Bu denli artık gönülleri fethetmiş bir dizi bu, sıradan değil. Ama onlar, beyefendi izleyememiş, fırsat bulursa izleyecekmiş.

Kardeşlerim; başkalarının bizi anlamasını ve hakkıyla anlatmasını beklemenin boş bir çaba olduğunu artık biz çok iyi biliyoruz. Bu çerçevede tüm görüntülü ve yazılı medya kuruluşlarımıza bilhassa da TRT World’e çok önemli görevler düşüyor. Biz TRT World’den devletin resmi bülteni olmasını asla beklemiyoruz, böyle bir şeyi istemiyoruz. Bilakis bu güzide kanalımızdan ülkemizin ve milletimizin gerçeklerini en iyi haberciliği, en iyi televizyonculuğu yaparak dünyaya anlatmasını bekliyoruz.

Ben bu akşam mutluyum, zira şu kongre merkezimiz yarı opera binamız, aslında bu akşam önemli bir adımı attı. İnşallah şu şehitlerimizle ilgili burada çok daha farklı programlarla mesajlarımız çok daha güçlü, çok daha zengin olacak. Çünkü bu sahne gerçekten daha henüz görevini tam yapmış değil, görevini de tam yapacağı günler yakındır diye inanıyorum.

TRT World’ün kameralarının vizörünü güce ve güçlüye değil mazlumlara, ezilenlere, hikâyesini anlatacak birini arayanlara odaklamasını arzu ediyoruz. Bu kanalımızı zalimlerin propaganda bülteni değil mazlumların gür sesi olarak görmek istiyoruz.

TRT bugüne kadar diğer medya kuruluşlarımız içinde gerçekten büyük bir okul oldu. Sunucularıyla, habercileriyle, teknik personeliyle TRT kadroları her zaman el üstünde tutuldu. İnşallah TRT World de İngilizce yayın alanında Türkiye ile birlikte tüm dost ülkelerin insan kaynağı haline dönüşecektir, ben buna inanıyorum.

Kanal çalışanlarının her birinin ülkemizin dış dünyaya açılan yüzü olduğunun bilinciyle, taşıdığı ağır sorumluluğun şuuruyla hareket edeceğine yürekten inanıyorum. Sizlere yakışan; dünyada ses getirecek, medyadaki statükoya meydan okuyacak, yayıncılık alanında yeni bir çizgi oluşturacak kaliteli, nitelikli projeler hayata geçirmektir ve bu kadro bunu gerçekleştirecektir.

Ben bu düşüncelerle bir kez daha TRT World’ün hayırlı olmasını temenni ediyorum. Bu uzun, ama çok önemli yolculuklarında tüm ekibe başarılar diliyorum. Emeği geçen arkadaşlarımızı tekrar gerek Başbakan Yardımcımız ve Genel Müdüründen, Genel Müdür Yardımcısına ve aşağıdaki tüm ekibine, Anadolu Ajansı’na, hepsine şükranlarımı şahsım, milletim adına tekrar ifade ediyorum. Allah yar ve yardımcınız olsun, kalın sağlıcakla diyorum.