Değerli çiftçi kardeşlerim,
Milletin evine sığmayıp şu anda dışarıda mega boardlarda toplantımızı izleyen değerli kardeşlerim,
Değerli misafirler,
Kıymetli dostlarım;
Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımız tarafından geliştirilerek uygulamaya sokulan Milli Tarım Projesinin ülkemize, milletimize, özellikle de çiftçilerimize hayırlı olmasını Allah’tan temenni ediyorum.
Rahmetli Aşık Veysel ne güzel söylemiş: “Dost dost diye nicesine sarıldım, / Benim sadık yârim kara topraktır. / Beyhude dolandım boşa yoruldum, / Benim sadık yârim kara topraktır.” Evet, sadık yârimiz olan toprağa hak ettiği değeri vermezsek, sadece kendimizin, kendi neslimizin değil topyekun insanlığın geleceğini tehdit altına sokmuş oluruz.
Toprağı sırtını dönen insan, en büyük ihaneti kendisine yapmış olur. Çünkü Rabbim bizlere topraktan yaratıldığımızı ve yine toprağa döneceğimizi haber veriyor. İlk insan Hazreti Adem’den bu yana insanoğlunun hayatta kalmasını ve gelişmesini sağlayan hususların başında tarım ve hayvancılık konusundaki başarısı geliyor. Şayet insanoğlu tarımı ve hayvancılığı, daha doğrusu bunların endüstriyel üretimini beceremiyor olsaydı medeniyetler kuramazdı. Çünkü tarım ve hayvancılık bu işle meşgul olan kişilerin ürünlerini sadece kendi şahsi ihtiyaçlarını karşılamak için değil tüm insanlığa sunmak için yürüttükleri faaliyetlerdir.
Hayatımızı sürdürmek için ihtiyaç duyduğumuz ürünlerin, hizmetlerin belli meslek grupları tarafından yürütülmesi bizlere başka alanlara yönelme ve oralarda derinleşme imkânını sağlar. Tarım konusu, diğer tüm işlerden farklı olarak insanlığın varlığını sürdürebilmesinin olmazsa olmazıdır. Hepinizin çok iyi bildiğini tahmin ettiğim bu hususları tekrarlamamın sebebi; ülkemizde tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi konusundaki projelerin ne kadar önemli olduğunu ifade etmektir.
Daha önce Sayın Başbakanımızın sizlerle paylaştığı, bugün burada bir kez daha kamuoyunun dikkatine getirdiğimiz Milli Tarım Projesi, gerçekten de her türlü takdiri ve desteği hak ediyor. ‘Havza bazlı üretimi destekleme’ ve ‘hayvancılıkta yerli üretimi destekleme’ adıyla iki başlık altında hayata geçirilmekte olan bu projeye hep birlikte sahip çıkmalıyız.
Değerli kardeşlerim;
Anadolu dünyanın en kadim tarım ve hayvancılık coğrafyası olmasına rağmen maalesef bugün her iki konuda da olmamız gereken yerin epeyce uzağındayız. Topraklarımız var; ama doğru planlama yaparak yeterli teknik destek sağlayarak hakkıyla değerlendiremiyoruz. Meralarımız var; ama et fiyatları almış başını gidiyor. İhtiyacımızı karşılayabilmek için ithalat yapmak zorunda kalıyoruz. Bu kabul edilebilir bir manzara değildir.
Özellikle topraklarımız noktasında şu azotlu gübreyle topraklarımızı mahvettik. Ve topraklarımız suyla buluştuğu zaman ne yazık ki çamur olup akıp gidiyor. Doğallıktan uzak, tüm hastalıkların temelinde de ne yatıyor? O gübreleme yatıyor. Şimdi bu reformla birlikte bana göre biz doğal gübreye dönmek durumundayız. Doğal gübreye dönerken de yapmamız gereken işlerin başında bana göre hani bu çöp atıkları diyoruz ya, bunları biz kompost gübreye çevirmek suretiyle gübrelemede bunları rahatlıkla kullanabiliriz. Ve bunları kullanmak suretiyle de bu kimyevi azotun tehdidinden bütün bu tarımsal gıdalarımızı kurtarabiliriz. Ve bunun üzerinde çalışmamızda büyük fayda var diye düşünüyorum. Şu anda sadece 30 büyükşehir belediyesi bu konularla ilgili adımını atsa, kompost gübre üretimini şu anda hızlandırsa buradan çok büyük nimet elde ederiz ve bunları biz kendimiz üretiriz.
Bakınız, Türkiye 2003-2015 arasında yılda ortalama yüzde 4.7 büyürken, tarımda bu oran yüzde 2,3 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’nin ihracatı ve ithalatı dört kat artarken, tarımsal ürünlerde ihracat artışı bu rakamın altında kalmış, ama ithalat artışı bunun üzerine çıkmıştır. Tabii ki bugün tarımsal hasılada Avrupa’da 1 numara olmamız, gerçek potansiyelimizi kullanabildiğimiz anlamına gelmiyor. Bölgesini ve hatta tüm dünyayı doyuruyor olması gereken Türkiye’nin gıda ve et ithalatı yapıyor olması, ortada bir sorun olduğunun ifadesidir. İnşallah Milli Tarım Projesiyle bu sorunların çözümü konusunda önemli bir adım atmış oluyoruz. Yeni destekleme modeli sayesinde ülke olarak aslında imkânlarımız yeterli olduğu halde plansız, programsız iş yapılması sebebiyle sık sık karşılaştığımız arz açığı veya arz fazlası sıkıntılarının geride bırakılacağına inanıyorum.
Aynı şekilde hayvancılıkta illerimize ve hayvan türlerine göre belirlenen teşvik modelinin de fiyatların dengelenmesi ve ithalatın önlenmesi noktasında beklentilerimizi karşılayacağımıza da bu noktada inanıyorum ve bunu temenni ediyorum.
Enflasyon hedeflerimize ulaşamamamızın en önemli sebebi gıda fiyatlarıdır. Enflasyon rakamları açıklandığı zaman, domates, biber, bunlar söylendiği zaman gerçekten ağrıma gidiyor. Biz bu noktada domatesten, biberden dolayı enflasyonda olumsuz etkilenmememiz gerekir, bunu rahatlıkla aşmamız gerekir. Bu topraklar bu kadar verimli, bu kadar bereketli olacak ve biz hala enflasyonda domates-biber bunların fiyatından dolayı enflasyonda sıkıntı yaşayacağız; olmaz, bunu aşacağız.
Bizim sebzede çeşitlerimizin çok artması lazım. 19 tane sebze çeşidi nedir, bunu arttıracağız. Bu topraklardan daha çok sebze ürer, bunları arttırmamız lazım. Meyve çeşitlerimizi arttırmamız lazım. Ne ararsan bulunur, derde devadan gayri değil ha, derde deva; inşallah bu olacak. Adamlara gidiyorsun, bakıyorsun masaya peynirlerin envaı çeşidini getiriyorlar. Biz de niye olmuyor? Bacılarım, bizde de olur mu? İstediğimiz peyniri yapar mıyız? Yaparız. Bunların çeşidini arttıracağız, envaı çeşit peynir üreteceğiz ve ondan sonra da dünyaya pazarlayacağız.
Osmanlı’yı yıllarca güçlü bir şekilde ayakta tutan unsurlardan biri de; halkın bol ve hesaplı gıdaya erişimini sağlayacak ‘iaşecilik’ sistemiydi, Osmanlı bunu başardı. Bizim de günümüz şartlarına uygun bir anlayışla vatandaşımızın gıda konusunda eksiklik yaşamasının önüne geçecek, fiyatları dengede tutacak bir sistemi kurmamız gerekiyor. Az önce Başbakanımız teşvikleri açıkladı. Şimdi böyle teşvikler olduğuna göre bundan sonra ne kalıyor? Çalışmak. Peygamberlerin mesleği olan çiftçiliği ve çobanlığı teknolojinin tüm imkanlarıyla destekleyerek doğru planlamayla, yönlendirmeyle, bilgilendirmeyle teşvik ederek ülkemizde hak ettikleri konuma getirmeliyiz.
Değerli kardeşlerim;
Çobanlık deyip hafife almayın. Çobanlığın felsefesini anlamayan, onun psikolojisini yaşamayan, insan yönetemez. Ben de bir çobanım. Sevgililer Sevgilisi hadisi şerifte şöyle buyuruyor: “Küllüküm Râin ve Küllüküm mes'ûlun an raiyyetihî.” ‘Hepiniz çobansınız, hepiniz güttüklerinizden mesulsünüz’ buyuruyor Peygamber Efendimiz. Mesele bu, bunu anlayan anlar, anlamayan anlamaz. Anlamayanların geldiği durum belli zaten, biz işimize bakalım.
Kardeşlerim;
Sizler gayet iyi bilirsiniz, tohum toprağa düşmeden can bulmaz. Toprağa düşen tohumdan kaliteli ürün istiyorsanız, gübresinden suyuna kadar tüm ihtiyaçlarını karşılamanız gerekir. Aynı süreç devletlerin, milletlerin hayatlarında da geçerlidir. Anadolu Selçuklu, Büyük Selçuklu’nun Sultan Alp Arslan’la bu topraklara attığı tohumların üzerine inşa edilmiştir. Osmanlı, Anadolu Selçuklu’nun bu topraklarda besleyip güçlendirdiği tohumların izi takip edilerek kurulmuş bir devlettir. Cumhuriyet de Osmanlı’nın geniş bir coğrafyaya yaydığı zengin tohum varlığından elimizde kalan bakiye üzerinde vücut bulmuştur.
Ecdadımız her dönemde gittiği her yerde toprağın altını bereketli kılmanın, üzerini de mamur etmenin çabası içinde olmuştur. Bu şekilde geniş bir coğrafyada atılan o sevgi, dostluk, kardeşlik tohumları aradan asırlar geçse de canlılığını sürdürmektedir. Sadece biraz suya, biraz gübreye, biraz emeğe, velhasıl sevgi, dostluk, kardeşlik, tohumlarının yeniden yeşertilmesine ihtiyaç vardır. Biz 14 yıldır Balkanlar’dan Orta Asya’ya, Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar kadim tarihi ve kültürel bağlarımızın olduğu her yerde işte bu anlayışla gönül köprüleri kurmanın çabası içindeyiz.
Mesela geçtiğimiz Cuma günü Belarus’ta Minsk Camii’nin açılışını yaptık eksi 8 derecede, oradaki kardeşlerimizle kucaklaştık, ülke yetkilileriyle resmi temaslarda bulunduk. Hamdolsun, tarihinde asla sömürgecilik utancı bulunmayan bir millet olarak gittiğimiz her yerdeki kardeşlerimize gücümüzün yettiğince yardım elimizi uzatıyor, birlikte kazanabileceğimiz projeler teklif ediyoruz.
Ülkemizin içinde de birliğimizi, beraberliğimizi güçlendirecek adımları attık, bunun için her türlü riski göze aldık, her türlü fedakarlığı yaptık. Biz hem kendimiz, hem de tüm mağdurlar ve mazlumlar için bu gayretleri gösterirken, birileri de ısrarla ülkemizi terörün, çatışmanın, istikrarsızlığın ateşiyle yakmak için uğraşıyor. Terör örgütlerinin her biri başka bir koldan, ama aynı amaç için saldırıyor. Kimi silahıyla, kimi fitnesiyle, kimi propaganda gücüyle ülkemize verebilecekleri en büyük zararı vermeye çalışıyor.
Her birinin arkasında farklı güçlerin, farklı ülkelerin siluetleri olduğunu elbette biliyoruz. Tabi masa başında bu hesapları yapanlar milletimizi tanımadıkları için başka yerlerde tıkır tıkır işleyen planlarının Türkiye’de niçin boşa çıktığını anlayamıyorlar. Bilmiyor ki bu millet aziz bir millet… Bilmiyorlar ki bu millet yüce bir millet, bilmiyorlar ki bu millet tarihiyle, kültürüyle, dirayetiyle, cesaretiyle, kahramanlığıyla farklı bir millet. Türkiye’yi devletlerden bir devlet sananlara, Türk milletini milletlerden bir millet gibi görenlere, yanıldıklarını en son 15 Temmuz’da hep birlikte bir kez daha ispatladık.
15 Temmuz’da halkımızın her kesimiyle birlikte çiftçi kardeşlerimiz de ülkelerinin ve milletlerinin bekası söz konusu olduğunda neler yapabileceklerini tüm dünyaya gösterdiler. Az önce ekranda izledik, o zekaya bak zekaya, ne yaptı? Tarlasını yaktı. Niye yaktı? F-16’lar nerede kim var bunu göremesin diye. İşte kardeşimiz burada, kendisine milletim adına teşekkür ediyorum, sağ olsun, var olsun. Kimisi traktörüne atladı, traktörüyle beraber gitti, biçerdöveriyle beraber gitti. Niye? ‘Senin F-16’ın varsa benim de traktörüm’ var dedi, ‘senin helikopterin varsa benim de kamyonum’ var dedi. Ve benim hanım kardeşlerim de boş durmadı ha öyle, baktım kardeşlerim direksiyonun başına geçti kamyon sürüyor. Darbe girişimi sonrası bu samanlarını ateşe veren çiftçi kardeşim kendisine zararının tazmini teklif edildiğinde, ‘biz o samanları Allah için, vatan için yaktık’ diyerek milletimizin asaletini bir kez daha göstermiştir.
Akıncı Üssü’nün önüne gidip darbecilerin karşısına dikilen ve çoğunluğu çiftçi olan Kazanlı kardeşlerimizden 9 tanesi orada şehit olmuştur. Pek çok şehrimizde çiftçilerimiz darbecilere katılmak isteyenlere engel olmak amacıyla traktörleriyle birlikte kışlaların kapılarının önlerine gelip saflarını belli etmişlerdir. Böyle bir millete kim diz çöktürebilir soruyorum? Böyle bir milleti kim teslim alabilir? İşte görüyorsunuz bir tarafta doğu, bir tarafta Orta Anadolu.
Sadece kendi içimizde bu şekilde dimdik ayakta durmakla kalmıyor, çevremizdeki dost ve kardeş toplumlara da her türlü desteği veriyoruz. Suriye’de bunun için varız, Irak’ta bunun için varız, dünyanın dört bir yanındaki mağdur ve mazlumların yanındayız, yanında olmaya devam edeceğiz. Çünkü biz ‘kendi için istediğini mümin kardeşin de istemedikçe kamil iman sahibi olamazsın’ ikazına uymakla mükellefiz. İnşallah kendi meselelerimizle birlikte coğrafyamızdan başlayarak umudunu bize bağlamış tüm kardeşlerimizin güvene, huzura, refaha kavuşacağı günler yakındır.
Değerli kardeşlerim;
Cumartesi günü Sakarya’da, Mardin’in Derik ilçesinde teröristler tarafından alçakça, sinsice katledilen, şehit edilen Kaymakam ve bakanlıkça görevlendirilen Belediye Başkanımız Muhammet Fatih Safitürk kardeşimizin cenazesine katıldık Başbakanımız, bakan arkadaşlarımız, milletvekillerimizle birlikte. Orada gördüğüm manzara, evet, ‘ateş düştüğü yeri yakar’ misali bu yönüyle yürekleri sızlatan bir manzaraydı. Ama kaymakamımızın gerek babasının, gerekse eşinin ve diğer yakınlarının gösterdikleri sağlam duruş ve metanet, ülkem ve milletim adına geleceğimize olan güvenimi, inancımı bir kez daha güçlendirdi.
Muhammet Fatih kardeşimizin şehadeti öfkemizi ve üzüntümüzü arttırırken, aynı zamanda bölücü terör örgütüyle olan mücadele azmimizi de biledi, arttırdı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanı olarak, buradan sizlerin huzurunda Hükümetimize, Genelkurmay Başkanımıza, Başkanlığımıza, İçişleri Bakanlığımıza, kuvvet komutanlıklarımızı, tüm güvenlik ve istihbarat teşkilatlarımıza ve eski adıyla köy koruyucusu olan kardeşlerime şu mesajı vermek istiyorum: Hamdolsun bugüne kadar hiçbir şehidimizin kanını yerde koymadık, koymayacağız. Ama mesele artık kanı yerde koymak-koymamak boyutunu aşmıştır. Türkiye’ye ve Türk milletine yönelik her saldırıya, her ihanet girişimine öyle bir cevap vereceğiz ki, bir daha kimse değil teşebbüs etmek, böyle bir niyeti aklından dahi geçiremeyecektir, bunu bilin. Bu ülkenin askerini, polisini, korucusunu, kaymakamını, muhtarını, belediye başkanını, herhangi bir memurunu, vatandaşını öldüren terör örgütüne de, onlara yardım ve yataklık eden, siyasi destek veren herkese de dünyayı dar etmezsek yazıklar osun bize.
Kardeşlerim, yeni güvenlik konseptimizde PKK’nın veya bir başka terör örgütünün, çapı ne olursa olsun, hiçbir eylemine karşı en küçük bir müsamaha, en küçük bir tereddüt yoktur. Tam tersine, böyle bir durumda var gücümüzle terör örgütünün tepesine binecek, bilinen-bilinmeyen ne kadar adamı, destekçisi, yardakçısı varsa hepsini de hukuk çerçevesinde hak ettiği cezaya çarptıracağız.
Değerli kardeşlerim;
Yine söylüyorum, ne dedim? Biz şu anda Hükümetimiz ve MHP idam konusunu Parlamentoda görüşmekten yanalar. Bütün mesele, Parlamento bu kararı aldığı anda, bana da onaya geldiğinde ben bunu onaylarım. Nereye gidecek bu? Ondan sonra referandum olduğu için millete gelecek, asıl onay mercii sizsiniz, millet…
Şimdi Batı çıkmış, Batı ne diyor? ‘İdam olmaz, nereden bunu konuşuyorsunuz’ diyor. Ben de buradan Batıya sesleniyorum: Ey Batı; bu milletin kaderi sizin elinizde değil, bu milletin kaderi bizim elimizdedir. Bugün dünyanın büyük bir çoğunluğunda da bu var. Ve kimsin sen? Neymiş, orada bir parlamentonun başkanı. E, nesin sen? Sen Türkiye adına ne zamandan beri karar verme yetkisine sahip oldun? 53 yıldır Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne almayan sen ve siz, nasıl olur da Türkiye hakkında böyle bir karar verme yoluna gidersiniz? Sen daha Türkiye’yi tanıyamamışsın. Türkiye’deki birileriyle çevirdiğiniz fırıldaklar bu millet adına değildir. Bu millet kendi kararını kendi verir, kendi göbeğini kendi keser.
Şu anda da siz önce verdiğiniz sözleri tutun, siz önce Avrupa Birliği Parlamentosunda, Avrupa Kongresinde, Kongre binasında veya dışında, oralarda önce terör örgütlerinin temsilcilerini temizleyin. PKK’yı terör örgütü olarak ilan etmek meseleyi bitirmez, önce onların temsilcilerini temizleyin de sizi o zaman görelim. Şu anda Almanya’da, Fransa’da, İsveç’te, Hollanda’da, her tarafta terör örgütünün ajanları cirit atıyor cirit, onlara her türlü desteği vereceksiniz, ondan sonra kalkıp ‘Türkiye’ye de Avrupa Birliği’yle ilgili müzakereler durdurulabilecek’ diyeceksin. Bakıyorsun, ‘müzakereleri durdururuz’ diyorlar. Geç kaldınız, hemen kararınızı verin.
Bak, Sayın Başbakan burada, bakanlar burada, ben de Cumhurbaşkanı olarak diyorum ki, yılsonuna kadar sabredelim, ondan sonra millete gidelim. Egemenlik kayıtsız, şartsız milletin değil mi? Milletin. Öyleyse nihai kararı millet vereceğine göre gidelim millete. İngiltere bile ne yaptı? Millete gitti, ihtiyacı yoktu. Niye? Avrupa Birliği’nin içindeydi. Ama ne yaptı İngiltere’de? Çıkalım dedi ve çıktılar.
Suriye’de, Irak’ta, bizim şu anda oradan gelen mültecilere verdiğimiz destek sebebiyle yaptığımız harcama devletin kasasından 15 milyar dolara ulaştı, bir o kadar da STK’larımızın verdiği para var, 30 milyar dolar. Bize 3 milyar avro vereceklerdi, verdikleri rakam 200-225 milyon dolar. Ya siz verdiğiniz hiçbir sözü tutmadınız ki bugüne kadar, sizinle biz nereye yürüyeceğiz? Bunlar dürüst değil. Dolayısıyla biz dürüst olanlarla yol yürüyeceğiz, dürüst olmayanlarla değil.
Değerli kardeşlerim;
Anlıyoruz ki birileri kendi akıllarınca bize bu coğrafyayı dar etmek istiyor. Ellerinden geleni arkasına koymasınlar. Ne diyor, şu terbiyesize, ‘yaptırım uygularız’ diyor. Senin her yerin yaptırım olsa ne yazar? Geç kalıyorsun geç. Biz de bu saldırıya cevap olarak, onların kullandığı ne kadar maşa, ne kadar alet, ne kadar hain varsa hepsinin başını eziyoruz, ezeceğiz.
Şehitlerimizin cenazelerinde biz gözyaşı dökeceğimize, varsın onların topu birden cehennem çukurunda cayır cayır yansın. Bu ülkenin tek bir evladının tırnağına o teröristlerin ve yardakçılarının milyon tanesini değişmeyiz. Uluslararası alanda da terör örgütlerinin arkalarındaki güçlerle hesaplaşmaktan geri durmayacağız. 15 Temmuz bizim artık canımızdan başka kaybedecek hiçbir şeyimizin kalmadığını gördüğümüz gündür. İşte dün Asya’dan Avrupa’ya yüzbinler yürüdü. Bundan sonra gizli saklı hiçbir şey kalmamıştır, hodri meydan diyoruz.
Arif Nihat Asya o güzel Bayrak şiirinde hissiyatımızı ne güzel ifade etmiş:
“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı;
Barışın güvercini, savaşın kartalı
Yüksek yerlerde açan çiçeğim.
Senin altında doğdum.
Senin dibinde öleceğim.”
Biz 15 Temmuz gecesi milletimizle birlikte altında doğduğumuz bayrağımızın dibinde ölmeye ant içtik, yemin ettik. FETÖ denen ihanet çetesinin ortaya çıkan her fitnesinde bu andı tekrarlıyoruz. PKK’nın, DEAŞ’ın, DHKP-C’nin ve diğer tüm terör örgütlerinin her saldırısında andımıza olan bağlılığımız daha da artıyor. Bunun için ne diyoruz? Tek millet diyoruz, tek bayrak diyoruz, tek vatan diyoruz, tek devlet diyoruz ve bu şekilde yola devam ediyoruz.
Bize ‘ya olmaktan, ya ölmekten’ başka şans tanımayanlara cevabımızı öyle bir vereceğiz ki görmeyen, duymayan kalmayacak. İşte bunun için Suriye’de olmaya, Irak’ta olmaya devam edeceğiz. Bunun için ‘Dünya 5’ten büyüktür’ demeye devam edeceğiz. Bunun için 2023 hedeflerimizi gerçekleştirmek için gece-gündüz çalışmaya devam edeceğiz. Hatta bununla da kalmayacak, en kısa sürede 2053 vizyonumuzu, 2071 vizyonumuzu şekillendirmeye başlayacak, torunlarımızın inşallah önünü biz hazırlayacağız.
Allah’ın izniyle yeni Türkiye 2200 yıllık devlet geleneğimizin, 1400 yıllık medeniyetimizin, coğrafyamızdaki 1000 yıllık varlığımızın, 93 yıllık Cumhuriyetimizin şahikası olacaktır. Ancak bu şekilde şehitlerimize haklarını helal ettirebiliriz. Ancak bu şekilde gözü yaşlı, yüreği yaralı anaların, babaların, eşlerin, evlatların haklarını helal ettirebiliriz. Ancak bu şekilde bizden sonraki nesillere olan vazifemizi yerine getirmiş oluruz. Rabbim yar ve yardımcımız olsun.
Bu duygularla bir kez daha Milli Tarım Projemizin hayırlı olmasını diliyorum. Nasırlı elleri ve alın terleriyle üretimin, gayretin, helal kazancın sembolü olan çiftçilerimizi bir kez daha muhabbetle ve hürmetle selamlıyorum. Kalın sağlıcakla.