10 Kasım Gazi Mustafa Kemal’i Anma Töreninde Yaptıkları Konuşma

10.11.2016

Değerli katılımcılar,

Sevgili gençler,

Hanımefendiler, beyefendiler;

Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Vefatının 78. yıldönümünde Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanı, Cumhuriyetimizin banisi, ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal’i rahmetle yâd ediyorum. Gazi Mustafa Kemal’le birlikte, ahirete irtihal etmiş tüm gazilerimize ve şehitlerimize özellikle de hep birlikte şahsım, milletim adına minnettarlığımı ifade ediyorum.

Bu vesileyle 15 Temmuz’da ülkelerini ve özgürlüklerini korumak için canlarını feda eden şehitlerimize, bu uğurda yaralanan gazilerimize, ölümü göze alarak sokakları, caddeleri dolduran tüm kardeşlerimize şükranlarımı sunuyorum.

Milletimiz nezdinde Çanakkale Savaşı’yla, Kurtuluş Savaşı’yla, Doğu ve Güneydoğu Bölgemizde yıllardır yürüttüğümüz terörle mücadele ile 15 Temmuz darbe girişiminin hiçbir farkı yoktur. Bunların hepsi de milletimizin yedi düvele karşı verdiği istiklal ve istikbal mücadeleleridir. Bugün Türkiye’nin Suriye’de, Irak’ta izlediği politikayı Avrupa Birliği ve genel olarak Batı karşısındaki duruşunu sorgulayanlar milletimizin asırlık hürriyet mücadelesinin anlamını kavrayamamış olanlardır. Türkiye’nin kimsenin toprağında gözü yoktur.

Her şeyden önce bizim tarihimizde sömürgecilik lekesine, böyle bir utanca asla rastlayamazsınız. Bizim medeniyetimizde hangi kökenden, hangi inançtan olursa olsun, aynı vatan topraklarında yaşadığımız, aynı havayı soluduğumuz, ekmeğimizi bölüşüp yediğimiz herkes kardeşimizdir.

Tüm devletlerini bu anlayışla kurmuş bir milletin başkalarının haklarını gasp etmesi söz konusu olamaz. Tam tersine bizim ecdadımız gittiği her yeri mamur ve abat etmiştir. Orta Avrupa’dan Afrika’nın derinliklerine uzanan geniş bir coğrafyada asırlarca güven ve huzur ortamını tesis etmeyi başarmış bir devlet geleneğine sahibiz. Böyle bir müktesebattan Batı tarzı bir işgalcilik profili çıkarmaya çalışanlar beyhude uğraşıyorlar. Bugün gidin Suriye’ye, gidin Irak’a, gidin Kuzey Afrika’daki, Ortadoğu’daki, Balkanlar’daki herhangi bir yere oralardaki insanlara Türkiye ile Türk milleti ile ilgili kanaatlerini sorun, hiçbir yerde sömürge gibi, işgal gibi, zulüm gibi, katliam gibi ifadeler duyamazsınız. Bunların yerine sadece artık bir sembol haline gelen ‘Vefalı Türk geldi yine’ teşekkürünü işitirsiniz.

Bakınız size yaşanmış bir olayı nakledeyim. Makedonya’nın dağ köylerinden birine uzun uğraşlar sonunda ve çok zor şartlarda ulaşan TİKA ekibinin yanına elindeki bastonuna yaslanarak yaşı hayli ilerlemiş bir ihtiyar yaklaşır. Aracın kapısının üzerindeki Türk bayrağını görünce bastonunun ucuyla TİKA görevlisini dürterek, “Niye bu kadar geç kaldınız?” diye sorar. Görevli şaşırır, programın birkaç gün gerisinde kaldıklarını sanarak durumu izah etmeye çalışırken ihtiyar sözünü kesip devam eder: “Yüz yıldır siz bekliyoruz.”

Evet, biz o coğrafyalardan ayrılalı 1 asır oldu. Ama oradaki insanların bekleyişi, umudu hiç bitmedi. Dün devlet olarak oradaydık, bugün yardım kurumlarımızla, eğitim kurumlarımızla, sağlık kurumlarımızla, kalkınma projelerimizle oradayız. Hani diyorum ya, dünya 5’ten büyüktür diye; evet, Türkiye Türkiye’den büyüktür, bunu böyle bilelim. Yani biz 780 bin kilometrekareye hapsolamayız. Çünkü bizim fiziki sınırlarımız başkadır, gönül sınırlarımız bambaşkadır. Musul’daki, Kerkük’teki, Haseke’deki, Halep’teki, Humus’taki, Misrata’daki, Üsküp’teki, Kırım’daki, Kafkasya’daki kardeşlerimiz fiziki sınırlarımız dışında olabilir; ama hepsi gönül sınırlarımızın içindedir, kalbimizin tam ortasındadır.

Değerli kardeşlerim;

Türkiye Cumhuriyeti gökten zembille inmiş bir devlet değildir. Bu devletin kurucusu Gazi Mustafa Kemal de nevzuhur bir asker ve devlet adamı değildir. Şayet siz 19 Mayıs 1919’u, 23 Nisan 1920’yi, 29 Ekim 1923’ü, mesela 1071 Malazgirt Zaferi’nden, 1299 Osmanlı’nın kuruluşundan, 1453 İstanbul’un fethinden ayrı görürseniz yanlışa düşersiniz. Sevgili geçler, burayı iyi kavramalı, iyi anlamalısınız; çünkü bunların hepsi de birbirinin devamıdır.

Anadolu Selçuklu’nun bıraktığı yerden bayrağı nasıl Osmanlı devralmışsa, Osmanlı’nın bıraktığı yerden de Cumhuriyet devralmıştır. Gazi Mustafa Kemal, aslında bir Osmanlı zabitidir. Anadolu’ya da Osmanlı Ordusunun resmi bir görevlisi olarak geçmiştir. Bunun için diyorum ki tarihimize bütünüyle sahip çıkacağız. Böylece Gazi’nin deyimiyle, milletimiz de ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır, bunu böyle anlamamız lazım.

Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşımıza yüklediği anlam çok önemlidir. Ne diyor Gazi: “Anadolu, bu savunmasıyla yalnız kendi hayatına ait vazifeyi yerine getirmiyor, belki bütün doğuya yönelik hücumlara bir set çekiyor.” Bu söz, Anadolu’nun, zulmün önündeki son kale olduğunun tüm dünyaya ifadesidir. Zulmün önündeki bu son kaleyi düşürmek şöyle dursun, yeniden yeni Türkiye hedefleriyle daha da büyütüp güçlendirmek mecburiyetindeyiz.

Değerli arkadaşlar, sevgili gençler;

‘Yeni Türkiye’ kavramının ilk kez Gazi tarafından Nutuk’ta defalarca zikredildiğini burada sizlerle paylaşmak isterim, sizlere hatırlatmak isterim. Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanını kalkan yaparak bu kavram üzerinden bizi yıpratmaya çalışanların, aslında Cumhuriyet ruhuna ne kadar yabancı oldukları ortadadır, bunu böyle bilesiniz. Aynı kesimlerin Gazi Mustafa Kemal’in en çok hayran olduğu devlet yöneticilerinin başında Fatih Sultan Mehmet’in geldiğini bilmediklerini de burada sizlere hatırlatmak isterim.

Fatih Sultan Mehmet, fetih planları yaptığı dönemde tebdili kıyafetle halk arasına karışarak onların haletiruhiyelerini gözleyen bir hakandır. Yine böyle bir gezinin ardından Fatih, ‘Ben bu milletle değil İstanbul’u, cihanı bile fethederim’ demiştir. Gazi Mustafa Kemal’i tarihe iz bırakan bir komutan ve lider yapan sır da işte tam burada gizlidir. Fatih gibi Gazi de milletine sonsuz bir inanç ve güven besliyordu. İşgal donanmaları İstanbul’a demir attığında herkes umutsuzluğa kapılırken, o ‘Geldikleri gibi gidecekler’ diyecek gücü milletine olan sarsılmaz inancından alıyordu. Başkomutanlık Savaşının ardından, ‘Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri’ emrini verirken de biliyordu ki bu milleti üstün kılan, ‘ya istiklal, ya ölüm’ parolasıyla yaşıyor olmasıdır. Gücünü milletten alan Fatih, İstanbul’un ve Yeniçağın kapılarını bize açarken, Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşları da ‘bitti’ denilen bir milletten devşirdikleri güçle yeni Türkiye’yi inşa ettiler.

Açıkçası ben Samsun’a çıktığı andan itibaren mücadelesini sadece milletine güvenerek yürüttüğünü söyleyen Gazi’nin mesajlarını hala anlayamayanlar olduğunu üzüntüyle takip ediyorum ve görüyorum. Üstelik bunların başında da bizzat kurucusu olduğu partinin miras yedileri geliyor. Kendi küçük siyasi çıkarları uğruna ülkelerini, milletlerini, devletlerini, Gazi’nin emaneti olan yeni Türkiye’yi karalamanın, itibarsız hale getirmenin, hedef haline getirmenin peşinde olanlar onun adını ağızlarına almayı hak etmiyorlar.

Gazi Mustafa Kemal, muasır medeniyetler çıkma hedefini, tam bağımsızlıktan hiçbir zaman ayrı düşünmemiştir. Gazi, barışın ve huzurun şartı olan tam bağımsızlığı da, siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzeri her hususta tam serbestlik olarak tanımlar. Gazi Mustafa Kemal’in, ‘en büyük eserim’ dediği ve gelecek nesillere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ni tam bağımsız bir ülke olarak sürekli daha ileriye taşımanın gayreti içerisindeyiz. Eğer bunu başarırsanız Gazi’yi anlamış olursunuz, eğer bunu başaramazsanız sadece patinaj yaparsınız.

Bu amaçla milli iradenin hakim kılınmasına, siyaset alanının ve demokrasinin güçlendirilmesine, insan hak ve özgürlüklerinin genişletilmesine yönelik çok büyük reformlar gerçekleştirdik. Şu anda huzurunuzda doğrudan milletin oyuyla seçilmiş bir Cumhurbaşkanı olarak bulunuyor olmam dahi, milli iradenin gücünün nerelere ulaştığını gösteriyor.

Sevgili dostlar, sevgili gençler;

Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920 tarihinde açıldığında öylesine büyük bir yokluk ve yoksulluk vardı ki, bazıları yeise kapılmış, memleketlerine geri dönmekten söz etmeye başlamışlardı. Bu durum karşısında Mustafa Kemal kürsüye çıktı ve şunları söyledi: “İşittim ki bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Ben kimseyi zorla Milli Meclise davet etmedim, herkes kararında özgürdür. Ben bu mukaddes davaya inanmış bir insan sıfatıyla buradan gitmemeye karar verdim. Hatta hepiniz gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemal mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağı alır, bu şekilde Elmadağ’a çıkar. Orada tek kurşunum kalana kadar vatanı savunurum, kurşunlarım bitince de bu aciz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunları ile yaralanır temiz kanımı mukaddes bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Ben buna ant içtim.”

Hani bir gazimiz kan revan içindeki gömleğini asmıştı ya, bak görüyorsunuz işte buna ant içenlerin ulaşacağı mertebe budur. Biz milletimizi üstün kılan bu ruh ile 15 Temmuz’u yaşadık, Allah’a ne kadar hamd etsek azdır. Onun için de Rabbim bizlere 15 Temmuz’da farklı bir zaferi lütfetti. Bu millet yüce bir millet, bu millet güzel bir millet ve bu millete biz daha çok nice engelleri aşacak ve muasır medeniyetler seviyesinin üstüne de çıkacağız, hiç endişeniz olmasın.

15 Temmuz’da Parlamento bombalanıyor, burası Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, bunun çevresi bombalanıyor, 29 şehit burada var, 36 gazi var. Özel Harekat bombalanıyor, aynı şekilde 56 şehidimiz orada var. Aynı şekilde bakıyorsunuz Türk Silahlı Kuvvetleri, orası da -tam kavşak noktası- bombalanıyor. İstanbul’da Şehitler Köprüsü bombalanıyor, 36 şehidimiz orada var ve toplamda 246 şehit, 2194 gazimiz var. Ve bu yolculuk onunla anlam kazandı, dünyada örneği yok. Milletimizin her bir ferdi başka hiç kimse olmasa bile tek başına şahadet aşkıyla ülkesini, milletini, özgürlüğünü, demokrasisini, geleceğini koruma azmiyle sokaklara dökülmüştür.

Değerli kardeşlerim;

Özellikle de hamdolsun milletimin bizi yalnız bırakmayışını unutmak mümkün değil. Havalimanına indiğimde on binlerce kardeşimi, vatandaşımı apronda ve terminalin önünde gördüğümde o duyguları anlatmak mümkün değildi. Alçaklar alçak uçuş yapar, onlar da F-16’larla alçak uçuş yapıyordu. 200 metre yükseklikte ses hızını aşarak orada adeta bomba patlatıyorlardı, helikopterler aynı şekilde uçuyordu. Ama benim milletimde en ufak bir korku yoktu, çünkü onlar ölümü de öldürmüşlerdi, korkuyu da korkutmuşlardı. FETÖ ihanet çetesi mensubu darbeciler bu sebeple bize ilişemediler, dönüp gitmek zorunda kaldılar. Çünkü dünyada ölümden korkmayanı yürüyüşünden caydıracak hiçbir silah yoktur. İnançtan ve cesaretten daha büyük bir silah henüz imal edilmedi.

İstiklal Marşımızda ne diyor:

“Arkadaş, yurdumu alçaklara uğratma sakın.

Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın.

Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakk’ın.

Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.”

İşte bu millet, İstiklal Marşını söylemiyor, yaşıyor; fark bu. Türk milleti 15 Temmuz darbe girişimini eline tek bir silah almadan, tek bir kurşun sıkmadan sadece ve sadece inancıyla, cesaretiyle, bayrağıyla, kahramanlığıyla engellemiştir. 15 Temmuz bir pasif direniş değildir, tam tersine aktif; ama büyük kitlelerin silah kullanmadan netice aldığı bir mücadeledir. Dünyada bunun başka bir örneği de yoktur. İstiklalimize ve istikbalimize yönelik her türlü saldırıyı, ‘tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet’ diyerek, bu ilkeler çerçevesinde kenetlenerek bertaraf etmeyi sürdüreceğiz.

Biliyoruz ki, 100 yıl önce bu coğrafyanın bedenini paramparça eden ama ruhunun bütünlüğünü bozamayanlar şimdi nihai darbeyi vurmanın peşindeler. Bu oyunu bozacak olan biziz, Türkiye’dir. Bunu da lafla değil, az önce Sayın Başbakanımızın da ifade ettiği gibi icraat yaparak, eser üstüne eserler inşa ederek, ülkemizi ihya ederek, eğitimde, sağlıkta, adalette, emniyette, ulaşımda, enerjide, aklınıza ne gelirse her alanda bizler en ileri teknolojileri ülkemizde inşa etmek suretiyle muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkıyoruz ve çıkacağız. İlk hedef 2023, inşallah bunu başaracağız. Cumhuriyetin 100. yılı farklı kutlanacak. Bunun için de değişimi, dönüşümü, yenilenmeyi kesintisiz sürdürmek mecburiyetindeyiz.

Gazi, “İdareyi maslahatçılar esaslı inkılap yapamazlar” diyor. Atatürkçülük adına değişime direnenlere rağmen, biz onun vasiyetinin gereklerini yerine getirmeye devam ediyoruz, devam edeceğiz. Gazi’yi, kendi doğmalarının içinde hapsetmeye çalışarak devlet ve millet tarihimizi 90 yılla sınırlandırmaya kalkanlara izin vermeyeceğiz.

İlköğretimden itibaren -ki bunu artık anaokulları diyoruz- ders kitaplarının bu çerçevede yeniden gözden geçirilmesi dahil, milletimizi tarihiyle, kültürüyle, medeniyetiyle buluşturacak her türlü adımı süratle atmalıyız. Bu çerçevede 10 Kasım’ları kuru kuruya bir ölüm yıldönümü olarak anmayı değil, tam aksine yeniden bir doğuş olarak kutlamayı çok daha önemli görüyorum. Zira bizler bunu yasa dönüştürdüğümüz zaman, yas kazandırmaz. Bunları adeta hep bir milat olarak görmek, yeniden bir doğuş olarak görmek ve bununla bu adımları atmak bizi çok daha farklı bir geleceğe taşıyacaktır.

Bu duygularla bir kez daha Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanı, Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal’i rahmetle yâd ediyorum. Anadolu coğrafyasını bizlere vatan haline getirmek için bu toprakları kanlarıyla yoğuran tüm şehitlerimize ve gazilerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumunu, Sayın Başkanı düzenledikleri bu anlamlı toplantı için tebrik ediyorum.

Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Sağlıcakla kalın.