İSEDAK 32. Toplantısı Açılış Oturumunda Yaptıkları Konuşma

23.11.2016

Sayın bakanlar,

Sayın Genel Sekreter,

Ekselansları,

Çok değerli temsilciler,

Aziz kardeşlerim, hanımefendiler, beyefendiler;

Esselâmü aleyküm ve rahmetullah ve berakatüh. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi İSEDAK’ın 32. Bakanlar Oturumunu açarken hepinizi en kalbi duygularımla, muhabbetle, hürmetle selamlıyorum.

İSEDAK Başkanı sıfatıyla tüm misafirlerimize, Türkiye’ye ve kıtaların, medeniyetlerin buluştuğu bu aziz şehre, İstanbul’umuza hoş geldiniz diyorum. Sizi bir kez daha Yuşa Peygamberin, Eyyub El-Ensari’nin, Fatih Sultan Mehmet’in şehri İstanbul’da ağırlamaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum.

Bugün burada ağır bir sorumluluğun yükünü paylaşmak üzere biraradayız. Bugün İstanbul’da dünyanın farklı köşelerinde dini, mezhebi, etnik kimliği ne olursa olsun milyonlarca mazluma bir nebze olsun umut vermek üzere toplanmış bulunuyoruz. Kalplerin nasırlaştığı, gözlerin kar ve para hırsıyla körleştiği bir zamanda paylaşarak hep birlikte kazanmanın mümkün olduğunu göstermek için burada beraberiz. İslam aleminin temsilcileri olarak daha adil, daha huzurlu ve barış dolu bir dünyanın mümkün olduğunu ortaya koyabilmek için biraradayız. Çocuklarımıza daha iyi bir gelecek sağlamak için bugün buradayız. ‘İstişare eden zillete düşmez’ emri mucibince meselelerimizi gönlümüzce dilimiz arasına perde koymadan konuşmak için buradayız. Ben Rabbimden bu ulvi niyetlerle gerçekleştirdiğimiz toplantımızı bereketlendirmesini, ümmetin ve tüm insanlığın sorunlarının çözümüne vesile kılmasını niyaz ediyorum. Fikirleri, eleştirileri, teklifleriyle toplantımıza katkı sunacak tüm kardeşlerime, tüm misafirlerimize de şimdiden teşekkür ediyorum.

Değerli kardeşlerim;

Dünya özellikle de içinde yer aldığımız bölge uzun bir süredir siyasi, sosyal ve ekonomik buhranlarla boğuşuyor. Küresel sistemdeki fay hatlarının hareketlendiği, kırılmaların, sarsıntıların, hatta Suriye, Irak, Libya, Yemen’de olduğu gibi devletleri alt-üst eden büyük depremlerin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Hepimiz de bir şekilde bu kritik süreçten etkileniyoruz.

Esasen bugün dünya siyasetini meşgul eden, gündemi esir alan krizlerin neredeyse tamamı İslam ülkelerinde vuku buluyor. Müslümanlar olarak adeta dünyanın yükünü bizler omuzlarımızda taşıyoruz. Filistinli çocuklar, Arakanlı yetimler, Türkistanlı mazlumlar, Suriyeli çocuklar kendilerinin hiçbir dahli olmadıkları meselelerin acı sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda bırakılıyor. Coğrafyamızdan yansıyan haberler hepimizi içinde kalp denen kutlu cevheri taşıyan her insanı derinden yaralıyor. Aklımızın alamayacağı, vicdanlarımızın asla kabul edemeyeceği hadiseleri, vahşetleri televizyon ekranlarında gördükçe kahroluyoruz.

Daha birkaç gün önce hemen yanı başımızda Doğu Halep’teki sivillere hizmet veren son hastane de rejim ve destekçileri tarafından enkaza çevrildi. Sadece son 1 yıl içinde Akdeniz’in karanlık suları açlıktan, fakirlikten ve sefaletten kaçarken boğulan 5 bin mazluma mezar oldu. Suriye ve Irak’taki iç savaşın Avrupa’ya göçe zorladığı 10 bin kayıp çocuğun nerede olduğu, kimin elinde olduğu bilinmiyor. Bize her fırsatta insan hakları, demokrasi, özgürlük dersi veren ülkeler, kendilerine sığınan çocuklara dahi sahip çıkmaktan acizler. Onlara kapılarını açmadılar, açmıyorlar. Tam aksine onları dikenli tellere mahkûm ediyorlar.

Bu salondaki her bir kardeşimin, farklı ülkelerden gelen her bir misafirimizin terörden çatışmalara, iç siyasi problemlerden ekonomik zorluklara kadar birçok ağır imtihanla yüzleştiğini biliyorum. Gördüklerimiz, duyduklarımız, okuduklarımız ve şahit olduklarımız karşısında zaman zaman umut pınarlarımızın kuruduğunun da farkındayım. Ama şundan emin olun: Her şey zıddıyla kaimdir. İmtihan ne kadar ağır ise, mükâfat da o kadar büyüktür.

Bakınız, bizde çok veciz bir söz var, atalarımız ‘kul sıkışmayınca Hızır yetişmez’ derler. Yani sıkıntıda olan, dara düşen ve kendisine inanan insanları Yüce Allah darda koymaz. Onlara en zor anlarında muhakkak yardım eder. Biz bu ilahi lütfa hem binlerce yıllık İslam tarihimiz, hem de kendi mazimiz boyunca sayısız kez şahit olduk. Ebrehe’nin azgın ordusunu yok eden, ebabil kuşlarının minik taşlarıydı. Hazreti Peygamber Aleyhisselatu Vesselamı Sevr Mağarasında koruyan, bir örümceğin incecik ağıydı. Çanakkale’yi geçilmez kılan, Boğazı dünyanın en güçlü ordularına dar eden, silah ve mühimmatlardan ziyade milletimizin iman gücüydü. 40 yıllık siyasi hayatımızın en zor dönemlerinde Allah’ın inayetini, yardımını rahmetini her zaman yanımızda hissettik. Bunun en son örneği 15 Temmuz gecesi yaşadıklarımızdır.

Kardeşlerim;

15 Temmuz gecesi neler yaşadığımızı, ülkemizin nasıl bir badire atlattığını eminim hepiniz duydunuz, gayet iyi biliyorsunuz. O gece Silahlı Kuvvetlerimizin içerisine sızmış bir avuç terörist, Pensilvanya’daki elebaşlarından aldıkları emirle kendilerine milletimizin emaneti olan silahları bizzat bu silahların sahibine, yani millete çevirdiler. F16’larla, helikopterlerle, tanklarla, toplarla, tüm silahlarla ölüm kusarak milletimizin iradesini gasp etmeye, meşru hükümetini devirmeye çalıştılar. Fethullahçı terör örgütü militanları tarafından 15 Temmuz gecesi 248 vatandaşımız şehit edildi. 2193 insanımız da gazi oldu. Ben bu vesileyle tüm şehitlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet diliyor, yaralılarımıza acil şifalar temenni ediyorum.

Karanlık başlayan bir gecenin sabahı Rabbimin lütfuyla apaydınlık oldu. Bağımsızlığını, onurunu, geleceğini kaybetme riskiyle karşı karşıya olan ülkemiz böyle büyük bir tehlikeyi bertaraf ederek daha güçlü, daha demokratik daha özgür bir geleceğe yöneldi.

Kardeşlerim;

F16’lardan yağan bombalar, helikopterlerden yağan bombalar ve silahlarla taranan millet hiçbir zaman onlardan kaçmadı. Tam aksine üstüne üstüne gitti. Çünkü onların üstüne giderken benim milletim şehadeti görüyordu. Onların üstüne giderken Rabbimin vaadini görüyordu. Onların üstüne giderken milletimin geleceğini, demokrasiye olan inancını görüyordu.

Karaçi’den Cape Town’a, Mogadişu’dan Kuala Lumpur’a, Endonezya’dan Avrupa’ya kadar dünyanın her köşesinde milyonlarca Müslüman, tıpkı yüz yıl önce Çanakkale’de olduğu gibi bizler için dua etti, gözyaşı döktü, meydanları doldurdu. Sizin bu kadirşinaslığınızı, bu vefanızı asla unutmayacağız. Manevi desteğinizin FÖTÖ ile mücadelemizde icraata dönüşerek sürdüğünü görmekten de ayrıca memnuniyet duyuyorum. İslam İş Birliği Teşkilatı üyesi ülkeler Taşkent’te yapılan Dışişleri Bakanları Konseyi’nde oybirliğiyle FETÖ’yü terör örgütü ilan ettiler. Çad, Gine, Pakistan, Gabon, Türk cumhuriyetleri gibi birçok ülke de kadirşinaslığa ve kardeşliğimize yaraşır kararlar almaya başladılar.

Şunu burada bir kez daha altını çizerek ifade etmek istiyorum: Fethullahçı terör örgütü ve kendinin mehdi olduğu hezeyanına kapılan Pensilvanya’daki elebaşı, sadece Türkiye için değil, bir şekilde sızdıkları tüm ülkeler için büyük bir tehdittir. Bu örgüt bulundukları ülkelerde o ülkelerin yöneticilerinin çocuklarını kendi okullarını okutuyor mu? Büyük bir çoğunlukla okutuyor. İleri gelenlerin çocuklarını okutuyor mu? Okutuyor. Unutmayın, bu çocukların hepsi yarın o ülkenin, o devletin üst makamlarında görev alacaklardır, belli yerlere geleceklerdir, hatta gelmeye başladılar. Bir devlet başkanı dostum öyle dedi; ‘Yahu benim özel kalemime girmiş, ben bilmiyordum. Siz söyledikten sonra bunu öğrendim’ dedi. Bu ne demektir? Bomba hareme girmiş, en hassas yere girmiş. Orada ne oluyor, ne bitiyor her şeyi oradan takip ediyor.

Dolayısıyla bir kardeşiniz olarak, bir dostunuz olarak biz yaşadığımız bu darbeyi sizlere anlatmak zorundayız. Çünkü bizde 40 yıl çalıştılar, 40 yıl içerisinde Silahlı Kuvvetlerimize sızdılar, Polis Teşkilatımıza sızdılar, Adalet Teşkilatımıza sızdılar ve bütün buralarla birlikte bakanlıklarımıza sızdılar ve buralarda da işte bu darbe girişiminin adımını attılar. Bu örgüt günümüzün neo Haşhaşileridir. Eğitim, diyalog, hayır, hizmet gibi kavramların perdesini kaldırdığınızda göreceğiniz şey nedir biliyor musunuz? Riyadır, iftiradır, hırsızlıktır, sapkınlıktır, kindir, kandır. Ülkemizde son yıllarda işlenen siyasi cinayetlerden terör hadiselerine, ekonomik manipülasyonlardan yolsuzluklara kadar birçok hadisenin arkasında bu örgütün olduğunu artık çok daha iyi görüyoruz.

Nasıl DEAŞ, PKK, El-Kaide, Boko Haram ve Eş-Şebab ile mücadele ediyorsak, FETÖ ile de aynı kararlılıkla mücadele etmeliyiz. FETÖ’nun bertaraf edilmesine yaşanan her gecikme, kaybedilen her an, çok daha büyük sıkıntılara sebep olacaktır. Türkiye olarak Maarif Vakfımız, Yunus Emre Enstitümüz, TİKA, bütün bunlarla beraber devlet kurumlarımız, gerekse sivil toplum kuruluşlarımız vasıtasıyla sizlere her türlü desteği vermeye hazır olduğumuzu özellikle belirtmek istiyorum.

Değerli kardeşlerim;

Kardeşin halinden yine kardeş anlar. Maalesef sizlerin sergilediği dayanışmanın onda 1’ini pek çok Batılı kurum ve kuruluş göstermedi. 15 Temmuz gecesi büyük bedel ödeyen milletimiz Batı tarafından insafsız eleştirilere, haksız ithamlara muhatap oldu. Demokrasiye sahip çıkan bu millet, taltif edilmek yerine, adeta cezalandırılmaya çalışıldı. Bu çiftçe standartlı, ikiyüzlü tutum halen devam ediyor. Türkiye’ye yönelik algı operasyonları azalmak yerine artıyor.

Yarın Avrupa Parlamentosunda bir toplantı olacak ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik müzakereleri için oylama yapacaklarmış. Peşinen ifade etmek isterim ki, şu anda buradan söylüyorum, ekranları başında izleyen tüm dünyaya sesleniyorum; Sonuç ne çıkarsa çıksın, bu oylamanın bizim nezdimizde hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. 15 Temmuz gecesi demokrasi ve istiklali için canlarını ortaya koymuş bir milletin iradesini hiçbir terazi tartamaz. Bu ülkenin istiklal ve istikbal mücadelesi orada ellerin havaya kalkıp inmesiyle kesintiye uğrayacak değildir. Bu millet tatlı su demokratı olmadığını, iradesine, özgürlüğüne ve onuruna sahip çıkmak için gerekirse canını feda edebileceğini 15 Temmuz gecesi tüm dünyaya ispat etmiştir. Bu oylamanın siyasi bir bağlayıcılığı olmasa da, açıkçası verilmek istenen mesajı benim hazmetmem mümkün değildir. Avrupa Parlamentosunun böyle bir oylamaya gitmeye tevessül etmesi dahi terör örgütlerine kol kanat gerdiğinin, onların yanında saf tuttuğunun ifadesidir.

Zaten şu anda Avrupa ülkelerinin birçoğunda teröristler kol geziyor. Avrupa ülkelerinin birçoğu şu anda teröristlere yardım-yataklık yapıyor. Bunların PKK’yı terör örgütü olarak ilan etmeleri samimi değil. Zira bir taraftan PKK’yı terör örgütü ilan edeceksin, öbür taraftan terörist başının ve terör örgütünün paçavralarıyla Brüksel sokaklarında, Paris’te bunlar kol gezecekler, Türkiye’den kaçan teröristler oraların meydanlarında nutuk atacaklar; bu nasıl samimi bir yaklaşımdır?

Biz Avrupa Birliğinin değerlerine pek çok üye ülkeden daha fazla sahip çıktığımızı bugüne kadar sayısız ortaya koyduk. Ancak Batılı muhataplarımızdan kulağa hoş gelen sözlerin ötesinde somut bir destek görmedik. Tam tersine taahhütlerin hiçbiri gerçeğe dönüşmedi, verilen sözler yerine gelmedi.

Benzer tecrübeleri ben sizlerin de yaşadığınızı gayet iyi biliyorum. Ama diyorum, gelin artık tavrımızı ortak belirleyelim. Artık biz sömürülen ülkeler olmaktan çıkalım. Yıllarca Afrika ülkelerini, Afrika’daki kardeşlerim gayet iyi bilirler, nasıl bu Batının sömürdüğünü gittiğimde bana hep kendileri anlatıyorlar. Oralardan altınları, o kıymetli madenleri, o petrolleri nasıl çıkarıp aldıklarını kendileri anlatıyorlar. Hala devam mı etsinler buna? Gelin artık buralarda kendi geleceğimizi hep beraber kendimiz belirleyelim.

İşte en son Amerikan Kongresinin 11 Eylül terör hadisesi konusunda aldığı kararı biliyorsunuz değil mi? Ne kararı aldılar? Dediler ki, ‘Bu iki kuleyi Suudi Arabistan vurdu, öyleyse bunun bedelini Suudi Arabistan’dan alacağız. İsteyen Suudi Arabistan aleyhinde dava açabilir.’ Başlattılar mı? Dava açmaya başladılar. Böyle mantıksız bir şey olabilir mi? Her ülkenin içinden terörist çıkar mı? Çıkar. Sen şimdi, benim ülkemden bir terörist çıktı diye nasıl oluyor da bir devleti, bir ülkeyi cezalandırıyorsun, böyle bir şey olabilir mi? Ama Amerikan Kongresi işte böyle bir kararı alabilme cüretini gösterdi.

Bakın şimdi yeni bir adım daha atıyorlar, onu da söyleyeyim, yine Amerika; Kuveyt Türk ve Kuveyt Foundational, bunların bankalarıyla ilgili teröre destek verdikleri düşüncesiyle şimdi bunlara yönelik de aynı oyunu, aynı numarayı çevirmek istiyorlar. Sayın Genel Sekreter bundan da haberiniz olsun. Bunları yakın takibe almamız lazım. Böyle saçmalık olamaz, böyle bir yanlış olamaz. Bakın oyun yine İslam ülkeleri üzerinde. Yani biz terörist yetiştiriyoruz, onlarda hiç böyle bir şey söz konusu değil.

Sevgili kardeşlerim;

Bütün bu kararlar çifte standardın bir yansımasıdır, bunu böyle değerlendiriyorum. Müslümanlara yönelik önyargılar, ırkçı saldırılar, ötekileştirmeler maalesef her geçen gün artıyor. Hemen her gün bir Müslümana ait dernek, mescit veya iş yeri Avrupa’da saldırıya uğruyor, camilerimizi yakıyorlar. Müslüman kardeşlerimizin üzerine saldırıyorlar, hırpalıyorlar dövüyorlar. Bütün bunlar Avrupa’da, Batıda oluyor.

İslam ülkeleri olarak bu çifte standart karşısında, insanımıza zarar veren bu eylemler karşısında artık sesimizi ve tepkimizi yükseltmemiz gerektiğini düşünüyorum. Batılı ülkelerin kendi çıkmazlarını, kendi bunalımlarını İslam dünyası ve Müslümanlar üzerine yansıtarak perdelemesine daha fazla tahammül edemeyiz. Çünkü biz tepkimizi demokrasinin imkânları içinde ortaya koymazsak, emin olun bu tavrın sahipleri daha fazla cesaret bulacaklardır. Biz haksızlıkları yüzlerine vurmazsak, korkarım ki bunların pervasızlıkları daha da artacaktır. Biz sessiz kalırsak, Batılı ülkeler için El Kaide, DEAŞ gibi terör örgütleri kötü, ama şu an için onlara zarar vermeyen PKK, YPG, DHKP-C, FETÖ gibi yapılar iyi olmaya devam edecek; olay bu, tespit bu.

Biz her şeyde bu olaylar karşısında susarsak, bir şey demezsek, Batıya selam duran eli kanlı tiranları kırmızı halılarda ağırlamayı, kendilerini eleştirenleri ise ‘diktatör’ olarak yaftalamayı bunlar sürdüreceklerdir. Eğer bunlar birisine ‘diktatör’ diyorsa benim indimde o iyidir. Ecdadımız da değerlendirmeyi böyle yapmış; ‘filanca mı dedi, hah o zaman onun tersini düşün.’ Ben de şimdi bunlar birilerine ‘diktatör’ mü diyor, hah orada tam tersini düşüneceksin, o insan gayet iyidir. Çünkü onların çıkarlarına gelmiyor.

Şimdi Amerika bir seçim yaşadı değil mi? Hesap tutmadı. Hesap farklıydı. Seçimi Trump kazandı. Amerika’da Trump’a ne demeye başladılar? ‘Diktatör’ demeye başladılar. Avrupa’nın değişik ülkelerinde sokaklara döküldüler, ‘diktatör’ demeye başladılar. Hani demokrattınız? Demokrasi sandık değil mi? Sandıktan çıkan neticeye saygı değil mi? Sandıktan çıkan neticeye niye saygı duymuyorsunuz? İşte bak, sandıktan böyle bir netice çıktı, Trump çıktı, saygı duyun. Bize de geliyorlar diyorlar ki, ‘Bak Trump Müslümanların aleyhinde konuştu, İslam’ın aleyhinde konuştu.’ Biz siyasette bu tür şeylerin hepsine alışığız. Bugün böyle konuşulur, sonra bu yanlış düzeltilir. Fakat biz burada kalkıp kesinlikle oyuna gelmememiz lazım, dikkatli olmamız lazım, hassas olmamız lazım. Eğer demokrasi diyorsan, sandıktan çıkan neticeye saygı duyacaksın.

Sayın bakanlar, kıymetli delegeler, kardeşlerim;

Siyasi ve toplumsal gelişmeler şüphesiz ekonomiyi de menfi etkiliyor. Büyümenin can damarı olan küresel ticarette 2012 yılından bu yana ciddi bir yavaşlama eğilimi görüyoruz. Bugünkü 32. İSEDAK toplantısının ekonomik meselelerimizin tartışılması açısından da son derece önemli olduğu kanaatindeyim. Küresel barışın sağlanması ve refah düzeyinin arttırılması için İslam İşbirliği Teşkilatı’nın organları olarak hep birlikte hareket edip çözüm üretebilme kapasitemizi ortaya koymalıyız.

Geçtiğimiz Nisan ayında İstanbul’da 13. İslam Zirvesini gerçekleştirdik. Zirve İslam coğrafyasının sorunlarını, bu sorunların çözümüne yönelik adımları hatırlarsanız etraflıca istişare ettik. Dönem başkanlığımız boyunca inşallah zirvede aldığımız kararların hayata geçirilmesi için her türlü gayreti gösterecek, bunların takipçisi olacağız. İstanbul’da faaliyete geçmesi kararlaştırılan Polis İşbirliği Koordinasyon Merkezinin tüzüğünün nihaileştirilmesi için gerekli çalışmalara başladık. Gençlik ve spordan sorumlu bakanlarımızın İstanbul’daki yaptıkları toplantının sonuçlarının Müslüman gençler için hayırlı olmasını temenni ediyorum. Kadından sorumlu bakanlarımızın iştirakleriyle gerçekleştirilen Kadın Forumu da teşkilat tarihinde bir ilki teşkil ediyor, bu toplantıya da bizzat katıldım. Ve İslam İşbirliği Teşkilatının böyle bir kadın formunun oluşturulmasını cidden çok çok önemsiyorum. Çünkü bütün bu çalışmalara kadın elinin değmesinin, kadın zihninin, kadın irade ve düşüncesinin bunun içinde olmasının çok çok faydalı olduğuna inanıyorum.

Zirvede ayrıca İSEDAK kapsamında yürütülen ekonomik işbirliği çalışmalarını da, İSEDAK stratejisinin uygulanmasındaki ilerlemeyi de üye ülkelerle paylaştık. Bu çerçevede strateji çalışmalarına verdikleri destekten dolayı tüm üye ülkelere şahsım ve milletim adına teşekkür ediyorum. Zirvede önümüzdeki 10 yıl boyunca çalışmalarımıza ışık tutacak olan çok önemli bir işbirliği dokümanını İslam İşbirliği Teşkilatı 2025 Eylem Programını kabul edip yürürlüğe koyduk. Programda yer alan hedeflerin başarıyla hayata geçirileceğine ve ülkelerimiz arasındaki işbirliğine büyük katkı sağlayacağına inanıyorum.

Bu konuda üye ülkelerimiz ve kuruluşlarımıza önemli görevler düşüyor. Eylem programının ekonomi ve ticaretle ilgili bölümlerinin uygulanmasında İSEDAK çok önemli bir fonksiyon üstlenecektir. Bu hususta kuruluşlarımız arasındaki uyum ve işbirliğinin devamı büyük önem arz ediyor. Bu vesileyle İslam İşbirliği Teşkilatı’nın yeni Genel Sekreteri Sayın Yusuf Bin Ahmed El-Useymin ile İslam Kalkınma Bankası yeni Başkanı Sayın Haccar’ı tebrik eder, kendilerine başarılar dilerim.

Kıymetli kardeşlerim;

Malumunuz olduğu üzere 2012 yılında kabul edilen İSEDAK stratejisi bu çatı altında 1984 yılından beri kesintisiz süre gelen ekonomik ve ticari işbirliği faaliyetlerimize yeni bir ivme kazandırdı. Stratejinin iki uygulama mekanizması, çalışma grupları ve İSEDAK proje finansmanı başarılı şekilde işliyor. Tabii bunun teknik detaylarını tüm bakan arkadaşlarım, teknokrat, bürokratlarımız yapacaklar. Sektörel çalışma grupları stratejide öngörülen işbirliği alanlarında üye ülke uzmanlarını biraraya getirerek devletlerimiz arasında bilgi ve tecrübe paylaşımına katkıda bulunuyor. Özellikle çalışma gruplarında üzerinde tartışılıp karara varılan politika tavsiyelerinin üye devletlerde uygulamaya geçirilmesi, ülkelerimizin bu toplantılardan azami faydayı elde edebilmesi için hayati öneme sahiptir. Üye ülkeleri çalışma grupları ve İSEDAK proje finansmanından aktif şekilde yararlanmaya davet ediyorum.

Aynı şekilde ülkelerimiz arasındaki ekonomik ilişkileri ve ticaret hacmimizi de arttırmamız gerekiyor. 2015 yılında -küsurat söylemeyeceğim- 347 milyar dolarlık ticaret hacmiyle yüzde 20’yi aşan teşkilat içi ticaret oranına ulaşmış bulunuyoruz.

Yeni eylem programında önümüzdeki 10 yıl içinde teşkilat içi ticarette yüzde 6 oranında bir artış hedefleniyor; bunun mütevazi bir hedef olduğunu düşünüyorum. Ülkelerimizin ticaret alanındaki potansiyeli göz önüne alındığında atacağımız adımlarla teşkilat içi ticaret oranını -abartılı olmasın diye- arkadaşlar gerçi yüzde 30 gibi bir hedef koymuşlar, ama ben bunun yüzde 25 olarak daha uygun olacağını düşünüyorum. Yani yüzde 25 gibi bir artışla bunu geleceğe taşıyalım. Yüzde 25 demek bir sınır değildir, bunu yine yüzde 25’in üzerine taşıma kabiliyetini ortaya koymamız şüphesiz ki daha başarılı olduğumuzun ifadesi olacaktır. Ama yüzde 25, adeta bizim olmazsa olmazımız olmalı.

Bu noktada İSEDAK’ın ticaret alanında en önemli projesi olan İslam İşbirliği Teşkilatı Tercihli Ticaret Sisteminin fiiliyata geçmesi şarttır. Sistemin yürürlüğe girmesi için ilgili üye ülkeleri güncel taviz listelerini İSEDAK’a iletmeye davet ediyorum, bunda artık gecikmeyelim. Üye ülkelerimizden İslam ülkeleri Standartlar ve Metroloji Enstitüsüne desteklerini artırarak sürdürmelerini de istirham ediyorum.

Hatırlayacağınız üzere, 13. İslam Zirvesinde yaptığım konuşmada anlaşmazlıkların çözümü için İstanbul’da bir tahkim merkezi kurulmasını teklif etmiştim, bugün bunu tekrar ediyorum. Bu çerçevede Mayıs ayında düzenlenen 32. İSEDAK İzleme Komitesi Toplantısında alınan karar gereği Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile İslam Ticaret Sanayi ve Tarım Odası bir çalışma başlattı. Bu çalışmanın da süratle neticelendirilmesini diliyorum.

İslam ülkelerindeki mülteci ve zorunlu göç meselelerinin geçtiğimiz günlerde düzenlenen İSEDAK Yoksulluğun Azaltılması Çalışma Grubunda ele alınmasını çok anlamlı buluyorum. İslam ülkeleri olarak ülkelerimizi küresel düzeyde yaşanan krizlere karşı daha dayanıklı hale getirmek mecburiyetindeyiz. Bu bağlamda İslami finans varlık temelli yaklaşımı ve ahlaki ilkelere verdiği önemle krizlere deva olacak çözümleri bir defa önemsiyorum. Onun için de, sürekli ‘faizsiz’ diyerek bunu konuşuyoruz da, burada bizler bir defa uluslararası döviz baskısından nasıl kurtulacağız, bunun adımlarını atmakta fayda görüyorum.

Finans sektöründe katılımcı finans anlayışının, para biriminde hatta altına endeksli bir adımın atılmasının çok daha isabetli olacağı inancındayım. İslami finans piyasasının hacmi 2009’dan 2015’e kadar yılda ortalama yüzde 15’lik büyüme gösterdi. 2015 yılında küresel İslami finansın büyüklüğü 2,1 trilyon dolara ulaştı. Biz bunları artık şu veya bu parayla değil, gelin bu paraları altına dönüştürelim ve altınla ifade edelim. Altınla bunu ifade ettiğimiz zaman işte o para birimlerinin baskısı altında kalmayız, ondan bunu kurtarmış oluruz, bu adımı atmakta büyük fayda var.

Bu sistemin potansiyelinin mevcut rakamın çok daha üstünde 7 trilyon dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Konunun önemine binaen bu yılki Bakanlar Görüş Alışverişi Oturumunun temasının teşkilat üyesi ülkelerde İslami finans stratejilerinin geliştirilmesi olarak belirlenmesini son derece isabetle buluyorum, burada bunun tartışılması lazım.

İSEDAK kapsamında mali işbirliği alanında faaliyet gösteren Menkul Kıymetler Borsaları Formu ve İSEDAK Sermaye Piyasaları Düzenleyici Kurumları Formunun çalışmalarını da ayrıca takdirle karşılıyorum. Daha önceki konuşmalarımda belirttiğim üzere, özellikle İSEDAK gayrimenkul kıymetler ve altın borsalarının kurulması yönündeki çalışmaları da yakından takip ediyoruz, bu da çok önemli. İnşallah bütün bu çalışmaların kısa sürede sonuçlanarak ülkelerimizin istifadesine sunulacağını ümit ediyorum.

Bu düşüncelerle sözlerime son verirken, sizleri güzel şehrimiz İstanbul’umuzda misafir etmekten duyduğum bahtiyarlığı bir kez daha ifade etmek istiyorum. 32. İSEDAK Toplantısının üye ülkelerimiz açısından hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, tüm katılımcıları bir kez daha şahsım, milletim adına en kalbi duygularla selamlıyorum. Rabbim yar ve yardımcımız olsun. Kalın sağlıcakla.