Borsa İstanbul ile İslam Kalkınma Bankası Arasında İmzalanan Stratejik İşbirliği İçin Mutabakat Zaptı Gong Töreninde Yaptıkları Konuşma

23.11.2016

Değerli misafirler,

Kıymetli kardeşlerim,

Borsa İstanbul’un değerli mensupları;

Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Borsa İstanbul ile İslam Kalkınma Bankası arasında imzalanacak olan Stratejik İşbirliği İçin Mutabakat Zaptı vesilesiyle düzenlenen gong töreninin her iki kurum için de hayırlı olmasını diliyorum.

Ülkemizdeki sermaye piyasalarının çatı kuruluşu olan Borsa İstanbul, 30 yılı aşkın tecrübesiyle bu alanda uluslararası düzeyde söz sahibi bir kurum haline gelmiştir. Son dönemde attığı kritik ve başarılı adımlarla da bu konumunu daha da perçinliyor.

İslam Kalkınma Bankası da, 40 yılı aşkın bir süredir İslam ülkeleri arasında ticaretin geliştirilmesi ve finansmanın kolaylaştırılması için çalışmalar yürütüyor. Bu iki önemli kurumun işbirliğine gitmesinin hayırlı ve verimli neticeler doğuracağına inanıyorum. İmzalanacak mutabakat zaptına ilişkin sürecin bugüne gelmesinde emeği geçenleri, katkısı olanları tebrik ediyorum.

Değerli dostlar;

Emeğin ve sermayenin küresel düzeyde serbestçe dolaşımı günümüz ticaret sisteminin buna bağlı olarak da uluslararası ilişkilerin temelini oluşturuyor. Bu çerçevede ihtiyaçların çok fazla, kaynakların ise sınırlı olduğu dünyamızda alternatif finans ihtiyacı her geçen gün daha da önemli hale geliyor.

Faize dayalı bankacılık sistemi ciddi bir çıkmazın içindedir. 2008 küresel finans krizinde bozulan dengeler hala yerine oturmuş değildir. Yakın zamanda da böyle bir ihtimal gözükmemektedir. Şahsen faize daima olumsuz yaklaşmış bir kişi olarak bu kriz karşısında çok da şaşırmadığımı özellikle ifade etmek isterim. Paradan para kazanmayı değil; emekle, alın teriyle, bilgiyle, ticaretle para kazanmayı esas alan bir finans sistemine yönelmek mecburiyetindeyiz.

Biz ilk dış borcunu aldığı 1854 yılından itibaren yıllarca bankalar, bankerler, tefeciler tarafından adeta iliği sömürülmüş bir ülkenin, üzülerek söyleyeceğim, Osmanlı’nın mirasçısıyız. Öyle ki Osmanlı’ya yüzde 900 oranında faizin uygulandığı dönemler olmuştur. Cumhuriyet döneminde de bu faiz illetinden yakamızı sıyıramadık. 2001 krizinde gecelik faizlerin yüzde 7500’lere çıktığı günleri hatırlayın, bunu yaşadık. Vergi gelirlerinin faiz ödemelerini dahi karşılayamadığı yıllar oldu.

Bugün elbette böylesine vahim bir manzarayla karşı karşıya değiliz, tam aksine üzerine üzerine gidiyoruz ve haklılığımız da ortaya çıkıyor. Hala dünyanın en yüksek reel faizini ödeyen ülkelerden biri olmamız, çok açık ve net söylüyorum, bunun bir ispatıdır. Değerli arkadaşlarım, bundan kurtulabilir miyiz? Kurtuluruz, bu benim çok ağrıma gidiyor.

Türkiye yönetme sorumluluğunu üstlendiğim son 14 yılda sadece birkaç konuda arzu ettiğim mesafeyi kat edemedik. Bunlar arasında eğitim ve kültür politikalarındaki eksiklerle birlikte reel faizlerin düşürülememesi en başta yer alıyor, bu bir özeleştiridir. Yıllarca bu yüzden Merkez Bankasını eleştirmek zorunda kaldım, hala da eleştiriyorum. Tabii dediler ki, Merkez Bankası bağımsızdır, şudur-budur, tamam o yine bağımsızlığını oynasın, ama ben siyasetçiyim. Benim ona resmen müdahale etme yetkim var mı? Yok. Ama böyle bir şey yapılıyorsa, ben de kalkacağım eleştirimi yapacağım. Çünkü halkımın karşısında tokadı yiyen benim, başındaki bürokrat değil. Öyleyse uyarımı yapacağım, o da çözüm yollarını bulsun, çareyi üretsin. Tokadı ben yiyeyim, sefayı o sürsün; yok böyle bir şey. Merkez Bankası’nın özerkliğine, bağımsızlığına şimdi de söylüyorum sözüm yok. Ama milletimin hakkının, hukukunun, kaynaklarının yüksek reel faiz yoluyla heba edilmesine de rıza gösteremem, ben bunu anlatmak istiyorum.

Buradan bir kez daha bankacılık sektörüne sesleniyor ve diyorum ki; faizleri lütfen makul seviyelere çekin. Bakın şu anda istihdam dedik değil mi? Eğer büyüme istiyorsak, istihdam... Ama şu anda bakın işsizlik yüzde 11’in üzerinde. Bu ülke bu hale düşmeli mi? Eğer bu hale düşmemesini istiyorsak, öyleyse bize lazım olan nedir? Yatırımdır, üretimdir, istihdamdır, ondan sonra rekabettir.

Yatırım olabilmesi için girişimcinin imkânları yakalaması lazım. Ama paradan para kazanmaya alışmış olan bu bankacılık sistemi ne yapıyor? Kredi noktasında gerekli desteği vermiyor. Veriyorsa çok yüksek faizle veriyor, çok yüksek faizle verdiği gibi de girişimci adımını atamıyor. Ürkek, korkak, ‘böyle bir şeye girmek mümkün değil’ diyor. Girmişse, bakıyorsunuz kısa bir süre sonra ödemeler yapılamayınca hemen geri çağırmalar başlıyor. Böyle kalkınabilir miyiz?  Eğer bunlar adil, usulüne uygun bir şekilde yapılırsa millet inanıyorum ki buradan fırsatı yakalar ve ayağa kalkar. Ama yapılmazsa, haksızlığa da eninde sonunda isyan edilir. İşte o zaman milletin temsilcileri olan bizlerin gerekirse acı ilaç mahiyetinde önlemleri alması kaçınılmaz hale gelir.

Kişisel olarak piyasaya siyaseten ve kamu gücüyle müdahaleyi hiçbir zaman doğru bulmadım, bulmuyorum. Ama piyasanın da kendisine müdahale yollarını açmayacak bir tutarlılıkla yoluna devam etmesi gerekiyor. Çünkü Türkiye büyük hedefleri olan, bunun için de büyük yatırımlar yapması gereken bir ülkedir. Diğer birçok sıkıntıyla birlikte uluslararası alanda finans kaynaklarına erişimimiz zorlaştırılarak yatırımlarımız engellenmeye çalışılıyor. Ulaşımdan enerjiye pek çok projede biz bu sorunu yaşadık biliyor musunuz? Bunları aşmamız lazım. Dışarıda böylesine ciddi sıkıntılar yaşarken bir de kendi bankacılık sistemimiz ayağımıza pranga vurmaya kalkarsa, işte bu olmaz. En kısa zamanda bu konuda orta yolu bulacağımıza inanıyorum.

Değerli kardeşlerim;

Türkiye’nin büyük yatırımları için en önemli çıkış yollarından biri sermaye piyasalarıdır. Geçtiğimiz haftalarda katıldığım bu konuyla ilgili kongrede de ifade etmiştim. İstanbul’u finans merkezi haline getirme projemiz sadece bizim değil tüm dostlarımız için önemli bir fırsattır, imkândır. Bunun adımını Başbakanlığım döneminde, daha dördüncü yıldı, adımını attım. Muhalefet felaket bir şekilde üzerime saldırdı. ‘Nasıl olur da siz bu bankaların genel merkezlerini, genel müdürlüklerini İstanbul’a alırsınız?’ Yapmayın etmeyin, bakın dünyada paranın hep merkezleri vardır, finansın merkezleri vardır. Siyasi merkez farklıdır, ama finansın merkezi farklıdır. Türkiye için de tarihi itibariyle de İstanbul gibi bir yerin finans merkezi olmasından daha doğal, daha tabi ne olabilir? Ticaret burada mı? Burada. Finansı da gelin İstanbul’da yapalım. Ankara bizim siyaset merkezimiz olsun, ama İstanbul bizim finans merkezimiz olsun. Çok direndiler. Dedik ki ‘Biz bu adımı attık, devam edeceğiz.’ Şu anda inşaatlar yükseliyor. İnşallah İstanbul Anadolu yakasında biliyorsunuz artık finans merkezi inşaatları yükseliyor. Ve artık İstanbul’un bu noktadaki dünyada merkez ülkelerden bir tanesi olan Türkiye’nin İstanbul’da böyle bir merkez şehri olacaktır.

Küresel düzeydeki mevcut sisteme alternatif olarak gördüğüm, kimilerinin ‘katılım bankacılığı’, kimilerinin ‘faizsiz finans’ dediği sistemi güçlendirmek için hep birlikte çalışmalıyız. Yakın zamanda kuruluşunu tamamladığımız Türkiye Varlık Fonu da finans ihtiyacımızı karşılama konusunda bir diğer önemli aracımız haline dönüşecektir; bu da bizim için önemli bir enstrümandır. Bunun da inşallah devreye girmesiyle inanıyorum ki Türkiye ayrı bir gücü yakalayacaktır.

Elbette en önemli enstrümanlarımızdan biri de, 2013 yılında yürürlüğe giren Sermaye Piyasası Kanunuyla gelen yeniliklerdir. Bu kanunla hisse senedi, tahvil, bono, SUKUK, gayrimenkul yatırım ortaklığı, altyapı gayrimenkul ortaklığı, gayrimenkul sertifikası gibi çok sayıda imkânı yatırımcılarımızın hizmetine sunmuş bulunuyoruz. Yatırımcılarımız banka kredisi yerine veya onunla birlikte sermaye piyasası araçlarını kullanarak finansman maliyetlerini düşürebilirler.

Bu hem kamunun finansman yükünün azaltılması, hem de özel sektörün verimliliğinin artırılması bakımından önemli bir imkândır. Sermaye piyasası araçlarını kullanmak isteyen şirketlerimizin sayısındaki artış ve ortaya çıkan ciddi rakam, bu yöntemin benimsendiğini gösteriyor. Banka kredilerine ciddi bir alternatif haline gelen bu yöntemi geliştirmeli ve desteklemeliyiz.

Tüm dünyanın borç ve faiz batağında adeta inim inim inlediği bir dönemde biz hem projelerimizi hayata geçirecek imkânları zorlayacak, hem de kontrolü elden bırakmayacağız. Bunun için de konuya bu şekilde yaklaşan ülkelerin ve kurumların işbirliği yapmasını çok çok önemsiyorum. Borsa İstanbul ile İslam Kalkınma Bankası arasında imzalanacak olan stratejik işbirliği için mutabakat zaptını bu bakımdan değerli bir adım olarak görüyorum.

Bugün İSEDAK Toplantısında da ifade ettim, şimdi burada da ifade ediyorum; biz sürekli olarak uluslararası camiada para münasebetinde hep böyle doların baskısı altında kalmamalıyız. İşte az önce Sayın Başbakan Yardımcımız doların diğer paralar karşısında ne noktaya geldiğini, nasıl değer kazandığını gösterdi. Ve bakıyorsunuz o dolarizasyonu yönetenler, idare edenler durdukları yerde çok ciddi paralar kazanıyorlar. Ben de bugün dedim ki, gelin biz burada yeni bir adım atalım. Nedir? Altın borsasını güçlendirelim, enstrüman olarak altın üzerinde münasebetlerimizi geliştirelim. En adil enstrüman burada altındır; bununla yürüyelim, bize yakışan da budur, olması gereken de budur. Tarihe baktığımız zaman bunu görürüz, ama bundan koptuk. Şimdi bobini sürüyor basıyor doları oradan kazanıyor, öyle mi? Yorulmuyor, terlemiyor, herhangi bir şey yok. İşte onun için altın borsasını doğrusu çok çok önemsiyorum. Ve bu konuda kurumlarımız, ilgili kurumlarımız, başta Merkez Bankası olmak üzere daha çok çalışmalı. BİST bu noktada çok daha fazla çalışmalı, çünkü o ayrı bir özgüven verecektir, altın farklı bir şey…

Onun için de bugünkü organizasyonun, bugünkü bu buluşmanın inşallah taraflar için, ülkelerimiz için, insanlık için hayırlara vesile olmasını diliyorum ve emeği geçenleri tebrik ediyorum. Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum, sağlıcakla kalın.