NATO Parlamenter Asamblesi Sonbahar Genel Kurul Toplantısında Yaptıkları Konuşma

21.11.2016

Sayın Başkan,

Kıymetli misafirler,

Saygıdeğer parlamenterler,

Hanımefendiler, beyefendiler;

Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

NATO Parlamenterler Asamblesi (NATO PA) 62. Yıllık Genel Kurul Toplantısı vesilesiyle sizleri ülkemizde ağırlamaktan duyduğum memnuniyeti bir kez daha ifade ediyorum. Türkiye’ye, kıtaların ve medeniyetlerin buluştuğu bu güzel şehre, İstanbul’umuza hoş geldiniz. Kapanış oturumunu gerçekleştirdiğimiz toplantının ülkelerimiz, bölgemiz ve tüm insanlık için barış, huzur ve işbirliğine vesile olmasını diliyorum.

Değerli misafirler;

Küresel boyutta yepyeni sınamalar ve tehditlerle karşı karşıya bulunuyoruz. Terör ve iklim değişikliği bunların başında geliyor. Yabancı düşmanlığı ve hatta sonuçları itibariyle İslam düşmanlığı belirli ülkelerin sınırlarını aşan bir niteliğe bürünmüş durumda. Günümüz dünyasında hiçbirimiz bir yangın çıktığında ‘nasıl olsa dumanı ve ateşi bana gelmez’ diyemeyiz, böyle bir şansımız yok. Er ya da geç bu yangın, bu duman bize de ulaşacaktır. Tehditlerin küreselleştiği ve güç dengelerinin değiştiği böyle bir dönemde, mevcut kurumların da kendilerini gözden geçirmeleri şarttır. Bu tehditlerin bertaraf edilmesi ve fırsatların kazanımlara çevrilebilmesi için meselelerin daha kapsayıcı platformlarda ele alınması gerekiyor.

NATO Parlamenterler Asamblesi, parlamenter diplomasinin kurumsallaşmış bir yapısı olarak 60 yılı aşkın bir süredir bu amaçla faaliyet gösteriyor. NATO PA ülkelerinin parlamenterleri arasında sürdürülen istişareleri veya bu istişareler devletler arası ilişkilere de ayrı bir dinamizm kazandırıyor. Ayrıca toplantılarımız ittifak politikalarının başarıya ulaştırılmasında önemli rol oynuyor. Kapsamlı güvenlik anlayışının öneminin arttığı günümüzde diyalog ve işbirliğini geliştirmeye her geçen gün daha çok ihtiyaç duyuyoruz.

Bugün bu salonda sadece NATO üyesi 28 ülkenin değil aynı zamanda Balkanlar’dan, Kafkasya’dan, Ortadoğu’dan, Uzak Doğu’dan ortak ve gözlemci ülkelerin temsilcileri de bulunuyor. Bu geniş katılım, ortak çıkar alanlarına ilişkin müşterek bakışımızın ve farklılıklardan yeni ortaklıklar üretme irademizin en açık ifadesidir. Aynı zamanda bu manzara NATO’nun soğuk savaş sonrası dönemde geçirdiği dönüşümü de yansıtıyor. Daha da önemlisi, şahit olduğumuz bu fotoğrafı birlik ve beraberlik içinde hareket edebilme kabiliyetimizin bir provası olarak görüyorum.

NATO üyesi ve gözlemci ülkeler olarak şayet içinde bulunduğumuz bu zor süreci hakkı, hukuku, adaleti, temel insani değerleri güçlendirerek geride bırakabilirsek, kendimize ve tüm dünyaya katkıda bulunmuş oluruz. Aksi bir durumda ortaya çıkacak dengesizliğin hepimiz ve tüm dünya için felaketin habercisi olacağı da açıktır. Bunun için NATO’yu küresel görevlerinin gerektirdiği doğru bakış açıları ve buna uygun güçle donatmak için her zamankinden daha çok çalışmalıyız.

Değerli misafirler;

NATO Parlamenter Asamblesinin 62. Genel Kurul Toplantısının İstanbul’da yapılmış olması başlı başına bir mesajdır. Tüm dünyanın dikkatinin Suriye’den Irak’a, Ukrayna’dan Libya’ya Türkiye’nin çevresinde vuku bulan gelişmelere odaklandığı şu dönemde İstanbul’da toplanmış olmamız gerçekten çok önemlidir. Türkiye NATO’nun gündeminde de üst sıralarda yer alan bu buhranlarla baş etmeyi günlük hayatının parçası haline getirmek zorunda kalan bir ülkedir. Bu toplantıyı dünyanın gündemini adeta bloke eden krizlere kayıtsız kalınmadığının bir işareti haline dönüştürmeliyiz.

Temmuz ayında Varşova’da gerçekleştirilen NATO Zirvesi sırasında ittifakın güvenliğini doğrudan ilgilendiren konularda kritik kararlar alındı. Tiran’da Mayıs ayında yapılan NATO Parlamenter Asamblesi Oturumu, Varşova Zirvesi öncesinde delegelerimiz için önemli bir istişare ortamı sağladı. Varşova’da sağlanan ivmenin İstanbul’da yapılan görüşme ve çalışmalarla güçlendirildiğine inanıyorum. Unutulmamalıdır ki NATO hiçbir zaman sadece ortak tehditlere karşı kurulmuş bir savunma örgütü olmamıştır. NATO, demokratik değerleri geliştirme idealine bağlı olan devletleri biraraya getirmiş bir güvenlik platformudur, öyle olmak zorundadır.

Bu toplantıyı önemli kılan bir başka husus da, demokrasiye bağlılığını 15 Temmuz gecesinde canı pahasına dünyaya ispatlamış bir ülkede düzenleniyor olmasıdır.

Kıymetli misafirler;

15 Temmuz gecesi Türkiye’de tarihte eşine ender rastlanacak bir demokrasi mücadelesi yaşanmış ve daha da önemlisi bu mücadele kazanılmıştır. O gece Türkiye ve bizimle birlikte tüm dünya, terörün yeni bir yüzüne, terörle mücadelenin de farklı bir yöntemine şahit oldu. Türk milleti hangi kesimden, hangi siyasi görüşten olursa olsun 15 Temmuz gecesi istiklali ve istikbali için sokaklara dökülerek darbecilerin karşısına dikildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bombalama hainliğini gösteren teröristlere en güçlü cevabı bizzat aziz milletimin seçilmiş temsilcileri verdi. Hangi siyasi partiye mensup olurlarsa olsunlar tüm milletvekillerimiz tarihi bir dayanışma örneği sergileyerek üzerlerine bomba atıldığı anlarda dahi Parlamentoyu terk etmediler. Medyamız çok zor şartlarda sürdürdüğü yayınını kesmeyerek birlik ve beraberlik çağrımızın halkımıza ulaştırılmasını sağladı.

Türk demokrasisi rüştünü 15 Temmuz gecesinde tüm dünyaya bir kez daha ispatladı. Bugün şayet şahsım, bakan ve milletvekili arkadaşlarım burada sizlerle birlikteysek milletimizin o gece gösterdiği destansı mücadele sayesindedir. Devletin ve toplumun FETÖ terör örgütünden arındırılması, o gece demokrasinin yanında duran ve bu uğurda 248 evladını kaybeden aziz milletimize karşı en büyük vazifemizdir. Bu nedenle 15 Temmuz’dan bu yana eli kanlı FETÖ terör örgütüyle kararlı bir şekilde mücadele ediyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına uygun olarak 21 Temmuz günü ilan ettiğimiz olağanüstü hal çerçevesinde darbe girişiminin izlerini silmek, terör örgütlerini etkisiz hale getirmek için gereken her önlemi alıyoruz. Demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün korunması için başlatılan bu süreç, anayasal sınırlar içerisinde temel hak ve özgürlükler gözetilerek sürdürülüyor. Bu vesileyle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ülkemizden desteğini esirgemeyen, dayanışma mesajlarını ileten dostlarımıza bir kez daha huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

Terör örgütlerinden kaynaklanan tehdit hepimize yöneliktir. Dolayısıyla mücadelenin de ortak verilmesi gerekiyor. Türkiye’ye sağlayacağınız destek ortak güvenliğimize kasteden terör örgütüyle mücadelemize güç katacaktır. FETÖ ile iltisaklı yapılanmalara karşı mücadelemizde sizlerin desteğinize güveniyoruz. Aynı şekilde DEAŞ ve PKK başta olmak üzere insanlığın müşterek değerlerine düşmanlık konusunda birlikte hareket eden tüm terör örgütlerine karşı verdiğimiz mücadeleye desteğinizi bekliyoruz. Terör örgütleri mensuplarının ülkelerinizde rahatça hareket etmelerine, propaganda yapmalarına, militan devşirmelerine, tehditle haraç toplamalarına engel olmanızı istiyoruz.

Özellikle Avrupa Birliği’nin terör örgütü olarak ilan ettiği PKK’nın Avrupa Birliği üyesi ülkelerde çok rahat dolaşmasını ve buralarda terörist başının posterleriyle, aynı şekilde Parlamento binasının koridorlarında afişleriyle cirit atmalarını, terör mağduru bir ülke olarak biz hazmedemiyoruz. Dolayısıyla bu konuyla ilgili olarak tüm dostlarımızın gerekli tedbiri alması gerekir. Eğer gerekli tedbir alınmazsa, bir gün bumerang gibi bu dönüp dolaşıp onları da vuracaktır, bunun da haberini vereyim. Fransa’da olan olayları biliyorsunuz, Belçika’da olan olayları biliyorsunuz, bütün bunların hepsi belli yerdeki duyarsızlığın işte aynı şekilde bir geri dönüşümüdür.

NATO Genel Sekreteri Sayın Stoltenberg Eylül ayında ülkemizi ziyaret ederek NATO’nun ülkemizle olan dayanışmasını bir kez daha gösterdi. Yine Eylül ayında Sayın Meclis Başkanımızın girişimiyle düzenlenen Demokrasi ve Dayanışma Zirvesine 8 uluslararası parlamenter asamblesinin katılım sağlamış olması da, bizim için oldukça anlamlıdır.

Ancak Türkiye olarak terörizme karşı yürüttüğümüz mücadelede daha güçlü bir desteğe ihtiyacımız olduğunu burada bizzat sizlere ifade etmek mecburiyetindeyim. Terör örgütleri karşısında ikircikli tutum içinde olan ülkelerin tamamı da, bu tavırlarının bedelini eninde sonunda kendi toprakları içinde ödeyeceklerdir.  Tarihin her döneminde farklı mahiyette terör örgütleriyle mücadele etmek zorunda kalan Türkiye’nin ikazlarına kulak verilmesini özellikle tavsiye ediyorum. Biz bu tecrübeyi onbinlerce güvenlik görevlimizin ve vatandaşımızın canı pahasına elde ettik. Bilhassa dönemsel çıkarlar uğruna terör örgütlerine kol kanat geren ülkeleri Türkiye’nin bu samimi çağrısına kulak vermeye davet ediyorum.

Şunu burada bir kez daha açık ve net ifade etmek isterim: Bizim kimsenin toprağında gözümüz yok. Kimsenin egemenlik haklarıyla bir sorunumuz da yok. Biz sadece tecrübelerimiz ışığında terör örgütlerini bizzat kaynağında imha etmeye çalışıyoruz. Türkiye terör örgütleriyle Avrupa başta olmak üzere dünyanın geri kalan bölümü arasında adeta bir set gibidir. Eğer biz bu mücadelede başarısız olursak, yani bu set yıkılırsa teröristler tıpkı bir sel gibi tüm dünyayı ateşe ve kana bulayacaktır. Biz diyoruz ki, gelin bu seti zayıflatmak yerine güçlendirin. Terörizmle mücadelede Türkiye’ye verilen her destek, o ülkenin kendi geleceğini güvence altına almasına katkı sağlayacaktır; tüm müttefiklerimizi meseleye bu şekilde bakmaya davet ediyoruz.

Değerli dostlar;

1952’den bu yana üyesi olduğumuz NATO, 21. yüzyılın sınamalarıyla etkin biçimde mücadele edebilme iradesine sahip olduğunu ispatlamak zorundadır. Soğuk savaşın sona erdiği dönemde bazı çevreler NATO’nun varlık nedeninin ortadan kalktığını –hatırlayın- ileri sürdüler. Buna karşılık NATO soğuk savaşın sona ermesinin ardından sergilediği adaptasyon yeteneği ve başlattığı kapsamlı dönüşüm süreciyle yeni bir döneme girdi.

Bugün Balkanlar’dan Afganistan’a, Kuzey Afrika’dan Baltıklara uzanan geniş bir coğrafyada faaliyet gösteren NATO, uluslararası güvenlik ve istikrara önemli katkılarda bulunuyor. NATO bünyesinde -burasını özellikle ifade etmek istiyorum- ikinci büyük orduya sahip olan Türkiye, soğuk savaş boyunca Avrupa-Atlantik güvenliğinin vazgeçilmez bir parçasını oluşturmuştur. Türkiye, yeni dönemde de uluslararası barışın korunmasına yönelik faaliyetlere güçlü bir şekilde askeri ve siyasi destek vermeyi sürdürüyor. Dünyayı ve NATO’yu ilgilendiren güvenlik krizlerinin önemli bir bölümü ülkemizin yakın çevresinde yaşanıyor. Türkiye bu krizler karşısında verdiği mücadelede hem kurumsal olarak NATO’yu, hem de tek tek NATO üyesi ve gözlemcisi ülkeleri haklı olarak yanında görmek istiyor.

Bilindiği gibi Suriye’deki krizin başından bu yana siyasi çözüm arayışlarında ön saflarda yer aldık. Aynı şekilde Suriye’de her geçen gün ağırlaşan insani sorunların çözümü konusunda hiçbir fedakârlıktan kaçınmadık. Ülkelerindeki çatışmalardan kaçan 3 milyona yakın Suriyeliye ve Iraklıya kapımızı açtık, onlara biz sahip çıktık. Şu ana kadar yapmış olduğumuz harcamalarda bizlere verilmesi gerekli olan, söz verilen destekler de ne yazık ki sadece cüzi bir miktarda kaldı ve bunlar yerine gelmedi.

Ayrıca, sınır hattımızın öteki tarafındaki yüzbinlerce Suriyeliyi de açlığa ve ölüme terk etmedik, bu insanlara acil insani yardımda bulunduk. Türkiye’nin bu yükü omuzlayacak kudrette bir ülke olması, esasen mevcut uluslararası kurumları da korudu. İşte Avrupa’ya bir mülteci akımı söz konusu olduğu zaman Avrupa hemen panikledi. Birisi çıktı, ‘ben 100 kişi alabilirim’ dedi, öbürü çıktı ben 200 kişi, bir diğeri 500 kişi; kimse rahat rahat Türkiye gibi kapısını açarak ‘Ne kadar gelirse gelsin ben alırım’ diyemedi. Biz şu anda bile hala onu söylüyoruz; bombalardan kaçan herkese biz kapımızı açık tutmak zorundayız. Neden? Çünkü onlar insan, biz o insanları bombaların altında bırakamayız. Sadece bir Aylan bebeği dalgalar karaya attığı zaman dünya dergilerinde kapak yaptıkları zaman feryat edenler, burada timsah gözyaşları döküyordu. Ümran bebekle ilgili, o gözü kumlarla-topraklarla dolu olarak kan revan içinde dergilere kapak olduğu zaman timsah gözyaşlarını dökenler sadece ikircikli davranıyorlardı. Ama biz sadece bu olayı bu şekilde değerlendirmek değil, biz tavır koyarak yaşıyor, onların yanında yer aldığımızı ifade ediyorduk. İnsani krizlerin yükünün paylaşılması konusunda yalnız bırakılmış olmamız, gerçekten çok acı bir durumdur ve gelecek için kötü bir örnektir.

Şimdi burada ben bir gerçeği açıklamak zorundayım, ilgili ülkeler gücenmesin, dost acı söyler, ama gerçeği söyler. Bilir misiniz Irak’ta ve Suriye’de bizim terör örgütü olarak ilan ettiğimiz örgütlerin elinde dostlarımızın ürettiği silahların çıktığını? Bu silahları seri numaralarına varıncaya kadar hepsi bizde mevcut, bunları biliyoruz. Ama biz bunu kendilerine söylediğimiz zaman hiç ilgilenmiyorlar. Birileri kalkıyor diyor ki, ‘Onlar eski dönemde verilmiş silahlardı.’ Öbürleri diyor ki; ‘Biz PYD’yi, YPG’yi terör örgütü olarak kabul etmiyoruz.’ Niye? ‘Çünkü onlar DEAŞ’a karşı savaşıyorlar.’ O zaman Nusra’yı da kabul etme. El Nusra, o da DEAŞ’a karşı savaşıyor. Bir terörist bir başka teröriste karşı savaşıyor diye, buna iyi diyebilir misiniz? Biz şu anda Suriye’de ve Irak’ta bunu görüyoruz.

Biz bu bölgenin nabzını en iyi tutan ülkeyiz. Bu bölgenin ne olduğunu, tarihini en iyi anlatacak olan, bilen biziz. Çünkü onlarla bizim tarihi, kültürel, her türlü birlikteliğimiz var, akrabalık bağlarımız var. Şu anda Halep ne halde görüyorsunuz. Halep’i vuranlar belli. Fakat Halep’te yaşayanların Gaziantep ve Kilis’te yaşayanlarla akrabalık bağları olduğunu acaba Batı biliyor mu? Bu kadar iç içeyiz, bu kadar birlikteyiz, bizim böyle bir durumumuz var. Onun için bizim canımız yanıyor, ama canı yanmayanlar sadece televizyon ekranlarına bakıp herhalde ah-vah ediyorlar o kadar. Milletimiz bütün bu manzara karşısında haklı bir öfke ve tepki içindedir.

Diğer taraftan tarihinin en büyük güvenlik krizlerinden birini yaşamakta olan Irak’ta DEAŞ’la mücadele sürecine askeri, siyasi, toplumsal ve insani alanlarda katkılarda bulunmaya çalışıyoruz. Suriye’deki ve Irak’taki siyasi boşluktan ve dar görüşlü yönetimlerin tetiklediği mezhepçi kutuplaşmalardan beslenen terörizm belasına kararlılıkla karşı koymayı sürdüreceğiz. DEAŞ’la mücadelede Türkiye kadar büyük bedel ödeyen ve somut neticeler alan bir başka ülke yoktur. Bizler sınırda ciddi tehditler aldık. DEAŞ’tan aldık, PYD’den aldık, YPG’den aldık. Eğer Türkiye, Özgür Suriye Ordusu’yla birlikte Suriye’ye girdiyse, bunun sebebi bu tehdidi ortadan kaldırmak içindir.

Çünkü yıllarca dostlarımıza şunu söyledim. Dedim ki, ‘Gelin burada terörden arındırılmış bir güvenli bölge ilan edelim, eğit-donat’ı biz yapalım ve burada özellikle yerleşim bölgelerinin inşaatını biz üstlenebiliriz, siz bize mali destek verin. Üç; uçuşa yasak bölge ilan edelim.’ Ne yazık ki bize ‘gayet güzel’ dedikleri halde bu işi sürüncemede bıraktılar ve bugüne kadar geldi. Temenni ederim ki bundan sonraki süreçte başta Amerika olmak üzere bunu yeniden ele alıp olumlu adımları atmak suretiyle burada terörün belini kırar ve bir NATO ülkesi olan Türkiye bu bölgede terör tehdidinden arındırılmış olur. Aynı şey Irak için de geçerli. Yabancı terörist savaşçıların kriz bölgelerine gidişini engellemek için bizler etkili önemler aldık, hala almaya devam ediyoruz.

Bir başka önemli kriz alanı olan Ukrayna’da yaşanan sorunun bu ülkenin toprak bütünlüğü çerçevesinde çözülmesini hep destekledik. Çok güçlü tarihi bağlarımızın bulunduğu Kırım’da yaşanan insan hakları ihlallerinin takipçiyiz, takipçisi olmaya da devam edeceğiz. Kırım’ı kendimizden ayrı düşünemeyiz.

Rusya’yla ilişkilerimizde 24 Kasım hadisesi sonrasında başlatılan normalleşme sürecinde önemli bir ivme yakaladık. Bu sürecin bölgesel meselelere çözüm arayışları ve terörizmle mücadele çabalarına da olumlu yansımaları olacaktır diye düşünüyorum.

Afganistan’daki sıkıntıların çözümüne yönelik önemli bölgesel girişimlere öncülük ediyoruz. Bu ülkede güvenlik ve istikrarın sağlanmasını temin etmek için ISAF bünyesinde önemli roller üstlendik. Afganistan’a olan desteğimizi kararlı destek misyonuyla sürdürüyoruz. Aynı şekilde 2001 yılından bu yana gerçekleştirdiğimiz 1 milyar dolar değerindeki 800’ü aşkın projeyle Afganistan’ın kalkınması ve yeniden inşasına ciddi katkılarda bulunduk.

Türkiye’nin bölgesel barış ve istikrara yönelik yapıcı katkılarını gösteren bu örnekleri arttırmak mümkündür. Gerek yakın çevresinde izlemiş olduğu politikalar, gerek bölgesel işbirliğini arttırmaya matuf girişimleriyle Türkiye bölgesel ve uluslararası güvenliğin sağlanması konusunda aktif politikalar izlemeye devam edecektir.

Kıymetli misafirler;

Uluslararası barış ve güvenlikten bahsederken uluslararası meşruiyetin temsilcisi konumundaki Birleşmiş Milletlerin yeniden yapılandırılması gerektiğini bir kez daha bu toplantıda vurgulamak isterim.

Esasen Birleşmiş Milletler son yıllarda çok önemli birtakım çalışmalara öncülük ediyor. Örneğin 2030 sürdürülebilir kalkınma gündemi hayata geçirilmeye başlandı. İnsanlığın geleceğini tehdit eden iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir aşama teşkil eden Paris Anlaşması bu arada imzalandı. Tarihinde ilk defa düzenlenen ve İstanbul’da ev sahipliği yaptığımız Dünya İnsani Zirvesinde herkes için ortak bir gelecek inşa etme yolunda ortak sorumluluk üstlenme iradesi ortaya konuldu. G-20 Dönem Başkanlığımızın ardından dünyanın ilk Küresel İnsani Zirvesine ev sahipliği yapmaktan onur duyduk.

Ancak tüm bu olumlu gelişmeler Birleşmiş Milletlerin başta Suriye olmak üzere birçok krizde yeterince etkin davranamadığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Birleşmiş Milletlerin içinde bulunduğumuz krizlerle daha etkili mücadele edilmesine imkân sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılması kaçınılmaz bir zorunluluk halini aldı.

Sayın Ban Ki-mun görev süreci boyunca Birleşmiş Milletler reformu ve özellikle barışı koruma faaliyetlerinin daha etkin hale getirilmesi yönünde çeşitli adımlar attı. Biz de Sayın Genel Sekreterle öncülük ettiğimiz birçok girişim vesilesiyle yakın işbirliği içinde olduk. Hatta ta Kofi Annan döneminde başlattığımız Medeniyetler İttifakı’nın Birleşmiş Milletler çatısı altında Ban Ki-mun’la orada kurumsallaşmasını çok önemsedik ve gerekli desteği verdik. Bunun dışında Finlandiya’yla birlikte kurduğumuz Arabuluculuk Dostlar Grubunu ve İspanya’yla hayata geçirdiğimiz az önce söylediğim Medeniyetler İttifakı girişimimizi bir kenara koymak mümkün değil.

Öte yandan şu gerçeğin de artık herkes tarafından kabul edilmesi gerekiyor: Uluslararası barış ve güvenliğin temininden sorumlu ana organ olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yeni bir yapıya kavuşturulmadıkça bu çabalar tam manasıyla amacına ulaşamayacaktır. Israrla tekrar ediyorum; Güvenlik Konseyi günümüzün gerçekleriyle bağdaşan bir temsil yapısına kavuşturulmalıdır. Her fırsatta ‘Dünya 5’ten büyüktür’ derken işte bu gerçeği anlatıyorum ve anlatmaya devam edeceğim.

Çünkü 2. Dünya Savaşı’nın şartları içerisinde atılmış olan bu adımlar bugünü yönetmek mümkün değildir. Dünyayı biz bir ülkenin dudakları arasına terk edemeyiz, 196 ülkenin burada hakkı vardır. Ve bütün bu ülkelerin burada yetki sahibi olması gerekir. 5 tane daimi üye ve bu daimi üyelerden bir tanesinin vereceği karar bütün dünyayı bağlayamaz, bu adaleti tesis edemez. Burası insan haklarını temsil edemez ve güvence altına da alamaz. Güvenlik Konseyinde yer alacak her ülkenin, bu hakkın getirdiği hesap verebilirliğe uygun hareket etmesini sağlayacak, dünyanın nüfus, coğrafi ve inanç dağılımını yansıtacak bir sistemi hayata geçirmeliyiz. Güvenlik Konseyini daha demokratik, adil, şeffaf ve etkin kılacak kapsamlı bir reform üzerinde mümkün olan en geniş uzlaşmayı sağlama sorumluluğu hepimize düşüyor.

Değerli dostlar;

Uluslararası toplum olarak zor bir dönemden geçtiğimiz bir gerçektir. Ancak bunların aşılamayacak sorunlar olmadığını düşünüyorum. Bizler ortak çıkarlar çerçevesinde işbirliği ve dayanışma içinde hareket ettiğimiz müddetçe ne kadar karmaşık olursa olsun önümüze çıkan sorunlar karşısında güçlü bir duruş sergileyebiliriz. Bunu başartmak, temsil ettiğimiz ülkelerle birlikte milletlerimizin asli birer unsurunu oluşturduğu uluslararası topluma karşı da en büyük görevimizdir. Elbette asıl sorumluğumuz çocuklarımızadır, gelecek nesilleridir. Onların daha huzurlu bir dünyada yaşayabilmesi için tüm bu zorlukları ve sınamaları başarıyla aşmak zorundayız.

Ülkemde düzenlediğiniz bu toplantının gerek ittifak, gerek ortak ve dost ülkeler, gerekse tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını niyaz ediyor, çalışmalarınızda başarılar dilerken yeni Dönem Başkanına da şimdiden başarılar temenni ediyor, sizleri bir kez daha sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Kalın sağlıcakla.