Kıymetli iş adamları,
Saygıdeğer misafirler, hanımefendiler, beyefendiler;
Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği (MÜSİAD) tarafından düzenlenen 16. EXPO ve 20. Uluslararası İş Forumunun hayırlı olmasını, başarılarla dolu olarak geçmesini Allah’tan temenni ediyorum. Yurt içinden ve yurt dışından fuara ve iş forumuna katılmak için ülkemize teşrif eden tüm misafirlerimize milletim adına hoş geldiniz diyorum.
Misafirlerimize, şairin “sade bir semtini sevmek bile bir ömre bedel” dediği İstanbul’da geçirecekleri her günün keyfini özellikle çıkarmalarını tavsiye ediyorum. Türkiye’nin devleti ve milletiyle demokrasisi ve özgürlüğünü korumak için tarihte eşine ender rastlanacak mücadele yürüttüğü bir dönemde yapılan bu toplantı benim nezdimde çok önemli, çok daha anlamlıdır. Özellikle yurt dışından gelen misafirlerimize Türkiye’ye güvendikleri, inandıkları, destek verdikleri için teşekkür ediyorum.
1990 yılından beri ‘yüksek ahlak’, ‘ileri teknoloji’ ilkesiyle iş adamlarımızın sorunlarını, beklentilerini, kanaatlerini yansıtan bir platform olarak çalışan MÜSİAD’ın faaliyetlerini yakından ve takdirle takip ediyorum. Bugün de 11 bine aşkın üyesi, 1 milyon 600 bin kişiyi istihdam eden 46 bin işletmeyi temsil gücüyle MÜSİAD, yurt içinde ve yurt dışında kendi alanında ülkemize katkı vermenin çabası içindedir. MÜSİAD üyelerini ve yönetimini ülkelerine, milletine sahip çıktıkları, ‘ne pahasına olursa olsun kazanmanın’ değil, ‘helalinden kazanmanın’ peşinde oldukları için tebrik ediyorum. Gerek iş forumu oturumlarına, gerek fuar etkinliklerine katılımlarıyla, görüşleriyle, değerlendirmeleriyle, sunumlarıyla katkı sağlayacak olan herkesi şimdiden tebrik ediyorum.
Değerli misafirler, kıymetli dostlar;
Türkiye geçtiğimiz 14 yılda özellikle ekonomi alanında gerçekten tarihi bir başarı ortaya koydu. Mesela 2003-2015 yılları arasındaki ortalama büyüme hızımız yüzde 4,7 olarak gerçekleşti. Geçtiğimiz 3 yılda yaşadığımız onca badireye rağmen büyüme rakamlarımız yine dünya ortalamasının çok üzerindeydi. 2 seçim ve ciddi terör olayları yaşadığımız 2015 yılında yüzde 4 büyüme oranına ulaştık. Aynı yıl büyümede dünya ortalaması yüzde 3,1 iken, gelişmiş ülkelerin ve birkaç istisna dışındaki gelişmekte olan ülkelerin büyüme oranları yüzde 2’de kaldı. Bu yılın ilk yarısındaki büyüme oranımız da yüzde 3,9 düzeyinde gerçekleşti. Türkiye’nin gerçeklerini ne terör olayları, ne çevresindeki krizler yansıtıyor. Gerçek Türkiye’yi yatırımlara, projelere bakarak görebilirsiniz. Sadece bu yıldan birkaç örnek vermek istiyorum.
Biliyorsunuz bu yıl Türkiye 15 Temmuz’daki darbe girişiminin yanı sıra, çeşitli terör örgütlerinin pek çok eylemine maruz kaldı, PKK, PYD, YPG, DEAŞ, FETÖ, bütün bunların karşısında Türkiye dünya çapında projeleri de ardı ardına hizmete açtı, yenilerinin de hazırlıklarına başladı.
İstanbul-İzmir Otoyolunun, İzmit Körfez geçişini oluşturan Osmangazi Köprüsünü 30 Haziran’da hizmete açtık, bu toplamda 9 milyar dolarlık bir projedir. 26 Ağustos’ta ise İstanbul Boğazı üzerindeki 3’üncü gerdanlık olan Yavuz Sultan Selim Köprüsünü hizmete sunduk, bu da otoyoluyla birlikte 3 milyar dolarlık bir projedir. Dünyanın en önemli su yollarından biri olan İstanbul Boğazı’nın altında inşa ettiğimiz raylı toplu taşıma sistemi Marmaray’ı 29 Ekim 2013 yılında tamamlamıştık, o günden bugüne 166 milyon insan Marmaray’ı kullanmış bulunuyor. Önümüzdeki ayda yine Boğazın altından, bu defa çift katlı, lastik tekerlekli araçlar için inşa ettiğimiz Avrasya Tünelini 20 Aralık’ta açıyoruz.
Yine bir kısa süre sonra açılışını yapacağımız önemli proje de, yine bu yılsonuna kadar hedef koyduk, Kars-Tiflis demir yoludur. Bu hattın açılmasıyla tarihi İpek Yolu canlandırılacak, Londra’dan Pekin’e kadar kesintisiz demir yolu ulaşımı sağlanmış olacaktır.
Sadece mevcut projeleri tamamlamakla kalmıyoruz, yenilerinin de adımlarını atıyoruz. Dedik ya, durmak yok, yola devam. Tekirdağ-Çanakkale-Balıkesir otoyolunun bir parçası olan 1915 Çanakkale Köprüsü yeni projelerimizden biridir ve dünyada bir numara olacak. Yaklaşık 5,5 milyar dolar maliyeti olan bu köprünün temelini inşallah 18 Mart, yani Çanakkale Zaferinin 101. yıl dönümünde atmayı planlıyoruz.
Bitmedi, dev projeler devam ediyor, o da Kanal İstanbul projemiz var ki inşallah dünyada eşine az rastlanır bir eser olacak. Bütün güzellikleriyle Kanal İstanbul bir örnek olacak. Bu projeyle ilgili ön hazırlıklar da şu anda devam ediyor. İstanbul’da inşası hızla süren yeni havalimanımız sadece ülkemizin değil, dünyanın en büyüğü olacak. İnşaat bedeli 12 milyar dolar olan bu projeden devlet olarak 25 yılda 25 milyar dolar civarında bir gelir elde edeceğiz. Havalimanının 90 milyon yolcu kapasitesi ilk etap için geçerli, bunu da 2018’in inşallah ilk çeyreğinde açıyoruz. Tamamı bittiğinde toplam kapasite 150 milyon yolcu olacak. Bu da en geç 2023’te bitecek.
Toplamda 41 bin yatak kapasitesi ve 10 milyar dolarlık yatırım bedeliyle şehir hastaneleri projelerimiz önemli bir başka yatırım silsilesidir. Bu zincir yoğun bir şekilde devam ediyor. Önümüzdeki aydan itibaren açılışlarına başlayacağımız bu hastanelerin tamamını 2019 yılına kadar hizmete alıyoruz, çünkü sağlıkta Türkiye bir devrim yaşıyor, bir reform sürecini yaşıyor ve bunu da bu şekilde halledeceğiz.
Enerji projeleri ülkemizin çok iddialı olduğu bir diğer alan... İşte inşası süren Mersin Akkuyu Nükleer Santralini 2023’te hizmete sunmayı planlıyoruz. Önceki gün Ankara’da toplam yatırım bedeli 5 milyar dolar olan 158 elektrik santralinin toplu açılışını gerçekleştirdik. Şu anda 78 bin megavat olan kurulu gücümüzü yeni yatırımlarla 2023’te 125 bin megavata çıkarmayı hedefliyoruz. Kentsel dönüşüm çalışmalarıyla 20 yılda 6,5 milyon konutu yenilemeyi hedefliyoruz. Bu da yaklaşık 400 milyar dolarlık bir ekonomik büyüklüğü ifade ediyor.
Türkiye’nin yatırım ve proje listesi öylesine uzun ki inanın anlatmaya günler yetmez. Siz iş adamlarına ve dostlarımıza mesajım şudur: Bu ülkenin kendisine güvenen, inanan, yatırım yapan hiç kimseyi, hiçbir kurumu mahcup etmediğinden, etmeyeceğinden emin olun.
Değerli arkadaşlar;
MÜSİAD’ın daha önceki fuar ve forumları gibi bu etkinlikte de Afrika’ya ve Asya’ya özel önem verildiğini görüyorum. Afrika ve Asya konusu Batılı zihinlerin kendilerini merkeze alarak yaptıkları coğrafi konumlandırmayla ifade ettikleri doğu veya şark meselesi gerçekten çok önemlidir. Yanılmıyorsunuz, doğru yoldasınız, bence aynı kararlılıkla devam edin.
Siyasette de biz Afrika’yı biliyorsunuz 2005 yılında Afrika yılı ilan ettik ve yoğunlaştık. O zaman bizim 12 tane büyükelçiliğimiz vardı, şimdi 39 büyükelçiliğimiz var. Hedef Afrika’nın tümüne büyükelçiliklerimizi açmak. Ve şimdi bu yıl oraya yoğunlaşıyorum ve burada kışken ben Afrika’nın ülkelerini inşallah dolaşacağım ve oralardaki hem büyükelçiliklerimizi ziyaret edecek ve hem de iş adamlarımızla birlikte o ülkelerin iş adamlarıyla da ortak forumlar yapacağız. Bunu gerçekleştirmemiz lazım, oralara bizim yönelmemiz, ağırlık vermemiz lazım. Oralarda da biliyorsunuz malum yapının oralardaki tahrikini ortadan kaldırmak suretiyle oraların inşa ve ihyası için MÜSİAD Türkiye Cumhuriyeti hükümetiyle birlikte adımını atmalıdır.
Kardeşlerim;
Maalesef Batının Doğuya bakışını hala oryantalizm anlayışı belirliyor. Batının önemli bir bölümü için Doğulu demek, Ortaçağ karanlığında yaşayan geri fikirlerin, ilkel adetlerin, kapalı düşüncenin temsilcisi demektir. İnsanlığın en eski kültürlerine, medeniyetlerine beşiklik yapmış Doğunun beklentilerinin ve sıkıntılarının, bu anlayışın değerler skalasında hiçbir yeri yoktur. Ne yaparsanız yapın, ekonomik, kültürel, siyasi, ticari olarak ne kadar ileri giderseniz gidin, Batının gözünde ikinci sınıf olmaktan kurtulamazsınız. Biz bu acı gerçeği yarım asırdır her türlü engellemelere rağmen ısrarla devam ettirdiğimiz Avrupa Birliği’ne üyelik sürecimizde defaatle yaşadık, yaşıyoruz.
Görmüyor musunuz son zamanlarda olanları? Bu ülkenin içinde yaşayan, Kandil’deki teröristlerin, PKK’nın Parlamentodaki uzantılarına yönelik yargımızın attığı bir adım var. Burada dokunulmazlıklar kalktı mı? Kalktı, sadece onların değil, diğer siyasi partilerden de hemen hemen birçoğunun dokunulmazlıkları kalktı. Bu dokunulmazlıklar kalktıktan sonra yargı üzerine düşen görevi yapıyor. Yargı üzerine düşen görevi yaparken, bunların bir kısmı kaçıp Batıya gitti mi, Avrupa’ya gitti mi? Ve buradan kaçıp giden teröristlere kim kapısını açıyor? Bakıyorsunuz Batının yöneticileri, cumhurbaşkanları, başbakanları, bakanları kapı açıyor. Acaba Türkiye Batının teröristlerine kapısını onların anlayışıyla açacak olsa o zaman bunların duruşu nasıl olurdu, ben bunu merak ediyorum. Fakat şunu bilmelerini istiyorum: Bu, bumerang gibi sizi vuracaktır ve çok kötü vuracaktır.
Bir taraftan PKK’yı terör örgütü ilan edeceksin, öbür taraftan terör örgütü PKK’nın yöneticilerine, mensuplarına Avrupa Parlamentosunun kapılarını koridorlarını açacaksın. Bu ne menem iş, böyle sakat bir anlayış olabilir mi? Buna evet demek mümkün mü? Bu, iki yüzlüğünün ta kendisidir, dürüst olun dürüst, siyaseti dürüst yapın.
Bakınız, birçok ülke için gündeme dahi getirilmeyen meseleler, önemsenmeyen şartlar, konu Türkiye olunca birden vazgeçilmez hale geliyor. Bu anlayışın son örneğini vize serbestisi görüşmelerinde terörle mücadele konusunda tecrübe ettik. Utanmadan, sıkılmadan kalkmış ne diyorlar? “Türkiye’nin Avrupa Birliği müzakereleri gözden geçirilmeli.” Geç kaldınız, hadi bir an önce gözden geçirin. Ama gözden geçirdiğiniz zaman ertelemeyin ha, nihai kararınızı verin.
Eğer Türkiye terörle haysiyetli, onurlu bir şekilde mücadele ediyor diye siz Avrupa Birliği müzakereleri konusunda bunu gözden geçirecekseniz geç kaldınız. Biz terörle mücadeleyi sonuna kadar vereceğiz, sonuna kadar. IRA’yla mücadele edenler, Batasuna’yla mücadele edenler bu mücadeleyi nasıl ettiyseler biz de ediyoruz ve edeceğiz. Biz yüzlerce, binlerce şehit verdik, onlar böyle ölüm hadiseleriyle karşı karşıya kalmadılar, dolayısıyla biz bunu görmezden gelemeyiz.
Biz kapıları açtık, gelin dedik ne yapacaksınız siyasette yapın; anladılar mı bunu? Anlamadılar. Adamlar Parlamentoya girdi, devlete meydan okuyor. “Sen beni sorguya çağıramazsın” diyor. Kimsin sen? Dokunulmazlığın kaldırılmış, tabi ki yargı seni sorgulayacak, dokunulmazlığın kalktığı andan itibaren sen aynen normal bir vatandaş gibisin ve bunun hesabını da vereceksin. Vermediğin takdirde bedelini de ödeyeceksin. Bak siyasi parti liderleri bile gidiyor aynen ifadesini veriyor ve ondan sonra tekrar işinin başına dönüyor. Sen de aynısını yapsaydın, niye yapmadın? Siz meydan okudunuz, ‘Bizim arkamızda PKK var’ dediniz, ‘Bizim arkamızda PYD var’ dediniz, ‘Bizim arkamızda YPG var’ dediniz. Gelsin onlar sizi kurtarsın. Bizim arkamızda terör örgütleri yok, bizim arkamızda Hakk var, halk var, farkımız bu.
Kendileri terörle mücadele konusunda her türlü adımı atar, gereken önlemleri en sert şekliyle alırken, Türkiye’nin terörle mücadele hakkını açıkça engellemeye çalışıyorlar. Esasen bu tavır yeni de değil, Avrupa Birliği müzakere içinde olduğumuz yarım asırlık süre boyunca Türkiye’nin sabır taşı sürekli test edilmiştir. Bugün aynı kibirli, aynı oryantalist tavrı, mülteciler ve göçmen krizi meselesinde bir kez daha yaşıyoruz. Şimdi de niye erteliyorlarmış biliyor musunuz? 3 milyon mülteci var ya Türkiye’de, ‘Bu sorun var şu anda, eğer bu müzakereler biter de onlar da kapıları açarsa bu 3 milyon mülteciyi biz nereye koyacağız’ diyor. Şimdi de dertleri, sıkıntıları bu. Ondan dolayı bu iş için nihai noktayı koyamıyorlarmış.
Kardeşlerim;
Özellikle Suriyeli ve Afrikalı göçmenlere yönelik tutumun Batının gerçek yüzünü ifşa etmesi açısından son derece ibretlik olduğunu düşünüyorum. Bakınız 6 yıldır Suriyeli kardeşlerimiz adeta bir varlık-yokluk mücadelesi veriyor. 600 bin insan devlet terörünün ve terör örgütlerinin canice eylemleri sonucu hayatını kaybetti. 12 milyon insan yerinden, yurdundan oldu. Binlerce yıllık şehirler, kütüphaneler, camiler, hastaneler enkaza döndü. Hal böyleyken Suriye krizinin başından bu yana insan hakları, demokrasi, özgürlük gibi sözüm ona Batılı değerler Avrupa gündemine dahi gelmedi, Suriye halkı özgürlük mücadelesinde yapayalnız bırakıldı. Suriyeli mazlumlar 6 yıldır siviller üzerinde kimyasal dahil her türlü silahı kullanmaktan çekinmeyen, hatta bununla da gurur duyan, ölen çocukların acılarını umursamayan bir rejimin insafına terk edildi. Bakın biz şunu da biliyoruz: Hangi ülke bu teröristlere silah veriyor bunları biliyoruz, hepsinin adresi bizde şu anda biliniyor.
Son günlerde bize güya insan hakları ve demokrasi dersi veren Batılı vicdan, yıllardır Akdeniz’in ve Ege’nin karanlık sularında yitip giden onbinlerce insan için bir damla gözyaşı döktü mü? Avrupa’ya ulaşmış olup da her türlü zillete, her türlü incitici tavra, her türlü istismara maruz kalan göçmenler için harekete geçmeyenler bize karşı adeta aslan kesildiler. Utanmadan, arlanmadan, kendi durumlarından zerre kadar hicap duymadan ellerinden damlayan kana aldırmadan, nasırlaşmış yüreklerini görmeden bize 'Nazi benzetmesi yapıyorlar. Varsa, yoksa Nazi’nin ta kendisi sizsiniz. Hatta daha da ileri gidip, hiç yüzleri kızarmadan, ‘Siyasi sığınmacı adı altında kim gelirse bağırlarına basacaklarını’ ifade ediyorlar, hale bak hale.
Öncelikle şu noktayı altını çizerek ifade etmek istiyorum: Nazi zihniyeti Doğuda değil Batıda ortaya çıkmış ve felaketlere yol açmış bir zihniyettir. İnsanların inançları veya kökenleri sebebiyle toplu şekilde katledilmeleri fikrinin kaynağı Doğu değil, Batıdır. Onların bu tür insanlık dışı sebeplerle kovduğu kesimlere bizim ecdadımız sahip çıkıp hayatlarını kurtarmıştır. Hele hele bugün Avrupa’da Neo-Nazi zihniyeti tekrar hortlamışken, ırkçı partiler siyasetin merkezine oturmuşken, Türkiye’ye Nazi benzetmesi yapmak ancak bir hezeyanın eseri olabilir. Solingen’de yakılarak katledilerek bizim vatandaşlarımızın, ‘dönerci cinayetleri’ denilerek üstü kapatılmaya çalışılan suçların hesabını henüz vermemiş olanlar bize dil uzatamaz.
Sevgili dostlar;
Madem Avrupa’da birileri ‘siyasi sığınmacı olarak kim gelirse kucak açmaya hazırız’ diyor, öyleyse biz de diyoruz ki: Gelin hayırlı bir iş yapın, siyasi sığınmacı adı altında teröristleri, terör destekçilerini değil, 6 yıldır zulüm gören Suriyeli mazlumlara, Afrikalı mağdurlara kucağınızı açın. İmkanlarınız teröristlere dahi sahip çıkacak kadar genişse, neden mültecilere kapılarınızı kapatıyor, onları sınırlarda insanlık dışı muamelelere tabi tutuyorsunuz? İlla birilerini bağrınıza basacaksanız, savaştan, ölümden, açlıktan size sığınan insanları bağrınıza basın. Madem ülkenize birilerini kabul edeceksiniz, teröristleri değil, terör mağdurlarını kabul edin. Türkiye’den kaçan teröristlere yer bulanlar, canileri baş tacı edenler her halde birkaç milyon mülteciyi ağırlamak için de hazırlıkları vardır.
Tabi biz bunların asıl yüzlerini, asıl niyetlerini gayet iyi biliyoruz. Afrikalı, Asyalı, Ortadoğulu mazlumların dramlarını zerre kadar umursamadıklarını gayet iyi biliyoruz. Dertleri Türkiye’yi sıkıntıya sokmak, Türkiye’nin başını ağrıtmak... Yiyecek ekmek bulamadığı için kapılarına gelenlere bir lokmayı çok görenlerin terörist yardakçılarını saraylarında ağırlamasının başka izahı yoktur. Kendi ülkesinde sağa-sola hırlayan o terörist yardakçıları da Avrupa’daki saraylarda süklüm püklüm ağırlanmaktan gurur duyuyorlar herhalde.
Biz Batılıların bu riyakârlıklarını, bu tutarsızlıklarını yüzlerine vurunca da beyefendiler hemen rahatsız oluyorlar. Dikkat ediniz, bizi eleştiren çevreler Türkiye’de PKK’lı teröristler tarafından sadece geçtiğimiz yılın Temmuz ayından bu yana şehit edilen 800’e yakın güvenlik görevlimizi, 300’ün üzerinde sivil vatandaşımızı, binlerce yaralımızı hiç görmezler. Utanın, sabah namazına giderken şehit edilen imamla, 15 ton bombayla parçalara ayrılan Kürt kardeşlerimle, kurban eti dağıtırken şehit edilen 15 yaşındaki Yasin Börü ile hiç empati kurmazlar. Çocuklarının gözlerinin önünde öldürülen siyasetçileri asla gündemlerine almazlar. Yine bu çevrelerin, 15 Temmuz’da şehit edilen yüzlerce, yaralanan binlerce vatandaşlarımızla ilgili, Türkiye’nin geçirdiği büyük tehlikeyle ilgili samimi bir ikrarlarına da rastlayamazsınız.
Ama aynı kesimler bu katillerin destekçisi siyasetçiler hukuk önünde hesap vermeye çağrıldığında hemen ayağa kalkarlar. Darbecilere yönelik operasyonlardan rahatsız olanların, aynı örgütün mensuplarını ülkelerinde ağırlama konusunda hiçbir sıkıntıları yoktur. Tercihlerini demokrasiyi ve hukuku savunanlardan değil, terörden ve teröristlerden yana kullananlar, kendi elleriyle kendi sonlarını hazırlıyorlar haberleri olsun, çünkü hesapları yanlış. Kem aletle kemalat olmaz.
Kardeşlerim,
Biz bu badireyi de Allah’ın izniyle atlatırız. Fakat onlar terörün pençesinde kıvranmaya başladıklarında kendilerine uzanacak bir yardım eli, kucak açacak hiçbir yer bulamayacaklar. Ne diyor Akif? “Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim. / Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim. / Adam aldırma da geç git diyemem aldırırım. / Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım. / Zalimin hasmıyım ama severim mazlumu.” Evet, biz de bu haksızlıklara, alçaklıklara, ihanetlere aldırmazlık etmeyeceğiz, bedeli neyse göze alarak mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz.
Değerli arkadaşlar;
Avrupa Birliği kurumları ve genel olarak Batı ülkelerinin bugünkü güvenlik ve refah düzenlerini tesis etmelerini sağlayan değerlerden giderek uzaklaşması, bizi derinden endişelendiriyor. Bizde olanlar beyleri endişelendiriyor ya, ben şimdi onlara buradan bir yollama yapıyorum; bu gelişmeler bizi endişelendiriyor. Çünkü iyi yolda değilsiniz. Günümüz dünyasında hiç kimse kendisini layüsel göremez, yerkürenin kalanından soyutlayamaz.
Ülkemizin doğusunda ve güneyinde yaşanan sıkıntılar bizi ne kadar yakından ilgilendiriyorsa, yarın, öbür gün batısında ortaya çıkacak krizler de aynı derecede alakadar ediyor. Çünkü bizim Batıyla çok yakın ilişkilerimiz var, her şeyden önce Balkanlar’da ve Avrupa’da milyonlarca soydaşımız, dindaşımız yaşıyor. Bunların her birinin sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik meseleleri bizim meselemizdir. Aynı şekilde Türkiye olarak ihracatımızın yaklaşık yarısını Avro Bölgesine yapıyoruz. Bir başka ifadeyle ekonomik olarak da Batıyla asla gözden çıkartmayacağımız, vazgeçmeyeceğimiz ilişkilerimiz var.
Bu bakımdan Avrupa Birliğiyle ve Batı coğrafyasıyla ilgili endişelerimiz samimidir, tespitlerimiz samimidir. Ama unutmayın tekliflerimiz de samimidir. Biz rol yapmıyoruz, riya yapmıyoruz, biz demokrasi kılıfı altında terör destekçiliği yapılmasına karşı çıkarken, kendi istikbalimizle, kendi çıkarlarımızla birlikte muhataplarımızın geleceğini de düşünüyoruz. İşte bu anlayışla hakikatleri anlatmaya devam edeceğiz.
Onun için Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda defaatle ‘Dünya 5’ten büyüktür’ dedik. Ve 196 ülkenin yaşadığı bu dünyada dedik ki; 196 ülkenin kaderini bir ülkenin iki dudakları arasına mahkum edemezsiniz. Gelin, artık İkinci Dünya Savaşının sonrasındaki şartlar bugün yok, bunu gözden geçirelim ve yeniden reforme etmek suretiyle tüm dünya ülkeleri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde yer alsın. 20 ülke mi, 20 ülke dönerli olarak bunlar orada yer alsınlar ve karar sürecine katılsınlar.
Fakat bunlar tabii istemiyorlar. Niye? Yakaladıkları bu fırsatı kolay kolay teperler mi? Tepmezler. Olur ya, belki insafa gelirler, bu yol açılır, 20 ülke her yıl, artık burada daimi üye-geçici üye olmayacak, 20 üyenin 20’si de daimi olacak. İki yıl orada yönetimde kalacaklar. İki yıl sonra bunların 10’u değişir, 10’u kalır, hafızayı sabit tutmak için ve bu şekilde 10-10 değişerek, böyle bir süreç devam ettirilebilir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde de her ülke, ‘ben de orada varım’ der, bu adımın atılması lazım. Aksi takdirde Birleşmiş Milletler adalet dağıtamaz ve bunların hepsi Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda ifade ettiğim sözlerdir.
MÜSİAD ve benzeri kuruluşlarımıza ülkemizdeki ve dünyadaki işadamlarına bu konuda çok önemli görevler düşüyor. Her gidilen yerde bunların anlatılması lazım, bu bilincin yaygınlaştırılması lazım. Madem hepimiz aynı gemideyiz, öyleyse bu mücadeleyi de hep birlikte vermeliyiz.
Değerli kardeşlerim;
Malum Amerika bir seçim geçirdi ve bu seçimle birlikte Amerika’da Demokratlar iki dönemden sonra tekrar Cumhuriyetçilere iktidarı devretti. Amerikan halkı böyle bir tercihi gerçekleştirdi. Ve bu tercihle birlikte Amerika’da yeni bir dönem başlıyor. Temenni ederim ki; Amerika halkının bu tercihi dünyaya gerek temel hak ve özgürlükler noktasında, gerek demokrasi noktasında, gerekse bölgemizdeki gelişmeler noktasında hayırlı adımların atılmasına vesile olur. Ve ben şahsım, milletim adına Amerikan halkının bu tercihini hayra yormak ve başarılarla dolu bir gelecek temenni ediyorum.
Bu düşüncelerle bir kez daha MÜSİAD 16. EXPO ve 20. Uluslararası İş Forumunun hayırlı olmasını diliyorum. MÜSİAD Yönetimine ve emeği geçenlere tekrar teşekkür ediyorum.
Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Kalın sağlıcakla.