Yaşayan İnsan Hazineleri ‘Geleceğe Aktarılan Mirasın Temsilcileri’ Ödül Töreninde Yaptıkları Konuşma

03.11.2016

Sayın Başbakan,

Saygıdeğer misafirler,

Hanımefendiler, beyefendiler, kıymetli kardeşlerim;

Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum.

Kültür ve Turizm Bakanlığımız tarafından düzenlenen Yaşayan İnsan Hazineleri ‘Geleceğe Aktarılan Mirasın Temsilcileri’ ödüllerini takdim edeceğimiz sanatçılarımızı, üstatlarımızı huzurlarınızda tebrik ediyorum. Bu sanatçılarımızın her biri kendi alanlarında tüm hayatlarını vakfederek elde ettikleri becerileriyle, ortaya koydukları ürünlerle, ülkemize ve dünyaya kazandırdıkları değerlerle her türlü teşekkürü, her türlü takdiri hak ediyorlar.

Yaşayan insan hazinelerimizin her biri şairin: “Ya hayrandır, ya düşman /Ya hiç yokmuş gibi unutulursun, / Ya da bir dakika bile çıkmazsın akıldan” diyerek ifade ettiği gibi eserleri ve maharetleriyle aklımızdan bir dakika bile çıkmayacak, gönlümüzde daima yaşayacak hakiki hazinelerimizdir.

Değerli kardeşlerim, sevgili gençler;

Türkiye yaşayan insan hazineleri bakımından gerçekten çok mümbit, çok verimli bir ülkedir. Ancak her konuda olduğu gibi bu hususta da elimizdeki hazinelerin tespitini ve değerlendirilmesini yeteri kadar yapamadığımızı düşünüyorum. Türkiye, UNESCO’nun ‘Somut Olmayan Kültürel Mirasın Sözleşmesi’ne az önce Sayın Bakanımızın da ifade ettiği gibi 2006 yılında taraf oldu. Bakanlığımız 2008 yılında geleneksel kültür değerlerimizi korumanın yolunun bunların uygulayıcılarının veya bunların uygulayıcılarını korumaktan geçtiği düşüncesiyle Yaşayan İnsan Hazineleri Türkiye Milli Sistemi’ni kurdu. Geride bıraktığımız 8 yılda yapılan envanter çalışmalarıyla yavaş yavaş bu konuda bir birikim ortaya çıkmaya başladı.

Somut olmayan kültürel miras ve yaşayan insan hazineleri kategoriyle ilgili olarak belirlenen kriterler çerçevesinde her yıl değerlendirmeler yapılıyor. Bu değerlendirmeler sonucunda tespit edilen kişilere de ödüller veriliyor. 2010 yılı Ocak ayında 7, Kasım ayında 9, 2012 yılında 4 yaşayan insan hazinemiz ödüllendirildi. Bugün de 9 kişi ve 1 gruba ödüllerini tevcih ediyoruz. Ödül verilen kişilere baktığımızda aşıklarımızdan müzik aletleri icracısı ve yapımcılarına, Karagöz, çini, ebru, hat, keçe, dokuma, boyama, taş, kitap, sedef kakma ustalarına kadar geniş bir yelpazede isimler görüyoruz, az önce ekranda da izledik. İçlerinde Neşet Ertaş ve Şeref Taşlıova gibi ödül verildikten sonra kaybettiğimiz, bu vesileyle rahmetle andığımız değerlerimiz de var.

Bakınız rahmetli Neşet Ertaş ne diyor: “İnsanlar kendini bilebileydi, / Dünyada haksızlık, kavga olmazdı. / İnsan doğan yine insan ölseydi, / Belki de dünyada hayvan kalmazdı.” İnsan doğup insan ölenleri saygıyla selamlıyor; emekleriyle, yetenekleriyle, yürekleriyle, irfanlarıyla dünyayı daha güzel kılan tüm sanatçılarımıza şükranlarımı sunuyorum.

Fakat şunu da çok iyi biliyorum: Türkiye’nin her köyünde, her kasabasında, her ilçesinde, her şehrinde ‘yaşayan insan hazinesi’ sıfatını hak eden gerçekten çok kıymetli insanlarımız var. Yurt gezilerinde zaman zaman bu sanatçılarımızla, ustalarımızla, zanaatkârlarımızla karşılaşıyor, kendileriyle hasbihal ediyorum. Yaşları bir hayli ilerlemiş olan bu sanatçılarımızın, ustalarımızın maharetlerini yeni nesillere aktarma konusunda sıkıntıları olduğu anlaşılıyor. Gençlerimiz maalesef büyük emek ve sabır gerektiren bu işlere yeteri kadar ilgi göstermiyor. Üstadın dediği gibi, “Ustada kalırsa bu öksüz yapı, onu sürdürmeyen çırak utansın.” Bugün pek çok alanda ocaklarını tüttürecek, el verecek gençler bulamayan ustalarımız, maalesef kendi işlerinin son temsilcileri durumundadır. Bu tür değerlendirmelerin, bu tür ödüllendirmelerin gençlerimiz arasında somut olmayan kültürel miraslarımızın beşeri kaynağını sürdürecek bir ilgiyi körüklemesini temenni ediyorum.

Değerli kardeşlerim;

İnsan yani eşrefi mahkukat olan insan, yaratılmışların en şereflisi olan insan… Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle çamurdan, balçıktan yaratıldığı halde diğer varlıklardan üstün kılınan insan… Diğer varlıklardan farklı olarak kendini ve eşyayı derinlemesine inceleme, nüfuz etme, yorumla yeteneğine sahip olan insan... Neşet Ertaş’ın ‘insan doğup yine insan ölen’ dediği insan... Evet, insanı tanımlamak için o kadar çok söze ihtiyaç var ki günlerce saysak bitiremeyiz.

Mehmet Akif Ersoy ne diyor, ‘İnsan’ adını verdiği şiirinde? “Haberdar olmamışsın kendi zatından da hala sen. / ‘Muhakkar bir vücûdum!’ dersin ey insan, fakat bilsen. / Senin mahiyetin hatta meleklerden de ulvidir. / Avalim sende pinhandır, cihanlar sende matvidir. / Zeminlerden, semâlardan taşarken feyz-i Rabbânî, / Olur kalbin tecellî -zâr-ı nûrâ-nûr-i Yezdani.” Kendi konumundan haberdar olmayan insanın hayatı kesintisiz bir arayışla geçmektedir. Hangi branştan olursa olsun tüm ilim adamlarının insan konusunda üzerinde ittifak ettikleri husus, insanın en ayırt edici vasfının kendi iradesiyle bilgi sahibi olabilmesi ve yine kendi iradesiyle kararlar verebilmesi olduğudur.

Nitekim, her birimiz geriye dönüp baktığımızda hayatımızın yaptığımız tercihlerden, verdiğimiz kararlardan ibaret olduğunu görürüz. Bazı insanlar doğru kararlarla hem kendi hayatlarına, hem de tüm insanlığa anlam katarken, bazıları da yanlış kararlarıyla kendileriyle birlikte insanlığın da mahvına sebep olabiliyor. Atomu parçalayarak pek çok hastalığın tedavisine vesile olan da, onu bombaya dönüştürerek kitlesel katliamlara yol açan da insandır.

Değerli kardeşlerim;

Her birimiz irade sahibi bir fert olarak yaptığımız ve yapmadığımız şeylerden sorumluyuz. Hayatını boşa geçirip unutulanlar, akıldan çıkmayacak eserler verenler arasındaki temel farkın müsebbibinin yine kendimiz olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Nitekim, ‘yaşayan insan hazineleri’ olarak tarif ettiğimiz değerlerimiz özel bir eğitimleri olsa da, olmasa da usta-çırak ilişkisiyle gönüllerinin aktığı, kabiliyetlerinin el verdiği alanlarda kendilerini yetiştirmişlerdir. Tabi bir sanatı, bir zanaatı ustasından öğrenmek önemlidir; ama asıl olan onu daha ileri taşımaktır. Atasözümüzde ifade edildiği şekilde, boynuz kulağı geçmez ise orada bir sorun var demektir. Boynuz kulağı geçecek ki, bu mesafe alıyoruz demektir.

Bizim kültürümüzde nesilden nesle geçen sanatın ve ilmin en az bilgi kadar önemli bir ölçüsü vardır. Yunus Emre’nin diliyle söylersek: “Girdim ilim meclisine, eyledim kıldım talep, / Dediler ilmin geride, illa edep illa edep.” İşte böyle olduğu için bizim ecdadımız ilimle, sanatla, zanaatla edebi buluşturup Ahilik teşkilatını kurmuştur. Ne ecdat değil mi? Sadece nesilden nesle bilginin, becerenin aktarıldığı değil, aynı zamanda edebin, milleti millet yapan vasıfların aktarıldığı ahilik sistemi devlet ve toplum geleneğimizin görünmeyen omurgasıdır. Edep, anlam itibarıyla ne demek? El, dil, bel. Bunlara sahip olacaksın. Sahip olduğun zaman, o zaman edebi anlamışsın, edeplisin demektir.

Türk milleti yaklaşık bin yıldır, Malazgirt’te Sultan Alp Arslan’ın açtığı yolda, İznik’te Süleyman Şah’ın diktiği bayrağın altında, İstanbul surları önünde Fatih’in, kutsal topraklarda Yavuz’un izinde ilerlerken, feyzini de Ahi Evran gibi Mevlana gibi, Hacı Bektaş-ı Veli gibi, Hacı Bayram-ı Veli gibi, Somuncu Baba gibi gönül erlerinden almıştır. Fetih için kalkan kılıcı, demiri dövmek için, ekini savurmak için,  tuğlayı örmek, harfi yazmak için kalkan bilekle hepsini de aynı amaç için yürekle birleştirmediğimizde ne Selçuklu’yu, ne Osmanlı’yı kuramazsınız. Son bir asırda yaşadığımız sıkıntıların kaynağı işte bu birlikteliği sağlamakta karşılaştığımız zorluklardır.

Değerli kardeşlerim;

Milletlerin tarihlerinde dönüm noktaları vardır. Bizim tarihimizde de 1071 dönüm noktasıysa,  1299 dönüm noktasıysa, 1453 dönüm noktasıysa, 1923 dönüm noktasıysa, inanıyorum ki 15 Temmuz 2016 tarihi de bir dönüm noktasıdır. Cumhuriyetimizin 93 yıllık geçmişi boyunca arayışı içinde olduğumuz bileğimizi, yüreğimizi aynı gaye için biraraya getirme sıkıntımızı 15 Temmuz’la birlikte geride bıraktığımızı düşünüyorum. Ve ben milletimle iftihar ediyorum. Zira bu millet demir yığınlarına, F-16’lara, bombalı helikopterlere, tanklara, toplara, silahlara 15 Temmuz gecesinde işte eşrefi mahluk olan insan olarak göğsünü gerdi; “Arkadaş, yurdumu alçaklara uğratma sakın, /  Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın. / Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakk’ın. /  Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın” dedi.

Gençlerimize bazıları laf atıyor, yok şöyle, yok böyle diyor. Bu gençlik işte tankların önünde durdu ve göğsünü siper etti, Hakk’ın da vaat ettiği günler doğdu. İşte şimdi gençler, yolumuzda şu var: Nedir o? “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendin bilmezsen, ya nice okumaktır.” Onun için ben bu gençliği selamlıyorum. Çünkü bizim bu gençliğimiz Rabbime hamdolsun el bombasıyla kalkıp da askerine, polisine, köy koruyucusuna, vatandaşına saldıran değil, bizim bu gençliğimiz, ‘ ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendin bilmezsen, ya nice okumaktır’ anlayışıyla yürüyor. Ve bizim gençliğimiz inşallah bilgi ile hikmeti birarada götürecek olan gençliktir, onun için farklı bir gençlik...

Türk milleti 15 Temmuz’da sadece hürriyetine, sadece inancına, sadece bayrağına, ezanına, sadece demokrasisine değil, aynı zamanda hedeflerine de sahip çıkmıştır. Ama bundan rahatsız olanlarda olmuştur, salalardan rahatsız olanlar olmuştur, ezan seslerinden rahatsız olanlar olmuştur. Geçmişte de bunlardan rahatsız olanlar vardı, onların uzantıları hala var, yarın da olacak, onu bilesiniz. Ama bütün mesele, biz yolumuzda daim olalım ve kula kul olmayalım, sadece Allah’a kul olalım. Halkımız, FETÖ’yla birlikte PKK’sından DEAŞ’ına kadar tüm terör örgütlerine meydan okuyarak ne dedi? Tek millet dedi, tek bayrak dedi, tek vatan dedi, tek devlet dedi.

80 milyon biz tek milletiz, Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Gürcü’sü, Abhaza’sı, Arap’ı, Boşnak’ı vesaire, 80 milyon tek millet, ayrım yok. İki, tek bayrak. Bayrağımızın rengi ne diyoruz? Şehidimizin kanıdır, gazimizin kanıdır. Hilal bağımsızlığımızın ifadesidir, yıldız şehidimizin ta kendisidir. Ve “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, / Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”

Gençler, Belediye başkanlığı yaptım biliyorsunuz. Toprak tarladır, toprak arazidir, toprak arsadır. Eğer toprak imardan geçmişse tarla olmaktan çıkar, arsa olur. Ha, vatan olması içinde toprağın kanla yoğrulması gerekiyor. İşte bizim bu topraklarımız da şehit kanlarıyla yoğruldu, onun için bu topraklar vatan. Kimse bu vatan toprakları üzerinde operasyon yapamaz, yaparsa işte Doğu’da olanları görüyorsunuz, Güneydoğu’da olanları görüyorsunuz, durmak yok. Şehidimiz var, ama biz biliyoruz ki bu millet; “Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda, / Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda, / Etmesin tek vatandın beni dünyada cüda” diyerek yürüyor dağlara. Zaten şüheda olmazsa o zaman vatan olmaz. Çanakkale böyle oldu, Kurtuluş Savaşı destanını böyle yazdık. Onlar olmazsa bunlar olmazdı, bugünlere öyle geldik, bundan sonra da öyle yürüyeceğiz, ama buna inanarak yürüyeceğiz.

Ve dördüncüsü, tek devlet… Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden başka bizim devletimiz yok. Ve kimse yok paralel devletmiş, yok bilmem şöyle devletmiş, böyle devletmiş, boşuna heveslenmesinler, Türkiye Cumhuriyeti Devletinden başka bizim devletimiz yok. Ve bu devletimiz için de her şeyi vereceğiz ve şunu bileceğiz: Bu duruş, artık tehditleri kendi sınırlarımız içinde değil doğrudan kaynaklarında karşılayıp bertaraf etme iradesini içeriyor. Onun için Suriye’deyiz, onun için Irak’tayız kesinlikle. Oraya yerleşmek için değil ha, oralardan gelen tehditleri yerinde durdurmak için. Eğer tehdit Suriye’den geliyorsa oradayız, eğer Irak’tan geliyorsa oradayız. Niye? Oradan havan toplarını, roketleri atıp da sen Gaziantep’imde, Kilis’imde, Urfa’mda bana şehitleri kalkıp da hazırlatamazsın. Teröristlerin barındığı neresi varsa oradayız, orada olacağız.

Çünkü milletimiz 2023 hedeflerine ulaşabilmesi için öncelikle bu meseleleri çözmesi gerektiğini biliyor. Artık kimsenin Türkiye’yi terör örgütleriyle bölünme, parçalanma paranoyalarıyla oylama imkanı kalmamıştır. Çünkü biz 15 Temmuz gecesi darbe girişiminin mahiyeti ortaya çıktığında milletimizle birlikte şu kararı verdik: Yaşayacaksak adam gibi yaşayacağız, öleceksek de adam gibi öleceğiz. Başka yerlere, başka toplumlara layık görülen zillet politikası bizim gibi binlerce yıllık devlet geleneği, medeniyet birikimi olan bir millete uymaz. Biz gerekirse baş veren, ama baş eğmeyen bir milletiz.

İşte 15 Temmuz bu kararı açık ve net bir şekilde tüm dünyaya ilan edişimizin sembolü olduğu için tarihi bir dönüm noktasıdır diyoruz. Düne kadar 2023 hedefleri, 2053, 2071 vizyonu gibi söylemler, büyük ölçüde temenniden ibaret görülebilir. Ama artık bu tarihler bizim için kutlu yürüyüşümüzün adı konulmuş istasyonlarının hedefleridir. Rabbimin buyurduğu gibi, bizim şer gördüklerimizde hayır, hayır gördüklerimizde şer olabilir. 15 Temmuz gecesi ne kadar şer bir gece olarak başladıysa, 16 Temmuz sabahı o kadar hayırlı bir gün olarak ülkemizin üzerine doğmuştur. Allah’ın izniyle o gece sokakları dolduran milyonlarca insanımızın cesareti, şehitlerimizin dökülen kanları, gazilerim fedakarlıkları asla boşa çıkmayacaktır, boşa gitmeyecektir. Bu yönüyle bizim insan hazinemiz işte böylesine büyüktür, işte böylesine gurur vericidir.

Değerli kardeşlerim;

Aslında böyle müstesna bir topluluk önünde bu konuyu açmak istemezdim. Fakat ülkeme ve milletime haksızlık yapıldığında, hele hele saldırıldığında susmayı kendime yakıştıramıyorum, yakıştırmam. Türkiye yakın zamanda verdiği bir notayla uzun süredir Almanya’da bulundukları bilinen, mahkemelerimiz tarafından da haklarında arama kararı verilen FETÖ üyesi savcıların yakalanarak ülkemize iadesini talep etmiştir.

Almanya Adalet Bakanı Türkiye’nin bu talebi konusunda medyaya verdiği demeçte; FETÖ üyesi savcıların kesinlikle iade edilmeyeceklerini söylemiştir. Bakana göre Türkiye ile Almanya arasındaki adli yardımlaşma sadece ağır suçları kapsıyormuş, siyasi gerekçeler bunun dışında kalıyormuş. Üstelik bu kadarla da kalmamış, Alman Bakan terör örgütlerini destekleyen gazetelere yönelik operasyonları kastederek ‘gelişmeleri kaygıyla izliyoruz’ demiş.

Şimdi biz de Almanya’nın bu yaklaşımını ve onun ürünü olan uygulamaları kaygıyla, hatta dehşetle izliyoruz. Ey Almanya, Sayın Merkel’e ben 4000 dosya verdim. Daha sonra İstanbul’daki son görüşmemizde, ‘Sayın Şansölye, ben size 4000 dosya vermiştim bu terör örgütleriyle alakalı, teröristlerle alakalı Milli İstihbarat Teşkilatımızın, bunların akıbeti ne oldu?’ dedim. Bana verdiği cevap enteresandı, ‘O dosyaların sayısı 4500 oldu.’ dedi. ‘Demokratik bir ülkenin, Avrupa Birliği’nin önde gelen bir ülkesinin terör örgütü olarak kabul ettiği bu örgütün mensuplarını korumasını ben hala anlamakta zorlanıyorum, bu nasıl bir iştir?’ dedim.

Şimdi kalkmışlar, hale bak, bize akıl veriyorlar: ‘Endişeleniyoruz.’ Almanya, biz sizin bu duruşunuzdan endişeleniyoruz. Siz şu anda teröre çanak tutuyorsunuz. Ve bu terör belası ey Almanya, bilesin bumerang gibi gelecek sizi de vuracaktır.

Türkiye olarak bizim sizden bir şey beklentimiz yok; ama siz teröre yataklık yapmaktan dolayı tarih boyunca anılacaksınız. PKK, DHKP-C, FETÖ gibi terör örgütlerinin mensuplarına yıllardır kol kanat geren Almanya’nın, şimdi de ısrarla FETÖ’nün arka bahçesi haline dönüşmesi dolayısıyla biz de endişe ediyoruz. Her zaman söylediğim gibi, terör örgütleri akrep gibidir, eninde, sonunda döner kendini sırtında taşıyanı da ısırır.

PKK’yla, FETÖ’yle, DEAŞ’la, ırkçı örgülerle mücadele etmek yerine, başka ülkelerin milli güvenlik hassasiyetlerini hiçe sayarak teröristlere kucak açan Almanya’nın akıbetini hiç de hayırlı görmüyorum. Şu anda teröristlerin barındığı önemli ülkelerden birisi haline gelmiştir Almanya, bu kadar açık konuşuyorum. Hâlbuki bu ülkede Türklere yönelik çok sayıda ırkçı saldırı yapılıyor. Almanya’nın bu saldırı önlemek yerine, Türkiye’nin terörist olarak tanımladığı ve kendisinden istediği örgüt üyelerine sahip çıkmayı tercih etmesi kabul edilebilir bir durum değil.

Şayet Almanya FETÖ’nün terör örgütü olduğu konusunda şüphe ediyorsa, buyursunlar ülkemize gelsinler, 15 Temmuz’da bombalanan Meclisimizi ziyaret etsinler, bombalanan Özel Harekatı gezsinler görsünler, Külliyemizin etrafında neler meydana geldi bunu görsünler, gecenin şahitleriyle konuşsunlar, şehitlerimizin yakınlarıyla, gazilerimizle biraraya gelsinler. Hala hastanelerde yatan bizim gazilerimiz var, onlarla konuşsunlar. Öyle kalkıp da esip gürlemek, kusura bakmayın, onları bu ülke yutmuyor, yutmuyoruz ve yutmayacağız, gereği neyse onu yapacağız.

Ve bizim iç hukukumuz kimseyi ilgilendirmez. Anayasamız neyi emrediyorsa, yasalarımız neyi emrediyorsa biz onu yapıyoruz, onu yapacağız, yapmaya da devam edeceğiz, bunu da böyle bilsinler. Sonra da ellerini başlarının arasına alıp, Alman Cumhurbaşkanlığı Sarayının, Alman Parlamentosunun, emniyet teşkilatı binalarının bombalandığını, Berlin’in, Hamburg’un, Bavyera’nın sokaklarının tanklarla, helikopterlerle ateş altına alındığını bir hayal etsinler. Acaba onların Parlamentosu bombalansaydı ne yaparlardı, bunu bir düşünsünler. Eğer buna rağmen FETÖ’yü terör örgütü olarak kabul etmezlerse, anlarız ki niyetleri başkadır. Bizim gözleri olup da görmeyenlere, kulakları olup da duymayanlara, dilleri olup da konuşmayanlara söyleyecek sözümüz yok.

Bu duygularla büyük ve güçlü Türkiye’nin inşasına emeğiyle, alın teriyle, birikimiyle, gayretiyle, duasıyla katkı veren, katkı verecek olan herkesten Allah razı olsun. Kültür ve Turizm Bakanlığımız tarafından düzenlenen Yaşayan İnsan Hazineleri ‘Geleceğe Aktırılan Mirasın Temsilcileri’ ödüllerini kazanan sanatçılarımızı, üstatlarımızı bir kez daha tebrik ediyorum.

Ülkemizde tüm yaşayan insan hazinelerinin en kısa sürede tespiti ve taltifi temennisiyle sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Sağlıcakla kalın.