Uluslararası İstanbul Hukuk Kongresinde Yaptıkları Konuşma

17.10.2016

Değerli misafirler,

Yargı organlarının kıymetli temsilcileri,

Hanımefendiler, beyefendiler;

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Yurt dışından kongremizi teşrif eden misafirlerimize, Türkiye’ye ve İstanbul’a hoş geldiniz diyorum. Uluslararası İstanbul Hukuk Kongresinin ülkemiz ve tüm dünya için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Hemen kenarında bulunduğumuz Avrupa ve Asya'yı birbirinden ayıran İstanbul Boğazı’nın ve bu tarihi mekânın ilham verici atmosferinde verimli bir toplantı olacağına inanıyorum.

Kongrenin düzenlenmesinde emeği geçen herkese şahsım, milletim adına teşekkür ediyorum. Kongre boyunca yapılacak sunumların, akademik tartışmaların, hukuki yorumların hem ülkemiz, hem de misafir ülkeler bakımından ufuk açıcı olmasını diliyorum. İlk defa düzenlenen kongrenin bu alanda küresel bir platforma dönüşerek gelecek yıllarda da daha geniş bir şekilde sürmesini temenni ediyorum.

Kongremize 40’a yakın ülkeden adalet bakanı, anayasa mahkemesi, yargıtay ve danıştay başkanlarıyla başsavcılar ve bunun yanında adalet akademisi, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu muadili kurum başkanları, bilim adamları ve hukukçular katılıyor. Bu geniş katılımdan duyduğum memnuniyeti özellikle ifade etmek isterim. Sizler 15 Temmuz darbe girişimin ardından davetimize icabet ederek burada bizlerle beraber olarak,  aynı zamanda darbecilere, onların kural tanımaz yıkıcı zihniyetine ve arkasındaki güçlere bu katılımınız sebebiyle en güçlü mesajı verdiniz. Milletimiz, ülkemiz bu noktada attığınız adımı unutmayacaktır. Çünkü siz demokrasimizde ciddi bir dayanışma sağladınız, onun için sizlere ayrıca teşekkür ediyorum.

Değerli misafirler;

Türkiye son yıllarda dünyada eşine az rastlanır türden darbe girişimlerine maruz kalmıştır. 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşadığımız hadise, ordu içindeki Fethullahçı terör örgütü mensuplarının giriştiği silahlı bir darbe girişimiydi. 17-25 Aralık 2013’te ise aynı örgütün yargı ve emniyet teşkilatları içindeki mensuplarının farklı bir darbe girişimine muhatap olmuştuk. Uydurma deliller, hukuksuz işlemler ve tamamen algı operasyonuna dönük şovlarla ülkenin seçilmiş başbakanını, ailesi, çalışma arkadaşları ve büyük projeleri yürüten iş adamları üzerinden kuşatmaya kalktılar. Adaleti tesis etmeleri, ülkenin huzur ve güvenliğini sağlamaları için kendilerine verilen yetkileri, imkânları, sağlanan desteği, siyasi bir darbe girişimi için kullanmaya kalkan bu örgüt mensuplarına bizler de eyvallah etmedik. Milletimizin desteğiyle bu yargı, emniyet darbe girişimine güçlü bir karşı duruş ortaya konuldu ve hızla gereken operasyonları gerçekleştirdik.

Bu şekilde sonuç alamayacağını gören FETÖ, son çare olarak silaha sarıldı. Devletin ülkeyi korumaları için namuslarına emanet ettiği silahları gasp eden teröristler, 15 Temmuz gecesi milletin üzerine kan ve ateş yağdırdılar. FETÖ’nün yargı ve emniyet çetesinin başaramadığını, ordu içindeki elemanları gerçekleştirmek istediler. Açıkçası, biz böyle bir ihanete ihtimal vermiyorduk.

Ama o gece şu da anlaşıldı ki; darbeciler de milletimizin karşılarına dikilip meydanı onlara bırakmayacağına hiç ihtimal vermemişler. Bomba yağdıran savaş uçakları, ateş kusan helikopterler, üzerlerinden geçip giden tanklar, rast gele kurşun sıkılan silahlar milletimizi korkutmaya, geriletmeye yetmedi. Bu aynı zamanda dünya için de önemli bir örnekti. O gece 241 şehit, 2194 gazi veren milletimiz, istiklaline, istikbaline ve demokrasisine sahip çıkarak, tüm dünyaya örnek olacak bir destan yazdı. 15 Temmuz gecesi milletimizle kader birliği içinde yürek yüreğe, omuz omuza darbecileri hüsrana uğratırken, en büyük katkıyı, desteği emniyet güçlerimizle birlikte yargı teşkilatımızdan gördük.

Darbecilerin başta şahsımı, başbakanımızı, devletimizin farklı kurumlarını yok etmek ve stratejik yerleri ele geçirmek için başlattığı saldırı, bu bir dalgaydı aynı zamanda, karşında hep birlikte milletimizi gördü. 17-25 Aralık’ta kendisi bir darbe teşebbüsünün aracı olan yargı, bu defa darbe karşısında en hızlı ve en etkin tepki veren kurum olarak karşımıza çıktı. Çünkü bu süreçte yapılan düzenlemeler sayesinde yargı, FETÖ terör örgütünün güdümünden çıkıp milletin yargısı haline dönüşmüştür, bu çok önemliydi.

Bugün de aynı terör örgütünün ordudan yargıya kadar tüm kurumlarımızdaki mensuplarını hukuk devletinden taviz vermeden kararlı bir şekilde devletten uzaklaştırıyoruz. Attığımız her adım Anayasamıza, yasalarımıza uygundur. Batılı bazı dost görünenler, ‘ama bunlar hukuka uygun mu’ diyorlar. Kusura bakmayın, siz ne kadar hukuktan anlıyorsanız, biz de en az sizin kadar hukuktan anlıyoruz ve hukuka uygun olarak da adımlarımızı atıyoruz, bunun bilinmesini istiyorum. Bize hukuk dersi verenlerin önce Doğu Almanya ile Batı Almanya’nın birleştiği döneme baksınlar, o dönemde bütün devlet kurumlarından ne kadar elemanın görevden alındığını görürlerse, işin inceliğini de kavramış olurlar.

Olağanüstü hal ilanı; Fransa’ya baksınlar, Fransa basit bir terör eylemi karşısında nasıl bir tavır aldı, nasıl 1 yıl olağanüstü hal ilan etti 3+3+6 şeklinde. Biz basit bir terör eylemiyle karşı karşıya değiliz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yıkılması hareketiyle karşı karşıyayız, bunun karşısında öyle basit tedbirlerle çözülebilir mi? Atılması gereken adım çok önemli bir adımdır ve bu ülkemizin refahı, özgürlük mücadelesi, demokrasi mücadelesinin ta kendisidir ve biz bu adamı atarız. Olağanüstü hal ilanı başta olmak üzere dünyadaki örneklere aykırı hiçbir uygulamamız söz konusu değildir. Türkiye olarak devlet ve toplum hayatımızı kanser hücresi gibi saran bu terör örgütünün kökünü kurutmakta kararlıyız.

Değerli misafirler;

Ülkemizde yargı kurumları adalet dağıtma görevini bağımsızlık ve tarafsızlık içerisinde yerine getiriyor. Yargı mensuplarımızın hiçbir etki ve baskı altında kalmadan herhangi bir görüş, ideoloji veya güç odağının emrine girmeden bu sorumlulukları yerine getirmeleri elbette çok önemlidir. FETÖ’ye karşı yürüttüğümüz mücadele tam da işte bu amaca yöneliktir. Emirleri hukuktan değil bir örgütten alan, vicdanını bu örgütün elebaşının talimatlarına göre şekillendiren kişilerin adaleti tesis etmesi mümkün değildir.

Türkiye bu örgüt mensuplarının yol açtığı yargı faciaları sebebiyle çok sıkıntılı dönemler geçirdi. Bir dönem adalet müessesine yönelik güven duygusu erozyona uğradı. Milletimizin gönlünde yara, milletimizin gönlünde adeta felç meydana getiren adalet anlayışını düzeltebilmek için, önce bu felaketlere sebep olanların hak ettikleri şekilde cezalandırılması şarttır. Kamuda, iş dünyasında ve diğer alanlarda devam eden operasyonları Türkiye’de bir daha darbe teşebbüsüne cesaret edilemeyecek sertlikte ve kararlılıkta sürdürmek zorundayız. Karapara aklama mı arıyorsunuz? Bu örgüte bakın, karapara aklamanın en geniş anlamda dünyadaki örneği bunlar. Yurt dışına bu parayı kaçırmayı mı arıyorsunuz? Bunlar bakın, burada görürsünüz. 170 ülkede eğitim çalışmaları faaliyetleri yaptıklarını söyleyenlere bir baktığınız zaman, sadece onunla kalmıyorlar, orada başka faaliyetler de var. Ve bu karapara aklamanın oralara kadar dağıldığı bir örgüt.

Hiç kimse bu aziz milletin ve kadim devletin terör örgütleri karşısında acziyet göstermesini beklemesin. Teröristlerden, darbecilerden, işgalcilerden Türk milleti adına hesap sormakla mükellef olan hakimlerimizin, savcılarımızın, en az 15 Temmuz gecesi silahların karşısına dikilen insanlarımız kadar cesur olmasını bekliyoruz, istiyoruz. Şayet adalet teşkilatımız ve onların mensupları bu konuda milletimize yeterli itimadı sağlayamazlarsa, geleceğimize güvenle bakamayız. Ben bu konuda hakimlerimize, savcılarımıza, adalet teşkilatımıza ve tüm kurumlarımıza güveniyorum, inanıyorum. Bu vesileyle, 15 Temmuz silahlı darbe girişimi sırasında kalbi ve duası bizimle olan sizlerin ülkelerindeki tüm dostlarımıza bir kez daha şükranlarımı sunuyorum.

Değerli misafirler;

Terörizm çok boyutlu farklı yöntemler kullanan, değişik kılıklara bürünebilen, maalesef bazı ülkeler tarafından da diplomatik baskı aracı olarak kullanılan bir enstrüman haline dönüşmüş durumdadır. Türkiye, dünyada terör örgütlerinin saldırılarına en çok maruz kalan, en çok kayıp veren ülkedir. Bu bakımdan, bizim terörizm karşısındaki hassasiyetimiz herkesten farklıdır, herkesten fazladır.

Şu anda buradaki dostlarımız arasında terörizmle sürekli baş başa olana kardeşlerim var, işte Pakistan, işte Afganistan, işte Irak, işte Suriye, işte Somali… Bütün buralarda şu anda terörle her an iç içe olan kardeşlerimiz var. Libya’ya gel öyle, Mısır öyle, her yer, bu coğrafya sürekli terörizmle iç içe.

Bakınız şurada Suriye’yle ilgili olarak yaşadıklarımız var. Bizler sürekli sabrettik, sürekli bize Suriye tarafından roketler atıldı, havan toplarıyla vuruldu, yüzlerce şehidimiz oldu. En sonunda, çok manidardır, 14 yaşındaki bir çocuk öyle eğitilmiş, öyle yetiştirilmiş ki, çocuk Arjantinli futbolcu Messi’yi çok sevdiği için Messi’nin formasını çocuğa giydiriyorlar. Üzerine de bombayı bağlayıp, bir kına törenine çocuğu gönderip orada patlatmak suretiyle 56 kardeşimiz orada şehit oluyor, 100’e yakın insanımız yaralanıyor. Bu insanları ziyaret ettiğimde hastanelerde, o çocukların halini gördüğümde, çocuk ayağının koptuğunun bile farkında değil, hala tebessüm ediyor, gülüyor. Şimdi bütün bu tabloyu gördüğünde milletin sorumluluğunu almış, dünyaya karşı milletinin temsilini üstlenmiş bir insan olarak hala durabilir misiniz? Dedik ki, artık durmayacağız, artık ılımlı muhaliflerle birlikte Özgür Suriye Ordusuyla birlikte biz Suriye’ye gireceğiz.

Değerli dostlar;

Bizim Suriye’ye olan sınırımız 911 kilometredir. Fakat Suriye’yle yakından-uzaktan alakası olmayanlar Suriye’ye girmesi hak; bize gelince ‘sizi katil Esad çağırmadı ki, nasıl oraya gidersiniz’ diyorlar. Kusura bakmayın, gideriz. Çünkü eğer biz terör tehdidi altındaysak, eğer bize o ülke havan toplarıyla, roketlerle tehdit ediyorsa gideriz, bunun hukukta zaten tabirlerini sizler benden çok daha iyi bilirsiniz, nefsi müdafaa mı dersiniz, ne derseniz deyin. Ve girdik, önce Cerablus’tan başladık. Cerablus’tan çıkmış olan 30 bini aşkın Cerablus halkı biz DEAŞ’tan Cerablus’u temizleyince tekrar Cerablus’a dönmeye başladı. Ama DEAŞ oradan gitti. Arkadan Rai’ye girdik, orası da boşaldı ve DEAŞ oradan da gitti. Oraya da Rai’nin halkı yerleşmeye başladı. İşte şimdi de bu gece itibarıyla hamdolsun Dabık da DEAŞ’tan temizlendi ve Dabık’a kadar olan o bölge temizlenerek şimdi oraların halkı da oraya yerleşmeye başladı. Bakın, Türkiye’den biz oraya insan götürmüyoruz, oraların kendi insanı oralara yerleşiyor, farkımız bu.

Ve tabi biz koalisyon güçlerine şunu söylüyoruz, başta Amerika olmak üzere: Bakın siz Münbiç’te bir söz verdiniz, Sayın Başkanla telefonla görüştük, ‘kesinlikle oraya PYD, YPG girmeyecek’ dediler. PYD bir terör örgütüdür, YPG bir terör örgütüdür, Türkiye’deki PKK’nın uzantısı bir terör örgütüdür. Buraya girmeyecekse, verdiğiniz sözde durun -yüzde 95’i buranın Arap’tır- ve sözlerinde durmadılar, buraya PYD’yle YPG’yi soktular. Biz de tabi onlar sözünde durmayınca gereğini yaptık ve yapıyoruz. Ve kendilerine diyoruz, bakın bu sabah bile kendilerine bu iletildi, bakın hala sözünüzde durmadınız, orayı eğer PYD’den, YPG’den temizlemezseniz sizinle ortak hareket edemeyiz.

Yani biz NATO’da koalisyon güçleriyle veya başta Amerika olmak üzere stratejik iki ortağız, sen bizimle hareket etmeyeceksin. Kiminle hareket edeceksin? Terör örgütüyle hareket edeceksin. Bunun akılla, mantıkla izahı var mı? Bunun hukukta yeri var mı, böyle bir şey olabilir mi? Hukuk çiğneniyor, uluslararası hukuk ayaklar altına alınıyor. Bundan dolayı da adaletin olmadığı yerde zulüm olur ve zulüm oluyor. Bunu halletmemiz gerekir, yani şurada 3 gün yapılacak çalışmalarda bana göre bunların enine-boyuna ele alınması gerekir ve sonuç bildirgesine de bence bunların girmesi gerekir, bunlar çok önemli.

Bakın şimdi Musul başladı, şu anda Musul’da operasyonlar devam ediyor. Ne diyorlar? ‘Türkiye Musul’a girmesin.’ Nasıl girmeyeyim? 350 kilometre sınırım var benim ve bu sınırdan ben tehdit altındayım. 911 kilometre Suriye, 350 kilometre Irak… Hiç ilgi, alakası olmayanlar gelip giriyor,  neymiş? Bağdat onlara gel demiş. Gel demedikleri zaman İran’a ve Irak’a gelenlere niye hayır demediniz? 14 sene önce, 15 sene önce Saddam gel mi dedi bunlara? Ama girdiler, orada kan gövdeyi nasıl götürdü, milyonu aşkın insan öldü.

Şimdi sizler hukukçular olarak, inanıyorum ki yasaların diliyle değil, hukukun diliyle konuşan insanlarsınız ve böylece konuşan insanlar olmaya devam edersek hak yerini bulacaktır. Çünkü bir hukuk var onun yazılısı yoktur İngilizlerde olduğu gibi. Ama bir de yasalar vardır ki, o yasaları da güçlüler istedikleri gibi yazarlar, ona göre de atı oynatırlar.

Bu bizim için çok önemli, burada atacağımız adımlar bizim için çok önemli. İşte şimdi Musul’a operasyonlar başladı. Kendilerine söyledik, şu anda Genelkurmay Başkanım Amerika’da muhatabıyla görüşmelerini yaptı. Bir saat kadar önce tekrar kendisiyle Amerika’dan görüştük ve ne gibi adımlar atıyoruz, ne yapıyoruz, ne edeceğiz, bunları konuştuk. Ve kendilerine aynısını söyledik; ‘Bakın Türkiye’nin olmadığı bir operasyondan, kusura bakmayın, doğabilecek neticelerden biz sorumlu değiliz.’ Biz operasyonunda da olacağız, biz masada da olacağız, bunun dışında kalmamız mümkün değil.

Çünkü burada bizim için bir tarih yatıyor. Beyefendiler arzu ederlerse Misakı Milliyi okurlar, ha bizim buradaki tarihi geçmişimizin de ne olduğunu daha da iyi anlarlar. Ve şu anda bizim Musul’da kardeşlerimiz var, Araplar, Türkmenler, Kürtler, orada bizim kardeşlerimiz var. Aynı şekilde kuzeye doğru gittikçe, zaten sınıra yaklaştıkça orada akrabalar var. Bizim burada kesinlikle duyarsız olmamız mümkün değil.

‘Başika’dan çıkın’ diyorlar. Kimse bizden Başika’dan çıkmamızı beklemesin, biz Başika’dayız. Oradaki DEAŞ terör örgütüne karşı her türlü operasyonları bugüne kadar yaptık, yapmaya da devam ediyoruz. DEAŞ’la orada en onurlu mücadeleyi veren biziz. Eğer mesele terör örgütüyle mücadeleyse, ta başından beri Başika Kampında bu mücadeleyi veren biziz. Musul’daki kardeşlerimizi Başika Kampında DEAŞ terör örgütüyle onlar mücadele edebilsinler diye eğiten biziz, aynı şeklide Peşmergeleri orada eğiten biziz. Eğer bunlar olmamış olsa, şu anda terör örgütü DEAŞ’a karşı bu mücadeleyi verebilecek orada doğru dürüst bir kadro bulamasınız.

Terörizmle mücadelede en çok üzerinde durduğumuz hususlardan biri de, tüm terör örgütlerine karşı ilkeli bir yaklaşım gösterilmesidir. Terör örgütlerini kendi stratejik amaçları için elverişli bir araç görerek destekleyen, teröristlere siyasi ve askeri destek veren ülkeleri samimiyetle ikaz ediyoruz, etmeyi de sürdüreceğiz. İşte bunu gördük ve buradan bir kez daha tekrarlıyorum. Terör örgütler bumerang gibidir, eninde sonunda gelir kendini kullananı da vurur.

Uluslararası alanda terörizme karşı kararlı ve ilkeli bir işbirliği yapılmadan bu sorunun çözümü mümkün değildir. İşte yıllardır Somali’nin terörden çektiği ortada, Somali kendine gelemiyor. Bakın Somali’de dünyanın devlerinin büyükelçilik binası yok. Ama orada Türkiye’nin var. Niye? Biz oraya her şeyimizle gidiyoruz ve orada muhteşem de bir büyükelçilik külliyesi yaptık, açılışını gittik yaptık.  Çünkü bizi birbirine bağlayan bağlar farklı. Ama bakıyorum Amerika’nın Büyükelçilik binası, İngiltere’nin Büyükelçilik binası havalimanının oradaki kampüsün içerisinde. Zaten havalimanının da biz bütün bakımını, onarımını, her şeyini yaptık. Sağ olsun bir Türk girişimci de orayı şu anda işletiyor, yanına da şimdi bir otel yapıyor ve bu otelin yapımıyla birlikte de inşallah farklı bir hale gelecek. Farkımız bu.

Türkiye’nin içinde ve etrafında FETÖ ile birlikte PKK ve DEAŞ, DHKP-C gibi terör örgütleri faaliyet gösteriyor. Canımızın yanmadığı, kanımızın akmadığı gün neredeyse yok. Peki, Türkiye bu örgütleri bertaraf edebilecek güce sahip değil mi? Kesinlikle bu gücümüz, imkânımız, kararlılığımız var. Bunlar içinde en uzun ve en kanlı eylem geçmişi olan PKK’yı, sahip olduğu ortalama terörist sayısıyla mukayese ettiğimizde 35 yılda 7-8 defa tamamen sıfırladık yok ettik. Ama PKK hala eylemlerine devam ediyor. Çünkü Türkiye’nin etkisiz hale getirdiği her teröristin yerine, bu örgütün Irak’taki, Suriye’deki kamplarından yenileri ikame ediliyor.

Pek çok ülke bu örgüte gizli destek veriyor. Terör örgütü kabul edildiği halde legal bir kuruluş gibi Avrupa başkentlerinde çadır açabiliyor, birçok ülkesinde milyonlarca avroyu rahatça toplayabiliyor. Siz değerli dostlar da bunu biliyorsunuz. İşte Avrupa Konseyi’nin, Avrupa Birliği’nin merkezi olan Strazburg’da, Brüksel’de merkezleri var ve bu merkezlerde bunlar rahatlıkla terörist başının resimleriyle oralarda yardımlar toplayabiliyorlar. Hani Avrupa Birliği bunları terör örgütü ilan etmişti? Terör örgütüyse, bu terör örgütüne siz nasıl böyle bir imkân verirsiniz? Bunlara yardım toplamanın yollarını nasıl açarsınız? Ama açıyorlar. Kendilerine dosyalar veriyoruz. Kusura bakmasınlar, Almanya Şansölyesine G-20 Cannes Zirvesinde 4 bin dosya verdim. Bundan 5-6 ay önce İstanbul’a geldiğinde kendisiyle konuştuk ne oldu o 4 bin dosya diye. Bana verdiği cevap çok manidar. ‘O 4 bin dosya şimdi 4500 oldu’ dedi. Eğer hukuk hele hele teröre karşı böyle devam ederse, bunun üstesinden gelmek mümkün değil.

Bakın bunun yanında DEAŞ denilen örgütün elemanlarını dünyanın dört bir yanından devşirdiğini biliyoruz, ta Avustralya’dan DEAŞ’a gelen yabancı savaşçı var. Gerçi bunları biz yakaladığımız zaman paketliyoruz. Ya hemen burada cezaevine atıyoruz veyahut da tekrar ülkelerine iade ediyoruz. Biz bugüne kadar DEAŞ’a katılmak üzere gelen 3800 yabancı teröristi sınır dışı ettik. 52500 kişiye de ülkeye giriş yasağı koyduk. Oysa bu konuda söz konusu kişilerin geldikleri kaynak ülkeler, bu şahısların çıkışlarını engellemek için neredeyse parmaklarını dahi kıpırdatmadılar; böyle bir anlayış olmaz.

Sizlerin de şahit olduğu gibi DEAŞ bahane edilerek Suriye ve Irak 63 ülkenin katıldığı operasyonlarla maalesef büyük bir yıkıma maruz kalıyor. Suriye’de hayatını kaybeden masumların sayısı 6 yılda 600 bini aştı. Biz Cerablus Operasyonunu başlattıktan sonra görüldü ki bu örgütle mücadele etmek için Suriye’nin yakılıp yıkılması gerekmiyormuş. Bunu kendi aramızda da halledebilirdik.

Tabii biz DEAŞ’ın bir araçtan, bir Truva atından ibaret olduğunu, istenirse kısa sürede etkisiz hale getirilebileceğini gayet iyi biliyoruz. Diğer taraftan, eğer bu ülkeler dostça el ele vermezsek, kendi imkânlarımızla, çok basit imkânlarımızla, çok basit önlemlerle, inanıyorum ki öyle çapı da büyük olmayan bir sınır ötesi operasyonla işte Cerablus, işte Rai, bunu ortaya koyduk, demek ki olabiliyor.

Ülkemizin ısrarla Musul operasyonunun dışında tutulmaya çalışılması, orada da DEAŞ bahanesiyle kurulmaya çalışılan mezhep çatışması kapanını bozacağımız bilindiği içindir. Biz oraya onun için sokulmak istenmiyoruz. Ama kendilerine aynı şeyi söyledik, ‘biz bir Sünni-Şii çatışmasına evet diyemeyiz.’ Bize verdikleri cevap ne biliyor musunuz? Diyorlar ki ‘biz Şii-Sünni çatışmasına müsaade etmeyeceğiz.’ Tamam da, Irak ordusu kimlerden oluşuyor? Irak ordusu kahir ekseriyetiyle Şia’dan oluşuyor. Bunlar Musul’a geldikleri zaman kimlerle vuruşacaklar? Sünnilerle vuruşacaklar. Oraya kimi sokacaklar? Haşdi Şabi’yi sokacaklar. Karşılarında kim var? Haşdi Vatani var. Haşdi Vatani kim? Onlar Musul’un yerli insanları. Haşdi Şabi nereden geliyor? Onlar dışarıdan geliyor. Kusura bakmasınlar, biz yeni mezhep çatışmalarına evet diyemeyiz.

İşte PKK’nın Suriye kolu olan PYD, YPG terör örgütü DEAŞ bahanesiyle destekleniyor, silahlandırılıyor, şımartılıyor. Bunu defaatle kendilerine söyledik, ikazımızı yaptık ve PYD’ye verilen silahların bir kısmı da nereye gidiyor? DEAŞ’a. Çok önemli bir kısmı PKK’ya giderek bize karşı kullanılıyor. Biz bu silahları yakalıyoruz. Yakaladığımız zaman bu silahların hangi ülkelere ait olduğunu da görüyoruz. Bu konuda yaptığımız itirazlar kelimenin tam anlamıyla yalan söylenerek dikkate alınmıyor. DHKP-C ve benzeri örgütler Avrupa ülkelerinde rahatlıkla faaliyet gösterebiliyorlar. Bu örgütün eli kanlı katilleri yıllarca Avrupa’da serbestçe yaşayabiliyorlar. Şimdi soruyorum sizlere; bu anlayışla terörizmle mücadele etmek mümkün mü?

Türkiye olarak 15 Temmuz darbe girişiminin faili olan örgütün elebaşını aramızdaki suçluların iadesi anlaşmasına göre Amerika’dan usulünce talep ettik. Amerika ise kendi hukuk sistemini, kendi yargı sistemini öne sürerek bu talebin gereğini yerine getirmiyor; üzücü olan bu. Terörizmi, terör örgütlerini, terör örgütü elebaşılarını koruyan-kollayan bir hukuk sistemi olabilir mi? Bir teröriste Green Card verilir mi? Green Card’la beyler gibi Amerika’da yaşıyor. 400 dönüm çiftlik, bu çiftlikte hayatını yaşıyor ve oradan da bu işe komuta ediyor. Siz kimi kandırıyorsunuz?

El Kaide Amerika’da terör eylemi yaptığında da aynı hukuk, aynı yargı yok muydu? Amerika ülke içinde ve dışında onca operasyonu neye dayanarak yaptı? Pakistan, Afganistan, o bölgede Usame bin Ladin’i vurdukları zaman hangi hukuk sistemine dayalı olarak vurdu. Demek canı yandığı zaman gidip orada bile vurabiliyor. Eğer siz hukuku bu şekilde çifte standartla işletirseniz, yarın kendi başınız derde girdiğinde kimseye söyleyeceğiniz sözünüz kalmaz. Bunun için buradan bir kez daha tüm ülkeleri terörizm karşısında ilkeli ve tutarlı bir tavır takınmaya davet ediyorum. Terörizme araçsal yaklaşan her ülke kendi eliyle, kendi mezarını kazdığını bilmelidir.

Benzer bir tutarsızlığı mülteci sorununda da görüyoruz. Şu anda bizim topraklarımızda 3 milyon mülteci var. Ve bütün bunları barındırırken, bakın Avrupa Birliği bize Temmuz ayına kadar 3 milyar avro o mülteciler için destek vereceklerdi. Önümüzdeki yıl 3 milyar avro daha vereceklerdi, bu şekilde devam edecekti. Bakın bunca süre geçti, verdikleri söz yerine gelmedi. Bizim harcamamız ise faturalı olarak şu anda 13 milyar doları buldu. Sivil toplum örgütlerimizin yaptıkları da bir o kadar. Biz oralardan gelecek yardımları beklemiyoruz. Diyoruz ki bu mağdur, mazlum insanlara biz sahip çıkalım. Ve Birleşmiş Milletler’den şu ana kadar gelen destek 550 milyon dolar. Fakat biz gelse de, gelmese de bütün bu mültecilere bakmaya devam edeceğiz.

Değerli kardeşlerim;

Bütün bunlarla beraber Avrupa görüyorsunuz birkaç yüz mülteciye bile tahammül edemiyor. Kaynaklı kısıtlı ülkeler ellerindeki tüm imkânları bu insanlarla paylaşırken, zengin, müreffeh ülkeler ise kaynaklarını sınırlarını dikenli tel örgülerle çevirmeye harcıyor. Bu durum, insanlığın vicdanında derin yaralar açmaktadır. Sizlerden kendi ülkelerinizde ve söz sahibi olduğunuz tüm uluslararası platformlarda bu gerçekleri dile getirmeniz, sorumlulara telkinlerde bulunmanızdır. Daha güvenli ve huzurlu bir dünya için gelecek nesillere en azından bu kadarını borçlu olduğumuza inanıyorum.

Değerli misafirler;

Hukuk düzeni, devlet, toplum ve birey hayatında dengeyi sağlayan en önemli ve en eski araçtır. Bunun için tüm inançlarda adalet konusu önemli bir yer tutar. Bizim kutsal kitabımız, kerim kitabımız Kur’an-ı Kerim’de: “Allah adaleti, ihsanı ve yakınlara yardım etmeyi emreder” buyuruyor. Tabii adalet ile zulüm arasındaki o ince çizgi adaletin tesisini fevkalade zorlaştıran bir husustur. Bir çiçeği, bir ağacı sularken, adalet üzere hareket ederken, aynı suyu bir dikene vererek zulüm yoluna sapabiliyorsunuz. Konfüçyüs, “Adalet, kutup yıldızı gibi yerinde durur ve geri kalan her şey onun etrafında döner” derken, herhalde bu meselenin insanlık tarihindeki önemini vurguluyor.

Bizim ülkemizin adalet kurumlarının duvarlarında “Adalet mülkün temelidir” diye yazar. Bu söz devletin istikrarı ve devamında adaletin ne kadar önemli olduğunu ifade eder. Yine ‘insanı yaşat ki devlet yaşasın’ anlayışı da, temelinde adalet olan bir yönetimi gerektirir. İşte bunun için biz 2002 Kasım ayında ülkeyi yönetme sorumluluğunu üstlendiğimizde dört öncelik alanı belirledik. Bunun birincisi eğitimdir, ikincisi sağlıktır, üçüncü adalettir, dördüncüsü emniyet-güvenliktir.

Temel kanunların yenilenmesinden geleneksel mimariye sahip modern adliye binalarıyla fiziki altyapının güçlendirilmesine, ulusal yargı ağı UYAP’ın kuruluşuna kadar her alanda Cumhuriyet tarihinin en büyük reformlarını gerçekleştirdik. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru imkânı, Kamu Denetçiliği Kurumu ve istinaf mahkemeleriyle iki dereceli yargılama sistemine geçilmesi de son dönemde gerçekleştirilen önemli reformlardır. Yıllardır milletimize taahhüdümüz olan; ancak gerekli siyasi uzlaşma sağlanamadığı için somut ilerleme sağlanamayan yeni anayasa konusunun da en kısa sürede çözüme kavuşturulmasını diliyorum.

Diğer yandan, hayatın kendisi gibi adalet de dinamik, sürekli değişen, değişime uyum sağlamak zorunda olan bir alandır. Klasik hukuki araç ve argümanların yetersiz kaldığı durumlarda yeni çözüm yollarının kesinlikle üretilmesi gerekiyor. Tahkim gibi, arabuluculuk gibi uzlaşma yöntemleri hızla yaygınlaşıyor.

Kongrede tüm bu konuların enine boyuna tartışılacağına, ülke tecrübeleri ışığında tüm dünyanın istifadesine sunulacak neticelere ulaşılacağına inanıyorum.

Bir kez daha Uluslararası İstanbul Hukuk Kongresinin hayırlı olmasını, başarılarla dolu olmasını temenni ediyorum. Kongrenin düzenlenmesinde emeği geçen, kongre boyunca tebliğleriyle, değerlendirmeleriyle çalışmalara katkı sağlayacak olan herkese teşekkür ediyorum. Sizleri bir kez daha sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Kalın sağlıcakla.