Bismillahirrahmanirrahim.
Avrupa ve Asya İslam coğrafyasının dört bir yanından gelen değerli misafirler,
Sevgili kardeşlerim,
Hanımefendiler, Beyefendiler;
Sizleri en kalbi duygularımla, saygıyla, muhabbetle, hasretle selamlıyorum. Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh; Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun.
Diyanet İşleri Başkanlığımız tarafından düzenlenen 9. Avrasya İslam Şûrasının başarılı geçmesini, Müslümanlar ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını Allah’tan diliyorum. Avrupa’dan, Balkanlar’dan, Kafkaslar’dan, Karadeniz Havzası’ndan, Volga Bölgesi’nden, Orta Asya’dan toplantı için ülkemize teşrif eden âlimlerimize, din adamlarımıza, kardeşlerimize hoş geldiniz diyorum.
Bu toplantının Avrupa ve Asya kıtalarını birleştiren İstanbul’da, bu şehrin güzelliklerini en çarpıcı şekilde yansıtan mekânlardan biri olan Dolmabahçe Külliyesinde gerçekleştiriliyor olması ayrıca önemli.
Tabi bu toplantının asıl önemi, Türkiye’de 15 Temmuz’da yaşanan darbe girişiminin ardından yapılıyor olmasıdır. Ülkemizdeki darbe klasik bir darbe girişimi olsaydı, muhtemelen bu şûranın gündeminde yer almazdı. 15 Temmuz’u farklı ve bu heyet açısından önemli kılan husus, darbe girişiminde bulunanların kendilerini dini bir cemaat, liderlerini de sözüm ona ‘Mehdi’ olarak görüyor olmalarıdır.
Darbecileri motive eden, yıllar boyunca kendilerini gizlemek için adeta çift kişilikli bir hayat sürmeye iten, sonuçta kendi milletine ve ülkesine silah doğrultacak, kan akıtacak derecede gözlerini karartan sebepleri çok iyi tahlil etmeliyiz. Çünkü bu tehdit sadece Türkiye’ye mahsus bir tehdit değildir. İslam coğrafyasını kana ve ateşe bulayan El Kaide gibi, DEAŞ gibi bu tür örgütlerin de kendilerince çok ulvi gayelere hizmet ettiğini düşünen kişilerden oluştuğunu unutmamalıyız. Fethullahçı terör örgütü, kısaca FETÖ olarak adlandırdığımız yapı, hem itikadi sapkınlığıyla, hem de eğitim ve ticaret odaklı yöntemleriyle Müslümanlar ve tüm dünya için DEAŞ kadar önemli bir tehdittir.
Nitekim 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra Ağustos ayı başında toplanan ülkemizin önde gelen âlimlerini, din adamlarını ve eğitimcilerini biraraya getiren Olağanüstü Din Şûrasında bu konuda önemli tespitler yapılmıştır. Her şeyden önce, FETÖ’nün bir cemaat veya dini grup olmadığı üzerinde görüş birliğine varılmıştır. Bu örgüt, dini istismar eden, amaçları için her türlü yöntemi meşru gören, şaibeli kaynakları olan, ümmeti ve tevhidi parçalamak için çalışan, gizli yapısı sebebiyle gerçek yüzü görülemeyen bir fitne hareketidir.
Avrasya coğrafyası, FETÖ’nün ülkemiz dışındaki ilk açılım alanı ve en yoğun faaliyet gösterdiği bölgedir. Doğu Avrupa ve Orta Asya’da uzun bir fetret döneminin ardından elde edilen özgürlük ortamı bu örgüt tarafından alabildiğince istismar edilmiştir. Bölgedeki Müslümanların hizmete, ihyaya, irşada en çok ihtiyaç duydukları bir dönemde öne çıkan bu örgüt, maalesef sadece kendi hegemonyasını kurmak için çalışmıştır. Bu şûra vesilesiyle FETÖ’nün gerçek yüzünün Avrasya coğrafyasının her köşesinde çok daha hızlı bir şekilde ifşa edileceğine inanıyorum, sizlerden bu gayreti, bu desteği özellikle bekliyoruz, bekliyorum.
Değerli kardeşlerim;
İslam dünyası sadece terörizm saldırısı altında acı çekmekle kalmıyor, aynı zamanda terörizm bahane edilerek hem bölünmeye çalışılıyor, hem de ağır ithamların hedefi oluyor. Özellikle Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da, Güney Asya’da yaşanan terör eylemlerinde ölenler bakıyorsunuz Müslüman, öldürenlere bakıyorsunuz Müslüman… Öldüren ‘Allahu Ekber’ diyerek öldürüyor, ölen de ‘Allahu Ekber’ diyerek son nefesini veriyor. Burada çok büyük bir sorun var. Bu durum terör bahanesiyle İslam coğrafyasını müdahalelere açık hale getiriyor.
Üstelik tek mesele de bu değil; mezhepçilik fitnesi İslam dünyasına müdahalelere kapı açan bir diğer önemli gerekçeyi oluşturuyor. Bugün Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de, geçmişte Lübnan’da, hatta bir dönem Türkiye’de aynı oyun oynandı, oynanıyor. Her fırsatta ifade ettim, burada bir kez daha tekrarlıyorum, yanlış anlamalar vesaire olabilir, ama söyleyeceğim: Benim Sünnilik diye bir dinim yoktur, benim Şiilik diye bir dinim de yoktur. Benim dinim, dini Mübin olan İslam’dır. İslam’ın tüm sahih yorumları benim için hürmete layıktır. Elbette şahsen benim de tabi olduğum bir yorum var; ama asla bu yorumu dinimin, yani İslam’ın üzerine çıkarmadım, çıkaramam.
Maalesef yanlış ve tehlikeli bir şekilde bunu yapan gruplar, ülkeler olduğunu biliyoruz, görüyoruz. Hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur. İslam dünyasının içine saçılan fitne tohumları Müslüman kanının dökülmesi olarak karşımıza çıkıyor. El Kaide gibi, DEAŞ gibi, Boko Haram gibi örgütler işte bu zaafları kullanarak kendilerine alan açıyor, taraftar topluyor. İslam dünyası, Müslümanlar kendi içlerinde birlik olsalar, sorunların çözümlerini çatışmalarda değil istişarede, saygıda, hoşgörüde arasalar, bu terör örgütleri asla varlık gösteremezler.
Bu örgütlerin aynı zamanda çeşitli güçlerce desteklenen proje ürünü yapılar olduğunu da biliyoruz. Ancak her şeyi dış güçlere, küresel odaklara bağlama yanlışına, kolaycılığına da kapılmamalıyız. Unutmamalıyız ki, bu projeye hayat veren kendi içimizdeki eksikliklerdir, hatalardır, hırslardır, husumetlerdir. Bizim bir atasözümüz var; ‘iğneyi kendimize çuvaldızı başkalarına batırmalıyız.’ Yani sorunun asıl kaynağını önce kendimizde aramalı, sonra başkalarını sorgulamalıyız. İslam düşmanlığı yapanlara malzemeyi kendi ellerimizle verdiğimiz sürece, dökülen Müslüman kanlarının önüne geçemeyiz.
Değerli kardeşlerim;
Burada çeşitli Avrupa ülkelerinden Asya’ya kadar Müslümanların azınlıkta bulunduğu bölgelerden gelen kardeşlerimiz var. Batı ülkelerinde 11 Eylül 2001 yılında Amerika’da yaşanan terör saldırıları sonrasında başlayan İslam karşıtlığı, daha açık ifadesiyle Müslüman düşmanlığı etkisini artırarak devam ediyor.
DEAŞ’ın Irak ve Suriye’de gerçekleştirdiği eylemler her ne kadar arkası karanlık da olsa, Batı ülkelerindeki İslam karşıtı akımların güçlenmesine yol açıyor. Esasen hem terör örgütlerinin, hem de Batıda yükselen İslam karşıtı akımların Müslüman kimliğini ötekileştirerek marjinalleştirmeye, yeraltına inmeye zorlama amacı taşıdığını düşünüyorum. Demokrasi ve özgürlük değerleri üzerinden tüm dünyaya nizam vermeye çalışan Batı ülkelerinin Müslümanları tecridi ancak bu şekilde mümkün olabilecektir.
Şu hususa özellikle dikkatlerinizi çekmek istiyorum: Dünyanın her yerinde farklı inanç gruplarına mensup kişiler tarafından düzenlenen terör eylemlerine rastlanabiliyor. Sadece faili Müslümansa bunun adı ‘İslami terör’ olarak ifade ediliyor. Şayet fail başka bir inanca mensupsa, çoğu defa bu eylem terör olarak dahi vasıflandırılmıyor, adli vaka sınırının ötesine geçirilmeden gündemden düşürülüyor. Bugüne kadar hiç ‘Hıristiyan terörü’, ‘Yahudi terörü’ veya ‘Musevi terörü’, ‘Budist terörü’, şayet kişi herhangi bir inanca mensup değilse ‘ateist terörü’ diye bir şey duydunuz mu? Duyamazsınız. Çünkü sadece eylemci Müslümansa terörist inancıyla sıfatlandırılır, değilse hiç sözü edilmez.
Bu durum Batı ülkelerinde ve hatta küresel düzeyde İslam’la terör kavramlarını eşleştirme, aynı parantezin içine alma çabasının bir ürünüdür. Medya da bu konuda asla masum değildir. Aynı şekilde olayların tasvirini bu kavramlarla yapan hiç kimse, özellikle politikacılar masum değildir. Bu konuda en büyük sorumluluk, İslam dünyası olarak, Müslümanlar olarak, Müslümanları temsil eden din adamları ve politikacılar olarak sizlere, bizlere düşüyor. Biz kendi sorunlarımıza kendimiz çözümler üretmezsek, kimse dönüp bize el uzatmaz, derdimize çare olmaz.
Bakınız bugün Irak’ta DEAŞ terör örgütüne karşı yürütülen operasyona öyle veya böyle bir şekilde dünyanın dört bir yanından tam 63 ülke müdahil olmuş durumda. Koalisyon diyorlar ya, bu koalisyonun içinde 63 ülke var. Suriye’de aynı şekilde benzer bir durum var, diğer ülkelerde de manzara farklı değil.
Bizim Türkiye olarak hem ülkemize yönelik terör tehdidinin kaynaklarını barındırması, hem de bin yıllık komşuluk ve kardeşlik hukukumuz gereği meseleye müdahil olmamızı istemeyenler diğer ülkelere ses çıkarmıyor. Hâlbuki eğer Irak ve Suriye’nin başı dertteyse, sorunun çözümü için her türlü çabayı göstermek, tedbiri almak en çok Türkiye’nin sorumluluğudur. Bu her şeyden önce kardeşliğin, komşuluğun bir gereğidir. Bunun için de bir yerlerden izin almaya ihtiyacımız yoktur, almayı da düşünmüyoruz, bunun da böyle bilinmesini özellikle ifade ediyorum. Bazı ülkeler binlerce kilometre uzaktan gelip Afganistan’da ve daha pek çok yerde kendine tehdit oluşturduğu iddiasıyla operasyon yapacak, Türkiye yanı başında 911 kilometre Suriye sınırı, 350 kilometre Irak sınırı, buradaki tehlikeye müdahale edemeyecek; biz bu çarpıklığı asla kabul etmiyoruz.
Nitekim Suriye’de değerli kardeşlerim; sabır sabır sabır dedik. 14 yaşındaki bir çocuğu, Messi’yi çok sevdiği için, Arjantin’in milli futbolcusu, çocuğun üzerine o formayı giydiriyorlar, onun üzerine de bombayı sarıyorlar, canlı bomba olarak Gaziantep’teki bir kına merasimine onu göndererek orada patlatıp 56 tane kardeşimizin ölümüne sebep oluyorlar. Yaklaşık 100 kişinin de yaralanmasına sebep oluyor. Hiç sesleri çıktı mı, Batı dünyasının sesi çıktı mı? Hayır. Biz ne dedik? ‘Artık durulmaz.’ Cerablus’a girdik ve DEAŞ’ı Cerablus’tan attık. Oradan atmakla kalmadık, bunu ılımlı muhaliflerle yaparak arkasından El-Rai’ye girdik, Rai’den de attık ve şimdi güneye doğru bu DEAŞ’ı, PYD’yi, bunları sürüklüyoruz.
Amerika’ya dedik ki, ‘Münbiç’te PYD ve YPG olmayacak.’ Bizzat bana Sayın Başkan dedi ki, ‘olmayacak.’ ‘Buranın yüzde 90-95’i Arap, siz buraya niye PYD’yi sokuyorsunuz, niye buraya YPG’yi sokuyorsunuz? Buraları temizlemekse, bunu beraber temizleriz, koalisyon güçleri hep beraber el ele verir burayı temizleriz. Niye buraya bunları sokuyorsunuz?’ dedik. ‘Merak etmeyin, bunlar buraya girmeyecek.’ Bu sözü vermelerine rağmen tutmadılar ve biz de şu anda kendi planımızı kendimiz uyguluyoruz.
Değerli kardeşlerim;
Bakınız biz şu anda Irak’ta, yakında da Musul’da yapılacak operasyonlara aynı anlayışla nasıl Cerablus’ta katıldıysak, nasıl Rai’de katıldıysak; evet, şimdi yine söylüyorum, bana, şahsıma hakaretler ediyor, sen benim zaten muhatabım değilsin, seviyemde değilsin, kıratımda değilsin, kalitemde değilsin, Irak’tan senin bağırman-çağırman bizim için hiç de önemli değil, biz bildiğimizi okuyacağız, bunu böyle bilesin. Kim bu? Irak’ın Başbakanı. Önce haddini bil. Şu anda kendilerinin Başika Üssünü kurmamız için Sayın Davutoğlu döneminde bizlere talepleri var. Bunların hepsinin canlı kayıtları var ve bugün, yarın bunların hepsi televizyonlarda yayınlanacak. Ve buna rağmen Başika Üssüne girilmiştir. Şimdi diyor ki, ‘buradan çekilin.’ Türkiye Cumhuriyeti’nin Ordusu sizlerden talimat alacak kadar kalitesini kaybetmiş değildir. Gereği neyse bunu biz gerektiği şekilde bugüne kadar nasıl yaptıysak, yapmaya devam edeceğiz; bu bir defa bir.
İki; şimdi burada çok önemli bir yere geliyorum ve Dolmabahçe Sarayımızdan, Külliyemizden sizlerin şahsında tüm dünyaya sesleniyorum: İslam İşbirliği Teşkilatı Dönem Başkanı olarak 56 ülkenin hepsinin devlet başkanlarına, hükümet başkanlarına şu anda bir mektup gönderiyorum, mektubun metnini bugün burada okuyacağım, birkaç gün içinde de mektup kendilerine ulaşacak. Nedir?
“İslam İş Birliği Teşkilatı Zirve Dönem Başkanı sıfatımla en kalbimi selamlarımı sunarak, Amerika Birleşik Devletleri Kongresinde kabul edilmiş bulunan terörizme destek verenlere karşı adalet yasasına ilişkin kaygılarımı ve bu husustaki çağrımı sizinle paylaşmak istiyorum.
Bu konuda ülkem tarafından 23 Eylül 2016 tarihinde yayınlanan ve bilahare tüm İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkelere dağıtılmış olan basın açıklamasında vurgulandığı üzere, bu yasanın uluslararası hukuka, devletlerin egemenliği, eşitliği ve suçun şahsiliği ilkesi başta olmak üzere Birleşmiş Milletler şartında yer alan temel ilkelere uygun olmadığı inancındayız.
Bunun yanı sıra, çifte standartlı yaklaşımların ürünü olan bu yasanın terörle mücadele alanı dahil, uluslararası işbirliğine ciddi zararlar verme potansiyeli taşıdığını da düşünüyoruz. Önemli küresel ve bölgesel sınama ve tehlikelerle baş etmeye çalışan uluslararası toplumun bu aşamada ilgili yasanın yol açması muhtemel bölünmelerden olumsuz etkileneceğinden endişe etmekteyiz. Bu endişenin İslam İşbirliği Teşkilatının bütün üyelerince paylaşılacağından kuşku duymuyorum.
Nitekim bu hatalı yaklaşıma karşı uluslararası düzeyde ilk tepkilerden biri 14 Eylül 2016 tarihli açıklamasıyla İslam İşbirliği Teşkilatının Sayın Genel Sekreterinden gelmiştir. Bu çerçevede, İslam ülkeleri olarak aramızdaki dayanışmayı ve eşgüdümü pekiştirmemiz, bu yasanın uluslararası terörle mücadeleye olası neticelerine karşı teşkilatımız bünyesinde ortak bir tutum belirlememiz gerektiğine inanıyorum. Bu düşüncelerle en samimi temennilerimi ve hürmetlerimi sunarım.” diyoruz İslam ülkelerinin devlet başkanlarına ve hükümet başkanlarına.
Bu ne demektir? 56 ülke hep birlikte tavrımızı koyacağız ve Amerika Kongresinin bu kararı gözden geçirerek geri çekmesini isteyeceğiz. Neden? Değerli kardeşlerim; hep sessiz kalınmıştır, bir yanağa vurulmuştur öbür yanak çevrilmiştir. Artık bizler haklarımıza sahip çıkmasını bilmeliyiz.
Bir terörist, halkı Müslüman olan ülkeden çıkmış olabilir, o gitmiş orayı bombalamış da olabilir. Peki, benim ülkemde eğer Amerikalı bir terörist bir yeri bombalarsa ki bombalıyorlar, o zaman biz de çıkaracağımız bir kongre kararıyla, parlamento kararıyla Amerika’yı mahkûm etme yoluna gidebilir miyiz? Aynı şekilde gideriz. Bu, bu demektir. Şimdi bunun yolunu bunlar açmış oluyorlar. Suçların uluslararası hukukta şahsiliği ilkesi vardır, kimse bir suçu işleyen bedelini o öder. Siz onu bir devlete ödetemezsiniz, böyle bir hakkınız yok. Ama kişi işte eğer halkı Müslüman olan bir ülkedense, oynanan oyun bu, açık net ortada.
Bakın şimdi hemen bireysel olarak davalar açılmaya başladı. Nereye? Suudi Arabistan’a? ‘Şimdi buradan açılan bu davalarla paralar alırız.’ Sayın Obama tek başına kaldı. Bir kişi daha ona katıldı, o da ‘bakın bu yarın size döner’ diye de şerhinde bunu ifade etmiş. Hukukçu ya, demek ki görmüş burayı. Vaka da bu zaten; döner.
Değerli kardeşlerim;
Aynı durum da şu anda Irak’tadır, aynı durum şu anda Suriye’dedir. Yahu teröristin iyisi-kötüsü olabilir mi? ‘Senin teröristin iyi, benim teröristim kötü’; böyle bir mantık olabilir mi? Şu anda Irak’taki bütün bu gelişmeler karşısında biz Irak’a ırak kalamayız, seyirci kalamayız, oradaki kardeşlerimizin çağrısına sağır kalamayız. Hemen her gün vatandaşlarını PKK ve DEAŞ terörüne kurban veren bir ülke olarak buradaki gelişmeleri çok yakından takip ediyoruz. Suriye ve Irak yönetimlerinin ülkemize yönelik insaf sınırlarını aşan itham ve ifadelerinin hiçbir makul tarafı bulunmuyor.
Irak ve Suriye’de terörle mücadele için bulunduklarını söyleyen ülkelerin çoğunun derdinin buralardaki insanlar olmadığını, geçtiğimiz 6 yılda yitirilen yüzbinlerce can, tahrip edilen koskoca bir tarihle acı bir şekilde hep birlikte gördük. Bu tablo karşısında azıcık vicdanı olan, mensubu bulunduğu dine hürmeti, topraklarındaki mazlumlara saygısı olan kimse Türkiye’ye destek olur, Türkiye’nin önünü açar.
Buradan bir kez daha ifade ediyorum; Türkiye’nin bir karış toprağında gözü yoktur, egemenliğinde gözü yoktur. Bin yıldır beraber kardeşçe yaşadığımız bu coğrafyada kaderimiz de, kederimiz de ortaktır. Bizim kendi topraklarımızın güvenliğini sağlamak ve bölgedeki Müslümanların esenliğini istemek dışında bir gayemiz söz konusu değildir.
Değerli kardeşlerim;
Yaşadığımız krizler İslam dünyasının yeni bir silkinişe, yeni bir uyanışa ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Müslümanlar olarak sahih İslam geleneğinin etrafında bütünleşerek kendimize yeni bir gelecek inşa etmeliyiz. Peygamberimizin (aleyhisselatu vesselam) vefatının ardından İslam dünyasında ortaya çıkan ve günümüze kadar gelen ihtilafları aşacak, 1400 yıllık birikimi en doğru şekilde değerlendirecek bir dirilişi hep birlikte başlatmalıyız. Yereli ihmal etmeden, geleneği yok saymadan, zamanın ruhunu ıskalamadan geleceğe yürüyebilmeliyiz. ‘Birlikte rahmet, ayrılıkta azap olduğu’ emri doğrultusunda hareket etmekle mükellef olduğumuzu unutmamalıyız.
Bunun yolu itikadi sapmalara karşı çelik gibi sert, yorum farklılıklarına karşı ise olabildiğince hoşgörülü olmaktan geçiyor. Teröre bulaşan her örgütün aynı zamanda itikadi bir sapma içinde olduğu da bir gerçektir. Haksız yere bir insanı öldürmeyi ‘tüm insanlığı öldürmek’ olarak kabul eden bir dinin mensupları katliam yapmaz, katliam yapamaz. Başka kültürlerde ‘bir kişinin ölümünü trajedi, 1 milyon kişinin ölümünü istatistik’ olarak görenler olabilir. Ama Müslüman için her bir masumun canı dünyaya bedeldir. Bizim için kendilerine tabi olmayan herkesi katleden DEAŞ neyse, 15 Temmuz’da kendi halkının üzerine ateş açan FETÖ da, benzer yöntemler kullanan herkes de aynıdır.
Müslüman toplumların kanaat önderlerinin, âlimlerinin, ariflerinin, yöneticilerinin her türlü itikadi sapkınlığa karşı uyanık olması, harekete geçmesi gerekiyor. Bu çerçevede kesin bir tavır sergilemeyen, gayret göstermeyen herkes tarih önünde hesap vermekten, daha ötesi meşruiyetini sorgulanır hale getirmekten kurtulamayacaktır. Cumhurbaşkanı olsan da kurtulamazsın, başbakan da olsan kurtulamazsın, ulema-ı diniyyeden de olsan kurtulamazsın, ne olursan ol kurtulamazsın. Öyleyse beraber çalışacağız. Dayanışma içinde çalışacağız. İnandığımız dinin emirleri neyse bunun gereğini hep birlikte yerine getireceğiz.
Farklı medeniyetlerin iç içe geçtiği Avrasya coğrafyası, bu konuda öncü olmaya, yeni bir çığır açmaya çok elverişlidir. Şayet bu açılımı Avrasya’da başarırsak diğer coğrafyalarda işimiz çok daha kolay olacaktır. Doğuyla Batıyı buluşturma tecrübesine sahip Osmanlı Devleti’nin varisi konumundaki Türkiye, Avrasya Müslümanlarının her meselesi gibi bu hususta da, unutmayın, sizlerin yanında olacaktır. Bu şûrada din istismarına karşı ortaya konacak güçlü duruş tüm Müslümanlara ümit verecek, yol gösterecektir. İnşallah bu şûra İslam dünyasının FETÖ başta olmak üzere dinimizin istismarlarını yapan ve sapkınlıklarıyla Müslümanlara zarar veren tüm örgütlerden kurtulma sürecini başlatan bir milat olacaktır.
Tabii biz 241 şehit verdik 15 Temmuz gecesi ve 2194 gazimiz oldu o gece. 241 şehidimize ben tekrar Allah’tan rahmet diliyorum, gazilerimize şifalar diliyorum. Fakat şurada son üç gün içerisinde kurucusu olduğum partimin Özalp’ta İlçe Başkan Yardımcısını bu bölücü terör örgütü PKK evini basarak şehit etti. Aynı şekilde Diyarbakır Dicle İlçe Başkanını da iş yerini basmak suretiyle orada şehit ettiler. Şimdi bunlara sorduğunuz zaman ‘bizim sivillerle işimiz yok’ diyorlar. Daha şurada 2013’te sokağa halkı çağırarak 53 kişinin ölümüne, Yasin Börü yavrumuzun 13-14 yaşında et dağıtarak üçüncü kattan onu atmak suretiyle, arabayla üzerinden geçmek suretiyle onu şehit edenler kimdi? Yine aynı örgüt mensuplarıydı. Şimdi de aynen bunları yapmaya çalışıyor.
Değerli kardeşlerim;
Bugün buradan onu da anons ediyorum: Stratejimiz bundan sonra bu olmayacaktır. Terörle mücadelede içeride de stratejimiz bundan sonra bu olmayacaktır. Daha farklı bir stratejiyle terörle mücadelenin üzerine gideceğiz. Çünkü bu ülkede bu günahsız insanları, Kürt olmaktan başka günahı olmayan, ama onların istemediği bir farklı siyasi partide görev yaptığı için öldürmeye teşebbüs edenler bunun bedelini çok ağır ödeyecektir. Buna asla müsaade edemeyiz, eğer edersek biz bunun hesabını ödeyemeyiz. Onun için bundan sonraki süreç bu noktada da çok daha farklı olacaktır.
Rabbimden içinde bulunduğumuz mübarek Muharrem ayı, özellikle bugün idrak ettiğimiz Aşure Günü hürmetine Müslümanları huzura ve güvenliğe kavuşturmasını temenni ediyorum. Bu duygularla bir kez daha 9. Avrasya İslam Şûrası’nın tüm ümmet için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Ve son iki gün içerisinde gerek Aydın, gerek Deryan kardeşlerime rahmetler, ailelerine sabırlar diliyorum.
Şûranın düzenlenmesinde emeği geçenleri tebrik ediyorum. İştirakleriniz ve katkılarınız için her birinize ayrı ayrı şükranlarımı sunuyorum. Ülkelerinizdeki, bölgelerinizdeki tüm kardeşlerime selamlarımı, muhabbetlerimi iletmenizi rica ediyorum. Allah’a emanet olun, sağlıcakla kalın diyorum, sağ olun, var olun.