Sayın Genel Sekreter,
Saygıdeğer Devlet Başkanları,
Kıymetli Delegeler;
Sizleri ülkem ve milletim adına sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Mülteciler konusunda küresel krizin yaşandığı hassas bir dönemde bu zirveyi düzenleyen Sayın Başkan Obama’ya özellikle şahsım ve milletim adına teşekkür ediyorum.
Yeryüzündeki mülteci sayısı maalesef her yıl yeni rekorlar kırıyor. Suriye’de 6 yıla yakın zamandır devam eden iç savaşta bugüne kadar 600 bin kişi öldürülmüş durumda. Yaşadığı yerleri terk edenlerin sayısı 12 milyon, ülkeyi terk etmek zorunda kalanların sayısı 5 milyonu bulmuş durumda. Ülkesinden ayrılan Suriyelilerin yaklaşık 3 milyonunu ülkemizde misafir ediyoruz. Burada ifade ettiğim rakamların insan olduğunu unutmayalım. Şayet kendi ailemizden, kendi çevremizden empati yaparak bunca insanın yaşadığı dramı anlamaya çalışmazsak, sorunun çözümünü hızlandıramayız.
Az önce Sayın Obama da ifade ettiler, Sayın Genel Sekreter de ifade etti; ama ben de ifade edeceğim. Çünkü ifade edilmesinde fayda görüyorum. Cansız bedeni kıyılarımıza vuran Aylan bebeğin o acı görüntüleri hafızalarımızdan silinmemiş olmalı. Aynı şekilde Halep’teki bombalanan evinin yıkıntılarından çıkartılan ve bindiği ambulansta tüm masumiyetiyle oturan her tarafı kan-toz içerisinde Ümran bebeğin görüntüsünü de herhalde unutmadık. Avrupa ülkelerine gitmek için ölümüne yolculuğu göze alan bir mültecinin kucağında çocuğuyla birlikte umuda koşarken ayağına takılan çelmeyi de hatırlıyor olmalıyız. Bunlar yaşananların sadece birer örneğidir.
Uluslararası toplum bu süreçte insani ve vicdani değerlere sahip çıkamayarak maalesef çok kötü bir sınav verdi. Bebeklerin, kadınların, sivillerin öldüğü, öldürüldüğü bir dünyada kimse masum kalamaz. Geçen her gün, her saat bu insani ve ahlaki yıkımın daha da arttığını biliyoruz. Zaten çok geç kaldığımız bu krizleri durdurmak için hemen, derhal ve kararlı bir tavırla harekete geçmeliyiz. Aksi takdirde imkânımız olduğu halde zulümleri önlemek için neden geç kaldığımızı gelecek nesillere ve tarihe anlatamayız, izah edemeyiz.
Değerli dostlar;
Dünya çapında en fazla sığınmacı barındıran ülkelerden biri olarak neleri yaptığımız ve nelerin yapılması gerektiğine inandığımızla ilgili görüşlerimi kısa da olsa sizlerle paylaşmak isterim: Türkiye olarak insan merkezli bir anlayışla en başından itibaren sınırlarımızı zulümden kaçan herkese açtık ve açmaya devam edeceğiz. Ülkemize gelenlerin etnik kökenine, inancına, mezhebine, meşrebine bakmadan herkese aynı duyarlılıkla yaklaştık. Hâlihazırda sayıları 3 milyonun üzerinde olan Suriyeli ve Iraklı sığınmacıların her türlü ihtiyaçlarını karşılamaya devam ediyoruz.
Bugüne kadar sığınmacılar için faturalı olarak harcadığımız rakam 12 milyar doları aşmış vaziyette. Bir o kadar rakamı da sivil toplum kuruluşlarımız harcamış durumda. Buna karşılık tüm dünyadan aldığımız toplam destek sadece 512 milyon dolardır. Biz sığınmacıları kamp hayatına mahkûm etmek istemiyoruz, çadır kentlerle, konteyner kentlerle bu süreci devam ettirmek istemiyoruz. Ve yaklaşık bu 3 milyonun içerisinden 300 bini şu anda çadır ve konteyer kentlerde misafir edilirken, diğerleri de değişik şehirlerimizde evlerde kalmaktadır.
Sığınmacıların kendi ayakları üzerinde durabilmelerini sağlamak için şehirlerimizde yaşamalarına ve çalışmalarına da izin veriyoruz ve şu anda da onlar için vatandaşlık süreçlerini de başlatmış vaziyetteyiz. Tabii ki bu bir sosyal risk problemi de meydana getiriyor. Biz bu riski aldık ve bundan asla pişman değiliz. Bugüne kadar 15 bine yakın Suriyeliyi gerekli mesleki eğitimden geçirerek çalışma hayatına dahil ettik.
Türkiye olarak her fırsatta göçle kalkınma arasındaki güçlü bağa vurgu yaparak mülteci krizini uluslararası gündemin üst sıralarına taşımak için gayret gösteriyoruz. Geçtiğimiz yıl yaptığımız G-20 dönem başkanlığımızda ve geçen ay düzenlenen G-20 toplantısında bu konuyu gündeme getirdik. Küresel göç ve kalkınma forumu dönem başkanlığımız sırasında da bu meselede farkındalık artırıcı çalışmalar yürüttük. Geçtiğimiz Mayıs ayında ülkemizin ev sahipliğinde ilk kez düzenlenen Dünya İnsani Zirvesi bu bakımdan tarihi bir toplantı oldu. Önümüzdeki dönemde de bu çalışmaları sürdüreceğiz.
Değerli katılımcılar;
Ülkemizde 835 bin civarında okul çağında Suriyeli çocuk bulunuyor. Kamu imkânları ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla bunlardan 310 binini okulla buluşturmayı başardık. Hedefimiz; bir tane bile çocuğumuzun eğitim hayatından, okuldan mahrum kalmamasıdır. Bunun için tüm ülkeleri ve ilgili sivil aktörleri ülkemizin çabalarına katkıda bulunmaya davet ediyorum.
Mültecilerin yeniden yerleştirme programlarıyla başka ülkelerde yaşama fırsatına sahip olmaları da diğer önemli bir konudur. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin yeniden yerleştirme sayıları için belirlediği hedeflere en kısa sürede ulaşılmasını umuyorum.
Sınırlarımız içindeki Suriyelilere koruma sağlarken düzensiz göçün önlenmesine yönelik somut adımlar da atıyoruz. Son bir yıldır mülteci krizine karşı Avrupa Birliği’yle önemli bir işbirliği çerçevesi geliştirdik. Sorunun üstesinden yük ve sorumluluğu paylaşmak suretiyle gelebileceğimizi kabul ederek karşılıklı taahhütlerde bulunduk. Bu kapsamda aldığımız tedbirlerle 2015 Ekim’inde 7 bin olan günlük düzensiz göç rakamını son aylarda ortalama 50’ye kadar düşürmeyi başardık.
Bu tablo Türkiye’nin, Avrupa Birliği’yle olan mutabakatı çerçevesindeki taahhütlerini başarıyla yerine getirdiğini gösteriyor. Buna karşılık 18 Mart 2016’da varılan mutabakatta Avrupa Birliği tarafından ülkemize verilen sözler maalesef tutulmadı. Suriye krizinin başından beri yalnız bırakılan Türkiye, bir kez daha aynı akıbete duçar oldu. Biz bu meselenin üstesinden öyle veya böyle geliriz ve geleceğiz. Ama Avrupa Birliği başta olmak üzere uluslararası toplum böylesine temel bir insani krizde ortaya koyduğu tutarsızlığın hesabını ilânihaye veremez.
Şunun da bilinmesi gerekir ki; adil bir yük paylaşımı olmadan mülteci sorununun çözümü konusunda hedeflerimize erişmemiz mümkün olmayacaktır. Bugünkü zirvenin yeni farkındalıklar oluşturarak yeni taahhütlere ve elbette bunların gerçekleşeceği günlere vesile olmasını diliyorum. Herkesi saygıyla selamlıyorum.