Sayın Başkan,
Sayın Genel Sekreter,
Değerli devlet ve hükümet başkanları,
Saygıdeğer delegeler;
Sizleri şahsım, ülkem ve milletim adına saygıyla selamlıyorum.
Birleşmiş Milletler 71. Genel Kurulu’nun başarılı geçmesini tüm ülkeler ve halklar için hayırlı sonuçlar vermesini diliyorum. Başkanlığı devralan Sayın Peter Thomson’u tebrik ediyor, Sayın Mogens Lykketoft’a Başkanlık görevini başarıyla devam etmesini ve yaptığı çalışmalar için de kendilerine teşekkür ediyorum. Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği görevinde küresel düzeyde sınamalarla dolu bir 10 yılı yakında bırakacak olan Sayın Ban Ki-moon’a da değerli katkıları için teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan,
Değerli delegeler;
21. yüzyılın ilk çeyreğinde insanoğlu bilim, teknoloji, ekonomik gelişme ve sağlık şartları bakımından tarihin en zirve dönemini yaşıyor. Ancak bu parlak tablonun bir de utanç verici karanlık yüzü var. Suriye’de, Irak’ta, terörün ve savaşın kıskacında inleyen pek çok ülkede yüzbinlerce çocuk, kadın, genç ve yaşlı öldürülmeye devam ediyor. Ölüm ve zulümden kaçan mülteciler, Avrupa şehirlerinde aşağılayıcı muamelelerle karşı karşıya kalıyor. DEAŞ, El Nusra ve PYD, YPG gibi terör unsurları bölgedeki eylemlerini sürdürüyor. Kafkasya’daki ihtilafların sıcak çatışmaya dönüşme riski mevcut. Yemen’den Ukrayna’ya pek çok sorun bizleri bekliyor. Diğer yandan dünyanın pek çok ülkesinde insanlar açlık, salgın hastalıklar, sefalet ve cehaletle boğuşuyor.
Bu insanlık onuru ve vicdanını yaralayan utanç verici bir tablodur. Daha da acısı bu krizlerin ve sorunların çoğunun aslında kolayca çözülebilecek mahiyette olmasıdır. Gelecek nesillerin huzuru, refahı ve güvenliği büyük ölçüde bugünden atacağımız adımlara, alacağımız tedbirlere bağlı. Zaman vicdani sorumluluklarımızın bilinci içinde liderlik gösterme, sorunların üzerine kararlılıkla gitme zamanıdır.
Sayın Başkan,
Kıymetli delegeler;
Günümüzde terör örgütleri çok çeşitli yöntemlere başvurabiliyor. Türkiye olarak
Temmuz gecesi kısa adı FETÖ olan Fethullahçı terör örgütünün başlattığı hain bir darbe girişimine maruz kaldık. Bu terör örgütü 241 vatandaşımızı şehit etti. 2194 vatandaşımızı da yaraladı. Parlamento Binamız, Cumhurbaşkanlığı Külliyemiz, Emniyet Teşkilatımızın birimleri bu terör örgütü tarafından savaş uçaklarıyla, F16’larla bombalandı. Tanklar sokakları, insanları ezip geçti. Helikopterlerden, askeri araçlardan sivillerin üzerine ateş açıldı.
Bu darbe girişimi milletimizin demokrasisine, Hükümetine, özgürlüklerine, geleceğine ve anayasal düzenine kahramanca sahip çıkmasıyla bertaraf edildi. Bu bakımdan milletimle iftihar ediyorum. Demokrasisine sahip çıktığı için iftihar ediyorum. 29 gün, gece sabahlara kadar demokrasi nöbetleri tuttukları için iftihar ediyorum. Hain darbe teşebbüsünü canını hiçe sayarak bedenini tankların önüne siper ederek engelleyen milletimle iftihar ediyorum.
Şayet bugün karşınızda bulunuyorsam, milletimizin işte bu cesur ve asil duruşu sayesindedir. Unutulmasın ki Türkiye’deki darbe girişimi, aynı zamanda dünya demokrasisine de yapıldı. Milletimiz o gece darbe heveslilerine tarihi bir ders verirken, demokrasiye inanan tüm halklar için de ilham kaynağı oldu. Bu yeni nesil terör örgütü sadece Türkiye’nin değil, varlık gösterdiği 170 ülkenin tamamı için bir milli güvenlik tehdididir. Diğer bir deyişle, bugün bu Genel Kurul’da temsil edilen ülkelerin büyük bölümü bu yapılanmanın tehdidi altındadır. Bu örgüt Türkiye’nin ötesinde tüm dünyayı boyunduruğu altına almak gibi derin bir zihni sapkınlık içindedir.
Örgütün temel stratejisi eğitim, diyalog, hoşgörü, sivil toplum kuruluşu kisvesi altında devlet kurumlarına sızmak, toplumu etkilemek, ekonomik kaynaklara hâkim olmaktır. Bu kürsüden tüm dostlarımıza kendi güvenlikleri için, ülkelerinin geleceği için Fethullahçı terör örgütüne karşı gerekli önlemleri süratle almaları çağrısında bulunuyorum. Bizim yaşadığımız tecrübeyle sabittir ki FETÖ ile bu aşamada mücadele etmezseniz, yarın çok geç olabilir. Bu vesileyle bu örgütün kurumları ve örgütle bağlantılı kişiler tarafından kullanılan ‘Türk’, ‘Türkiye’ gibi ifadelerin, kesinlikle ülkemizle bir ilgisinin bulunmadığını da belirtmek isterim.
Sayın Başkan,
Değerli delegeler;
Suriye’de yaşanan insani kriz 6. yılına yaklaştı. Bugüne kadar 600 bine yakın insanın hayatını kaybettiği söylenen bu savaş yüzünden, 12 milyon insan yerini-yurdunu terk etti. Bunların 5 milyonu başka ülkelere sığındı. Sadece 2 milyon 700 bini benim ülkemde. Vatanlarını terk etmek zorunda kalan Suriyelileri bizler evimizde misafir ediyoruz. ‘Niye Türkiye’ye geldiniz’ demiyoruz. Kapılarımızı kapatmadık. Zira bombalardan, varil bombalarından kaçan, uçakların attığı bombalardan kaçan bu insanlara karşı bizler insani ve vicdani görevimizi yaptık, bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz. Dünya almayabilir, Batı almayabilir, ama biz alacağız. Niye? Çünkü insanız. Öyleyse insana bu tür bir felaket karşısında kapılarımızı açmak durumundayız. Açtık, açıyoruz ve açacağız.
Burada bahsettiğim rakamları, uluslararası camianın uzun süredir kayıtsız ve tepkisiz bir şekilde dinlediğini biliyorum. Oysa telaffuz edilen her sayı bir insana karşılık geliyor. Suriye halkı zalim bir yönetimin, katil-terörist bir yönetimin ve terör örgütlerinin acımasız, küresel ve bölgesel rekabetin şekillendirdiği vekâlet savaşlarının pençesinde tükeniyor.
Bu süreçte uluslararası toplum insani değerler ve vicdan sınavında maalesef sınıfta kaldı. Şu ana kadar bizim faturalı olarak yaptığımız harcama 12,5 milyar dolardır. STK’lar ve belediyelerimizin yaptığı harcamalar bir o kadar. Yani toplamda 25 milyar dolar gibi bir harcama yapılmıştır. Peki, dünyadan bize ne geldi? Şu anda çatısı altında bulunduğum Birleşmiş Milletler’den bize gelen destek 525 milyon dolardır. Başka? Başka herhangi bir şey yok. Peki, Avrupa Birliği’nden gelen bir şey var mı? Ne yazık ki Avrupa Birliği de verdiği sözleri tutamamıştır. UNICEF’e sadece gönderdikleri 178 milyon dolardır, o kadar. Fakat Türkiye’ye gelen herhangi bir yardım bu konuda söz konusu değildir.
Biz meselenin başından beri bu olayın tüm insanlığın ortak meselesi olduğu inancıyla, bölgesel ve küresel aktörlerle iletişim ve işbirliği içinde hareket etmeye özen gösterdik. Komşumuz ve akrabamız Suriyelilerin yaşadığı bu kıyamete sessiz kalamazdık, kalmadık ve kalmayacağız. Ülkemize sığınan 2 milyon 700 bin Suriyeli, 300 bin Iraklı olmak üzere bu 3 milyon mülteciye, bizler hiçbir etnik, mezhep veya din ayrımı gözetmeksizin kucak açtık. Türkiye’deki bu çadır kentlerde, konteyner kentlerde misafir ettiğimiz bu insanlarla ilgili olarak desteğimizi devam ettireceğiz. Başta Avrupa Birliği olmak üzere bu konuda bize katkı sözü verenler hala sözlerini yerine getirmediler ve biz bu sözlerini yerine getirmelerini bekliyoruz. Aynı şekilde Birleşmiş Milletler, onlardan da verilen sözlerin yerine gelmesini bekliyoruz.
Herhalde bu Genel Kurul, 71. Genel Kurul, bu sesi tüm dünyaya duyurma bakımından da çok önemlidir. Zira uluslararası toplumun katkısı sadece herhalde 525 milyon dolarda kalmaması gerekir diye düşünüyorum.
Bu kürsüden tüm uluslararası camiaya, Suriyeli mültecileri kendilerine yönelik hayati bir tehdit gibi algılayan tüm Avrupalı dostlarıma sesleniyorum: Dikenli tel örgülerin, yüksek duvarların arkasında huzur aramak beyhude bir çabadır. Suriyeli mültecilerin eğitim, iş ve iskân sorunlarına süratle çözüm bulamadığımız takdirde düzensiz göçün, sosyal meselelerin ve güvenlik risklerinin önüne geçemeyiz. Sorunun kaynağı olan Suriye’deki çatışma, terör, zulüm ortamının sonlandırılması ve siyasi çözüm sürecinin hayata geçirilmesi için daha fazla vakit kaybedemeyiz.
Sevgili dostlar;
Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin korunmasına en fazla önem veren ülke Türkiye’dir. Bizim Suriye’nin topraklarında asla gözümüz yoktur. Bütün mesele; Suriye Suriyelilerindir. Suriye topraklarında kimsenin gözünün olmaması gerekir.
Suriye muhalefetine verdiğimiz destekle başlayan Fırat Kalkanı Harekâtı, umutsuzluğun hâkim olduğu bir bölgede istikrarın, huzurun ve dengenin yeniden tesisi bakımından kritik bir önemi sahiptir. PKK, PYD terör örgütünün önceliğinin DAEŞ’le mücadele etmek olmadığı bu operasyonla birlikte açıkça ortaya çıktı. Operasyon Suriye’deki ılımlı muhalif unsurların özgüvenlerinin yerine gelmesini de sağlamış oldu. Hatta bu gelişme, Musul’u DAEŞ teröründen kurtarmak isteyen Irak’taki yerel güçleri de cesaretlendirdi.
Biliyorsunuz uzun süredir Suriye sınırlarımız boyunca güvenli bir bölge oluşturma çağrısında bulunuyorum. Bizim 911 kilometre sınırımız var, en uzun sınıra biz sahibiz. Ve bu sınırlarda Türkiye bir tehdit altındadır. Ve biz sabrettik sabrettik sabrettik. Ancak 24 Ağustos’ta Gaziantep’te bir düğün merasiminde 14 yaşındaki bir çocuğu canlı bomba yapmak suretiyle o kalabalığın içerisine göndererek patlattılar ve orada 56 kişi öldü, 100’e yakın insan yaralandı. O ana kadar duran Türkiye artık daha duramazdı ve ılımlı muhaliflerle birlikte bizler bu olaya müdahale ettik. Ve önce Cerablus; Cerablus’tan DAEŞ’i derdest ettik. Ardından Rai; Rai’den de aynı şekilde DAEŞ’i derdest ettik. Ve böylece Cerabluslu Cerablus’a, Raili Rai’ye yerleşmiş oldu. Şimdi ise bölge tamamıyla Azez’den Fırat’a kadar böylece bir terör koridoru olmaktan çıktı ve böylece burası bir barış koridoru haline gelmiş bulunuyor.
Bugün bizim yaptığımız operasyonun amacı, işte bu güvenli bölgeyi fiili olarak hayata geçirmektir. Terör örgütlerinden kurtardığımız Cerablus halkı güven ve huzur içinde evlerine geri dönmeye başladı. Bölgenin elektrik ve su altyapısını çalışır hale getirmek için hemen harekete geçtik. Kızılay, AFAD ve sivil toplum kuruluşlarımız bölge halkının ihtiyaçlarını yerinde karşılıyor. Yine bu bölgede ülke dışına gitmiş mültecilerin de kullanacağı tüm sosyal donatılara sahip yerleşim yerleri inşa etmeyi planlıyoruz. Bunun için güvenli alan haline getirdiğimiz yerlerin, ‘uçuşa yasak bölge’ ilan edilmesine yönelik kararlı bir duruş göstermeli ve birlikte çalışmalıyız.
Hayata geçirilmesi için yoğun çaba sarf ettiğimiz ateşkes maalesef işler hale gelmedi. İşte görüldüğü gibi ateşkes ortadan kalktı ve dün de Birleşmiş Milletler konvoyuna bir saldırı rejim tarafından yapıldı. Bunun neticesinde 1 kişi öldü ve yaralılar vesaire. Suriye rejimi, Birleşmiş Milletler gözetimindeki yardımların acil insani yardıma ihtiyacı olan Halep halkına ulaştırılmasına izin vermiyor, hatta yardım konvoylarına saldırıyor. Rejimin insanları açlığa mahkûm ederek izlediği ‘ya teslim ol, ya öl’ politikasına Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi daha ne kadar müsamaha gösterecek?
Sayın Başkan,
Kıymetli delegeler;
Irak’ın en büyük gücünü oluşturan etnik ve mezhebi çeşitliliği muhafaza edecek ideal bir siyasi sistemin tesisinin kolay olmayacağı görülüyor. Bu bakımdan Musul operasyonu bölge halkının hassasiyetleri gözetilerek yürütülmelidir. Aksi halde bölgede yeni sorunlara yol açabilecek 1 milyondan fazla insanın sığınmacı durumuna düşebileceği yeni bir insani krizin çıkması kaçınılmazdır. Irak halkını uluslararası toplumun tam desteğine ihtiyaç duyduğu bu kritik dönemde yalnız bırakmamalıyız.
Filistin halkına iki devletli çözüm temelinde başkenti Doğu Kudüs olan her bir Filistinli için bir huzur kaynağı olacak hür bir Filistin’de yaşama imkânı tanınması, uluslararası toplumun Filistinli çocuklara bir borcudur. Harem-i Şerif’in kutsiyetine, özellikle İsrail tarafından saygı gösterilmesi, statüsüne yönelik ihlallere artık bir son verilmesi gerekiyor. İsrail ile normalleşen ilişkilerimizi gerek barış sürecinin kolaylaştırılması, gerekse Filistinli kardeşlerimizin yaşadığı bu ekonomik ve insani sıkıntıların giderilmesi için değerlendirmeye çalışacağız. Bu doğrultuda Gazze’ye insani yardım ulaştırılması faaliyetlerimizi sürdürüyoruz.
Önemli bir noktaya geliyorum; Dünya İnsani Zirvesi geçtiğimiz Mayıs ayında tarihte ilk defa Türkiye’nin ev sahipliğinde düzenlendi. Zirveyi krizlere daha etkin bir müdahale için yeni yollar keşfetmek amacıyla önemli bir fırsat olarak görüyoruz.
Şunu açık ve net söylüyorum: Dünyada en az gelişmiş ülkelere destek noktasında ilk üç sırada Amerika, Türkiye ve İngiltere var. Gayrisafi milli hasılaya oranla ise en fazla yardımı yapan birinci sırada Türkiye... Ve biz en fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapan bir ülke olarak aynı zamanda düzensiz göçün önlenmesi için de elinden gelen tüm gayreti gösteren ülkeyiz.
Ülkemizin girişimi üzerine Suriyeli mülteciler konusu geçtiğimiz yıl Birleşmiş Milletler Genel Kurul oturumunda ilk kez ele alındı. G-20’nin gündemine göç ve terörizm konularının alınması yine ülkemizin girişimleri neticesinde gerçekleşti. Avrupa Birliği ile mülteci krizine karşı işbirliği içinde hareket ediyoruz. Ege Denizindeki ölümlerin önünü almak amacıyla 2015 Ekim ayında günlük 7 bin olan düzensiz göç rakamının son aylarda 50’ye kadar düşmesini sağladık. Bu tablo, Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle olan mutabakatı çerçevesindeki taahhütlerini başarıyla yerine getirdiğini gösteriyor. Ne var ki 18 Mart 2016’da varılan mutabakatta Avrupa Birliği tarafından verilen sözlerin adeta unutulduğunu, karşımıza sürekli suni mazeretlerin çıkarıldığını görmenin üzüntüsü içerisindeyiz.
Sayın Başkan,
Kıymetli delegeler;
Birleşmiş Milletler’in reforme edilmesi gerekir. Özellikle barışı koruma ve inşa faaliyetlerinin daha etkin hale getirilmesi konusunda Genel Sekreter Ban Ki-moon önderliğinde atılan adımları takdirle karşılıyoruz. Bununla birlikte uluslararası barış ve güvenliğin temininden sorumlu ana organ olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi reforme edilmedikçe bu çabaların tam manasıyla amacına ulaşamayacağı açıktır.
İşte bu sebeple biz ‘Dünya 5’ten büyüktür’ gerçeğini her fırsatta uluslar arası kamuoyuna hatırlatıyoruz, hatırlatıyorum. Zira Birinci Dünya Savaşı’nın şartları içerisinde yapılmış olan bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini bugün aynı şekilde yaşamamız mümkün değil. Bu 5 ülkenin iki dudağının arasına dünyayı mahkum edemezsiniz. Ama şu anda bu 5 ülkenin iki dudağı arasına mahkum edilmiştir. 5 tane daimi üye, 10 tane geçici üye; böyle bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi olamaz. Tüm dünyanın temsil edilmediği bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi adaleti tesis edemez; bunun bir defa gözden geçirilmesi gerekir. Ve düşünebiliyor musunuz; 3 tane ülke Avrupa’dan, 1 ülke Asya’dan, 1 ülke Amerika; 5 ülke... Peki, dünyanın diğer ülkeleri ne olacak? Bunları bir kenara koyuyoruz. Biz diyoruz ki ‘20 ülke mi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde olacak, bunların hepsi daimi olsun. Dönerli olarak 2 yılda bir bunlar değişebilir. Değiştirilsin ve hepsi de dünyayı temsil etmek üzere tüm dünya ülkeleri burada yerini alsın; adalet ancak böyle tesis edilebilir.
Güvenlik Konseyini temsili niteliği güçlendirilmiş, daha demokratik, adil, şeffaf ve etkin kılacak kapsamlı bir reform üzerinde mümkün olan en geniş uzlaşmayı işte bu Genel Kurul sağlamak durumundadır. Eğer ‘acaba ben sesimi çıkartırsam ne olur’ diye düşünürseniz biz yanmışız. O zaman biz bu siyaseti yapamayız. Siyasetçi omurgalı olacak, siyasetçi inandığı doğruları seslendirecek ve bunun da arkasında duracak. Eğer bunu böyle yaparsak dünya aradığı adaleti bulabilir. Eğer demokrasi diyorsak, demokrasiyi ancak bu şekilde sağlayabiliriz.
Irkçılık ve yabancı düşmanlığının öteki yüzü olan İslam karşıtlığı yurt dışında milyonlarca vatandaşı olan Türkiye için çok önemli bir konudur. 10 yıl kadar önce dönemin İspanya Başbakanı ile beraberce öncülük ettiğimiz ‘Medeniyetler İttifakı Projesi’, çağımızı tehdit eden bu tür tehlikeli akımlara karşı kalıcı çözümler bulunmasını amaçlıyor. Aynı şekilde 2010 yılında Finlandiya ile birlikte Birleşmiş Milletler çatısı altında öncülük ettiğimiz ‘Barış İçin Arabuluculuk Girişimi’ne ilginin artmasından da memnuniyet duyuyoruz.
Birlikte oluşturduğumuz ‘2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi’ hepimiz için iddialı ve dönüştürücü hedefler içeriyor. Resmi kalkınma yardımları, az önce de söyledim en az gelişmiş ülkelere yönelik bunun devamı gerekiyor ve bu en önemli kaynağı oluşturuyor. Türkiye’nin resmi kalkınma yardımları 2015 yılında yaklaşık 4 milyar dolara ulaştı. Gayrisafi milli hasılamızın yüzde 0,54’üne tekabül eden bu oran, OECD ortalamasının üzerinde ve bizi yüzde 0,7 olan Birleşmiş Milletler hedefine oldukça yaklaştırdı. Türkiye olarak 2011 yılında yaptığımız en az gelişmiş ülkelere yılda 200 milyon dolarlık destek verme taahhüdümüzün üzerine çıkarak 5 yılda 1,5 milyar dolardan fazla destek sağladık.
Değerli dostlar;
Sözlerime son verirken 71. Genel Kurulu’nun yaşanan acıları dindirmek ve dünyamızı değiştirmek için bir başlangıç olmasını diliyorum. Birleşmiş Milletler üyesi tüm ülke ve halkları ülkemin en kalbi duygularıyla selamlıyorum, kalın sağlıcakla.