81 İlin Valisini Kabulünde Yaptıkları Konuşma

08.09.2016

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine, bu gazi mekana hoş geldiniz.

Türkiye’nin 81 vilayetinin devlet adına en üst düzey yöneticileri olan sizlerin şahsında 79 milyon vatandaşımın her birine ayrı ayrı selamlarımı sunuyorum.

Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminde ebediyete uğurladığımız şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, gazilerimize Rabbimden şifalar diliyorum.

Bu vesileyle konuşmamın başında Antalya Milletvekili, eski Ulaştırma Bakanı Ahmet Denizolgun’a Allah’tan rahmet temenni ediyorum.

Ülkemizdeki mevcut idari yönetim sistemi bir yönüyle 2200 yıllık Türk devlet geleneğinin, diğer yönüyle de 1400 yıllık medeniyetimizin birikimini ifade ediyor. Millet olarak bizim özelliklerimizden biri de, gittiğimiz coğrafyalarda karşımıza çıkan iyi, güzel, faydalı ne varsa onları kendi bünyemize katma konusundaki esnekliğimizdir. Bu bizim için tarih ve kültür geçmişimizi gölgeleyen değil tam tersine zenginleştiren bir vasıftır. Cumhuriyetin ilk döneminde görülen toptancı anlayış dahi bu tarihi sürekliliği kesmeyi başaramamıştır. Nitekim bugün kurumlarımızın geçmişine baktığımız zaman 93 yıllık Cumhuriyetimize karşılık 200 yıllık, 300 yıllık, 500 yıllık, 1000 yıllık, 2000 yıllık kuruluş yıldönümleri olduğunu görüyoruz. Sadece eski değil aynı zamanda çok büyük bir devlet birikimimiz vardır. Bakınız Osmanlı Devleti’nin 33 vilayeti vardı. Ama aynı topraklar üzerinde bugün 64 farklı devlet, hükümet sürüyor. Daha geriye gidersek, Orhun Abidelerinde şu ifade çok manidardır: “Üste gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe ilini, töreni kim bozabilir.” Evet, bizim devlet, yönetim anlayışımız işte böylesine eskidir, böylesine güçlüdür.

Sizler işte bu kadim geleneğin 81 şehrimizdeki en üst düzey temsilcileri olarak çok büyük bir sorumluluk üstlenmiş bulunuyorsunuz. Valiliklerimiz ve bağlı birimleri devletin, hükümetin o şehirdeki tutan eli, yürüyen ayağı, gören gözü, duyan kulağı, hisseden kalbi konumundadır. Şayet valiliklerimiz bu görevlerini hakkıyla yerine getiremezlerse, tıpkı bu uzuvlardan birini kaybeden insanın engelli durumuna düşmesi gibi devlet çarkı da teklemeye, aksamaya başlar.

Değerli arkadaşlarım;

Valilik bir icraat makamıdır. Hayat, günün 24 saati, haftanın 7 günü, yılın 365 günü kesintisiz sürdüğüne göre, valiliklerimizin hizmetlerinin de aynı esasa göre yürütülmesi gerekir. Valilerimizin de aynı anlayışla çalışması şarttır. Sizler devleti temsil ediyorsunuz, ama sabah 9, akşam 6 mesaisi yapan o klasik devlet memuru anlayışıyla asla çalışamazsınız. Memurun sorumluluğu size karşıdır, sizin sorumluluğunuz ise bütünüyle millete karşıdır. Millete hizmetin saati, mekanı, sınırı olmaz.

Türkiye son 200 yıldır pek çok şeyi kaçıran, geriden takip eden, bu yüzden de büyük bedeller ödeyen bir ülkedir. Biz 14 yıldır Türkiye’yi bu kısır döngüden çıkartıp takip eden değil takip edilen bir ülke haline getirmenin mücadelesini veriyoruz. Sizlerden de bu hedefe uygun çalışmalar, başarılar bekliyorum.

Bu sabah gerek Bakanımızın, gerek Başbakanımızın konuşmalarını izledim, orada da birçok şeyler detaylandırılarak ifade edildi, anlatıldı. Ben de bunların tamamlayıcısı mesabesinde olan bazı gerçekleri, bazı tespitlerimi aynı zamanda yerel yönetimden gelmiş bir Cumhurbaşkanı olarak özellikle ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar;

Türkiye her dönemde olduğu gibi, bugün de pek çok sorunla aynı anda baş etmek mecburiyetinde olan bir ülkedir. Bu dönemde karşı karşıya bulunduğumuz meseleler arasında iki husus öne çıkıyor. Bunlardan biri terörle mücadeledir, diğeri ise Suriye ve Irak krizlerinin bir parçası olarak ortaya çıkan sınır güvenliğimizin sağlanması konusudur. Aslında bunlar bir yönüyle de iç içe girmiş sorunlardır.

Bilindiği gibi Türkiye 1984 yılından beri bölücü terör örgütü PKK ile mücadele ediyor. Aynı şekilde 1980 öncesi dönemin kötü bir mirası olarak günümüzde de etkinliğini sürdüren DHKP-C gibi çeşitli örgütler ciddi bir tehdit olarak varlıklarını sürdürüyor. Suriye kriziyle birlikte dinimizi istismar ederek kendine alan açmaya çalışan DEAŞ belasıyla karşı karşıya kaldık. Son olarak da 15 Temmuz’da eskiden beri ülkemize ve milletimize karşı tehdit oluşturduğunu bildiğimiz Fethullahçı Terör Örgütü’nün kanlı yüzüyle muhatap olduk. Bu terör örgütlerinin tamamı da arka planda Türkiye’ye karşı düşmanlık yapma konusunda ittifak halindedir. Bakıyorsunuz bir hücre evinde PKK’lılarla birlikte FETÖ’cüler yakalanıyor. Gaziantep’teki son canlı bomba saldırısı başta olmak üzere pek çok eylemde DEAŞ ile PKK’nın ortak çabasını, gerisinde de FETÖ’cülerin örtülü desteğini görüyoruz. Diğer örgütler konusunda da benzer durumlar söz konusudur. Bu durum devlet olarak bizim tüm terör örgütleriyle aynı dikkatle ve hassasiyetle mücadele etmemizi zorunlu kılıyor. Hani diğer devletleri “iyi terörist-kötü terörist yoktur” diye ikaz ediyoruz ya, işte ülkemizde de aynı anlayışla hareket etmemiz gerekiyor.

PKK ile FETÖ’nün, DEAŞ ile DHKP-C’nin bizim nezdimizde bir farkı yoktur. Hepsi de ülkemizin düşmanıdır, milletimizin düşmanıdır, bayrağımızın düşmanıdır, vatanımızın düşmanıdır, devletimizin düşmanıdır. İşte bunları 15 Temmuz’dan sonra çok daha açık ve net gördük, yaşadık. Öyleyse hepsinin de kökünü kazıyana kadar azimle, kararlılıkla yolumuza devam edeceğiz. Ta baştan beri söylüyorum; tek fert kalıncaya kadar bu mücadeleyi sürdüreceğim. Bu can bu tende olduğu sürece bu mücadeleyi sürdüreceğim. Çünkü Belediye Başkanlığımdan bu yana tanıdığım bu örgüt ne yazık ki bizlere ihanet etmiştir, vatana ihanet etmiştir. İşte 99, bundan sonra da kaçıp gitmiştir. Bölücü terör örgütünün başı buraya teslim edilirken, o da buradan malum yere gitmiştir, Pensilvanya’ya.

Değerli arkadaşlar;

15 Temmuz darbesi, Türkiye için 1960 darbesinden, 1980 darbesinden çok daha büyük bir dönüm noktasıdır. Çünkü bu darbe diğerlerinden farklı olarak milletimizin inanç, eğitim, hayırseverlik gibi değerlerini istismar eden, kullanan, çarpıtan anlayışa sahip bir çetenin ürünüdür. Diğer darbelerde milletimiz karşısındaki gücün kim olduğunu, neyi amaçladığını bildiği için gardını alma, savunma mekanizmalarını harekete geçirme imkânına sahiptir. Fethullahçı terör örgütü ise, 40 yıl boyunca yavaş yavaş milletin kanına girerek, milletin kanını emerek büyümüş ve onun inancını istismar ederek sinsice her tarafa yayılmıştır. Bilindiği gibi ülkemizde inanç değerlerimiz etrafında toplanmış insanların yürüttüğü pek çok faaliyet var. Bu grupların gerçekleştirdikleri eğitim, hayır, kültür, dayanışma, irşat faaliyetleri milletimizin ilgisine mazhar olduğu gibi, esasen bazı dönemler hariç devletimizi de rahatsız etmemiştir. Şimdi bunlar sebebiyle o insanlar da rahatsız olmaya, rahatsızlığın ötesinde onlar da adeta lekelenmeye, kirletilmeye başlanmıştır ve başlatılmıştır. Bu yapılar genel olarak hesabı değil hasbi çalışmalarına rağmen, şimdi böyle bir kara dalga, kara bir bulut bunların üzerine de ne yapmıştır? Gelmiştir. Allah’ın rızasını, milletin gönlünü kazanmayı hedef alan çalışmalar içinde olanlarla bizim bunları birarada tutmamız mümkün değil. Burada da hassas davranmamız gerekiyor.

Sadece FETÖ, en başından itibaren tüm gücünü, imkânını ve zamanını devleti ele geçirme stratejisi üzerine kurmuştur. 15 Temmuz darbe girişimine karışan subayların kıdemlilerine, rütbelilerine baktığımızda 1980’li, 1990’lı yıllarda Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızdıklarını görüyoruz. 30 yıl boyunca çift kişilikli, daha da ileri gidiyorum, çok kişilikli bir hayat süren, sürekli takiye yapan, sürekli karşısındakileri aldatacak şekilde münafıkça davranan bu insanların haletiruhiyelerinin sağlıklı olabilmesi zaten mümkün değildir. İşte bu hastalıklı yapı 17-25 Aralık’ta polis ve yargı içindeki mensupları, 15 Temmuz’da da Türk Silahlı Kuvvetlerimizin içindeki malum değişik bir yapıyla askeri kılıktaki bu ne yazık ki teröristlerle harekete geçti ve o geceyi bu millete yaşattı. Açık konuşmak gerekirse; 17-25 Aralık’ta biz bu yapının karanlık yüzünü tamamen gördük. Ama anlaşılan o ki kimseye meramımızı anlatamadık. Şahsen konuşmalarımda “bunlar terör örgütüdür dedikçe” karşımdakiler ne diyordu biliyor musunuz? “Terör örgütü dediğiniz silahlı olur, kan döker, can alır” diyorlardı, köşe yazılarında bunları yazıyorlardı. Milletimiz bizim mesajımızı aldığını gerek mahalli seçimlerde, gerekse Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gösterdi aslında. Ama pek çok kişiye bu gerçeği anlatamadığımızı çok iyi biliyorum.

15 Temmuz’da ise bu ihanet şebekesi silahlarıyla ortaya çıktı, kan döktü, can aldı. Çünkü bunlar sıradan bir projenin ürünü değildi. Ve bunlar bu milletin vergileriyle beslediği, vergileriyle silahlandırdığı adeta bir terör örgütü olarak temayüz etti. Bizim yıllardır söylediğimiz bir gerçeği o gece kendi elleriyle tescil ettiler. FETÖ’nün gerçek niyetini zaten keşfetmiş olan milletimiz 15 Temmuz gecesi devletten çok daha hızlı, çok daha etkili, çok daha kararlı bir şekilde bu kanlı ihanet şebekesinin karşısına dikildi.

Şimdi burada bir arayla şunu söylemek zorundayım: Bakınız teşkilat şeması şöyle önümüze geldiğinde, bu kişi sadece Türkiye’yi ele geçirme veya Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ele geçirme hesabı içinde olan bir meczup değil veya bir terörist başı değil. Ya? Bakıyorsun ki en tepe noktaya geliyor orada kâinatın imamı olarak geçiyor. Ve işte Mısır gazetesine yaptığı röportajında ne diyor? “Biz şu anda 170 ülkede bu eğitim-öğretim çalışmalarını yapıyoruz” kılıf bu. Bu ne demektir biliyor musunuz? Yani biz 170 ülkede o ülkeyi ele geçirmenin şu anda gayreti içindeyiz. Ve o okullarında kimler okuyor biliyor musunuz? O ülkelerin devlet başkanından hükümet başkanına ve en ileri gelen kişilerin çocukları, onları yetiştiriyorlar. Ne yapacak o çocuklar yarın? O ülkede en üst düzeyde yönetici olacak, politikaya girecek, şu olacak, bu olacak ve başladılar da zaten ve birçok yerde şu anda onlar bu tür görevler üstlenmeye başladılar. Türk Cumhuriyetlerinde şu anda bu tür aktif görevleri var. Ve gittiğim her yerde devlet başkanlarına, hükümet başkanlarına belgelerle bunları anlatıyorum, şimdi onlar hala beni anlamakta zorlanıyorlar. Haklı olarak şunu söylüyorlar: “Ama biz bunları buraya sokmak istemediğimiz zaman sizler bize şöyle dediniz, böyle dediniz” diyorlar, bu yönde de haklılar. Niye? Bizde bir şeyi anlamıyorduk, Türk okulu, başında o yazıyor ya. Dün Bakanlar Kurulu Toplantısında onu söyledim, hemen dedim bir düzenleme yapalım, Bakanlar Kurulu kararıyla oluyorsa öyle yapacağız veyahut da KHK içerisine sokup dünyadaki bizim bilgimiz dışında nerede Türk-Türkiye unvanı varsa bunların hepsini yasaklamamız lazım. Hemen dışişleri bakanlıklarına bunları bildirelim ve o ülkelerin yönetimlerine bunu bildirmek suretiyle bir defa bu unvanların yasaklanmasını isteyelim, çünkü bunun üzerinden prim yapmaya çalışıyorlar, hala bu mevcut.

Benim şimdi geleceğim yer, kainat imamı böyle, bitmiyor kıtaların imamları var, bitmiyor ülkelerin imamları var, bitmiyor o ülkelerde her meslek grubunun imamları var. Silahlı Kuvvetlerin imamı var, polisin imamı var, yargının imamı var, şimdi bunların hepsini görüyoruz değil mi? Hepsini takip ediyoruz. Bakıyorsunuz, sanayide, ticarette, birçok şeyde, hepsinde buna göre örgütlenmeye gitmenin adımlarını atmışlar. Bütün bunlara rağmen, öyle veya böyle ben milletimin ferasetine inanıyorum ve o feraset 15 Temmuz gecesi kendini ortaya çok açık, net koydu. Vatandaşımızın şahadete yürüyüşü işte bütün hesapları alt-üst etti. Bu millet büyük bir millet ve bu millet, Allah onlardan razı olsun, Rabbim inşallah makamlarını cennet etsin, onlar Peygamberimizin en yakın komşuları ve o makamda taltif edilecekler, biz böyle öğrendik, böyle inandık.

Ve o tankların üzerine gidişleri, F-16’lardan kaçmayışları… Bakın şu Külliye’nin etrafında 29 şehidimiz var, 36 yaralımız var ve burada fidanlar gitti, aslan gibi delikanlılarımız gitti. Ama bunun yanında yaşlı amcalarımız, hanım kardeşlerimiz de gitti, ama onlar Allah’a yürüdüler, şahadete yürüdüler. Bunları bu mekanın etrafında yaşadık. İşte İstanbul’da 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nün üzerinde 39 şehit verdik, orada yaşadık. Burada Özel Harekat’ta 55-56 aslanımız şehit oldu, burada bunları yaşadık. Parlamento binamız biliyorsunuz F-16’larla bombalandı. Bu kadar alçakça, bu kadar haince bunları yaptılar, ama bütün bunların karşısında 29 gün sabahlara kadar bu millet meydanlardan çekilmedi, üzerine düşeni yapmaya devam etti, onlar nöbete devam ettiler. Artık sıra devlet olarak, Hükümet olarak, devletin şehirlerimizdeki temsilcileri olarak sizlerdedir, bizlerdedir.

Değerli kardeşlerim;

Türkiye 15 Temmuz darbesini geride bıraktığında içeride ve dışarıda pek çok kimse şöyle bir beklentiye kapılmıştır: Bu ülkenin böylesine bir badirenin etkilerinden kurtulması yıllar sürer diye düşünenler olmuştur. Evet, herkes böyle düşünüyordu, böyle bekliyordu. Ama biz ne yaptık? Darbenin üzerinden 40 gün geçmeden Suriye’de uzun süredir planladığımız Cerablus operasyonunu başlattık. Bununla kalmadık, PKK terör örgütüne sınır içinde ve dışında tarihinin en büyük operasyonlarını yürüttük, yürütüyoruz. Bazı arkadaşlar, bazı dostlar şunu söylediler; “niye cepheyi genişletiyoruz” diyenler oldu. Bazı bu işleri çok iyi bilenler televizyon ekranlarından şunu söylemeye başladılar; “Bu kadar cephe genişletilmez, bu kadar cephede bu yapılmaz, edilmez” diye.

Değerli arkadaşlar;

Bir defa şuna inanmamız lazım, cephelerin genişlemesi veya daralması, bütün bunların hepsi bir iman meselesidir. Bu ülkede biz askeriyle, polisiyle 1 milyon insan besliyoruz, bütün bunların yanında evvel Allah bu milletin kendisi “ben varım” dedi, 15 Temmuz’da. Bu millet ben varım dediğine göre, bu cephelerin hepsi bizim için çok çok küçüktür, geniş cephe değildir, onun için biz mücadelemizi orada da sürdüreceğiz. Sabır, sabır, sabır, sabrettik… Gaziantep’te işte 56 tane insanın, bunların içinde 5 yaşında, 6 yaşında ve sadece genç olarak 29 kişinin ölmüş olduğu, şehit olduğu o Gaziantep’te bütün bu olayları yaşadıktan sonra, hala birilerinden müsaade mi alacaktık, hala birilerini mi bekleyecektik? Bekleyemezdik, onun için de bütün imkanlarımızı seferber ettik, dedik ki, “önce Cerablus operasyonu başlayacak.” Nerede? Sınırımızda, Karkamış’ta, burası bu kadar rahatsız edilemez. Aynı şekilde Kilis, sürekli biliyorsunuz havan toplarıyla, topçu atışlarıyla rahatsız edildi; bir yere kadar. Ve şu anda Cerablus’ta artık DEAŞ diye bir şey kalmadı, onlar kaçacak biz kovalayacağız. Rai’de aynı şekilde, orada da adımlarımızı attık, orada da yürüyoruz, devam edeceğiz. Nereye kadar? Onu da açıklamaya gerek yok, bizim de kendimize göre bir planımız var.

Bu plan nedir? Bu plan, Türkiye’nin sınırlarını güvence altına alma planıdır. Biz bir terör koridorunun oluşturulma gayretlerine evet diyemeyiz. Hem burada diplomatik görüşmelerimizi yaptık, yapıyoruz, yapacağız, ama bir diğer taraftan da biz bu sınırlarımızı terör koridoru olmaktan çıkartıp bir barış koridoru haline getireceğiz. Bizim Suriye’nin topraklarında zerre kadar gözümüz yok.

Değerli kardeşlerim;

Biz 20 milyon kilometrekareden 780 bin kilometrekareye kadar küçülmüş olan bir devletiz, bir ülkeyiz, bir milletiz. Biz tokluğu gördük ve şu anda da kimsenin topraklarında bizim gözümüz yok, ama herkes de haddini bilmeli. Öyleyse bu adımları da atarken biz bu kararlılık içerisinde atıyoruz, orada bizim kardeşlerimiz var. Cerablus’ta Türkmen’iyle, Arap’ıyla bir zulüm yaşanıyor, onlara yapılan bu zulmü def etmek de bizim görevimizdir. Bizim topraklarımız 780 bin kilometrekare ama, bizim gönül topraklarımız çok geniş. Kardeşlerimiz, işte biz o çok geniş olan gönül toprakları üzerinde oynamalıyız. Onun için de oralarda gelin diyen o insanları biz yalnız bırakamayız.

Neymiş, efendim, uluslararası hukukta, ee, o ülkenin hükümeti sizi çağırmazsa oraya giremezsiniz. Kusura bakmasınlar, biz asıl o ülkenin sahipleri olan halkın davetine icabet ediyoruz. Zaten o ülkenin yönetim zalim, 600 bin insanı öldüren bir katilden mi izin alacağız? Zaten iş bu noktaya gelmeseydi şu anda Suriye çok daha farklı bir konumda olacaktı. Ne yazık ki o güzelim Suriye’yi bu hale getiren bu yönetim, bunun arkasında nasıl durulur? Ve Cerablus Operasyonun başarısı Suriye’deki tüm dengeleri alt-üst etti. Tabi başarı beraberinde yeni imkanları, yeni fırsatları da getiriyor. Türkiye’nin Suriye operasyonlarının hiç unutulmayan ve hesap edilmeyen bir şekilde hızlı ve başarılı yürümesi dünya kamuoyunun bölgeye bakışını da değiştirdi. Bundan sonra bölgede Türkiye’nin içinde olmadığı, Türkiye’nin rızasının alınmadığı hiçbir senaryonun devreye sokulması mümkün değildir. PKK’nın, PYD’nin, YPG’nin o yoğunlaşan eylemlerinin bugün Suriye’de kaybettiği, yarın Irak’ta kaybedeceği kazanımlarının sancısı olduğu çok açıktır, çünkü aynı sıkıntı şu anda ne yazık ki Irak’ta da var. Bölge halkı da örgütü yalnız bırakmıştır, onu da söyleyeyim. PKK gerek eleman temini noktasında, gerek eylemlerine yerel destek bulma konusunda ciddi sıkıntı içindedir, çünkü bölge halkı da artık örgütün kimlerin taşeronluğunu yaptığını, kendi evlatlarını kimler için ölüme gönderdiğini görüyor. Geçtiğimiz yılın Temmuz ayında çeşitli ilçelerimizde birçok yaşanan hadiseler zaten bölge halkının örgütle arasına mesafe koymasına yol açmıştı, şimdi de PKK’nın 15 Temmuz’da FETÖ’nün başaramadığı kan dökme işini devraldığını tüm milletimizle birlikte bölge halkı da yakından takip ediyor.

Darbe girişimi gecesi bölgedeki pek çok şehrimizde vatandaşlarımızın Türk Bayraklarıyla sokaklara dökülmesi, demokrasi nöbetlerine yoğun ve samimi katılım sağlaması bu durumu gösteriyor.

Ben şu anda dünyaya buradan bir daha sesleniyorum; bakınız, benim milletim F-16’larla bomba yağdırılırken, helikopterlerle aynı şekilde taranırken, tanklar üzerine gelirken onlar elinde silahla yürümediler, onların elinde tek silah vardı, o da bayrağıydı, bir diğer silahı da imanıydı, onlar da onunla yürüdüler ve bu neticeye de böyle ulaştık. İnşallah PKK ve iltisaklı kuruluşların devirlerinin kapanmaya doğru gittiği bir dönemdeyiz. Terörle mücadelede verdiğimiz her şehidimiz yüreğimizde açılan bir yaradır. Ama şunu da biliyoruz ki; “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” Eğer uğurunda ölen yoksa sadece kuru bir tarladır, vatan olması için uğurunda ölenlerin olması lazım, şehit kanlarıyla yoğurulması lazım.

Değerli arkadaşlar;

Gerek FETÖ, gerekse PKK terör örgütüyle mücadelenin önemli bir boyutunu da bunların kamu görevlileri içindeki uzantılarının tasfiyesi oluşturuyor. FETÖ konusunda ilan ettiğimiz olağanüstü hal çerçevesinde süratli birtakım adımlar attık, atmaya devam ediyoruz. Aynı süreci PKK terör örgütünün kamu kuruluşları içindeki destekçileriyle ilgili de yürütmeye başladık. Sizlerden ricam, bulunduğunuz illerde bu konuda kararlı ve dikkatli çalışmalar yapmanızdır.

Benim şu tavsiyem: Sizlerden memurları açığa alma noktasında bir yarışa girmenizi istemiyorum, sadece adil davranmanızı istiyorum. Çünkü bizim değerlerimizde zulüm yoktur, adil davranalım, zulüm edenleri yerinden alalım, çünkü onları yerinden almaktır zaten adil davranmak, almazsak zulme devam olur. Ne tek bir terör örgütü mensubunun devlet içinde kalmasına, ne de tek bir mazlumun zarar görmesine izin vermeyecek bir hassasiyetle çalışmalarınızı yürütmek mecburiyetindesiniz. Devlet içinde bıraktığınız her bir terör örgütü mensubundan dolayı da, özensizlikten dolayı zarar gören her bir mazlumdan dolayı da çok büyük vebal altında kalacağınızı bilmelisiniz. Devletin devlet gibi davranmadığı yerde meydan terör örgütü mensuplarına kalır, onun için meydanı boş bırakmayacağız.

Efendim, işte şu milletvekilleri şöyle diyor, şu bakanlar şöyle diyor. Değerli arkadaşlar, katiyen, eğer bu tür sıkıştırmalar vesaire varsa İçişleri Bakanımız burada, görüşün, Başbakanımız hakeza, ben 24 saat telefonlarım açıktır görüşürsünüz veya atlar gelirsiniz. Benim telefonumun saati yoktur, 24 saat telefonum açıktır, bunu bilmenizi istiyorum. Ve aynı şeyi de sizden istiyorum, yani ben bir valiyi aradığım zaman, gece 1’de ararım, 2’de ararım, 3’de ararım, belki de içinizde aradığım vali arkadaşlar vardır, ya bu saatte de aranır mı? Yani bunu hiçbir valimin dememesi gerekir, diyemez. Dedim ya, valinin görevi sabah 9, akşam 6 değil, 24 saat. Bu anlayışla çalıştığımız zaman bu devlet, devlet olur, aksi takdirde biz bir kabile olarak yaşamaya devam ederiz. Çünkü biz bir kabile devletinden buralara geldik diyenler var ama, ben onlara katılmıyorum, biz devlet doğduk, devlet olarak büyüdük ve bugünlere de öyle geldik Sizler devletin devlet gibi işlemesinden sorumlusunuz.

Birilerinin aklına devlet deyince hala o eski alışkanlıklar, o eski görüntüler geliyor olabilir, halbuki Türkiye ceberut devlet anlayışından “insanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışına geçeli çok oldu. En başta valilerimiz olmak üzere devleti temsil eden tüm görevlilerin bu anlayışla çalıştığına inanıyorum. Terör örgütleriyle mücadelemizi de kararlı, tavizsiz, kesintisiz ve aynı zamanda hakka-hukuka ve adalete riayet ederek sürdürmek durumundayız. Eğer en başta siz bu hassasiyeti göstermezseniz, aşağıya doğru hiçbir kamu görevlisinden bunu bekleyemezsiniz. Sizlerden yeni Türkiye’nin inşasına daha çok katkı sağlamanızı özellikle bekliyorum. Sadece terör örgütleriyle daha iyi mücadele ederek değil, bununla birlikte vatandaşlarımıza daha çok hizmet ederek, daha çok yatırım yaparak, daha çok gönül kazanarak bu kutlu mücadeledeki yerinizi almalısınız.

Değerli arkadaşlarım;

Zaman zaman vatandaşlarımdan bazı şikâyetler alıyorum. Nedir o? Diyorlar ki; valimiz bize çok yukarıdan bakıyor, alçak gönüllü değil, ulaşmakta çok zorlanıyoruz.

Değerli arkadaşlar;

Bu şikâyetlere yakışan valimizin olduğunu zannetmiyorum, ama demek ki bir sıkıntı bir yerde var veya olmuş, bundan dolayı bu şikâyet ta bana kadar gittiğim illerde gelebiliyor.

Değerli arkadaşlar;

Tevazuda toprak gibi olmalıyız. Hepiniz adeta bu konuda birer Mevlevi gibi davranın, toprak gibi olun, mütevazı olun. Asla bu konuda taviz vermeyin. Çünkü biz bu millete değerli arkadaşlar, efendi olmaya gelmedik. Gazi öyle diyor ya, efendi olmaya değil hizmetkâr olmaya geldik. Şimdi biz hizmetkâr olmanın tadına ulaşalım, bunu yapalım. Ve bu millet de yarın emri hak vaki olduğu zaman, ya bizim öyle bir valimiz vardı ki sorma ya, tam bir gönül ehliydi, onda gurur-kibir, hiçbir şey yoktu, tevazu ehliydi. Zamanı gelir bakarsın kamyonun şoför mahalline oturmuş fakir fukaraya kömür dağıtır, zaman gelir bakarsın hemen sosyal devletiz ya bununla ilgili bütün çuvalları doldurmuş yanına, kolileri almış yanına gelmiş fakir fukaraya, garip gurebaya erzak dağıtır. Bunu biz çok daha fazlasıyla duymamız lazım, buna ihtiyacımız var, buna muhtacız. Ve asla, yani biz vatandaşımızdan; ya çok gururlu, çok kibirli denilmesini değerli arkadaşlar, istemiyoruz. Çünkü bizim medeniyetimiz bunu gerektiriyor da onun için, buna çok ihtiyacımız var.

Ben bu duygularla bir kez daha sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum ve yaklaşan Kurban Bayramımızı şimdiden tebrik ediyorum. Tüm âlemi İslam’ın barışına, selametine, sağlığına inşallah vesile olmasını, tüm hüccacın dualarının kabulüne vesile olmasını, birliğimizin beraberliğimizin daha da artmasına vesile olmasını temenni ediyorum. Şehirlerimizdeki vatandaşlarıma en kalbi selamlarımı götürmenizi sizlerden rica ediyorum, kalın sağlıcakla diyorum.

Teşekkür ediyorum.