Bismillahirrahmanirrahim.
İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği’nin kıymetli temsilcileri,
Çok değerli kardeşlerim;
Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Esselâmü aleyküm ve rahmetullah ve berakâtüh. Ülkemize ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, bu gazi mekâna hoş geldiniz.
Dünyanın farklı ülkelerinden siz kardeşlerimizi, alimlerimizi, kanaat önderlerimizi ülkemizde misafir etmekten duyduğum memnuniyeti özellikle ifade ediyorum. İslam dünyasındaki sivil toplum kuruluşlarının birlik ve beraberlik içerisinde ortaya koydukları bu güzel görüntü için şu uhuvvet tablosu için her birinizi ayrı ayrı tebrik ediyorum.
Değerli kardeşlerim;
Biraz sonra genişçe üzerinde duracağım; ama son günlerde yaşadığımız saldırılar vesilesiyle şu hususu sizlerin huzurunda tüm milletimle, tüm dünyayla paylaşmak istiyorum: Türkiye, adları farklı da olsa aynı saiklerle hareket eden ve birbirleriyle yakın ilişki içinde bulunan terör örgütlerinin ortak saldırısı altındadır.
15 Temmuz’da FETÖ terör örgütü milletimize saldırdı. Bu hain yapı başarılı olamayınca, nöbeti hemen diğerleri devraldı. Bölücü terör örgütü PKK tarafından 15 Temmuz’dan bu yana yapılan saldırılarda çok sayıda polisimiz, askerimiz, köy korucumuz ve sivil vatandaşımız şehit oldu, yaralandı. Son olarak bomba yüklü araçlarla yapılan saldırılarda Diyarbakır’da 4’ü polis 7 şehidimiz ve 45 yaralımız; Van’da 1’i polis 3 şehidimiz ve 70 yaralımız; Elazığ’da bugün itibariyle 5 şehidimiz ve 217 yaralımız var. Son olarak da birkaç saat önce Bitlis’te mayın patlaması sonucu 5 askerimiz ve 1 korucumuz şehit oldu, 5 askerimiz de yaralandı. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza Allah’tan acil şifalar diliyorum.
Başbakanımız, beraberinde Genelkurmay Başkanımız ve bakanlarımızla hadiseyi yerinde incelemek ve gerekenleri yapmak üzere Elazığ’a gitti. Tabii Elazığ gibi uzun zamandır çevresinde terör eylemleri yaşanmasına rağmen, ‘huzurun ve kardeşliğin şehri’ vasfını korumuş bir yere saldırılmasını ayrıca önemli görüyorum. Tek başına bu son saldırı dahi amacın sadece ve sadece kan dökmek, acı yaşatmak, ülkenin ve milletin huzuruna kastetmek olduğunu tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Esasen son günlerdeki hadiseleri milletimizin şanlı 15 Temmuz destanına ve arkasından gerçekleştirdiği 20 günlük demokrasi nöbetlerine karşı yapılmış misilleme saldırıları olarak görüyorum. FETÖ’yle PKK’nın, DAEŞ ile bu örgütlerin arasında hiçbir fark olmadığı, hepsinin de aynı amaca hizmet ettiği bu saldırılarla bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Milletim şundan emin olsun: Şehitlerimizin, yaralılarımızın kanları asla yerde kalmadı, kalmıyor ve kalmayacaktır. Sadece 15 Temmuz’dan bu yana yurt içinde ve dışında yapılan operasyonlarda 182 terörist etkisiz hale getirilmiştir. Güvenlik güçlerimiz terör örgütüne yardım ettiği belirlenen 3 bine yakın kişiyi gözaltına almış, bunlardan 318’i de mahkemeler tarafından tutuklanmıştır. Yani Türkiye FETÖ denilen ihanet şebekesiyle mücadele ederken, PKK ile mücadeleyi asla bir kenara bırakmamıştır, bırakmayacaktır.
Zaman zaman bazı dostlar bize şu tür ifadeler kullanıyorlar: ‘Cepheyi büyütmeyelim.’ Bizim için zaten dar bir cephe söz konusu değil, biz bu mücadeleyi satıhta veriyoruz, belli bir hatta değil. Onun için neresi gerekiyorsa bu mücadeleyi bu millet tüm güvenlik güçleriyle beraber orada verecektir. Güneydoğuysa güneydoğu, doğuysa doğu, güneyse güney, neresi olursa... Suriye’nin kuzeyinde şu anda YPG’nin saldırıları var, ülkemize tehdit oluşturuyor; gerekirse orası… Her yerde bu mücadeleyi sürdüreceğiz.
Batı dünyası bizi bu mücadelede anlamamıştır, anlamıyor ve anlamayacaktır. Biz bunun farkındayız. Dürüst davranmadılar, dürüst davranmıyorlar; bunun da farkındayız. Ve biz gerek askeri operasyonlar, gerek polisimizin ve adliye teşkilatımızın yürüttüğü çalışmaları kesintisiz devam ettireceğiz. PKK’nın son günlerdeki saldırılarının gerisinde, bilgi paylaşımı ve teşvik anlamında FETÖ örgütünün de bulunduğunu anlamak için kâhin olmaya gerek yok. Türkiye’yi iç meselelerine mahkûm ederek Suriye’de ve Irak’ta ülkemizin bekasını tehdit edecek gelişmeleri oldubittiye getirmek isteyenlere şunu diyorum: Biz her şeyin farkındayız. Türkiye, hem bu ihanet örgütlerinin içerideki eylemleriyle baş edebilecek, hem de bölgedeki tezlerinin arkasında durabilecek güce, kudrete, imkâna sahiptir.
15 Temmuz darbe teşebbüsünün Türk Silahlı Kuvvetleri’ni, Emniyet Teşkilatımızın işleyişini felce uğrattığını sananlar yanıldıklarını işte operasyonlarda etkisiz hale getirilen PKK’lı teröristlerle, gözaltına alınan, tutuklanan işbirlikçileriyle görüşmüşlerdir. Sınırlarımız ötesindeki gelişmeleri de 15 Temmuz’da yaşadıklarımızdan bağımsız olarak yakından izlediğimizi, izlemeye devam edeceğimizi, verilen taahhütlerin yerine getirilip getirilmediğini takip etmeyi de sürdürüyoruz.
Değerli kardeşlerim;
Bu devlet bir çadır devleti değildir. Türkiye, 2200 yıllık bir devlet geleneğine, düzenli ordu tecrübesine sahip bir ülkedir. Cumhurbaşkanlığı forsumuzun etrafındaki yıldızlar, oraya estetik anlamda şık dursun diye konmamıştır. Her birinin anlamı vardır, anlamayanlara ve anlamak istemeyenler bu yıldızların ifade ettiği manayı tekrar tekrar hatırlatmaktan, söz yetmiyorsa bilfiil bunu göstermekten çekinmedik, çekinmeyiz.
Türkiye, terör örgütleriyle mücadele noktasında tecrübeler ve yaşadığı diğer krizler ışığında köklü bir yeniden yapılanma sürecindedir. ‘Bir musibet bin nasihatten evladır.’ Özellikle güvenlik alanında yürüttüğümüz çalışmalarla, istihbarat zafiyeti, operasyonel birimlerin koordinasyonu, teknolojik imkânların daha etkin kullanım gibi konulardaki eksikleri, aksaklıkları tamamen ortadan kaldıracağımıza inanıyorum. Nasıl 15 Temmuz meselesi ülkemizin ve milletimizin bünyesine sızmış FETÖ denilen kanser hücrelerini kesip atmamıza vesile olmuşsa, bu tür eylemlerde daha güçlü bir güvenlik yapısı inşa etme sürecimizi hızlandırmaktadır.
Bu vesileyle Diyarbakır, Van ve Elazığ saldırıları başta olmak üzere, son dönemde verdiğimiz güvenlik görevlisi ve sivil tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve aziz milletimize başsağlığı diliyorum. Yaralılarımıza Rabbimden acil şifalar temenni ediyorum.
Değerli kardeşlerim;
Biraz önce ifade ettiğim gibi Türkiye terör örgütleriyle yürüttüğü mücadele ve bölgesel sorunlar konusunda geliştirdiği inisiyatifler yanında gündemindeki tüm meseleleri takip etmeyi sürdüren bir ülkedir. Bu çerçevede bizim üzerinde en çok durduğumuz ve üzüldüğümüz hususlardan biri de; İslam dünyasının kendi içindeki ihtilafları, sıkıntıları çözemeyişidir. Maalesef İslam dünyasında yaşanan çatışmalara baktığımızda ölenin de Müslüman, öldürenin de Müslüman olduğunu görüyoruz. Gerçekten yürek parçalayıcı bu manzara karşısında bizlere düşen birliğimizi, beraberliğimizi, kardeşliğimizi, dayanışmamızı güçlendirmektir. İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy şöyle diyor: “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez; / Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.” Evet, tefrikaları bir kenara bırakamadığımız, yüreklerimizi hep birlikte çarptıramadığımız sürece bu acıları yaşamaya devam edeceğiz.
Türkiye’nin 15 Temmuz gecesi yaşadığı silahlı darbe girişimi bu bakımdan İslam dünyasının son imtihanı mahiyetindedir. Zira o birlik, o beraberlik öyle zannediyorum ki son asrın değil, belki de asırların en güzel örneğidir. Bir millet ki tankların altına kendisini atabiliyor, bir millet ki F16’ların yağdırdığı bombalardan yılmıyor, helikopterlerden gelen o mermilere asla aldırmıyor, Allah’ın izniyle bu millet mağlup edilemez, bu millet yok edilemez. Onun için milletimle iftihar ediyorum. Ve inanıyorum ki bu ümmet son dönemdeki bu gelişmeyi çok iyi değerlendirmelidir, bunun üzerinde ısrarla durmalıdır.
İstanbul Yenikapı, 5 milyonluk o toplantısıyla dünyaya bir mesaj vermiştir; o birliktir, o beraberliktir, o dayanışmadır. Orada ayrışma yoktu, orada şu siyasi parti, bu siyasi parti yoktu, orada Alevi-Sünni yoktu. O çağrıyı herkese yaptık ve elhamdülillah herkes oraya koştu geldi. 5 milyon İstanbul’da; ama Türkiye’nin 80 vilayetinde de herkes bunu dev ‘mega board’lardan takip etti.
Sizlerin bu darbe girişimi karşısında ülkemize, milletimize olan desteğinizi, dualarınızı ifade etmek üzere burada olduğunuzu biliyorum. Vefanız için, kadirşinaslığınız için, kardeşliğiniz için, dayanışmanız için sizlere şahsım, milletim adına teşekkürlerimi ifade ediyorum. Ama bu manzaranın yaygın ve yeterli olmadığını da üzüntüyle belirtmek mecburiyetindeyim. Az önce Pakistan’ın Senato ve milletvekilleri buradaydı, o temsilci heyetle de bunları konuştuk. Sağ olsun, onlar da başından itibaren Cumhurbaşkanı’yla, Başbakanı’yla sürekli irtibat halinde olduk, görüşmeler yaptık, şimdi de bu heyeti gönderdiler.
Tabii Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni gördükleri zaman durumun vahametini çok daha iyi anladılar. ‘Bu nasıl bir anlayıştır ki, bu nasıl bir yaklaşımdır ki milletin temsilinin olduğu bir yeri, bu milletin kendi paralarıyla almış olduğu uçaklarla bombalıyorlar, helikopterlerle bombalıyorlar’ dediler. İşte işin püf noktası burası.
Batılı ülkelerin, Batılı kurumların bu konudaki ikircikli tutumunu tasvip etmesek de anlayabiliyoruz. Paris’te teröristler 5-10 kişiyi öldürüyor, dünya liderleri nerede? Paris’te. Belçika’da olduğunda Brüksel’de... Burada bir darbe yapılıyor, bu darbe kime yapılıyor? Milletinin oylarıyla işbaşına gelmiş bir siyasi iktidara yapılıyor. Bu demokrasiye karşı yapılan bir darbe… Ve bu darbe yapıldığı halde bize hala akıl veriyorlar. Dedikleri ne? ‘Geçmiş olsun, üzgünüz.’ Arkasından, ‘Ama işte birçok asker görevinden alınıyor, memurlar görevinden alınıyor, bunu anlamakta biraz zorlanıyoruz, endişelerimiz var.’ diyorlar. Şimdi bunlara ne diyeceksin? Biz de onlara ancak şunu söylüyoruz: ‘Siz işinize bakın, biz işimizi biliyoruz.’ Çünkü bunlar hep bugüne kadar kendilerine karşı emir kulu aramışlar, emir kulu bulmuşlar. Biz kula kul olmayacağız, biz sadece Hakk’a kul olacağız, bu yolda böyle yürüyeceğiz.
Fakat bütün bunlar olurken İslam dünyasının da birkaç samimi dostu ve ülkeyi şöyle bir kenara koyarsak, önemli ölçüde böyle bir tavrın içinde olmasını anlayabilmemiz mümkün değildir. Bunları da biliyoruz, onu söyleyeyim. Kimin ne olduğunu, ne düşündüğünü, hangi hesaplar içinde olduğunu da biliyoruz. Gün ola harman ola. Hangi ülke sınırları içinde yaşarsa yaşasın İslam dünyasındaki halkların, toplumların kalplerinin bizimle attığını elbette gayet iyi biliyoruz. Gönül sınırlarımızın fiziki sınırları aşan bir güce sahip olması çok önemlidir, ama yeterli değildir.
Uluslararası ilişkiler, ülkelerin Birleşmiş Milletler başta olmak üzere farklı platformlarda ortaya koydukları dayanışmanın gücüyle doğru orantılı olarak yürüyor, böyle şekilleniyor. Türkiye olarak uzun bir süredir uluslararası sistemin çarpıklıkları konusundaki itirazlarımızı ‘Dünya 5’ten büyüktür’ ifadesinde sembolleşen şekliyle her platformda dile getirdim. Dünya 5’ten büyüktür. Bu 5 ülkenin iki dudağının arasına dünyadaki 196 tane ülkeyi mahkûm edemeyiz. Bu 5 tane ülkenin içinde Müslüman var mı? Yok. Her kıta orada teslim ediliyor mu? Yok. Dünyada 1 milyar 700 milyon Müslüman var, bu 5 ülkenin içinde bunlar yok. Bu dünya adil olamaz. Öyleyse bu 1 milyar 700 milyon Müslümanı temsil eden ülkelerin yöneticileri bu işi zorlamak zorundadır. Hakkımızı arıyoruz, artık dünya, Birinci Dünya Savaşı’nın şartları altında yaşamıyor, dünya değişim geçirdi. Bunun güncellenmesi lazım. Öyleyse Birlemiş Milletler eğer dünyada barışın, dostluğun, dayanışmanın temsili konumunda bir kuruluşsa, bir kurumsa, bunun adımlarını atmak zorundadır. Öyleyse bunu hep birlikte yapmak zorundayız. Bunu da her gittiğim yerde anlatıyorum, anlatmaya çalışıyorum. Tabii biz dünyadaki tüm mazlumlar, mağdurlar, ezilenler, bütün bunlar adına düşüncemizi gündeme getiriyoruz. Bunların böyle bir derdi var mı? Yok.
Bakın şimdi dünyada en az gelişmiş ülkeler veya en az gelişmiş ülkelerin insanları, bütün bunlara yönelik yardım kampanyalarına bakıyorsunuz; Türkiye, Amerika’dan sonra ikinci sırada. Fakat daha enteresanı, gayrisafi milli hasılaya göre baktığınızda Türkiye birinci sırada. Nerede bu zenginler? Hani o gayrisafi milli hasılası kişi başına 100 bin dolarları aşanlar, nerede bunlar? Bunlar niçin acaba bu destekleri vermiyorlar? Onların derdi başka. Onların derdi, ‘Acaba Afrika’nın ülkelerinde altın nerede daha fazla, gümüş nerede daha fazla, petrol nerede daha fazla, oralara nasıl ineriz, nasıl kalkarız’; bunun derdi içindiler, hep bu arayış içindeler. Acı bir tespitle belirtmek durumundayız ki bu mazlumların ve mağdurların çok büyük bir bölümü zaten Müslüman toplumlardan oluşuyor.
Kendisi tevhit dini, yani birlik dini, vahdet dini olan bir inancın mensuplarının birbirlerinden bu kadar uzak, bu kadar dağınık, bu kadar çatışma içinde olmasını şahsen ben kabullenmekte zorlanıyorum. Rabbimiz, tabii bunu hep söylüyoruz, ama uygulamaya gelince uygulamıyoruz, “Müminler ancak kardeştirler” emriyle birlikte “Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin” buyuruyor. Eğer bugün Rabbimin merhametine nail olamıyorsak, dönüp kardeşliğimizin gereğini ne derece yerine getirebildiğimiz konusunda kendimizi sorgulamalıyız. Ortadoğu yanarken, Kuzey Afrika ısınırken, Avrupa’daki, Amerika’daki Müslümanlar sıkıntıdayken, hala bu muhasebeyi yapamıyorsak yazık bize. Türkiye’nin maruz kaldığı 15 Temmuz darbe girişiminin sebeplerinin ve milletimizin bu tehdit karşısında ortaya koyduğu onurlu tavrın dahi tek başına bizlere bir çıkış yolu gösterdiğine inanıyorum.
Değerli kardeşlerim,
Bizim medeniyetimiz merhamet, şefkat, sevgi ve adalet medeniyetidir. Müslümanlar olarak ne zaman ki birliğimizi ve beraberliğimizi kaybettik, işte o zaman bu değerlerden uzaklaştık. İslam adına, Müslümanlar adına mücadele ettiğini söyleyen, ama sadece ve sadece Müslümanlara zarar veren anlayışlarda eksik olan işte bu ulvi değerlerdir. Kendimiz olmaktan çıktığımızda, başkalarının oyuncağı, aracı, piyonu haline dönüşmemiz kaçınılmazdır.
Türkiye olarak özellikle son 14 yıldır kendimiz olmanın, özümüze dönmenin, kendi tarihimizden tevarüs ettiğimiz kadim değerlerimizi canlandırmanın gayreti içindeyiz. Demokrasiyle yönetilen bir hukuk devleti olan Türkiye’nin geçmişiyle bugününü buluşturmada gösterdiği ahenk aslında çok önemlidir, tüm İslam dünyasının muhtaç olduğu işte bu anlayıştır.
Müslümanlar olarak ihtiyacımız olan tek şey, Kur’an-ı Kerim’in ve Sevgili Peygamberimizin bize gösterdiği yoldan yürümektir. Bu yol şu anda tüm dünyanın referans aldığı demokrasiyi de, hukuk devletini de, temel hak ve özgürlükleri de kapsayan çok daha geniş, çok daha zengin, çok daha emin bir yoldur. İslam’ı ve Müslümanları terörle, terör örgütleriyle, vahşetle, sefaletle, cehaletle özdeşleştirmeye çalışanların amacı, medeniyetimizin işte bu ışığını örtmektir.
İslam, bir defa vahşet dini değildir, terör dini asla… Burada huzurumda ulema var, ben onlara ders verecek değilim; ama bir talebiniz olarak öğrendiğim bir şey var, o da nedir? O da İslam “slm” kelimesinden gelmedir, anlamı barıştır. Barış dini olan İslam’a kimse terörü yakıştıramaz ve terörü bir sıfat olarak İslam’ın önüne koyamaz, buna hakkı yoktur. Terörle İslam’ı bir araya getirmeye çalışanlar, dünyadaki tüm Müslümanlara saygısızlık yapmaktadır. DAEŞ İslam’ın temsilcisi değildir, DAEŞ İslam’ı şu anda tamamıyla gölgeleyen, maalesef İslam’a karanlık bir atmosferi düşüren bir terör örgütüdür. Hiç bir zaman bizler DAEŞ’in yanında yer alamayız.
Bize, ‘DAEŞ’e yardım ediyorsunuz’ diye saygısızlık yapanlar önce bunu bilmeleri lazım. Önce kendilerini şöyle aynanın karşısına bir geçirmeleri lazım. Niye? Çünkü bunu söyleyenler DAEŞ’e yardım ediyorlar. Biz, ‘Suriye’ye mühimmat atmayın, attığınız mühimmatların yarısı YPG’ye, yarısı da DAEŞ’e gider’ dediğimiz zaman bize inanmayanlar, daha sonra DAEŞ’in elinden kendi silahlarının, kendi mühimmatlarının çıktığı bizzat gördüler, dünyaya bunları da biz görüntüleriyle verdik. Kimi aldatıyorsunuz?
Kardeşlerim;
Pakistan’dan alın Afganistan’a gelin, Irak’a gelin, Suriye, Filistin, Mısır, Libya, Tunus, bütün bu adeta hilal gibi olan bölgede dönen dolapların arkasında kimlerin olduğunu gayet iyi biliyoruz. İslam dünyası silah tüccarlarının bir pazarı haline gelmiştir. Pazarlama tekniklerini de gayet iyi biliyorlar, önce yardım, sonra ‘sendeki madenler, sendeki paraları ver’ diyorlar, böyle çözüyorlar bu işi.
Şunu burada açık ve net olarak ifade etmek isterim; güneş nasıl balçıkla sıvanmazsa, ne yaparlarsa yapsınlar medeniyetimizin ışığını da söndüremeyeceklerdir.
Bugün Batıda oluşturulmak istenen havanın adını öyle İslam korkusu, İslamofobi filan diyerek basitleştirmeye gerek yok. Yapılan işin adı açıkça İslam düşmanlığıdır, Müslüman düşmanlığıdır. İslam düşmanlığı yapanlara ihtiyaçları olan malzemeyi ise maalesef Müslümanların kendileri veriyor. İşte El Kaide, DAEŞ’i söyledim, Boko Haram gibi, El-Şebab gibi terör örgütlerinin bizzat İslam düşmanları tarafından bu aziz dine zarar vermek üzere kurdurulduğuna ve desteklendiğine inanıyorum.
Bu örgütlerin faaliyet gösterdikleri yerlerde zulümleri, yanlışları, çarpıklıkları, cehaleti istismar etmeleri, asıl amaçlarının İslam’a karşı malzeme üretmek olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Müslümanlar kendileri bu örgütlerin önünü kesemedikleri için, İslam coğrafyası dış güçlerin müdahalesine açık hale geliyor. Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Afganistan’da, Yemen’de ve daha pek çok yerde aynı oyun oynanmakta, aynı şablon uygulanmaktadır.
Kardeşlerim;
Müslüman feraset sahibi olmak zorundadır. Bizde bir söz var, ‘zor oyunu bozar’ derler. Şayet birliğimizi, beraberliğimizi sağlayarak bu oyunu bozamazsak daha çok Müslümanın Müslümana yaptığı zulümlerin ahını çekeriz. Biz Türk milleti olarak 15 Temmuz’da zorun oyunu bozacağının en güzel örneğini kardeşlerimize ve tüm dünyaya gösterdik. Öyle ya, tanktan, toptan, uçaktan, helikopterden daha büyük zor var mı? Yok.
Fitne, fesat, riyakârlık, gizlenme, saklanma, yalan dolan derseniz, onlardan da bolca olan bir ihanet örgütüyle karşı karşıyaydık, bunlarda her şey var. Maalesef takiyeyi ve tedbiri inanç kaidesi haline getiren, itikadî bir konu haline getiren, amaçlarını gerçekleştirmek için her türlü yolu mubah gören bu örgütün asıl niyetinin biz de maalesef uzun yıllar farkına varamadık. Fakat görünüşte Müslüman, ama özünde İslam’ın düşmanı olanlara hizmet eden bu ihanet çetesi 2010’dan bu yana çeşitli vesilelerle kendini ele vermeye başlamıştı. 15 Temmuz ise bu örgütün en son, en bariz ve en alçak ihanet girişimi olmuştur.
Kıymetli kardeşlerim;
Konuşmamın başında kısaca değindiğim gibi 15 Temmuz gecesi ülkemiz FETÖ örgütüne mensup bir grup asker elbisesi giymiş teröristin darbe girişimine maruz kalmıştır. Şu an çatısı altında bulunduğumuz Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Genelkurmay Başkanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı Yerleşkesi, Emniyet Özel Harekât, Boğaziçi Köprüsü’nün üstü, bu tür yerler çok yoğun saldırılara uğramıştır.
Emniyet Özel Harekât’ta 53 aslanımız şehit oldu, Boğaz Köprüsü ve civarında 39 kardeşimiz şehit oldu, burada caminin önünde 6 kardeşimiz şehit oldu, toplam 240 kardeşimiz... Bunların içinde destansı kahramanlarımız var, bunlara tek tek girecek değilim. Bir hanım kardeşimiz vücudu zırhlı taşıyıcıyla ikiyi parçalandı. Bunlar bu zırhlı taşıyıcıların, tankların hepsinin üzerine gittiler. Bir genç yavrumuz tankın altına kendini atıyor, bir tanktan çıkıyor, öbür tankın altına kendini atıyor. Bu bir iman meselesidir Ben onlara hayran kalıyorum, onlara hayran olmamak mümkün değil.
Tarihimizde ilk defa milli iradenin sembolü olan Türkiye Büyük Millet Meclisi uçaklar tarafından bombalanmıştır. Ve Batı demokrasi diyor; ne demokrasisi? Almanya’da toplantı yapılacak ‘darbeye karşı demokrasinin yanında’ diye, oradaki Türk kökenli sivil toplum kuruluşları Köln’de bir toplantı yapacaklar. ‘Cumhurbaşkanımız da video konferansla buna katılsın’ istiyorlar, müracaat ediyorlar. Bunlar güya demokrat ya, yerel mahkeme ‘hayır’ diyor. Anayasa Mahkemesi’ne gidiyorlar, Anayasa Mahkemesi iki saat içerisinde o da ‘hayır’ diyor. Fakat iki yıl önce terör örgütü olarak kabul ettikleri PKK’nın terörist liderlerini video konferansla Almanya’da konuşturtuyorlar.
4 bin terörist dosyası verdim Almanya’nın Şansölyesine. Sordum, ‘Ne oldu bunların akıbeti?’ dedim. Dedi ki, ‘500 tane daha geldi 4 bin 500 oldu. İşte yargı biliyorsunuz bağımsızdır çalışıyorlar’ dedi. ‘Çok da uzun sürmedi mi? Geciken adalet, adalet değil hükmünü nereye koyacaksınız?’ dedim. İşlerine geldiği zaman iki saatte karar veriyorlar. Ama teröristlerin listesini veriyoruz, burada 3 senedir, 4 senedir onlarla ilgili bir karar veremiyorlar. Bunu söylediğimiz zaman da rahatsız oluyorlar beyler. İsteseniz de, istemeseniz de biz hakkı söylemeye, doğruyu söylemeye devam edeceğiz.
İşte bu son hadise sebep olduğu onca acıya, sıkıntıya, yıkıma rağmen ülkemiz, milletimiz ve tüm İslam dünyası için hayırlara vesile olmuştur. 15 Temmuz darbe girişimiyle FETÖ’nün 40 yıldır ‘hizmet, eğitim, diyalog’ diyerek gizlemeye çalıştığı kirli ve karanlık yüzü açıkça ortaya çıkmıştır. Milletimizle beraber tüm dünyaya, bu örgüt, ne kadar cani olabileceğini, emellerini gerçekleştirmek için masum kanı dökmek dâhil, her türlü yola başvurabileceğini göstermiştir.
Bu örgüt sadece Türkiye için değil, faaliyet gösterdiği tüm ülkeler için tehdit teşkil ediyor. Değişik ülkelerden burada temsilciler var, bu örgütün de hepinizin ülkesinde faaliyetleri var. Buna karşı sizlerin bir defa bunların oralardaki kuruluşlarının süratle kapatılmaları; Maarif Vakıflarımız var, şu anda Yunus Emre Vakfımız var, aynı şekilde TİKA’mız var, aynı şekilde değişik vakıflarımız var, bunlarla ülkelerinizin Milli Eğitim Bakanlıklarıyla müşterek çalışma içerisine girme şansımız var.
Biz 15 Temmuz’da ülkemizin yaşadığı acı tecrübeyi başka ülkelerin, başka dostlarımızın yaşamasını asla istemeyiz. Bunun için de 40 yıldır milletimizin emeğini, alın terini sömüren sinsi bir kanser hücre gibi devlete sızan bu örgütü biz temizlemekte kararlıyız. Dünyadaki tüm dostlarımızı da örgütün faaliyetleri ve niyetleri konusunda bilgilendiriyor, gerekli önlemleri almaları için onlara çağrıda bulunuyoruz. Nitekim bazı dost ülkeler kendilerini bekleyen tehlikenin farkına vararak şimdiden FETÖ’ye bağlı kurumlar ve şahıslar hakkında tedbir almaya başladılar. ‘Yılanın başını küçükken ezmeli’; bu gerçi bayağı olgunlaşan bir yılan bayağı büyüdü. FETÖ ile mücadeleye ne kadar erken başlanırsa, ne kadar önce önlem alınırsa, bu örgütün tehdit oluşturmasının önüne o kadar erken geçilecektir.
Şu anda biz Amerika Birleşik Devletleri’nden, Başkan Sayın Obama’dan yaklaşık 1 yıl kadar önce bizzat kendisini istedim. ‘Evraklar, belgeler?’ dediler. Bu son olaylardan sonra kendisinden tekrar istedim. Ve 85 koli şu anda Amerika’ya gönderdik, incelendiğini söylediler. Ve bizler de şu anda bir taraftan gelen belgeleri, bilgileri göndermeye devam ediyoruz. Biz bu konuda tüm dost ülkelere, tüm kardeşlerimize yardımcı olmaya, örgütün işgal ettiği ne kadar alan varsa orada boşluk oluşmaması için elimizden gelen her türlü yardımı yapmaya hazırız. Biz Amerika’ya diyoruz ki; ‘Biz stratejik ortak değil miyiz? Bizim aramızda suçluların iadesi yok mu?’ Öyleyse, siz bizden teröristleri istediğiniz zaman biz sizden belgeleri istemedik ki. Sadece ‘Suçluların İadesi Anlaşması’na dayalı olarak hemen o teröristleri biz size verdik. Şimdi biz de sizden bir teröristi istiyoruz. Ve bu teröristin bize verilmesi, suçluların iadesine tabi... Bununla ilgili verilmiş olan mahkeme kararları da artık elimizde var ve bunların bir kısmını size gönderdik, hala da göndermeye devam ediyoruz. Kaldı ki bırakın da biz yargılayalım onu. Bunu bu kadar uzatmamızın anlamı yok. Bakın ülkemizdeki gelişmeler bu noktada çok daha farklı istikamete gidiyor. Bir stratejik ortak, stratejik ortağı için işini zorlaştırmamalı, tam aksine kolaylaştırmalı, sizden bunu bekliyoruz. Ve siz kıymetli dostlarımızdan da bu konuda destek bekliyoruz. Çünkü sağlam bir dost, insana verilmiş en kıymetli, en değerli hediyedir.
Şundan lütfen emin olun: FETÖ ile mücadele, sadece Türkiye’nin meselesi değildir. Bu örgütle mücadele, tüm Müslümanların, –altını çiziyorum- ‘sahih İslam geleneğini muhafaza etmeyi’ düstur edinen tüm alimlerin, tüm liderlerin, tüm kanaat önderlerinin de meselesidir, böyle olmak zorundadır. FETÖ’nün dine, insan hayatına, bizi biz yapan değerlere yaklaşımları itibariyle diğer terör örgütlerinden hiçbir farkı yoktur, hatta daha da tehlikelidir.
Bunlar FETÖ’yü kendilerine ‘şah damarından daha yakındır’ diyecek kadar İslam dışı. Bize şah damarından daha yakın olan sadece Allah’tır, Rabbimiz bize şah damarından daha yakındır. Eğer buna eş bir ifade kullanılıyorsa, benim öğrendiğim kadarıyla bu şirktir ve dolayısıyla kişiyi tamamen sapkınlığa götürür, zaten bunlarda da bu var.
İslam’ı ve İslam’ın değerlerini istismar ederek ortaya çıkan bu terör örgütlerinin ülkelerimizde zemin bulmasına, gençlerimizi, geleceğimizi çalmasına, kanımızı dökmesine asla izin vermemeliyiz. Liyakat ve ilim sahibi din adamlarımız, münevverlerimiz, müfessirlerimiz üzerlerine düşen görevi yapmalı ki ortalık FETÖ elebaşı gibi şarlatanlara, insan müsveddelerine kalmasın. Ben Müslümanların el ele verdiği takdirde namlularını bize doğrultmuş, canımıza kast eden tüm bu kukla örgütlerin üstesinden geleceğimize inanıyorum.
Saygıdeğer kardeşlerim;
Bu düşüncelerle sözlerime son verirken böylesi kritik bir dönemde ülkemizle ve milletimizle dayanışmanızı ortaya koyduğunuz için şahsım, milletim adına şükranlarımı sunuyorum. Ülkelerinizdeki tüm kardeşlerime en kalbi selam ve muhabbetlerimi iletmenizi özellikle sizlerden rica ediyorum. Bizleri biraraya getiren hasbihal etmemize, hasret gidermemize vesile olan kurumlarımıza ve yöneticilerine özellikle teşekkür ediyorum.
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.