Çok değerli muhtarlarımız,
Değerli kardeşlerim,
Hanımefendiler, beyefendiler;
sizleri en kalbi duygularımla hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı Külliyesine, milletin evine hoş geldiniz.
Muhtarlar Toplantımızın 22’ncisinde sizlerle bir aradayız. Bugün de Adıyaman, Afyonkarahisar, Bolu, Bursa, Çankırı, Diyarbakır, Düzce, Elazığ, Hakkari, Hatay, Isparta, Karabük, Ordu ve Samsun illerimizden gelen siz kıymetli muhtarlarımızı misafir ediyoruz.
Bu buluşmamızı Pazar günü Kızılay’da yaşanan terör saldırısının acısı ve üzüntüsü içerisinde gerçekleştiriyoruz. Bir kez daha Kızılay’daki terör eyleminde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı, yaralılara da acil şifalar diliyorum.
Değerli kardeşlerim;
Devletlerin ve milletlerin hayatlarında önemli dönüm noktaları, önemli yol ayrımları vardır. Türkiye bir süredir işte böyle bir yol ayrımındadır. Bir tarafta 2023 hedeflerimizle ve 2053 ve 2071 vizyonumuzla yeni Türkiye vardır, diğer tarafta ise terör örgütlerinin, içeride ve dışarıda onları destekleyen tüm güçlerin hayali olan karanlık Türkiye fotoğrafı vardır.
Bu mücadele yeni değildir, bu mücadele bir yönüyle Habil’le Kabil’den beri insanlık tarihiyle eş olan doğruyla yanlışın mücadelesidir. Bir diğer yönüyle yaşadıklarımız bin yıldır vatanımız olan bu topraklardaki varlığımızı kabul edemeyenlerin buldukları her fırsatta milletimize yaptıkları hücumların yeni bir dalgasıdır. Bir başka açıdan da mesele, ülkemiz üzerinde 100 yıl önce uygulanmaya başlayan planların tamamlanmaya çalışılması meselesidir.
Biliyoruz ki bu mücadelede PKK sadece bir araçtır, bir taşerondur, aynı şekilde DAEŞ sadece bir projedir. Pek çok farklı isim altında faaliyet gösteren, ama hepsinin de amacı aynı olan terör örgütleri sadece birer piyondur. Suriye ve Irak’taki gelişmeler madalyonun sadece bir yüzüdür. Asıl mesele; yeniden ayağa kalkan, güçlenen, dostlarının umudu haline dönüşen Türkiye’yi kendi akıllarınca tedip etme, ıslah etme, sindirme meselesidir.
Şundan emin olunuz: Bu noktada rahat olunuz, eğer Türkiye bugün kendisine dikte edilen bölgesel ve küresel politikaları boynunu eğip sorgusuz sualsiz yerine getiren bir ülke olsaydı, belki bu hadiseleri yaşamıyor olacaktık. Ama muhtemelen böyle bir Türkiye’nin ne toprak bütünlüğünü, ne de milli birliğini muhafaza edecek bu yöndeki projelere, bu oyunlara direnecek gücü olmazdı. Tarihin hiçbir döneminde esareti, zilleti, sömürge haline getirilmeyi kabul etmeyen milletimiz, ecdadımız böyle bir duruma zaten asla rıza gösteremezdi. Bu bakımdan bugün Türkiye’nin yaşadıkları, kökleri kadim tarihimize uzanan asil duruşumuzun kaçınılmaz bir sonucudur.
Bugünkü yol ayrımına ekonomimizle, savunmamızla, sanayimizle, bölgesel ve küresel etkinliğimizle 14 yıl öncesiyle mukayese kabul edilemez derecede iyi bir durumda yakalanmış olmamız, belki de milletimiz için ayrı bir şanstır. Hani bazıları diyor ya şimdi, bazı köşe yazarları vesaireler, Kandil’le adeta dirsek teması içerisinde şunu söylüyorlar: ‘Erdoğan gitmeli, Erdoğan gitmeden istikrar gelmez.’
Peki, 2002’nin sonundaki Türkiye’de istikrar mı vardı? 2002’nin sonundaki Türkiye’nin ekonomik hali ortadaydı, milli gelirimiz ortadaydı. Şu anda Erdoğan’ın geldiği dönemden sonra Hükümetimizle biz o zaman 1’e 5 katladık, ekonomik gücümüz bu denli arttı, kişi başına milli gelir bu denli arttı ve bunları yakalamak suretiyle de Türkiye G-20 ülkeleri arasında yerini aldı. Şu anda dünyanın en ileri 20 ülkesinden eğer bir tanesi olmuş, dünyanın en büyük 17. ekonomisi olduysak, bu dönemde oldu. Daha önce niye yoktu, daha önce niye giremedik buralara? Ama şimdi girdik ve oradayız.
İşte daha biliyorsunuz kısa bir zaman önce Antalya’da G-20 toplantısına ev sahipliği yaptık. 1970’lerin, 1990’ların o acı günlerini tecrübe etmiş Türkiye, şu ana karşı, geldiğimiz bu duruma karşı mukayese edilemez derecede geriydi. Ama şimdi bu bulunduğu zorlukların üstesinden gelme konusunda çok daha donanımlı, çok daha mukavemetliyiz. Hiç şüphesiz herkesin bir hesabı vardır. Biz mutlak hesap sahibi olan Rabbimize teslim olmuş insanlar olarak onlardan üstün olduğumuza inanıyoruz.
Değerli kardeşlerim;
Şimdi birileri diyor ki ‘Tayyip Erdoğan Türkiye’nin başından giderse terör biter, demokrasi gelir.’ Kim diyor bunu? Terör örgütünün Kandil’deki yöneticisi veya yöneticilerinden bir tanesi. Başka kim diyor? Amerika’daki, Avrupa’daki birtakım medya kuruluşları ve eski diplomatlar diyor. Yani Amerika’nın buradaki diplomatları diyor, ülkemizdeki birtakım aklıevveller diyor. Aslında bunların hepsi de aynı yerden beslenen, aynı projede görevli olan, aynı misyon için çalışan kişilerdir.
Peki, gerçekten de Erdoğan gidince Türkiye’de terör biter, ülkeye demokrasi gelir mi? Terör örgütü amacının sadece belirli şehirlerimizden ülkemizden koparmak değil, Türkiye’yi topyekun olduğunu açıkça söylemiyor mu? Peki, 2002’den önce Türkiye’de terör yok muydu? Terörün Türkiye’de mazisi 35 yılı buldu. Peki, o zaman terör esiyordu, Tayyip Erdoğan da ülkenin başında değildi; onu neyle izah edeceksiniz?
Bir defa, terörle demokrasi bir arada olabilir mi? Terör örgütü doğası gereği şiddet aracılığıyla çoğunluğu kendisine tabi kılmaya çalışan bir yapıdır. Halbuki demokrasi, çoğunluğun idaresinin ülke yönetimine hakim olmasıdır. Kızılay’da bomba patlatarak rastgele insanların ölümüne yol açan terör örgütünün demokrasiyle en küçük bir ilişkisi olabilir mi? Buna rağmen terör örgütü yöneticisiyle aynı dili kullanmaktan, aynı yaklaşımı sergilemekten çekinmeyenlere ‘terörist’ demeyeceğiz de ne diyeceğiz? Avrupa’daki, Amerika’daki o malum çevrelerin bu ülkenin ve bu milletin hayrına herhangi bir düşüncelerinin, niyetlerinin, çabalarının olması mümkün değildir.
Kardeşlerim;
PKK’nın, PYD’nin, YPG’nin ellerinden çıkan silahlara baktığımız zaman, yakaladığımız silahlara baktığımız zaman neyi görüyoruz? Ya Rus silahlarını görüyoruz, ya Batının silahlarını görüyoruz, bunun içinde Amerika’nın silahları da var, diğer ülkelerin silahları da var. Bunları söylemeyelim mi, konuşmayalım mı? Bu silahlar bu terör örgütlerine nasıl veriliyor?
Değerli kardeşlerim;
Avrupa Birliği biliyorsunuz PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmiştir. Peki, PKK’ya, terör örgütüne karşı acaba ne yapıyor, herhangi bir uygulaması var mı? Şu anda Avrupa Birliği üyesi ülkelerde bunlar cirit atıyorlar, para kaynakları oralarda ve oralardan destekleniyorlar. Bu desteklenmelere karşı takınılan bir tavır var mı? Yok. ‘Biz PKK’ya terör örgüt dedik’; böyle diyorlar. Ve bizi telefonla arıyorlar. Ankara’daki arka arkaya gelen bu bütün terör olaylarından sonra aradılar; ‘başınız sağ olsun, geçmiş olsun.’ Güzel de, Anadolu’da bizim bir enteresan söz vardır, az önce bir başka toplantıda da kullandım bunu, baban öldü, başın sağ olsun. Arkadan bir ifade, babasız başı ne yapayım diye.
Şimdi buradaki bu 35 tane, 2’si teröristtir, 37 değil aslında, 35. Toplam 37 diye gösteriliyor, orayı karıştırmayalım, 2’si teröristtir, 35 tanesi vatandaşımızdır. Bakın bu kardeşlerimizin bir kısmı işinden evine gidiyor, bir kısmı okuldan çıkmış evine gidiyor ve günahsız yavru orada. Bunların arasına dal ve bütün bu kardeşlerimizi, vatandaşlarımızı orada şehit et. Ve bunun yanında ilk etapta biliyorsunuz 200’ü aşkın yaralı vardı, bir kısmı hafifti, tedavileri yapıldı gönderildi. Şu anda yine 40’a yakın yaralı hastanelerimizde mevcut ve bunların içerisinde 7 tane ağır yaralı var. Rabbimden temennimiz inşallah şifalarını bulurlar.
Değerli kardeşlerim;
Bütün bunlar ortadayken bakıyorsunuz hala bunların savunmasını yapan medya organları var. Ülkemizdeki birtakım kifayetsiz muhterisler Kızılay’daki elim hadiseyi kendi çıkarları için kullanmayı düşünecek kadar zavallıdır, ahlaksızdır, haysiyetsizdir. Hiçbir sıfat terör örgütü yandaşlığının örtüsü olamaz.
Evet, önceki akşam ifade etmiştim, burada bir kez daha tekrarlıyorum; terör tanımını, terörist tanımını derhal yeniden yapmalıyız. Bu yeni tanıma göre Ceza Kanunumuzu hemen değiştirmeliyiz. Emniyet güçlerimizin, savcılarımızın, hakimlerimizin terörle ve teröristle etkin şekilde mücadele edebilmesini sağlayacak her türlü yasal ve teknik imkanı kendilerine sağlamalıyız. Esasen mevcut mevzuatımızın doğru şekilde yorumlanmasının dahi bu konuda çok önemli mesafe kat edilmesini sağlayacağını düşünüyorum. Aynı şekilde dokunulmazlıklar meselesini süratle neticelendirmeliyiz.
Değerli kardeşlerim,
Parlamento bu konuda adımını süratle atmalıdır. Yani bir kişi mi olsun, iki kişi mi olsun? Böyle bir şeyi konuşamayız. Biz ortaya ilkeyi koymalıyız, ilkeyi. Nedir bu ilke? Benim Kürt kardeşlerimi, vatandaşlarımı sokağa dökmek suretiyle 50 kişinin, 52 kişinin ölümüne vesile olanlar bu ülkede teröre teşvik eden insanlar olarak yargılanmayacak da, bu Parlamento’nun içerisinde gelip boy gösterecek ve bunları bu millet seyredecek öyle mi? Öbür tarafta arkasında PKK’nın, PYD’nin, YPG’nin olduğunu çok açık net olarak söyleyenler bu ülkede temiz olacak öyle mi? Bunlara karşı Parlamento eğer gerekli tavrı ortaya koymazsa, bu millet ve bu tarih bu Parlamento’dan hesabını sorar. Şehitler hesabını sorar, bu kadar açık konuşuyorum.
Değerli kardeşlerim; bunun sayısı konuşulmaz, şu mu olsun-bu mu olsun? Hayır, ilke ortaya konur. Bu milletin birliğini, beraberliği bozanlar, tehdit edenler kim olursa olsun bunların hesabı, bu Parlamento tarafından dokunulmazlıkların kaldırılması suretiyle nereye havale edilecek? Yargıya. Gönder yargıya, yargı bunlar hakkında ne karar verirse versin. Sen siyasetçi olarak görevini yap. Siyasetçinin görevi nedir? Bu kararı alıp gerisini yargıya bırakmaktır, atılması gereken adım budur. Ve siyasetçi bunları besleyemez, bunları koruma altına alamaz. Eğer bunlar sürekli hala bu adımları atar, yaptıkları da yanlarına kâr kalırsa, bizim terörle mücadelemizde şu anda Güneydoğu’da bu mücadeleyi veren kardeşlerimiz ve orada şehit olan kardeşlerimizin ahı inanın bizi yakar yakar. Ne diyoruz? Onların kanları yerde kalmayacak. Bunlar basit siyasi hesaplara feda edilemez.
İşte sınırlarımız dışında terör örgütünü besleyen, destekleyen unsurlara karşı tüm gücümüzle, tüm imkânlarımızla sonuç alıcı bir mücadeleyi yürütüyoruz, yürütmeliyiz. Askerlerimizle, polisimizle, köy korucularımızla, istihbaratımızla, Dışişlerimizle, ilgili diğer tüm kurumlarımızla seferberlik ruhu içinde bu mücadeleyi veriyoruz, vermeliyiz.
Değerli kardeşlerim;
Hükümetten bu çerçevede veya bu çerçeveye yönelik süratli bir çalışma ortaya koymasını bekliyorum, bugün de kendileriyle bir özel görüşmem olacak. Meclis’te temsil edilen partilerimizden yaşadığımız bu tarihi dönemin hassasiyetine uygun şekilde siyasi rekabeti bir kenara bırakıp birlik ve beraberlik içinde hareket etmelerini talep ediyorum. Bugün Meclis’te yıllardır uğraştığımız, ama bir türlü gerçekleştirmeyi başaramadığımız o büyük mutabakatı milletimize ve tüm dünyaya göstermenin tam zamanıdır. Türkiye’nin mevcut Meclis yapısı itibariyle hükümet kurulabilmesi için koalisyona ihtiyacı bulunmuyor, ama dayanışmaya ihtiyacı bulunuyor. Bununla birlikte teröre karşı, terör örgütlerine karşı, ülkemize yönelik tüm tehditlere karşı, diğer tüm farklılıklarımızı bir kenara bırakmak, oluşturacağımız bir millet koalisyonuna ihtiyacımız vardır. Gelin bu büyük mutabakatı, bu büyük birlikteliği hemen şimdi sağlayalım, canımıza ve istikbalimize kastedenlerin üzerine hep birlikte gidelim.
Terör örgütünün yan kolu olarak faaliyet gösteren partinin mensuplarını ben artık meşru siyasi aktörler olarak görmüyorum, kusura bakmasınlar. Dolayısıyla bu çağrım onlara değil diğer partilerimizedir. Tüm bu çalışmaları mümkün olan en kısa sürede tamamlayarak hayata geçirmeliyiz. Aksi takdirde milletimizin karşısına başımız dik çıkamayız. Çünkü terör meselesi artık belirli bölgelerimize mahsus bir asayiş sorunu olmaktan çıkmış, topyekûn milletimizin varlığını tehdit eder hale gelmiştir. Devlet kadife eldivenin altındaki demir yumruğunu teröristlerin başına geçirmezse, onlar her gün bizim canımızı yakmaya devam edecektir. Bu meselenin insan haklarıyla, düşünce özgürlüğüyle, basın hürriyetiyle, demokrasiyle bir ilgisi yoktur. Terörle ve teröristle bu kavramları birlikte kullananlar, milletimizin vicdanını kanattıklarını bilmelidirler. Masum hayatları yok eden bu eylemleri doğrudan veya dolaylı şekilde destekleyenlerin teröristlerden hiçbir farkı yoktur.
Bugün karşımızda iki taraf vardır. Bir yanda masum insanların hayatına kasteden teröristler, diğer yanda ise güvenlik ve adalet bekleyen 79 milyon vatandaşımız bulunuyor. 79 milyon masumun hakkını korumak için bu teröristlerin üzerine mutlaka en şedit, en tavizsiz şekilde gitmek mecburiyetindeyiz.
Bakınız Fransa’da geçtiğimiz Kasım ayında terör eylemleri oldu değil mi? Ülkede hala olağanüstü hal şartları devam ediyor. Bugün Fransa’da güvenlik güçleri herhangi bir yargı kararı olmaksızın terör örgütüyle ilişkili olarak değerlendirdikleri herkesin istediği zaman evini, iş yerini, aracını arama, kendilerini sorgulama hakkına sahiptir. Kimse de dönüp Fransa’ya; ‘demokratik bir ülkede olağanüstü hal uygulaması mı olur, yargı kararı olmadan böyle operasyonlar mı yapılır, ayıp ediyorsun’ filan demiyor. Ama aynı çevreler her gün terör eylemlerine muhatap olan bize sürekli olarak demokrasi, özgürlük, insan hakları, hukuk devleti kavramları eşliğinde terör örgütüne karşı ‘operasyon yapmayın’ telkininde bulunuyor.
Bize bu telkinde bulunanların terör örgütüne dönüp de ‘Türkiye’ye saldırmayın, masumları öldürmeyin’ dediklerini duymadık, görmedik. Peki, soruyorum; Fransa için hak olan terörle mücadele yöntemleri bize gelince niye demokrasi, özgürlük, hukuk devleti duvarına tosluyor? Neden? Bunun adı ikiyüzlülüktür. Açık söylüyorum; bizim için artık bu ifadelerin zerre kadar kıymeti yoktur. Terörle mücadelede yanımızda olan dostumuzdur, karşımızda olan da düşmanımızdır, bunun bilinmesi lazım; mesele bu kadar açık, bu kadar nettir.
Değerli kardeşlerim;
Dert insanı söyletir derler. Birtakım meseleler var ki aslında hiç girmek, hiç üzerinde konuşmak istemiyorum. Ama ülkeme ve milletime karşı olan sorumluluğum sükut etmeme izin vermiyor. Bu beni yaralıyor. Dertliyim, yaralıyım. Bulunduğum makamın da gereği bu. Türkiye’ye bedel ödetmek isteyenlerin oyunu öyle açık, öyle aleni, öyle aşikar ki bunu görmemek için insanın idrakinin kapanmış olması gerekir.
Meselenin Tayyip Erdoğan meselesi değil Türkiye meselesi olduğunu kabul etmeyenlere dönüp Kurtuluş Savaşımızı iyice bir incelemelerini tavsiye ediyorum. Ülkenin dört bir yandan işgale uğradığı, İstanbul’un düşman çizmeleriyle kirletildiği bir dönemde toplanan Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlar nelerdir? Bak o dört tane kararı şöyle bir sayalım: Bir; milli sınırlar içinde vatan bölünmez bütündür. Öyle mi? İki; her türlü yabancı işgaline ve müdahalesine karşı millet topyekûn kendini savunacaktır. Öyle mi? Üç; milli iradeyi hakim kılmak esastır, yani egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Ve dört; manda ve himaye kabul edilemez, bitti. Bize kimse manda ve himaye edemez. Bu millet en zor zamanında bunu kabul etmedi, bugün hiç kabul etmez.
Kardeşlerim;
Bugün verdiğimiz mücadelenin çerçevesi de aynı değil mi? Ne diyoruz? Her yerde diyorum: Tek millet. Yani 79 milyon biz tek milletiz. Türkü’yle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Roman’ıyla, Boşnak’ıyla ülkemizdeki 79 milyon tek milletiz.
İki; tek bayrak. Bayrağımızın dışında bayrak asla tanımıyoruz. Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır. Bayrağımızın rengi şehidimizin kanıdır. Hilal, bağımsızlığımızın ifadesidir. Yıldız, işte her düşen şehit bizim yıldızımızdır.
Ve tek vatan. 780 bin kilometrekareyle tek vatan. Bazıları bölmek, parçalamak; boşuna uğraşıyorsunuz. Bak, inlerinize girdik ve bodrum, nereye kaçarsanız kaçın sizi askerimiz, polisimiz, korucumuz oralardan bulup çıkartacak, gereğini yapacaktır. Dağlardaki mağaralara, nereye girerseniz girin, bırakın Cudi’yi, Gabar’ı, ta Kandile mi gidiyorsunuz, orada da güvenlik güçlerimiz arkanızda. Çünkü bu şehitlerin bedelini ödeyeceksiniz, bunun hiç lamı cimi yok.
Ve tek devlet. Öyle paralel devlet, yok bilmem şu devlet, bu devlet yok; bu ülkede Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden başka bir devlet asla yoktur ve olamaz. Onun için de yok özyönetimmiş, yok şuymuş, yok buymuş, böyle bir şey yok, tek devlet. Size her türlü imkan verildi mi? Verildi. Parlamentoya girdiniz mi? Girdiniz. Belediye başkanlıkları kazandınız mı? Kazandınız. Meclis üyelikleri kazandınız mı? Kazandınız. İl genel meclis üyelikleri kazandınız mı? Kazandınız. Peki, siz bu milletin, bu devletin iş makinelerini nasıl olur da güvenlik güçleri oraya girmesin diye bu tür kanallar açarsınız? Kalkın bir tane de şöyle içme suyuydu, atık su kanalıydı, bunlara ait bir kanal açın. Bunların belediyecilik yaptığı yerlerde oradaki benim Kürt kardeşlerime yönelik bir hizmetleri yok. Ben belediye başkanlığından geliyorum, yok.
Bunların, o bölgelerin hepsini bilen birisiyim. Ben Ankara’da oturup da Cumhurbaşkanlığı yapan birisi değilim; bütün buraları defaatle dolaşmış birisiyim. Başbakanlığımda dolaştım, belediye başkanlığımda dolaştım, cumhurbaşkanlığımda dolaşıyorum, dolaşacağım; nerede ne var bunları gayet iyi bilirim. Hizmet etseler başımız, canımız üstüne, yok. Buradan para gidecek, bunlar aldıkları paraları maalesef örgüte, şuraya buraya gönderecek. Çünkü bu işin hep hilesi, hurdası var, bunları da gayet iyi başarıyorlar. Ama artık o dönemler geride kaldı.
PKK meselesini, DAEŞ meselesini sadece bu örgütlerden ibaret sananlar gaflet içindedir. Suriye meselesini sadece bu ülkenin iç meselesi olarak kabul eden gafletin ta ötesindedir. Daha düne kadar yakın işbirliği içinde olduğumuz birtakım ülkelerin bir anda can düşmanımız haline dönüşmesinin sebebini anlamayanlara ne desek fayda vermez. Tüm itirazlarımıza, tüm mücadelemize rağmen yanı başımızdaki terör örgütlerini meşrulaştırmak için inat edenlerin niyetlerini çözmek için allame-i cihan olmak da gerekmiyor. ‘Tayyip Erdoğan gitsin’ mesajını işte bu çerçevede okuduğunuzda asıl amacı görürsünüz. ‘Tayyip Erdoğan gitsin’ demek, bizim tüm siyasetimizi, tüm çalışmalarınızı üzerine bina ettiğimiz milletimizin, bayrağımızın, vatanımızın, devletimizin tek olması anlayışı yıkılsın demektir. Ben meselenin şahsımla ilgili olmadığını, asıl hedefin Türkiye olduğunu çok iyi biliyorum. Meseleyi şahsıma indirenlerin gayesi, işte bu gerçeği örtmektir. Hamdolsun milletimiz o engin ferasetiyle bu gerçeği gayet açık şekilde görüyor, değerlendiriyor.
Bakınız bu kardeşiniz geçtiğimiz ay 62 yaşını geride bıraktı, Allah ömür verdiği müddetçe ülkeme ve milletime hizmet etmeye elbette devam edeceğim. Ama milletimizin binlerce yıllık serencamı içinde bizim hayatımız ırmaktaki bir avuç su gibidir. Önemli olan, bu sürede yaptığımız hizmetlerle milletimize nasıl katkıda bulunduğumuzdur. Yani Bâki’nin ifade ettiği; “Bâki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş meğer” diyor ya, işte eğer biz bu kubbede hoş bir seda bırakabiliyorsak; yani bizim gerimizden eğer kalkıp da birileri, ‘bir zamanlar bizim de bir cumhurbaşkanımız, bir başbakanımız, bir belediye başkanımız vardı, Allah ondan razı olsun, İstanbul’un çöplerini kaldırdı, İstanbul’un kirli havasını temizledi, İstanbul’un suyu yoktu suya kavuşturdu’ diyebiliyorlarsa, ‘Türkiye’de şu kadar okul vardı şu kadar oldu, şu kadar yolu vardı bu kadar oldu’ deniliyorsa zaten biz bedelini karşıda göreceğiz. Peki, bunun değerlendirmesini yapacak olan kim? Millet. Millet yapacak. Milletimin takdiriyle dün belediye başkanı, arkasından başbakan, arkasından cumhurbaşkanlığı makamındayım, yarının ne getireceğini Allah bilir. Asıl olan milletimin geleceğidir, ülkemin bekasıdır.
Her zaman söylüyorum, kardeşlerim; biz bu millete efendi olmaya gelmedik, biz bu millete hizmetkar olmaya geldik. Yani ölüm bizim için hak değil mi? Hiç birimizin elinde bir garanti var mı? Ne zaman, nerede, nasıl gideceğimiz belli mi? Değil. Rabbimiz ne buyuruyor? Ne bir an, bak saat demiyor, ne bir an ileri, ne bir an geri; vakti saati geldiğinde emaneti sahibine teslim edeceğiz. Gideceğimiz yer de belli, işte iki metreküp bir mezar. Oraya defnedecekler, ondan sonra en yakınların bile bırakıp gidecek. Ondan sonra kalacaksın Rabbinle, melekleriyle baş-başa. Ha yaptıysan hayırlı işler, karşılığını bulacaksın. Yaptıysan şer, onun da karşılığını bulacaksın. Şimdi bütün gayretimiz işte milletimizin bu noktada hayır duasını alabilmek. Bunun için biliyoruz ki, eğer Türkiye yoksa inanın evlatlarımızın geleceği de yoktur; Türkiye bu kadar önemli bir ülke.
Bu sabah TİKA’nın Proje Tanıtım Toplantısı’na katıldım, orada son nefesini Türkiye’de vermek için TİKA’dan yardım isteyen, ülkemize kavuşunca da beni vatansız ölmekten kurtardınız diye dua eden bir Ahıska Türkü’nün hikayesini anlattım; vatansızdı. Meşhur sözdür, ‘bülbülü altın kafese koymuşlar, ille de vatanım demiş.’ Bizim bu topraklardan başka vatanımız yok, onun için vatanımıza sahip çıkacağız. Onun için bu vatan bizim. Vatanımıza, birliğimize, beraberliğimize göz diken herkes bu milletin kendisine biçtiği akıbete de razı olmak zorundadır, çünkü burada demokratik bir mücadele değil, varlığımıza yönelen bir saldırı vardır. Türkiye olarak hiç kimse nefsi müdafaa hakkımızı kullanmaktan bizi alıkoyamaz.
Değerli kardeşlerim;
2013 yılından bu yana, özellikle de geçtiğimiz yıldan beri yaşadıklarımız Türkiye için adeta bir turnusol kağıdı işlevi görmüştür. Milletin yanında yer alanlarla, adı ve söylemi ne olursa olsun, terör örgütlerinin yanında saf tutanlar tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Nitekim terör örgütleri de artık bu durumun farkına varmış olmalılar ki, biraraya gelerek ortak hareket etme kararı aldılar, ne kadar farklı isimler altında olan terör örgütleri varsa şimdi ortak hareket etme kararı aldılar.
Bundan sonra hiç kimse, ölüm türküleri eşliğinde halay çekenler bize demokrasi havarisi olarak gösteremez, dayatamaz, çünkü hepsinin de gerçek yüzleri, gerçek niyetleri ortaya çıktı. Terör örgütünün pervasızlığı gücünden değil, acziyetinden kaynaklanıyor. Suriye’de istediğini elde edemeyen, sınır ilçelerimizde başlattığı kalkışma teşebbüsü hüsranla sonuçlanan, bölge halkından yüz bulamayan terör örgütü, rastgele hedeflere yönelik saldırılarıyla son ve en ahlaksız kozunu oynuyor. İnşallah gerekli tedbirlerin süratle alınmasıyla bu oyunu da boşa çıkartacağız. Bu bombalarla onlar bizim canımızı yakıyor olabilir, ama inanın biz onları tamamen imha ederek şehitlerimize, gazilerimize, onların geride kalan yakınlarına karşı mahcup olmayacağız.
Sevgili muhtar kardeşlerim,
Siz cumhurun özetisiniz, yani milletin özetisiniz. Siz, Erdoğan neyse osunuz, siz memur değilsiniz. Ben seçilerek geldim, siz de seçilerek geldiniz. Siz bir bürokrat değilsiniz, atanmış değilsiniz, seçilmişsiniz. Yani demokrasinin aslında temeli sizde başlıyor, oradan gelişerek geliyor, bunun farkında olmalısınız.
Bakınız, Burdur’da söyledim, biliyorsunuz Osmanlı’da bir İnebahtı bozgunu yaşadık. İnebahtı bozgununda o zaman Kılıç Ali Paşa, o bozgun sebebiyle, tabi dertli, yanıyor tutuşuyor ne yapacağım diye. Sokullu o zaman onun bu, yani bütün manevi gücünü kaybettiği anda ona bir haber gönderiyor, ‘Paşa Paşa, sen bu devleti ne zannettin’ diyor. ‘Bu devlet öyle bir devlet ki, kadırgalarının direklerini gümüşten, yelkenlerini de atlastan yapar ve yoluna devam eder’diyor.
Şimdi Güneydoğu’da her taraf yakılıyor yıkılıyor, şu oluyor, bu oluyor. Siz bu milleti, bu devleti ne zannettiniz? Oralardaki bütün o evler, A’dan Z’ye altyapısıyla, üstyapısıyla yapılmak suretiyle oralarda yaşayan kardeşlerim çok daha farklı mahallelerde, ilçelerde yaşamaya devam edecekler. Biz bunu Van depreminde yaptık mı? Biz bunu Bingöl depreminde yaptık mı? Biz bunu Simav’da yaptık mı? Öyle bekleyerek de değil, oyalayarak da değil, bizden öncekiler gibi de değil. Van’ı biz 1,5 yılda yepyeni bir Van yaptık. Ve Van’a Cumhurbaşkanlığıma geldiğim zamana kadar yaptığımız harcama 15 katrilyondu; ama ortaya yepyeni bir Van çıktı. Aynı şeyi Bingöl’de yaptık, aynı şeyi dediğim gibi Simav’da yaptık.
Şimdi aynı şeyi de Allah’ın izniyle bütün bu tahribatların olduğu bölgede yapacağız. Şu anda hükümetimiz yoğun bir şekilde bakanlarıyla, bütün teknik kadrolarıyla altyapısından üstyapısına inşallah çalışmalarını başlattı, bu devam ediyor. Yani atık su kanallarından tutun içme suyu kanallarına varıncaya kadar, yağmur suyu kanallarına varıncaya kadar, bütün doğalgaz hatlarına varıncaya kadar, elektrik şebekelerine varıncaya kadar bütün bunlar yapılmak suretiyle inşallah yeni bir Güneydoğu inşa edecekler.
Ve bunları devamlı Sayın Başbakanımızla da, bakan arkadaşlarımızla da konuşuyoruz. Ve bu adımı süratle atıp en erken ne zaman bitireceksek, bu 6 ayda mı biter, 1 yılda mı biter, süratle bunlar bitecek. Ve ondan sonra da bizim oradaki vatandaşlarımız çok daha farklı mekanlarda yaşamaya, tabii ki sokaklar şimdiki gibi olmayacak. Tarihi eserler renove edilecek, restore edilecek, onlar aynen korunacak. Ama diğerleri de çok daha farklı şekilde inşa edilmek suretiyle Güneydoğu çok daha farklı bir konuma gelecek. Çünkü biz tarihi güçlü, o tarihten ders almış ve onunla da geleceğe yürüyen Türkiye’yiz, hiç endişeniz olmasın.
Tabii bazı medya, medya grupları vesaire Batıya farklı servisler yapabilirler, bu servislerin hiçbirine inanmaya gerek yok. Evvel Allah süratle şu anda operasyonlar zaten bitmek üzere, bu operasyonların ardından da bunlar başlayacak. Hatta operasyonların bittiği yerde bu şu anda başlıyor, başladı.
Kardeşlerim;
Blhassa şu son saldırılardan sonra terör örgütüne karşı en küçük bir merhametimiz, en küçük bir müsamahamız olamaz. Aksi yönde mesajlar verenler olabilir ve bu verenleri de terör örgütüne hizmet edenlerin safında gördüğümü ayrıca belirtmek istiyorum. Efendim, köşe yazarıymış, düşüncesini belirtiyor; ne olursan ol beni bağlamaz. Eğer senin kalemin teröristin yanında yer alıyorsa, sen benim karşımdasın.
Kardeşlerim;
Gün mücadele günüdür, gün zalimlerin üzerine en sert şekilde gitme günüdür. Merhum Mehmet Akif Ersoy, hayatının son döneminde kendisine şaka yollu yeni bir İstiklal Marşı yazılması gerektiğini söyleyenlere ne diyor? “Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın” diyor. Evet, yeni bir İstiklal Marşı yazmayacağız, ama İstiklal Marşımızda bize verilen mesajları her gün, her an tekrarlamaktan da geri durmayacağız. Ne diyor?
“Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın,
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın,
Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı,
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı,
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda.
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.”
Bu duygularla bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni, milletin evine teşrifiniz için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Mahallelerinizdeki köylerinizdeki her bir kardeşime selamlarımı, saygılarımı, muhabbetlerimi iletmenizi rica ediyorum. Biraz sonra yemekte tekrar bir arada olacağız, şimdilik sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Allah yar ve yardımcınız olsun diyorum. Sağlıcakla kalın.