Sayın Cumhurbaşkanı,
Türkiye Diyanet Vakfı’nın değerli yöneticileri,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Saygıdeğer Başkanı,
Başbakan Yardımcımız,
Milletvekillerimiz,
Diyanet camiamızın kıymetli mensupları,
Muhterem misafirler, hanımefendiler, beyefendiler;
Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum, esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü. Dünyanın dört bir tarafından gelerek programımıza teşrif eden, iştirakleriyle bizleri şereflendiren tüm misafirlerimize, İstanbul’umuza, Türkiye’mize hoş geldiniz diyorum.
Bugün bizleri böyle anlamlı bir tören vesilesiyle buluşturan Türkiye Diyanet Vakfımıza, Vakfımızın ve Diyanet Teşkilatımızın yöneticilerine teşekkür ediyorum. Ülkemizin en önemli vakıflarından olan Türkiye Diyanet Vakfımız, bugün 41. kuruluş yıl dönümünü idrak ediyor. Vakfımızın 41. yılının hayırlı olmasını Rabbimden temenni ediyor, 41 kere maşallah diyorum.
13 Mart 1975’ten bu güne kadar Türkiye Diyanet Vakfı’nın büyümesine, gelişmesine, ülke sınırlarımızı aşarak yeni coğrafyalara ulaşmasına katkısı olan herkesi tebrik ediyorum. Ebediyete irtihal etmiş olanlara Allah’tan rahmet diliyorum. Vakıf mensuplarından, hayırseverlerden bugüne kadar emeği geçenlere, bundan sonraki süreçte de emeği geçecek olanlara şahsım, milletim adına şükranlarımı ifade ediyorum.
Dünyayı iyiliğin değiştireceğine inanan, eylemleri, projeleriyle bunu teyit eden bu güzide topluluk karşısında bulunmaktan, bu kardeşlik ve dayanışma iklimini teneffüs etmekten büyük bir memnuniyet duyuyorum.
Biraz önce hep beraber izlediğimiz ekranda, insanı insan yapan hasletlerin, onu var kılan ulvi değerlerin halen dimdik ayakta olduğunu görüyoruz. Bu hikâyeler bize, her gün içimizi karartan manzaralara rağmen karşılıksız vermenin, diğergamlığın halen dipdiri olduğunu anlatıyor. ‘İnsan, insanın şifasıdır’ sözü, işte bu iyilik hikâyelerinde de eteğe kemiğe bürünüyor. Diyor ya Yunus; “eteğe kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.”
Bu yılki Uluslararası İyilik Ödüllerinin sahipleri:
Afrika’nın merhamet öncüsü Sudan’ın 7. Cumhurbaşkanı aziz kardeşim Abdurrahman Swar Ez-Zeheb Beyefendiyi;
Bir canı kurtarmak için kendi canını hiçe sayan kahraman Mehmedimiz, Mehmetçiğimiz İsmail Ertem’i;
İhtiyaç sahiplerinin, mültecilerin, sığınak, çatı arayanların hamisi Doktor Cemile Mahmut Hanımefendiyi;
Gazze’nin, Filistin’in can dostu Doktor Mads Gilbert Beyefendiyi;
Kötülüğe iyilikle set kuran, az önce Saygıdeğer Diyanet İşleri Başkanımızın da onun hikayesini, hatırasını anlattığı Susan Carland Hanımefendiyi;
İhtiyaç sahibi çocukların yardım meleği “Leyla’dan sonra” hareketini başlatan Övgü Sinem Buğan, Yüsra Betül Medik ve Kübra İlicepınar hanımefendileri;
Şanlıurfa’da hayatını yoksullara, gariplere adayan Osman Gerem Beyefendiyi, şahsım, milletim adına gönülden tebrik ediyorum.
Sizler fedakarlıklarınız, gayretleriniz, özverili çalışmalarınızla ortak yaralarımıza merhem oluyorsunuz. Sizin ellerinizle dünyanın dört bir yanında dikilen o iyilik fidanlarının inşallah uzun süre meyve vermeye devam edeceğine inanıyorum.
Değerli kardeşlerim,
Türkiye Diyanet Vakfı, her ne kadar Diyanet İşleri Başkanlığımızla özdeşleştirilmiş olsa da, aslında milletimizin desteği ve sahiplenmesiyle büyümüş, bugünlere gelmiş bir kurumumuzdur. 1000 şubesi, dünyanın 135 ülkesine yayılan çalışmaları ile Diyanet Vakfı, inanç, köken, menşei ve bölge ayrımı yapmadan ihtiyaç sahiplerinin yanında oluyor. Vakfımızın eğitim ve din hizmetlerinin yaygınlaştırılması gayretleri yanında, iyilik misyonuyla ülkemizde ve dünyanın her yerinde yürüttüğü faaliyetleri takdirle takip ettiğimi özellikle belirtmek isterim.
İSAM gibi seçkin bir ilim merkezini, İslam Ansiklopedisi gibi muhteşem bir eseri ülkemize ve tüm insanlığa kazandıran vakfımız, medeniyetimizin yeniden inkişafı yolunda yaptığı hizmetlerle de takdiri hak ediyor. 30 yıllık bir emeğin ürünü olan 44 ciltlik İslam Ansiklopedisi’ni de Cumhuriyet döneminin en muhteşem kültür hazinesi olarak değerlendiriyorum.
Yurt içinden ve yurt dışından 24 bin öğrenciye burs ve eğitim yardımı sağlayan vakfımız, yurtları ve evleriyle 6300’e yakın öğrenciyi barındırma durumunda bulunuyor. Özellikle yurt dışından vakfımız yardımıyla ülkemize getirtilip ilahiyat ve imam hatip eğitimi alması sağlanan kardeşlerimize, evlatlarımıza, yavrularımıza bu verilen hizmeti çok ama çok önemli görüyorum.
Son olarak, Suriye’den ülkemize gelen muhacir kardeşlerimizin çocukları için hayata geçirilen ‘Farkındayım, yanındayım’ kampanyası ve bu çerçevede eğitim imkanı sunulan 13 bin öğrenci için ayrıca teşekkür ediyorum.
Bugüne kadar 61 imam hatip lisesi binasını tamamlayarak Milli Eğitim Bakanlığımıza teslim eden vakfımızın desteklediği hafızlığa yönelik Kur’an kursları da gerçekten çok hayırlı hizmetler olarak devam ediyor.
Türkiye Diyanet Vakfı, son 5 yılda yurt içinde ve yurt dışında yaptığı 316 milyon lira yardımla ülkemizin bu alanda önde gelen sivil toplum kuruluşları arasında yer alıyor.
1975 yılında Kocatepe Camii’nin temeline atılan ilk harçla başlayan cami, Kur’an kursu, müftülük, eğitim merkezi gibi dini hizmete yönelik kurumların inşasını adeta vakfımızın alametifarikası olarak görüyorum.
Bugüne kadar sayıları ülkemizde 3500’e yaklaşan, dışarıda da 100’ün üzerine çıkan bu ibadethane ve eğitim-öğretim binalarıyla ilgili hizmetlerin kesintisiz sürdürülmesini bekliyorum. Orta Asya’dan Güney Asya’ya, Filistin’den Kırım’a, Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyada süren cami inşaatları, Kur’an kursu, medrese inşaatları, tadilatları, tefrişatları da üzerinde hassasiyetle durmamız gereken hizmetlerdir.
Arnavutluk’un Başkentinde Tiran’da Namazgah Camii’nin temelini Sayın Başkanımızla beraber attık, inşallah yakında da açılışını yapacağız. Kazakistan’daki Hoca Ahmet Yesevi Camii hızla devam ediyor. Şimdi 2 Nisan’da inşallah Amerika Birleşik Devletleri’ndeyiz, Maryland’da biten külliyenin, o muhteşem eserin inşallah açılışını yapacağız, 65 dönüm arazi üzerindeki muhteşem eser…
Günümüzde çocuklar, gençler ve kadınlar mutlaka kazanmamız gereken, özel önem vermemiz gereken kesimlerin başında geliyor. Öğrencilerimizin ahlaklı, vatanına ve milletine bağlı, insanlığa faydalı bireyler olarak yetiştirilmesi hususunda vakıflarımıza ciddi görevler düşüyor. Terör örgütlerinin pusuda beklediği bu dönemde çocuklarımıza, gençlerimize, genç kızlarımıza daha fazla sahip çıkmalıyız.
Paralel yapıların ‘hizmet’ ve ‘adanma’ kılıfları altında nesillerimizi kendi kirli emellerine alet etmesine seyirci kalamayız. Ümmeti parçalayan, ümmeti birbirine düşürenlerin bu gayretlerine seyirci kalamayız. Anneyi evladına; evladı annesine babasına düşman kılan bu anlayışa seyirci kalamayız. Yeni nesilleri maddi ve manevi olarak beslerken, bu şer odaklarına karşı da azami derecede dikkatli olmalıyız.
Tabii burada bir şey özellikle dikkat çekiyor; Diyanet Vakfımızdan bu anlayışla Milli Eğitim Bakanlığımız ve Diyanet İşleri Başkanlığımızla birlikte hareket ederek çalışmalarını daha da yaygınlaştırmalarını bekliyoruz. Adalet, ihsan, merhamet, istikamet gibi ilkeler doğrultusunda yürütülen bu hizmetlerin ilelebet devam etmesini temenni ediyorum.
Bakınız, yapılan çalışmaların önemini göstermesi açısından burada sizlere Diyanet İşleri Başkanımızın bizzat yaşadığı küçük bir hadiseyi aktarmak istiyorum: Bir toplantı vesilesiyle Kamerun’dan ülkemize gelen Müslüman liderler, Diyanet İşleri Başkanımıza 16 maddelik bir talep listesi veriyorlar. Başkanımız diyor ki, “Bunların hepsini yapamam, bir tanesini söyleyin, onu gerçekleştirmeye çalışayım.” Bunun üzerine muhatabı, çok manidardır, listenin en son sırasındaki talebi işaret ediyor. Bu talep, -gerçekten ben de dersimi çalışırken bayağı hüzünlendim- bu talep Diyanet İşleri Başkanımızın cübbesi ve sarığıyla ülkelerini ziyaret etmesi, oradaki Müslümanlarla kucaklaşması isteğidir. Biz yıllarca kendi ülkemizde cübbesiyle, sarığıyla dolaşan Diyanet İşleri başkanı göremedik.
Başkanımız, “Onca meseleniz varken ziyaret konusu sizin için bu kadar önemli?” diye soruyor. Cevap çok şaşırtıcı, diyorki muhatabı, “Siz Müslüman olarak azınlıkta yaşamanın ne zor şey olduğunu bilemezseniz. Siz bu şekilde ülkemize geldiğinizde bizim sahipsiz olmadığımız görülecek.” Bunun üzerine Diyanet İşleri Başkanımız ilk fırsatta hemen Kamerun’a gidiyor, oradaki Büyükelçimizle birlikte Cuma Namazını kıldırmak üzere camiye giderken çevresindekilere, “Gittiğimiz yerde kaç yüz kişi vardır?” diye soruyor. Yanındakiler diyor ki, “Hocam, 30 bin kişi sizi bekliyor.” Gerçekten de camiye vardıklarında, tabi küçük bir mescit, ama gerisinde sahraya doğru saf tutmuş on binlerce insanın kendilerini beklediğini görüyorlar.
Namazdan sonra 90 yaşında bir ihtiyar geliyor ve Başkanımıza diyor ki, “Eelhamdülillah, bugün Kusseri Seferi tamamlandı. -Benim gibi o ana kadar Sayın Başkan da Kusseri olayını duymamış- soruyor, “Kusseri Seferi nedir?” İhtiyar şöyle cevap veriyor: “Bizimle Çad’ın arasında Kusseri diye bir yer vardır, sizin atalarınız oraya kadar geldiler, ama bu topraklara geçemediler. Biz bunun acısını 400 yıldır çekiyoruz. Bugün Kusseri Seferi tamamlandığı için Allah’a hamd ediyoruz.”
Evet, Diyanet Vakfımız yaptığı her hizmetle, inşa ettiği her camiyle, imam hatiple, yardım eli uzattığı her mağdur ve mazlumla işte bu şekilde ecdadımızın başlattığı bir gönül seferberliğini tamamlamış oluyor. Bugün gönlünü kazandırdığımız, duasını aldığımız her insan, her toplum, yüzlerce yıl sonra sizleri ve bizleri de işte böyle hayırla yad edecektir. Kardeşlerim, bundan daha büyük bir ödül, bundan daha büyük bir mutluluk düşünülebilir mi?
Değerli kardeşlerim,
Bizim medeniyetimiz bir yönüyle de ‘iyiliğin kurumsallaşmış hali’ olarak ifade edebileceğimiz bir vakıf medeniyetidir. Bugün dünyanın pek çok ülkesinde yaygın şekilde kabul gören, işlerlik kazanmış olan vakıf anlayışının kaynağı bu topraklardır. Kendini insanlığa ve hatta tüm mahlukata vakfetme, insanlığın ve mahlukatın yararına çalışma anlayışı üzerine kurulu bu medeniyete bütün samimiyetimizle hep birlikte sahip çıkmalıyız. Yolda kalmışlardan göçmen kuşlara kadar hayata ve insana dair ne varsa her şeyi içine alan bu muhteşem medeniyet, ecdadımızın bize bıraktığı en büyük miraslardan biridir.
Tarihimize bakın, bizim ecdadımız gittiği yerlere gerektiğinde kılıcını da kullanarak girmiştir, ama oradaki kalıcılığı gönülleri fethetmesi sayesinde olmuştur. Bugün Osmanlı coğrafyasına baktığınızda, Selçuklu coğrafyasına baktığınızda hep bu gerçeği görürsünüz. Alp Arslan gibi, Kılıç Arslan gibi, Selahaddin Eyyubi gibi, Osman Gazi, Fatih, Kanuni, Yavuz gibi büyük devlet adamları bu topraklarda yetişmiştir. Öte yandan, Mevlana gibi, Yunus gibi, Hacı Bayram-ı Veli gibi, Akşemseddin gibi, Fuzuli gibi büyük gönül insanları da yine bu topraklardan ses vermiştir.
Her zaman söylüyorum, bizim medeniyetimizde kalem kılıcın önünde gelir. Biz kılıcın geçiciliğine, kalemin, yazının, irfanın kalıcılığına inanırız. Fatih'in Akşemseddin'e, Yavuz'un İbn-i Kemal'e hürmeti, bir devlet adamına hocasına saygısının ötesinde sahip olduğumuz o medeniyet tasavvurunun da yansımasıdır aslında.
Bugün dahi Balkanlar’dan Kuzey Afrika’ya, tüm buralara kadar, nereye giderseniz gidin karşınıza köprü olarak, cami olarak, medrese olarak, han olarak, hamam olarak, kervansaraylar olarak, çarşılar olarak mutlaka bir Osmanlı eseri çıkar. Herkesin sömürmek için, petrolünü yağlamak için gittiği Ortadoğu’ya, biz demir yollarımızla gittik, su kanallarımızla gittik, hanlarımızla gittik, çarşılarımızla gittik, en önemlisi birlikte yaşama kültürümüzle gittik; bizim farkımız bu.
Geçen Afrika’nın 4 ülkesine gittim, hepsi de ne anlattı biliyor musunuz? “Batı bize elmaslarımızı yağlamak için geldi, altınlarımızı yağlamak için geldi, bakırlarımızı yağmalamak için geldi, ama Osmanlı bize öyle gelmedi, Osmanlı bize farklı geldi. Şimdi baktım ki siz de tekliflerinizde aynı şeyleri yapıyorsunuz.” dedi. Biz de “Bunun için varız, bunun için mücadelemizi sürdürüyoruz ve bunun için de biz tam aksine sizinle bir dayanışma için buradayız. Ama bizi ne olur çabuk anlayın. Eğer çabuk anlamazsanız yine kaybetmeye devam edeceksiniz.” dedik. Burada da bir sıkıntı var, anlayamıyorlar.
Bugün huzurun mumla arandığı Kudüs’te biz asırlarca Müslüman’ıyla, Hıristiyan’ıyla, Musevi’siyle tüm dinlerin mensuplarını kardeşlik içinde, barış içinde yaşatmayı başarmıştık. Bugün de insanlığın ihtiyaç duyduğu barış özleminin bizim medeniyetimizin çağrısına yankısını bulduğunu görüyorum, buna inanıyorum.
Kardeşlerim,
Tabii bu dönemde asıl büyük görev yine bize düşüyor. Dünyanın siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel, ahlaki, her bakımdan mihengini kaybettiği, büyük savrulmaların yaşandığı günümüzde, biz önce kendi ölçülerimizi, kendi değerlerimizi sağlam tutmamalıyız. Biz de bu savrulmaların içine yuvarlanıp istikametimizi şaşırırsak, inanın kaybeden sadece kendimiz olmayız.
Bugün bir büyük dönüşüm sancıları içinde kıvranan tüm kardeş toplumlar, gözlerini Türkiye’ye dikmiş durumda, umutla çıkış yolu arıyorlar, rehber olarak da bizleri görüyorlar, sizleri görüyorlar. Biz nereye yönelirsek onlar da aynı tarafa yöneliyorlar, yönelmek istiyorlar. Bu büyük medeniyetin günümüzdeki varisi olarak gördükleri Türkiye’nin kendilerine de rehberlik etmesini bekliyorlar. Ne kendi evlatlarımızı, ne de bu insanları hayal kırıklığına uğratmaya hakkımız yoktur, böyle bir vebali asla üstlenemeyiz.
Eğer biz sınırlarımıza dayanan Suriye’deki o mazlumlara, Irak’taki o mazlumlara kapılarımızı açtıysak, iyilik medeniyetinin mensupları olduğumuz için açtık. Kaç kişi gelecek diye sormadık, Batı ne yapıyor? “Biz 300 kişi alırız, biz 500 kişi alırız.” Diyor. Sonra ne yaptılar? Dikenli telleri koydular. “Hayır, almayız. Türkiye burada bize rakam versin, şu kadar, bu kadar rakam.” Ne rakamı? Şu anda 3 milyon insan var burada, 3 milyon. Ve bundan sonra da yine biz açık kapı politikasıyla o bombalardan kaçan insanlar ne olursa olsun biz onları almaya mecburuz, mahkumuz. Çünkü bu medeniyetin evlatları bunu yapmakla yükümlüdür.
Bu müessif olaylar, dünyanın kalanı nezdinde tüm Müslümanları töhmet altında bırakmaya, tüm Müslümanları terörist gibi göstermeye çalışanlara fırsat veriyor, ama biz onlara fırsat vermeyeceğiz. Bu bir proje olabilir, bu bilinçli olarak altyapısı hazırlanmış bir süreç olabilir, birileri yaşananları istismar etmek, kendi emelleri için kullanmak istiyor olabilir. Bize düşen, buna karşı kendi medeniyetimizin o tüm insanlığı kucaklayan, kuşatan değerleriyle mukabele etmektir.
Kudema, yani eskiler, ‘kem aletle kemâlât olmaz’ derler; kötü vasıtalarla, yanlış araçlarla doğru sonuçlar elde edemeyiz. Müslüman’ı terörist, İslam dünyasını terörün, cinayetlerin, kavgaların kaynağı olarak göstermeye çalışanlara karşı kendi değerlerimizle mücadele edeceğiz. Onlar masumları öldürebilir, biz daima masumların yanında yer alacağı. Onlar milyarca insanın mağduriyeti pahasına kendilerine bir refah düzeni kurabilir, ama biz asla adaletten ayrılmayacağız. Onlar çıkarları için tüm dünyayı ateşe atmayı göze alabilir, biz hakkın, merhametin, şefkatin, iyiliğin yanında yer alacağız.
Çünkü bizim inancımız, bizim medeniyetimiz, bizim tarihimiz, bizim kültürümüz bize bunu emrediyor. Ne diyor sevgili Peygamberimiz? “Müslüman, elinden ve dilinden insanların selamette olduğu kişidir.” Bu kadar. Ayrıca bir başka hadiste de, “Mümin insanların canları ve malları konusunda emin olduğu kişidir.” Çerçeve burada çizilmiş zaten. Bu emri alan hiçbir Müslüman, hiçbir mümin masumlara kötü söz söyleyemez, masumlara el kaldıramaz, masumların gırtlağını kesemez, masumlara kurşun sıkamaz, masumlara bomba atamaz. Bizim medeniyetimizin olduğu hiçbir yerde DAEŞ olamaz, Boko Haram olamaz. Bizim medeniyetimizin olduğu yerde PKK olamaz, PYD olamaz, YPG olamaz. Aynı şekilde bizim medeniyetimizin olduğu hiçbir yerde Ku Klux Klan da olamaz, Holokost da olamaz.
Bugün İslam dünyası mezhepçilik fitnesinin, siyasi bölünmüşlüğün, sosyal çalkantıların sancısı içinde kıvranıyorsa, dönüp önce kendimizi sorgulayacağız. Demek ki yeteri kadar sesimizi duyuramıyoruz, demek ki yeteri kadar hakkın, hakikatin, adaletin mücadelesini veremiyoruz. Fertten başlayarak kurumlarımıza kadar hep birlikte bu muhasebeyi yapmalı, medeniyetimizin bize yüklediği sorumluluğa dört elle sarılmalıyız. Kaybettiğimiz her an iyilik karşısında kötülüğün, masum karşısında zalimin fersah fersah mesafe kat edişini izlemek durumunda kalırız.
Ziya Paşa geçmişte ne diyordu? “Dolaştım mülki İslam’ı, bütün viraneler gördüm.” Bugün Ziya Paşa aynı yerleri dolaşsa herhalde şöyle söylerdi: Dolaştım mülki İslam’ı, akan kanlar gördüm, ağlayan çocuklar, kadınlar, yaşlılar gördüm.’ Böyle derdi.
Kardeşlerim,
‘Tabiat boşluk kabul etmez’, böyle bir söz var. Bizim medeniyetimizin, değerlerimizin boş bıraktığı her yer başkalarının hoyrat, zalim, ayrıştırıcı, gönül yıkıcı, kan dökücü elleriyle dolduruluyor. Buna karşı medeniyetimizi yeniden ayağa kaldıracağız. Bunu da medeniyetimizin tüm unsurlarıyla birlikte, vakıflarımızı, vakıf geleneğimizi güçlendirerek, yaygınlaştırarak yapacağız. Hamdolsun güzel hamleler var, güzel çalışmalar var, her geçen gün daha iyiye gidiyoruz, daha da iyi olacağız. Türkiye Diyanet Vakfı’na diğer hizmetlerinin yanı sıra, işte böyle büyük bir misyon da düştüğüne inanıyorum.
Peygamberimizin, “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir, ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, onu tahkir etmez.” emrine uygun şekilde tüm kardeşlerimizin yardımına koşacak, tüm kardeşlerimizin elinden tutacağız. İmkân konusunda, kaynak konusunda evvel Allah en küçük bir endişemiz, endişeniz olmasın, çünkü bu millet evvel Allah iyilikseverdir. Milletimiz samimiyetle, ihlasla, kalpten gelerek yapılan her işin sonuna kadar destekçisi olur. Gerekirse tabağındaki yemeğin yarısını, çolunun çocuğunun rızkından arttırdığı her kuruşu bu işler için tahsis eder, etmiştir ve bundan sonra da edecektir. Yeter ki bu yola revan olalım, yeter ki bu yola baş koyalım. Niyet hayır, akıbet hayır...
Değerli kardeşlerim,
Bizim vakıf medeniyetimiz, evet, çok güçlüdür, çok yaygındır, ama bir o kadar da ölçüleri serttir. Bakınız, Kanuni Sultan Süleyman vakıf malına el uzatana, vakıf işini ihmal edene, “Malik onun isteklisi, zebaniler denetçisi ve cehennem nasibi olsun.” diyerek beddua ediyor. Bu kadar da bu iş önemli... Ecdadımız daima “Vakfa yan gözle bakan kedinin dahi gözü kör olur” der ve bu prensiple hareket etmişler. Bugünkü vakıflarımızın pek çoğu milletimizin desteğiyle, imkanıyla faaliyetlerini yürütüyorlar.
Geçenlerde burada bir açılış yaptık, Vakıf Katılım’ın açılışını yaptık. O açılışta da söyledim; Vakıfbank’ın yüzde 58’ine Vakıflar Genel Müdürlüğü sahip. Bunca yıldır maalesef bir yanlıştır gitti. Şimdi Vakıf Katılım artık kuruldu ve Vakıf Katılım’la birlikte, Vakıf Katılım’ın faizsiz uygulamasıyla birlikte inşallah kârı bundan sonra vakıf hizmetlerine aktaracaktır, bunları oralarda inşallah kullanacaktır. Faizsiz ekonomi işte burada, onun için Vakıf Katılım. Bu vakıflara bağışlanan her kuruş, sağlanan her imkân kuyumcu titizliğiyle ölçülüp biçilmeli ve kullanılmalı.
Unutmayalım ki, ‘la galibe illallah’, Allah’tan başka zafer sahibi yoktur. Bizler sadece onun verdiği güçle, kudretle, imkânla, açtığı yolda çalışan birer faniden ibaretiz. Bugün varız, her an biz de gidebiliriz, yolcu yolda gerek. Yani burada illa kalacağız diye bir şey var mı? Yok. Bununla birlikte, bu hizmetleri yürütenleri de desteklemek, teşvik etmek, yardımcı olmak gerekiyor.
Sevgili Peygamberimiz (Aleyhissalatu vesselam) şöyle buyuruyor: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden, ya hayır söylesin ya da sussun.” Her konuda olduğu gibi, vakıflarımızın faaliyetleri konusunda da bu ölçüyü muhafaza edeceğiz. Yanlışa karşı mücadele ederken doğrunun da destekçisi olacağız. Bu milletten temin ettiği imkânları, biraz önce ifade ettiğim ölçüler içinde yine bu millet için, bu ümmet için kullanan herkesin hem şahsım olarak, hem Cumhurbaşkanı olarak sonuna kadar yanındayım. Bunun özellikle bilinmesini istiyorum.
Türkiye Diyanet Vakfımızın daha nice 41 yıllar boyunca bu şuurla faaliyetlerine devam edeceğine inanıyorum. Ülkemizde ve dünyanın dört bir yanında iyilik için, hayır için faaliyet gösteren vakfımızın hizmet çıtasını her geçen yıl daha da yükselterek kendisinden beklenen misyonu yerine getireceğine inanıyorum.
Vakıfımızın kurucuları olan hocalarımızı bir kez daha tebrik ediyorum, kutluyorum. Bu yıl iyilik ödüllerine layık görülen herkesi bir kez daha tebrik ediyor, çalışmalarında başarılar diliyorum. Rabbim iyileri aramızdan eksik etmesin. Rabbim iyilik için çalışan herkese güç versin, kuvvet versin, yardımcısı olsun.
Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Allah’a emanet olun diyorum. Kalın sağlıcakla.