Burdur Toplu Açılış Töreninde Yaptıkları Konuşma

11.03.2016

Sevgili Burdurlular,

Değerli kardeşlerim;

Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum.

Burdur’u en son 2 yıl evvel mahalli seçimlerin hemen öncesinde ziyaret etmiştim. Bugün de Cumhurbaşkanı olarak hasret gidermek, sizlerle kucaklaşmak, bu vesileyle toplu açılış töreni gerçekleştirmek ve üniversitemizin bir programına katılmak üzere sizlerle birlikteyim.

Toplu açılış törenini gerçekleştirdiğimiz 33 ayrı eser… 208 trilyon lira yatırım bedeli olan ve bu eserleri Burdur’umuza ve ülkemize kazandırmanın mutluluğu içerisindeyiz.

Eğitimde 170 derslik ve 15 laboratuvar ile Üniversitemizin Veteriner Fakültesi Kliniği binası, İstiklal Yerleşkesi çevre düzenlemesi, hibe yoluyla inşa edilen sağlık bilimleri hizmet binasının resmi açılışlarını bugün gerçekleştiriyoruz.

Gençlik ve Spor Bakanlığımız sentetik çim sahalarını, yürüyüş parkurlarını, gençlik merkezlerini, Kültür ve Turizm Bakanlığımız Doğa Tarihi Müzesi’nin restorasyonunu, ören yeri çevre düzenlemesini tamamladı onun da açılışını yapıyoruz.

İçişleri Bakanlığımız Kemer Hükümet Konağı, Tefenni Emniyet Müdürlüğü binası ve çeşitli altyapı yatırımlarını ilimize kazandırdı. Burdur Adliye binası, şehir genelinde çeşitli içme suyu ve atık su projeleri, enerji iletim hatları, besi çiftlikleri, süt işleme tesisleri, karayolu projeleri hayata geçirildi. Tüm bu eser ve hizmetlerin resmi açılışlarını yaparak buradan tüm Burdur’umuza, Burdur’daki kardeşlerime hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Değerli kardeşlerim;

Bu eserlerin Burdur’a kazandırılmasında emeği geçen başta bakanlarımız, teknokrat, bürokratlarımız, yüklenici firmalara da teşekkür ediyorum.

Az önce Belediye Başkanımızı dinledik, atılan adımlar, hizmetlerle ilgili bilgi verdi. Altyapı noktasındaki bazı sorunlar sebebiyle ziyaretimde onlar dile geldi. Ve bizler de bu konuda Orman ve Su İşleri Bakanımıza gerekli talimatı verdik, inşallah bu konuyla ilgili gerekli destek ve yardımı Orman ve Su İşleri Bakanlığımız Burdur’umuza yapacaklar ve süratle de bu konudaki adımla bu altyapı sorunu giderilmiş olacak.

Kardeşlerim;

Burdur, geçtiğimiz 13 yılda 5,5 milyar, yani 5,5 katrilyon liralık yatırım kazandı 13 yılda. Onun için hizmetin ne olduğunu çok iyi bilir. 2006 yılında Burdur’a kazandırdığımız Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, bugün bölgenin ve ülkemizin seçkin eğitim kurumlarından biri olma yolunda ilerliyor.

Sağlıkta merkezde 200 yataklı hastanemiz hizmete girdi. 300 yataklı yeni bir hastaneyi daha şehrimize kazandırma çalışmaları başladı. Bucak’ta ve Gölhisar’da 200’er yataklı hastanelerimizin inşası sürüyor. Bugüne kadar Burdur’da 2400’e yakın toplu konut inşa edildi. Talep var biliyorum, onun için de TOKİ ile bunları inşallah tekrar konuşacağım.

Ulaştırma alanında şehre yapılan yatırımlar 850 trilyon lirayı buldu. Bölünmüş yol uzunluğu biz göreve geldiğimizde neydi biliyor musunuz Burdur’da? 45 kilometre. Biz bunun üzerine 180 kilometre bölünmüş yol ilave ettik; bu fark işte, 225 kilometre oldu.

Türkiye’nin en önemli projelerinden biri olan Ankara-Afyonkarahisar-Antalya Otoyolu’nun 78 kilometresi Burdur’dan geçiyor, öyle mi? Bir başka otoyol projesi de, Aydın-Denizli-Burdur güzergâhıdır. Burdur-Fethiye güzergâhındaki yolculuk süresi 4 kilometrelik Karabel Tüneli sayesinde inşallah oldukça kısalacak.

Hızlı tren projelerinde de biz Burdur’u unutmadık. Antalya-Eskişehir hızlı tren hattı Burdur’u da içine alıyor. Tüm bu projeler tamamlandığında Burdur hem karayolu, hem demiryolu üzerinden Antalya’dan İzmir’e, Eskişehir’e, Ankara’ya, İstanbul’a kadar tüm Türkiye’ye bağlanmış olacak.

Kardeşlerim;

Baraj, gölet sulama tesisi deri ıslahı gibi alanlarda Burdur’a 13 yılda 840 trilyon lirayı aşkın yatırım yapıldı; bunları biz yaptık. Laf değil iş iş… Bizim karakterimizde bu var.

Tarımda ise aynı dönemde Burdur’a verilen tarım desteği ne biliyor musunuz? 774 trilyon. Bundan sonra da Burdur’da devam eden ve yeni başlayacak olan tüm projelerin, tüm yatırımların, tüm hizmetlerin inşallah takipçisi olacağım, çünkü Burdur her şeyin güzeline layıktır.

Değerli kardeşlerim;

Burdur 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan ülkemizin ilk Cumhurbaşkanlığı seçiminde Türkiye ortalamasının üzerinde, yüzde 54 bir oranda şahsıma oy verdi. Karşıda da 14 siyasi parti vardı biliyorsunuz. Hepsi bir araya geldi, ama bu kardeşinize yüzde 54 oy vermek suretiyle iş başına getirdiniz. Sizlere layık olmanın gayreti içerisindeyiz; koşacağız, koşturacağız, dört bir yanını ülkemizin, aynı şekilde dört bir yanını dünyanın, dolaşacağız.

Diyorlar ki; ‘Muhtarları niye çağırıyor Cumhurbaşkanı Külliye’ye? Muhtarlar kim? Muhtar cumhur, cumhur... Muhtarsız cumhur olur mu? Dolayısıyla şimdi benim Salı günü yine 450 muhtarla biraraya geleceğim. Devamlı, her ay Türkiye’nin değişik yerlerinden yaklaşık 1600-1700 civarında muhtarımızı davet ediyorum. Şu parti-bu parti yok, muhtar var, onlarla görüşüyorum. Niye? Çünkü muhtar halka en yakın demokratik organdır. Beraber yürüyeceğiz. Şu şöyle demiş, bu böyle demiş, bunlar bizi ilgilendirmiyor. Bizi ilgilendiren, muhtar ne diyor?

Çünkü onlar geliyor orada mahallesinin, köyünün bütün sorunlarını forma yazıyor dolduruyor ve İçişleri Bakanlığı’nda oluşturduğumuz bir birimle bunları ne yapıyoruz takip ediyoruz ki sorunları azaltalım. Bunun için daha çok çalışacağız, daha çok gayret edeceğiz. İnşallah tüm ilçeleriyle, beldeleriyle, köyleriyle, her bir hanesiyle tüm Burdurlu kardeşlerime destekleri, vefası, sevgisi, coşkusu için şükranlarımı sunuyorum.

Kardeşlerim;

Burdur, aynen sipsi gibidir. Mütevazı görünür, ama sesi bayağı gür çıkar. Tarih boyunca Burdur hep kahramanlıklarıyla, kahramanlarıyla, efeleriyle, zeybekleriyle milletimizin gönlünde ayrı bir yer edindi.

Ne diyor o güzel Burdur türküsünde: “Yüce dağ başında ekin ekilmez/ Yağmur yağmayınca kökü sökülmez / Ellerin köyünde kahır çekilmez. / Doldur, doldur ağuları içelim Hatçam.” Burdurlu sevdasında da samimidir, mücadelesinde de samimidir. Bunun için Burdurlu kahır çekmektense ağu içmeyi tercih eder.

Biliyorsunuz Burdurlu bir Koca Mustafa vardır, kendisi Sarıkamış’ta Ruslara karşı savaşmıştır. Dedem de orada savaştı. Dedem de orada şehit oldu. Çanakkale’de yedi düvele karşı mücadele etmiştir Koca Mustafa. Kurtuluş Savaşı’nda Sakarya’dan İzmir’in kurtarılmasına kadar her aşamada çok büyük kahramanlıklar göstermiştir. Savaş bitince kendisine –çok çok önemli burası- ‘hadi gali evine’ denmiş. O da köyüne dönüp çiftinin çubuğunun başına geçmiş.

Sonra bir gün köyüne askerler gelip Koca Mustafa’yı bulurlar. Kendisine üç şeritli bir İstiklal Madalyası ile birikmiş aylıklarından oluşan bir miktar para takdim ederler. Koca Mustafa madalyayı alır, fakat ‘Benim vatanıma para için değil Allah rızası için hizmet ettiğimi bilmez misiniz?’ der, parayı iade eder.

Hayatı çok büyük darlık içinde geçen bu gazimiz, daha yakın, 1968 yılında köyü Ambarcık’ta vefat etmiştir. Ambarcıklı olanlar var mı? Kaldırın şöyle bakayım ellerinizi. O zaman bak, Ambarcıklı analar, size çok Koca Mustafa’lar doğurmak yakışır, ona göre…

Hani ben ‘en az 3’ diyorum ya, boşuna demiyorum. Çünkü bu millete yıllarca doğum kontrolü yaptırdılar bu milletin nesli kurusun diye. İnşallah bunu tersine çevireceğiz. Biz istiklalimizi ve istikbalimizi işte Burdurlu Koca Mustafa’lar gibi Allah rızası için vatanına hizmet eden kahramanlara borçluyuz.

Bu vesileyle geçtiğimiz yılın Ağustos ayında Pervari’de şehit olan jandarma uzman çavuşumuz Burdurlu Hakan Aktürk’ü de rahmetle anıyorum. Şehidimizin annesine, eşine, yakınlarına bir kez daha başsağlığı dileklerimi ifade ediyorum. İnanıyorum ki Burdur, tarihin her döneminde olduğu gibi bundan sonra da şunu unutmayacak: Tek millet; tüm etnik unsurlarıyla, Türkü’yle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Laz’ıyla, Roman’ıyla velhasıl tek millet… İki, tek bayrak; bayrağımızın dışında bir bayrak asla kabul etmiyoruz. Karşımıza paçavralarla çıkanlara gerekli cevabı bu milletimiz askeriyle, polisiyle, korucusuyla verdi veriyor.

Tek vatan; 780 bin kilometrekareyle tek vatan. Bu vatanı bölmek, parçalamak isteyenlere işte şu anda yapılan operasyonları izliyoruz değil mi? Gerekli cevabı veriyor muyuz? Ne dedik ta çözüm sürecinden önce? “Bak, akıllı olun, yanlış yapmayın, eğer yanlış yapacak olursanız size bu işi dar ederiz.” Sabır sabır sabır… ne yaptılar benim Kürt kardeşlerimi sokağa döktüler, öyle mi? Bir tane Eşbaşkan çıkmış ne diyor? “Dökülün sokağa.” Ve 52 tane orada vatandaşımız ne oldu? Öldü. Ölen Kürt, öldüren, o da Kürt. Hani sen Kürtlerin temsilcisiydin, nasıl temsilcilik bu? Yalan. Benim Kürt kardeşlerimin bunlar kanını emdiler, onları sömürdüler, sokağa döktüler ve bu ülkeyi maalesef adeta kendi içinde birbirine düşman ettiler.

Değerli kardeşlerim;

Çözüm sürecine saygı duymadılar. Ne dedim? Çözüm süreci artık buzluğa konmuştur. Adımlar atıldı mı? Atıldı. Şehitler veriyoruz, ciğerimiz kanıyor, ama şunu unutmayın: Şehitlik sıradan bir olay değil, her yiğidin de karı değil. Ama bu vatan toprakları unutmayın, şüheda kanıyla yoğrulmuştur.

Akif merhum ne diyor: “Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda. / Canı, cananı bütün varımı alsın da Hüda, / Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.” Olay bu; tek vatan, tek vatan, bu vatanda operasyon yapamazsınız. Yapmaya gayret edenler de işte bedelini ödüyorlar. O şehitlik makamı ki Peygamberlik makamından sonra en yüce makam. Ve şehit analarına tabii ki milletçe sabır diliyoruz, ama diyorum ki; Rabbim onları da evlatlarıyla, evli olanlarını eşleriyle, çocuklarını babalarıyla inşallah Cennet-ül Firdevs’te beraber haşretsin.

Değerli kardeşlerim;

Dördüncüsü tek devlet. Devlet içinde devlet yok. Tek devlet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, o kadar. Paralel devlet yapılanması; yok böyle bir şey, bunlar sahtekâr, bunlar cambaz. İşte buyurun bak çıkıyor bütün hileler ortaya. Yok, neymiş, basın hürriyetiymiş. Düşünebiliyor musunuz, gazeteleri var, suçüstü yakalanıyorlar, Emniyet görevlileri oraya girecek, toplamışlar oraya başı açık, başörtülü tüm kardeşlerimizi, orada polisin önüne onlarla bariyer oluşturuyorlar. O başörtülü kardeşlerimizi bunlar var ya Güneydoğu’da PKK’lılarla da sırt sırta seçimlerde biraraya getirdiler. PKK’lılarla onları sırt sırta biraraya getirdiler, bunları gözlerimle gördüğüm zaman ‘yazıklar olsun’ dedim, ne günlere kaldık.

Hani diyor ya Ziya Paşa, ‘Ne günlere kaldık ey gazi hünkâr, eşek vezir olmuş, katır silahtar’; böyle bir durum var. Ve gazetelerinin önüne geldiler, girdi oraya Emniyet, içeride ne makine kalmış, ne bilgisayar, hepsini götürmüşler. Niye? Devletin bütün kurumlarına ne yapmışlar? Sızmışlar. Ne yaparsanız yapın kaçamayacaksınız. Ne dedim, Başbakanlığım döneminde, ‘Bunların inlerine gireceğiz’ dedim. Girdik mi? Girmeye devam ediyor muyuz? Sadece onlar değil, bir de öbürleri, o da ne? PKK. Ne? PYD. Ne? YPG. Bunlar hep aynı, birbirlerinden farkı yok. İşte bak, ne dediler? ‘Sur temizlendi.’ Arkadaşlarıma dedim ki, ‘Aman ha rehavete kapılmayın, temizlik devam etmeli.’ Hemen ertesi gün bodrumdan 8 tane terörist çıktı. Takip ettiniz değil mi? Ama onları da ne yaptılar? Etkisiz hale getirdiler, elleri dert görmesin.

Ha, dünya şöyle diyor, dünya böyle diyor. Dünya ne derse desin, Allah ne diyor bizim için aslolan odur. Çünkü biz şuna inanıyoruz: Zulüm ile abad olunmaz. Biz şuna inanıyoruz: Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste. Biz mazlumların sesi olacağız dedik. Ve biz mazlumlar adına koşacağız, konuşacağız dedik; işte bunu yapıyoruz. Ve onun için; tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet… Yani bizim Rabia’mız bu…

Kardeşlerim;

Milletimiz tarihinin her döneminde hem içerinde, hem de dışarıdan pek çok cephede bizle mücadele etmek zorunda kalmıştır. Hiçbir zaman işimiz kolay olmamıştır. Malazgirt’ten girip önce işte buralara Teke yöresine kadar gelen, ardından Avrupa’nın içlerine kadar ilerleyen ecdadımız elde ettiği her kazanımı yüreğinin ve bileğinin hakkıyla başarmıştır. Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinin kuruluşu ve büyümesi, milletimizin birliği ve beraberliğini sağlaması, ortak hedefler etrafında birleşmesi sayesinde olmuştur.

Kardeşlerim;

Şimdi birileri Güneydoğu’da; Diyarbakır’da, Hakkâri’de, Mardin’de, Şırnak’ta buradaki operasyon sebebiyle sürekli istismar halindeler: ‘Bak evleriniz yıkıldı, yıkılıyor.’ Şimdi buradan sesleniyorum: Biliyorsunuz Osmanlı İnebahtı’nda bir yenilgi yaşamıştı. Kılıç Ali Paşa, komutasında o yenilgiyi yaşadığı zaman tabii üzgündü, süzgündü. Fakat Sokullu oradan bir gürledi. Ne dedi? ‘Paşa Paşa, sen bu devleti ne sanırsın? O yelkenlerin direklerini gümüşten, bütün o yelkenlerini de atlastan yapmak suretiyle yolumuza devam ederiz.’

Hükümetimiz şu anda bakanlarını görevlendirdi, bütün memurlarını görevlendirdi ve o yelkenlerin direklerini gümüşten, yelkenleri de atlastan nasıl ecdat yapmışsa, şimdi orada da bütün planlar yapılıyor, projeler yapılıyor, altyapısıyla, üstyapısıyla inşallah o yıkımların olduğu yerler çok daha modern bir şekilde ve kentsel mimariye de uygun olmak suretiyle çok kısa bir zamanda inşallah yeniden imar edilecek. Süre vermek yanlış olur, ama ben belediyecilikten de geldiğim için, bir 4,5 yıl İstanbul gibi bir şehrin Belediye Başkanlığını da yaptığım için buradan Güneydoğu’ya sesleniyorum: İnşallah atık su kanallarıyla –bunlar yoktu zaten- içme suyu kanallarıyla, yağmur suyu kaynaklarıyla, doğalgazlarıyla ve bütün bunların yanında elektrik şebekesiyle oralarda konutlar yapılacak ve o 4 vilayetimizde bütün bu düzenlemeler yapılacaktır.

Dün Başbakanımızla beraberdim ve bu konuda atılacak adımları kendileri de kararlı bir şekilde, bakanlarımızla görüşüyoruz, bu konudaki sorunlarla da ilgili görüşüyoruz. Teknokrat, bürokrat hepsi arazide şu anda. Dolaşıyorlar, yer tespitleri yapılıyor, bir taraftan proje çalışmaları devam ediyor ve böylece de inşallah o leş kargalarına gerekli cevap yeni düzenle birlikte verilecektir. Herhalde öyle zannediyorum ki 1 yılı bulmadan bir kısmı, 1 yıl içinde de diğerleri veya biraz daha sarkabilir, ama yeni bir Güneydoğu inşallah inşa edilecektir, hiç şüpheniz olmasın.

Kardeşlerim, ben sizden bir şey istiyorum; aman ha birliğimizi kaybetmeyelim. Eğer birliğimizi kaybedersek gerileriz. Bu millet ‘Edirne’ye Enver gireceğine Bulgar girsin’ diyecek kadar iktidar mücadelesinde dengesini kaybedenleri de gördü maalesef. Şimdi de, ‘Şu andaki iktidar yerinde kalacağına Rus gelsin, Suriye gelsin’ diyenler var bu ülkede. Evet bunlar var, maalesef. Buradan, Parlamento’da olanlardan, kalkıp Moskova’ya gidip Rus Dışişleri Bakanıyla görüşüp, ardından da PYD’ye, YPG’ye Moskova’da ofis açtıranlar var bu ülkede.

Kardeşlerim;

İşte bugün devletimizi bu zor şartlar altında gerçekten her şeyin asgarisine razı olarak kurup bugünlere getirebildik. Onun için diyorum ki; bu Parlamento’nun içinde teröre bulaşanlar varsa ki var, bunlar bedelini ödemelidir. Çünkü Anayasa ne diyorsa bunun gereği yerine getirilmelidir. Millet bunu bekliyor, öyleyse milletini beklentisine cevap verilmelidir.

Bugün bir kez daha bize 780 bin kilometrekare vatan toprağını, 79 milyon nüfusu çok görenler ülkeyi parçalamak-bölmek için tüm güçleriyle saldırıyorlar. Bilhassa son 3 yıldır yaşadıklarımızın hiçbiri tesadüfi değildir, birbirinden bağımsız da değildir. İşte paralel örgüt, bölücü örgüt, şu-bu vesaire; hepsi de farklı görünümlerde, farklı isimler, farklı yöntemlerle, farklı amaçlar için öyle görünüyorlar, ama hedefleri aynı. Milletimiz bunların gerçek yüzünü gördüğü, gerçek niyetini bildiği için hamdolsun hiçbirine de prim vermedi, vermiyor.

Ama maalesef bu mücadelede hala ciddi zorluklarımız var. Öyle ki kamu kurumlarında görev yapanlar arasında dahi, karşımızdaki sorunun mahiyetini kavramayanlar olduğunu görüyoruz. Türkiye 2014 yılı başında kamuoyunda ‘MİT tırları hadisesi’ olarak bilinen büyük bir ihanet olayına şahit oldu. Ülkemizin güvenliğine, milletimizin menfaatlerine yönelik bu saldırının failleri bugün adalete hesap veriyor. Bu olayı Türkiye’yi uluslararası kamuoyunda köşeye sıkıştırmanın aracı olarak kullanmak isteyenler var ve bu meseleyi farklı biçimlerde sürekli gündeme getirmenin çabası içindeler.

Son olarak, bir gazetede aynı oyunda figüranlık yapmaya kalkınca sorumluları adalete hesap vermek mecburiyetinde kaldı. Kendilerine yöneltilen suçlama, casusluk gibi gerçekten ağır ve dünyanın her yerinde karşılığı olan bir iddiadır. Sorumlularla ilgili soruşturma yapılmış, savcılar harekete geçip tutuklama talebinde bulunmuş, mahkeme de tutuklama kararı vermiş, halen konu yargı aşamasında.

Fakat bu arada Anayasa Mahkemesi Anayasa’yı açıkça hiçe sayarak kendini mahkemenin yerine koymuş, bireysel başvuru hakkıyla ilgisi olmayan bir karar vermiştir. Yargı süreci bitmemiş, bitmediği halde tutukluluk süreci olan bu kişiler hakkında Anayasa Mahkemesi böyle bir kararı veriyor. Çok daha önceden yapılmış binlerce başvuru görüşmeyi beklerken, bu davadan yargılanan kişilerin tutukluluk halleriyle ilgili çok hızlı bir süreç işletilmiştir. Bu aceleniz ne, ne oldu da bu kadar acele ettiniz?

Anayasa Mahkemesi oyçokluğuyla bu kişilerin tutukluluk hallerinin, “Kuvvetli suç şüphesi olmadığı gerekçesiyle” kaldırılmasını istemiş. Bu konuda Mahkeme kesinlikle yetkisi olmadığı halde işin esasına girerek karar vermiştir. Üstelik yine hukuka aykırı bir şekilde önce kararı, günler sonra da gerekçeyi açıklamıştır. Sayın Başkan, bana daha önceleri bizzat kendisi söylemiştir, ‘gerekçeyi hazırlamadan asla karar açıklamayız’ diye. Ama ne yazık ki şimdi ben bu olayı yaşayınca gerçekten çok üzüldüm ve buradan söylüyorum; çok kırgınım. Niye? O makamda olana dürüstlük yaraşır da onun için, bana bunu söyledi. Çünkü önceki başkanı gerekçe hazırlanmadan alelacele açıklanan kararlarda eleştiren bu arkadaşımız, bu defa alelacele böyle bir kararı açıklama konumuna gelmiştir.

Geç de olsa kamuoyuna ilan edilen gerekçede ise her şey var, ama yapılan bu hukuksuzluğun izahı yok. Hâlbuki Anayasa Mahkemesi bu ülkede devletin ve milletin hakları, menfaatleri, çıkarları konusunda en fazla hassas olması gereken kurumların başında geliyor. Ama bu kurum, üstelik de başkanının da içinde yer aldığı bir kısım üyeleri eliyle, son dönemde Türkiye’ye yönelik en büyük saldırılardan birinin somut örneği olan bir konuda ülkesinin ve milletinin aleyhine karar almaktan çekinmemiştir. İlk derece mahkeme ne demiş? Casusluktan bunu tutuklamış. Siz ne diyorsunuz? ‘Hayır, burada böyle bir şey yok’, oraya iade ediyorsun. Fakat daha önce casusluktan tutuklanmayı isteyen mahkemenin de verdiği kararı anlamıyorum. Hâlbuki ilk derece mahkeme de kararında direnebilirdi. Diren bakalım, o zaman Anayasa Mahkemesi ne yapacak, bir de onu görelim. Bence o verdiği kararda direnmiş olsaydı, inanıyorum ki dengeler çok daha farklı gelişecekti.

Bu konunun yargının bağımsızlığıyla uzaktan yakından bir ilgisi alakası yoktur. Şu ifade de çok çirkin, Anayasa’dan o madde de bir yeri okuyor: “Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar herkesi bağlar.” Doğru, seni de bağlar, seni de bağlar. Ben Cumhurbaşkanı olarak vatana ihanetin dışında hiçbir suçla suçlanmam. Ama Anayasa’yı korumak benim de görevim. Ben de diyorum ki, Anayasa’nın 104. maddesine uy. İlk fıkrasını alıp diğer fıkrasını bir kenara koyma. Bunun üzerinde de hassas ol.

Geçmişte yargı nasıl paralel devlet yapılanması örgütü tarafından çökertildiğinde karşısına dikildik ve mücadele ettiysek, bu konuda da aynı şekilde hareket etmek mecburiyetindeyiz. Cumhurbaşkanı olarak Anayasa’ya göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk milletinin birliğini temsil etmekle, Anayasanın uygulanmasını devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetmekle yükümlüyüm. Bu konuda kim yetki sınırlarının dışına çıkarsa karşısında da beni bulur. Anayasa Mahkemesi böyle bir yola girerse milletim adına ona karşı itirazlarımı dile getirmekten de çekinmem.

Asıl bu tür girişimler, yanlışlar, haksızlıklar karşısında susarsam, milletimin adına, itimadına layık olmamış olurum; mesele bu. Kendi ülkesinin ve milletinin çıkarlarına saygı duymayan bir kuruma, kusura bakmayın, ne dedim? ‘Ben de bu karara saygı duymuyorum’ dedim. Anayasa Mahkemesi’nin kendi varlığını ve meşruiyetini tartışmaya açacak bu tür yollara temenni ederim ki bir daha tevessül etmez. Biz eleştirilen değil takdir edilen bir Anayasa Mahkemesi istiyoruz.

Değerli kardeşlerim;

Tek başına bu meselenin dahi Türkiye’nin yeni anayasasının ne denli ihtiyacı olduğunu ortaya koyuyor. Lafzı ne kadar değiştirilirse değiştirilsin, ruhunda sorun olan mevcut Anayasa’da ısrar etmenin hiçbir mantıki ve ahlaki tarafı kalmamıştır. Türkiye’yi darbe ve vesayet rejimlerinin ürünü anayasaya mahkûm edenler, bunun hesabını verecektir. İşte Meclis’teki manzarayı görüyorsunuz. Çıkıyor ana muhalefetin başındaki adam, ne diyor? ‘Diktatör bozuntusu.’ Bu ne terbiyedir, bu nasıl bir terbiyedir? Yani siz nasıl bir siyasetçisiniz? Nasıl böyle bir ifadeyi kullanırsın?

Değerli kardeşlerim;

Bunlardan bir şey olmaz. Bunlar bu ülkede siyaset yapamaz. Tutturmuşlar bir şey; ‘biz başkanlık istemiyoruz, biz başkanlık istemiyoruz.’ Şimdi dert başka, dert başka, onlar şunu görüyor: ‘Bu millet bizden başkan çıkarmaz’ diyorlar. ‘Ondan dolayı da, dertsiz başımızı derde sokmayalım, hiç olmazsa Parlamento’ya girelim’ diyorlar. Dertleri bu…

Sevgili kardeşlerim;

Bütün bunlarla beraber biri masadan kaçıyor, öteki ‘o yoksa ben de masada kalmam’ diyor, çocuk oyuncağı mı bu? Burada inşallah yeni anayasadan milletimizin geleceğine ışık tutacak bir neticeyi alalım.

Sözü daha fazla uzatmıyorum ama sizlere şunu söylüyorum: Değerli kardeşlerim, unutmayın, şu anda ezan okunuyor, ama şurada kardeşlerim şuraya bakın güzel bir şey yazmışlar: “Biz kısık sesleriz / Minareleri sen ezansız bırakma Allah’ım. / Ya çağır şurada bal yapanlarını, / Ya kovansız bırakma Allah’ım. / Mahyasızdır minareler, göğü de kehkeşansız bırakma Allah’ım.” Mesele bu.

İnşallah beraber yürüyeceğiz bu yolda. Sizlere bu ilginiz sebebiyle teşekkür ediyorum. Hepinizi Allah’a emanet ediyorum. Kalın sağlıcakla.

Bucak Meydanı’nda dev ekranda bizleri izleyen Bucak halkına ben de bu meydandan kalbi şükranlarımı sunuyorum, kalın sağlıcakla diyorum.

“Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli / Ebedi yurdumun üstünde benim, inlemeli.” İnşallah bu ülkeyi, bu toprakları, bu milleti ezansız bırakma Allah’ım.

33 ayrı eser Burdur’umuza, tüm Burdurlu kardeşlerimize hayırlı olsun diyoruz. Kurdeleyi bu dua ve temenni ile kesiyoruz. Ya Allah Bismillah.