8 Mart Dünya Kadınlar Günü Resepsiyonu’nda Yaptıkları Konuşma

08.03.2016

Değerli hanımefendiler,

Kıymetli misafirler;

Sizleri en kalbi duygularımla, hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı Külliyesine, milletin evine hoş geldiniz.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle verdiğimiz bu resepsiyonu teşrifleriniz için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum. Anne olarak, eş olarak, kardeş olarak, evlat olarak, hepsinden önce ve en önemlisi nisa olarak, yani insan olarak hayatımızın ayrılmaz parçası olan kadınlarımızı temsilen sizlere teşekkür ediyorum.

Çünkü sizler olmasaydınız, sizlerin fedakârlığı, emeği, sevgisi, gayreti, mücadelesi olmasaydı, insanoğlu olmazdı. Onun için bu müstesna günde dişiyle tırnağıyla, emeğiyle, yeri geldiği zaman canıyla bu toprakları bizlere vatan kılan Anadolu’nun ve Trakya’nın tüm çilekeş kadınlarını selamlıyorum. Suriye’den Irak’a, Myanmar’dan Türkistan’a kadar dünyanın dört bir yanında zulüm altında, baskı altında, tehdit altında yaşayan tüm mağdur ve mazlum kadınları selamlıyorum.

İster sadece evinin, ailesinin işleriyle meşgul olsun, isterse aynı zamanda çalışarak hayatın farklı alanlarında ilave sorumluluklar üstlenmiş olsun, her kadın bizatihi varlığıyla takdiri ve saygıyı hak ediyor.

Bugün aramızda medyaya da yansıyan gayretleri ve fedakarlıklarıyla milletimizin gönlünde yer etmiş olan Sayın Mahinur Tunca gibi, Sayın Sinem Aydemir gibi, Sayın Tülay Yazlık gibi, Sayın Hülya Durmaz gibi, Sayın Sevim Günhan, Sayın Semin Öztürk gibi, Sayın Sevim Koçak gibi, Sayın Aynur Eken gibi, Sayın Fadime Kural gibi, Sayın Türkan Harmankaya gibi, Sayın Leyla Ildırlı, Sayın Gülsüm Kabadayı gibi misafirlerimiz de var. Kendilerine şahsım ve milletim adına asil duruşları, gayretleri, özverileri için şükranlarımı ifade ediyorum.

Yine bugün aramızda illerimize, ilçelerimize yaptığım seyahatlerde ve programlarda kendileriyle tanışma, sohbet etme fırsatı bulduğum hanım kardeşlerimiz bulunuyor. Onlara da bu güzel günde bizleri yalnız bırakmadıkları için, kadirşinaslıkları, samimi sevgileri için özellikle teşekkür ediyorum.

Tabii bu kardeşlerimiz arasında birisi var ki farklılıklarla burada bir özellikli ifadeyi kullanmak istiyorum; geçtiğimiz Ağustos ayında Hakkâri Şemdinli’de teröristlerle girdiği çatışmada şehit düşen Trabzonlu kardeşimiz Başkomiser Ahmet Çamur’un eşi Gökçen Hanıma bir kez daha başsağlığı dileklerimi ifade ediyorum. Kendisi hâkim olan Gökçen Hanım şehit eşi unvanıyla bana göre payelerin en yücesine sahip olmuştur. Çünkü bizim inancımızda şehitlerin ayrı ve özel bir mertebesi vardır. Tüm şehitlerimizin, gazilerimizin eşleri ve aileleri adına Gökçen Hanımı saygıyla selamlıyorum.

Şehirlerini temsilen 81 ilimizden gelen kadınlarımızı, kadın valilerimizi, kadın rektörlerimizi, engellilerimizi, sivil toplum kuruluşlarımızın yöneticilerini, kadın muhtarlarımızı, kadın korucularımızı, Suriyeli misafirlerimizi, Külliyemizde görev yapan kadın personelimizin temsilcilerini, velhasıl bugün burada bulunan tüm kadınlarımızı bir kez daha selamlıyorum.

Değerli kardeşlerim,

Değerli hanımefendiler;

40 yıllık siyasi hayatımda kadınların hayatın tüm alanlarında daha fazla rol üstlenmesi için çaba harcadım. Bugün bulunduğum yere ulaşmamda önce ailem olmak üzere kadınlarımızın, hanım kardeşlerimizin gayretlerinin çok büyük katkısı vardır.

Bana göre kadının yer almadığı siyaset, kadınları dışlayan bir yönetim anlayışı sadece kadınlar değil, bütün toplum için büyük bir eksikliktir. Kadınların omuz vermediği, sahip çıkmadığı bir demokrasi mücadelesinin başarıya ulaşması mümkün değildir. Kadın elinin değmediği bir edebiyat, incelikten, zarafetten, derinlikten mahrum kalmış demektir. Bir ülkede kadınlar iş ve çalışma hayatında etkin değilse, emin olun o ülkenin kalkınması, büyümesi, hedeflerini gerçekleştirmesi hayalden ibarettir.

Kadın ve erkek bazılarının iddia ettiği gibi birbirlerinin rakibi değil, bilakis tamamlayıcısıdır. Ben, kadını erkeğin yanına değil, karşısına yerleştiren çatışmacı anlayışları asla tasvip etmiyorum, doğru da bulmuyorum. Kadını veya erkeği sadece cinsiyetçisi bir bakış açısıyla ele alanlar, onların aslında insan olduğu gerçeğini gözden kaçırmaktadır. Bu bizim değerlerimizle, tarihimizle, sosyal hayatımızın dinamikleriyle bağdaşmayan, toplumumuzu anlamaktan uzak bir bakış açısıdır.

Kur'an-ı Kerim, kainatın Allah’ın bir hikmeti olarak tezekkür ve tefekkür etmemiz için çiftler halinde yaratıldığını ifade eder. Aynı şekilde tasavvuf ehli kadın ve erkeği Rabbimizin celal ve cemal sıfatının yansımaları olarak görür. Tarihimiz; ilimde, kültürde, edebiyatta, sanatta, hatta savaş meydanlarında temayüz etmiş kadınların gurur verici hikâyeleriyle doludur.

Hazreti Hatice, Hazreti Fatıma, Hazreti Aişe ve Hazreti Zeynep validelerimiz hayatları ile tüm kadınlara örnek olmuş şahsiyetlerdir. Kayserili Gevher Nesibe Hatun, Anadolu’daki ve hatta dünyadaki ilk tıp merkezini kuran kişi olarak kabul edilir. Bugün Kayseri’de Tıp Tarihi Müzesi olarak hizmet veren bu mekan, Avrupa’da akıl hastalarının kat edildikleri bir devirde su, musiki ve kuş sesleriyle hastaların tedavi edildiği bir şifahanedir. Terken Hatun’dan Hayme Ana’ya, Nene Hatun’dan Kara Fatma’ya kadar tarihimizde mücadeleleriyle, azimleriyle, dirayetleriyle efsane haline gelmiş nice kadınlar vardır. Cüzdanlarımızdaki 50 liranın üzerinde fotoğrafı olan Fatma Aliye Hanım ülkemizde ve İslam coğrafyasında eli kalem tutan birçok kadının ilham kaynağı, umut kaynağı olmuştur. Bu örnekleri her alanda çoğaltmak ve saatlerce saymak mümkündür.

Değerli kardeşlerim;

Nasıl tarih boyunca kurduğumuz devletlerin harcını yoğuran kadınlarımızsa, son İstiklal Harbimizin görünmez kahramanları da yine kadınlardır. Bu toprakları bize vatan kılan ruhun taşıyıcıları, bağımsızlık türkülerinin bestecileri yine kadınlarımız olmuştur.

Hal böyleyken, birilerinin ısrarla kendi ülkesinin kadınlarını yok sayıp, sadece Batılı kadının serencamını idealize etmesini art niyetli buluyorum. Birileri inatla Doğu toplumlarını geleneği, hatta dini sadece ezilmekle, ötekileştirme, despotizmle, zulümle özdeş hale getirmeye çalışıyor. Bunlar için aile ve din kadının özgürleşmesinin önündeki en büyük iki engeldir. Dikkat ediniz, bu kesimlerin gözünde İslam kadını yücelten, baş tacı eden, ona değer veren değil, bilakis kişiliksiz hale getiren bir unsundur.

Bu iddiaların sahipleri yıllarca kadını ‘özgürleştirme ve medenileştirme’ adına bu ülkenin milyonlarca kadınına zulmetmiştir. Kızlarımıza kılık kıyafeti dolayısıyla üniversite kapılarını kapatanlar, ikna odalarında onlara işkence edenler bu zihniyetin uzantılarıdır. ‘Köylü’ diyerek, ‘makarnacı’, ‘kömürcü’ diyerek milleti aşağılayanlar yine bunlardır. Kürtaj itirazlarında, 3 çocuk tartışmalarında, ailelerin korunmasıyla ilgili attığımız adımlarda da bu zihniyet kendini ele veriyor.

Kardeşlerim,

Bu ülkede doğum kontrolleri yapıldı,  nüfus planlaması adı altında, aile planlaması adı altında doğum kontrolleri yapıldı. Niye biliyor musunuz? Bu milletin neslini kurutmak için, nüfusumuzu yaşlı hale getirip azaltmak için. Şunu ifade etmek isterim: Bir toplumun kalkınması, ekonominin temel taşı insandır. Bunun dışında emek, sermaye, hepsi insanın türevidir. İnsan varsa emek vardır, insan varsa sermaye vardır, insan varsa üretim vardır. İnsan yoksa bunların hiçbiri yoktur. Bu da nereye bağlıdır? Genç, dinamik nüfusa bağlıdır.

Şu anda Batı tutuştu, dünya tutuştu; niye biliyor musunuz? Nüfusları yaşlanıyor da onun için. Biz ne yazık ki bu kampanyalarla şimdi nüfusumuzdaki yaşlanmayı görüyoruz. Çünkü nüfus artış hızımız ne yazık ki şu anda 2’nin altında veya 2; buralarda bocalıyoruz. Nüfusu arttırmamız gerekiyor, burada da bir numaralı aktör anneler, sizsiniz.

Ve ben ‘cennet annelerin ayağı altındadır’ diyen bir dinin mensubuyuz. Niye babaların ayağı altında değil? Neden annelerin ayağı altında? Annelerin ayağının altı öpülür, ben öptüm. Buradaki diğer gençlere de söylüyorum, illa genç olmanız da şart değil, siz de annelerinizin ayağının altını rahatlıkla öpebilirsiniz, o başka bir zenginlik… Bazıları anne olmak istemeyebilir, ama biliyorum ki kadını birinci derecede en yüksek seviyeye çıkaran o makamdır.

Bizim tüm siyasi hayatımız işte bu karanlık ve despot zihniyetle mücadele etmekle geçmiştir. Burada çok daha acı, çok daha utanç verici bir noktaya değinmek istiyorum: Son dönemlerde özellikle terör eylemlerinde polisimize, askerimize, köy korucularımıza, vatandaşımıza kurşun, sıkan bomba atan eli kanlı teröristlere sahip çıkacak, onları kahramanlaştırmaya çalışacak kadar alçalanlar olmuştur. Bunlar da güya aydın biliyor musunuz? Bunlar aydın müsveddesi; ne aydını…

İşte geçen hafta siz de bizzat şahit oldunuz, iki kadın terörist İstanbul’da polisimizi hedef alan bir eylem düzenliyor. Akabinde bu teröristler polisle çatışmaya giriyor ve her ikisi etkisiz hale getiriliyor. Bazı gazeteci kılıklı terör sempatizanları ise bu olayı utanmadan, sıkılmadan ‘iki kadın öldürüldü’ diye haber yapıyor. İki terörist demiyor, ‘iki kadın öldürüldü’... Daha önce yargılanan cezaevlerine giren bu kadınlara birtakım milletvekillerinin, hatta hatta genel başkan diye anılan zatın nasıl canhıraş bir şekilde sahip çıktıklarını da gazete ve televizyon arşivlerinden görüyoruz.

Aynı tavrı iki ay önce Silopi’de etkisiz hale getirilen 3 kadın terörist hadisesinde de yaşadık. Yani kadınların teröristi olmaz mı? İşte tanıştık bu teröristlerle. Kimi gazeteciler ve sözüm ona siyasetçiler günlerce bu teröristleri ‘sivil vatandaş’ diye kamufle etmeye, yutturmaya çalıştılar. Kandil’e gidip orada görüştükleri eli kanlı canileri ‘ekolojik rol modeli’ olarak gösterecek kadar gözleri dönmüş durumda.

Bakınız altını çizerek ifade ediyorum; bunlar için mesele hiçbir zaman kadının özgürleşmesi meselesi olmadı, olmayacak. Bunlar kendi kör ideolojilerine körpe beyinler bulmanın, terör çarkını döndürecek taze kanlar aramanın peşindeler. Ama biz terör örgütlerinin medyadaki, siyasetteki akademideki gönüllü taşeronlarının, gençlerimizi, özellikle genç kızlarımızı zehirlemesine asla izin vermeyeceğiz.

Değerli kardeşlerim;

Bu mücadele zor ve meşakkatli bir mücadeledir. Sadece hükümetin, sadece devletin mücadele etmesi yeterli değil. Toplumsal yaralar, ancak toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla tedavi edilebilir. Kadın derneklerimizin, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’mızın, belediyelerimizin, üniversitelerimizin, sanatçılarımızın, yazarlarımızın, yani herkesin bu mücadeleye destek vermesi, katkı sağlaması gerekiyor. Kadına yönelik şiddetin bir ayağını da bu çalışma oluşturmalıdır. Terör örgütlerinin genç kızlarımızı istismarı, en az kadına kalkan erkek eli kadar tepki toplamalı, duyarlılık oluşturmalıdır.

Cinsel tacize karşı yürüttüğümüz mücadeleye, örgüt elebaşları elinde onuru çiğnenen kadınları da eklemeliyiz. Ben onlara üzülüyorum. Bunlar kaçırılarak dağa taşınan, dağda eğitilen, Kürt vatandaşlarımızın kızları. O anneler bana geldiler, ağladılar, ‘Benim kızım böyle değildi, aldatıldı ve kaçırıldı ve ondan sonra da orada şu anda akıbetleri meçhul.’ diyerek…

Öncelikle teröre prim veren, kimliğine ve ideolojisine bakarak teröristi kahramanlaştıran zihniyeti hep beraber mahkûm etmeliyiz. Zira PKK, YPG, DHKP-C, DAEŞ gibi terör örgütlerinin kadınlara yaklaşımlarında hiçbir fark yoktur. Bu örgütlerin hepsi için de kadın sadece ve sadece kullanılacak bir araçtır.

Aynı şey paralel ihanet çetesi için de geçerlidir. Bakınız paralel ihanet çetesi ve onun elebaşı yıllarca zihinlerini iğfal ettikleri çocukları bugün dünyanın her yerinde Türkiye aleyhine kullanıyor. Şu an Türkiye’ye karşıtı çevrelerin en büyük işbirlikçisi, malzeme tedarikçisi paralel ihanet çetesinin elemanlarıdır. Artık kız veya erkek tek bir evladımızın, cinsiyeti ne olursa olsun tek bir vatandaşımızın terör örgütlerinin ve paralel yapıların tuzağına düşmesine seyirci kalamayız. Hiçbir anne-baba evladının bu hainlerin elinde heba olmasını istemez.

Hem terörle, hem de teröre suni teneffüs sağlayan karanlık yapılarla hep birlikte mücadele etmeliyiz; ben bunu başaracağımıza inanıyorum. Nasıl bu ülkede kadınlarımızın haklarını teslim etme noktasında sessiz bir devrim yaptıysak, bu konuda da aynı başarıyı ortaya koyacağımıza inanıyorum. Bu mücadele öncülüğü, yaşanan acının büyüklüğüyle birlikte en iyi bilen siz kadınlardan bekliyoruz. Sizler güçlü durursanız evelallah hiç kimse bu milleti terör örgütleriyle, şer şebekeleriyle terbiye etmeye kalkışamaz.

Bu düşüncelerle sözlerime son verirken bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesini, milletin evini teşrifleriniz için her birinize teşekkür ediyorum.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün dünyanın her yerinde, en başta da Suriye’de, Irak’ta zulüm ve katliamlarla geçen son Kadınlar Günü olmasını diliyorum. Bu Kadınlar Günü’nün Afrika’nın fakir, garip kadınları için çocuklarının aç kaldığı son Kadınlar Günü olmasını temenni ediyorum.

Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyor, hepinizi Allah’a emanet ediyorum. Kalın sağlıcakla.