HAK-İŞ 5. Uluslararası Kadın Emeği Buluşması’nda Yaptıkları Konuşma

07.03.2016

HAK-İŞ Konfederasyonu’nun değerli Genel Başkanı,

HAK-İŞ ailesinin değerli mensupları,

33 farklı ülkeyi temsilen aramızda bulunan kıymetli misafirler,

Hanımefendiler, beyefendiler;

Sizleri en kalbi duygularımla, saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.

HAK-İŞ Konfederasyonumuzu, özellikle de HAK-İŞ Kadın Komitesi’ni 5’inci defa düzenledikleri bu anlamlı buluşma için tebrik ediyorum. Emekleriyle hayatın her alanında var olabileceklerini, üretken olabileceklerini, başarılı olabileceklerini gösteren tüm kadınlarımıza şükranlarımı sunuyorum.

Sizler, kadınların ‘nisa’, yani insan sıfatıyla, diğer tüm özelliklerinden bağımsız bireyler olarak bu ülkede yaşayabileceğini, kendi ayakları üzerinde durabileceğini gösteren birer kahramansız. Aynı zamanda sizler, kadının metalaştırılmadan, sadece cinsiyeti kullanılarak istismar edilmeden kendi kişiliğiyle, kimliğiyle, inancıyla, değerleriyle hayatta hak ettiği yeri alabileceğinin de ispatısınız. Sizlerin kadının cinsiyetinden insan sıfatıyla sahip olduğu hakları kullanabilmesi yolunda verdiğiniz mücadeleyi saygıyla selamlıyorum.

Bizim medeniyetimizde, bizim inancımızda, bizim kültürümüzde kişiler cinsiyetleriyle değil, insan sıfatıyla muhatap alınır, çünkü bizde insan eşrefi mahlûkattır, yani yaratılmışların en şereflisidir.

Dikkat ediniz, dünyada kadın hareketleri, kadınların en çok aşağılandığı, en çok istismar edildiği, en çok mağdur edildiği yerlerde ortaya çıkmıştır. Kadına insan sıfatıyla yaklaşılan bir yerde, onu korumak için başka hiçbir şeye ihtiyaç yoktur.

Bakınız ne diyor Hakk aşığı; “İkilik kinini içimden atıp / Özde ben bir insan olmaya geldim. / Taht kuralı ariflerin gönlüne, / Sözde ben bir insan olmaya geldim, / Serimi meydana koymaya geldim.” Yani başımı meydana koymaya geldim. Evet, aslolan özde ve sözde insan olabilmektir.

Eşitlik adı altında kadının her türlü sömürüye ve istismara açık hale getirildiği bir anlayışa, herkesten önce inanıyorum ki kadınlar karşı çıkacaktır. Asıl olan, kadının nisa, yani insan sıfatıyla kabul edilmesidir. İşte kitabımız Kur'an-ı Kerim bir sureyi nereye ayırmış? Kadına. Nisa Suresi… İşte o zaman eşitliği değil, adaleti tartışmaya başladığımızı göreceğiz. Adalet, erkek-kadın, çocuk-yaşlı demeden tüm insanları ilgilendiren bir sorundur. Unutmayınız, kadının olmadığı yerde insan da yoktur.

Bunun için kadın olmak, peşinen imtiyazlı olmak demektir. Ve kadın çocuk doğurduğu için cezalandırılmaz; tam aksine kadın çocuk doğurduğu için mükafatlandırılır. Onun için bizim değerlerimizde, bizim inancımızda cennet babaların ayakları altında değil, annelerin ayakları altındadır. Onun için annelerin ayaklarının altı öpülür; ben öptüm, siz de öpün.

İnsanoğlu kendi geleceği için, kendi bekası için kadına hak ettiği değeri vermek mecburiyetindedir. Kadına haksızlık eden tüm insanlığa haksızlık etmiş olur. Esasen mazlumla zalimin mücadelesi, insanlık tarihiyle yaşıttır. Bugün dünyanın kuzeyiyle güneyi arasındaki adaletsizlik aynı mücadelenin farklı bir yansıması değil midir? Öyleyse bizim bu mücadelede saffımız bellidir. Nasıl dünyanın her yerinde zalimlere karşı mazlumların saffındaysak, adalet için, onurları, haysiyetleri, hakları için mücadele eden tüm kadınların da sonuna kadar yanındayız.

Sevgili hanımefendiler, kardeşlerim;

Bizim medeniyetimizde ve tarihimizde emek kutsaldır. Bunun için çalışana hakkının alın teri kurumadan verilmesi emredilir. Emeğe saygı duyulması, çalışanın, üretenin haklarının korunması konusunda çok güçlü kurumsal yapılarımız vardır. Bu bakımdan özellikle ahilik teşkilatı gerçekten çok özgün ve önemli bir kurumdur. Aynı şekilde vakıf müessesemiz de bir yönüyle emeğin korunması işlevine sahiptir. Esasen bizim tarihimizde emek bakımından ustayla çırak, işverenle işçi arasında bir ayrıma gidilmemiştir, hepsi de alın teri, katkısı, mahareti ölçüsünde aynı sistemin içinde karşılıklı saygı, sevgi ve hakkaniyet temeline dayalı olarak yer almıştır.

Dünyadaki sendikal mücadelenin tarihine baktığımızda ise, sistemin tam tersine, şiddetli bir çıkar çatışması üzerine kurulduğunu görürüz. Sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan ağır çalışma şartları, ortada düzenleyici kurumlar ve kurullar olmadığı için işçileri haklarını aramak amacıyla örgütlenmeye yöneltmiştir. Zorlu ve kanlı bir sürecin sonunda ancak Birinci Dünya Savaşı sonrasında bu mücadelenin etkin sonuçları görülmeye başlandı. Daha sonraki yıllarda da sendikal mücadeleler ekonomik krizler ve savaşlardan olumsuz etkilenmeye devam etmiştir.

Bugün ülkemizde örgütlenme modeli Batıya dayansa dahi, ilhamını tarihimizden ve medeniyetimizden alan bir sendika anlayışına ihtiyacımız olduğuna ben inanıyorum. Bilhassa çalışma hayatında kadınların emeklerinin korunması bakımından bu yaklaşım çok önemlidir.

Nüfusunun yüzde 92’sinin il ve ilçe merkezlerinde yaşadığı bugünkü Türkiye’nin, nüfusunun yüzde 70’nin köylerde yaşadığı dünkü Türkiye’den farklı olduğu elbette biliyoruz. Şehirleşme yaşama oranının artmasıyla birlikte kadınların toplumsal hayattaki rollerinde meydana gelen değişiminde elbette farkındayız. Ama bu durum kadının istismar edilmesine, sömürülmesine, ötekileştirilmesine müsamaha göstereceğimiz anlamına asla gelmiyor.

Bunun için özellikle geçtiğimiz 14 yılda genel olarak işçilerin, emekçilerin, çalışanların, özellikle de kadınların haklarını korumaya yönelik çok önemli düzenlemeleri hayata geçirdik. Anayasadan başlayarak, yasalardaki, yönetmeliklerdeki düzenlemeleri baştan sona elden geçirerek kadınlarımızın haklarını gözeten yeni bir mevzuat altyapısı oluşturduk. Bu daha önceleri yoktu, bunları biz yaptık.

2004 ve 2010 yıllarındaki anayasa değişikliklerinde kadınların erkeklerle aynı haklara sahip olduklarını, bu amaçla alınacak tedbirleri eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamayacağına dair hükümlere yer verdik. ‘Eşit işe eşit ücret’ dedik ve bunu uygulamaya biz koyduk. Medeni Kanun’da, İş Kanunu’nda, Ceza Kanunu’nda, Gelir Vergisi Kanunu’nda, Belediyeler Kanunu’nda, İşsizlik Sigortası Kanunu’nda kadınlarımızın haklarını koruyacak özel düzenlemeler yaptık.

2010 yılında Başbakanlığım döneminde kadın istihdamının arttırılmasına yönelik bir genelge yayımladım. Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu 2012 yılında Meclis’te kabul edilerek yürürlüğe girdi. Kadın- Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu da 2009 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde faaliyete başladı.

Geçtiğimiz dönemde en büyük mesafeyi kız çocuklarının okullaşma oranlarının artırılmasında kat ettiğimize inanıyorum. Eşimle “Haydi kızlar okula” kampanyasını başlattık ve Güneydoğu Anadolu’da kızlarımız okullara gönderilmiyordu, bu konuda eşimin başını çektiği bir çalışmayı başlattık. 2002 yılında ilkokul ve ortaokulda yüzde 87 olan kız çocuklarının okullaşma oranı geçtiğimiz yıl yüzde 96 seviyesine kadar yükseldi. Bu oran lise düzeyinde de yüzde 45’ten yüzde 79 düzeyine çıktı. Şartlı eğitim yardımıyla maddi imkansızlıktan dolayı hiçbir ailenin çocuklarını, özellikle de kız çocuklarını eğitimden mahrum bırakmasına izin vermedik.

Ülkemizde 2004 yılında kadın istihdamı yüzde 20 düzeyindeydi, 2014 yılı sonunda bu oran yüzde 30’u geçti. Veriler güncellendiğinde, günümüz itibariyle bu oranın 3’te 1’lik düzeye ulaştığını göreceğimize inanıyorum. Bu gelişmeler kadın istihdamı konusunda uygulamaya geçirilen teşviklerin sonuç vermeye başladığını gösteriyor.

Benzer bir gelişmeyi kadınların siyasete katılımında da görüyoruz. 1 Kasım seçimleriyle oluşan Meclis’imizde kadın oranı 81 milletvekiliyle yüzde 15’e yakındır. 2002 Meclis’inde bu oran yüzde 4,5 bile değildi. Daha önce HAK-İŞ Kadın Komitesinin Başkanlığını yapmış olan Jülide Sarıeroğlu kardeşimiz de şu an Meclis’te Ankara Milletvekili olarak yer alıyor. Bugün Hükümette iki kadın bakanımız var. Az önce yeni Kadın Komisyonu Başkanı Fatma Hanımı iftiharla dinledik, arkadan Bolu’dan Hacer Hanımı çok duygulu bir şekilde yaptığı duygusal konuşmayla ayrıca dinledik, bu temsil kabiliyetleri sebebiyle kendilerine teşekkür ediyorum.

İl düzeyinde 4 başkanımızın bulunduğu belediyelerde henüz arzu ettiğimiz yere ulaşamamakla birlikte, ümit verici gelişmelerin yaşandığını görüyoruz. Üniversitelerde kadın öğretim elemanı oranı yüzde 43’le oldukça ileri bir düzeydedir. Kamu kurumlarında istihdam edilen personel içindeki kadın oranı da yüzde 37’yi buluyor. Üst düzey görevlerdeki kadın oranının henüz oldukça düşük olduğunu görüyoruz. Bir kadın müsteşar yardımcımız, 2 kadın valimiz, 32 kadın büyükelçimiz var. Ama zaman içinde buralarda da ilerleme sağlanacağını düşünüyorum.

Diğer taraftan, kadına yönelik şiddetin önüne geçilmesi konusunda da çok yönlü ve etkili tedbirler hayata geçirildi. Bu konuda yürütülen kampanyalara, ‘kadına şiddet insanlığa ihanettir’ diyerek eşim de, şahsen ben de katıldık. Bundan sonra da bir nisa, bir insan olarak haklarını koruma mücadelelerinde daima kadınlarımızın, sizlerin yanında yer alacağımızı özellikle ifade etmek istiyorum.

Değerli kardeşlerim,

Şu gerçeği hep birlikte ve açık yüreklilikle kabul etmek mecburiyetindeyiz: Çalışan kadının yükü giderek artıyor. Çünkü çalışan kadın aynı zamanda anne olarak aile içindeki sorumluluklarını da yerine getirmeye devam ediyor. Bunun için kadının çalışma hayatındaki rolü ile evindeki sorumlulukları arasındaki dengeyi sağlamak da çok önemli. Son dönemde bu çerçevede pek çok düzenleme yapılmıştır. Doğum sonrası izinlerinden iş yerlerindeki kreşlerin yaygınlaştırılmasına kadar pek çok düzenlemeyle çalışan kadınlara destek sağlanmıştır.

Siyasi hayatımın her safhasında kadınlardan çok büyük destek görmüş birisi olarak, kadınların iş hayatı yanında sosyal ve siyasi alanda da etkili olmaları gerektiğine inanıyorum. Bunun için sadece çalışanlara değil, tüm kadınlarımıza ilgi alanlarına yönelik faaliyetleri yapabilmeleri için gerekli imkanları sağlamalıyız. Bizim bu konuda en küçük bir tereddüdümüz, en küçük farklı bir düşüncemiz yok.

Bununla birlikte, birtakım çevrelerin ısrarla kendi değimleriyle özgürleştirmek adına kadınları kadın yapan farklılıkları, güzellikleri, imtiyazları ortadan kaldırmaya çalıştığını görüyoruz. İşte bu zihniyetin yansımalarına bazı belediyelerin, birtakım siyasi partilerin güya Kadınlar Günü için hazırladıkları afişlerde, etkinliklerde şahit oluyoruz. Bu topraklara yabancı ne varsa getirip ‘işte kadın’ diye sunan, inancını ve kılık kıyafetini aşağılayarak kadına hakaret eden bu karanlık zihniyet esasen en büyük kadın düşmanıdır. Kadını başında örtü var, başında örtü yok diye ayırıma nasıl tabi tutarsın? Yani başında örtü varsa kadın değil, başında örtü yoksa kadındır; böyle bir tanımlama olabilir mi? Yıllarca bu ülkede bu yapıldı. Eğer başında örtü varsa üniversiteye almadılar, okullara almadılar, örtü varsa devlet dairelerine almadılar, işe almadılar, yoksa aldılar. Ayrımcılığın ta kendisi bu, bunu yaptılar. İşte bunu hamdolsun biz değiştirdik. Nisa, insan… Ve insan olduğu için değer verdik, giyiminden, kuşamından dolayı değil.

Bunları kadını özgürleştirmekten anladıkları, kadını kendi ideolojilerine, kendi zihinlerinde kurdukları dünyaya köle yapmaktır. Ailesinden, mahallesinden, toplumundan, değerlerinden kopararak savunmasız bıraktıkları kadını emeği ve bedeniyle istismar etmenin adını özgürlük koyanlar, aslında nesillerimizi hedef alıyorlar.

İşte geçen hafta Afrika’nın 4 ülkesindeydim; Fildişi, Gana, Nijerya ve Gine… Bu 4 ülke de evet insanlara yapılan sömürüyü gördüm. Peki, bu dünyada hani o ‘gelişmiş ülke’ olarak geçinenler var, niçin bunlar acaba buralara ellerini uzatmazlar? Niçin buralara acaba ellerini uzatıp da oradaki yavruları, oralardaki çocukları ele alıp yetiştirmezler, neden? İşte bunun hesabını vermek gerekiyor. Onun için biz ne diyoruz? Dünya 5’ten büyüktür. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi görevini ifa etmiyor. Sadece 5 ülkenin iki dudağının arasına sıkışmış bir dünyayı biz özgür dünya olarak kabul etmiyoruz. 191 ülke, 5 ülkenin iki dudağının arasına sıkışmış, onlar ne derse onlar onu yapıyor. İşte Suriye’de yapılanlar, Irak’ta yapılanlar.... Şu anda 3 milyon insan ülkemde ve bu 3 milyon insana şu ana kadar biz 10 milyar dolar harcadık. Bunlar faturalı olan; STK’ların, belediyelerin yaptıklarını konuşmuyorum. ‘3 milyar avro destek vereceğiz’ dediler, 4 ay geçti hala verecekler, hala. Sayın Başbakan şu anda Brüksel’de, temenni ederim ki bu parayı alarak döner.

Bakın, bir taraftan ‘mülteciler gelmesin’ diyorlar. Tamam da, mültecileri biz göndermiyoruz ki, bak denizden geliyorlar ve bunların birçoğu da maalesef ölüyorlar. Ve biz şu ana kadar sadece denizlerden 100 bine yakın mülteciyi botlarımızla kurtardık. Ama diğerleri botları şişleyerek onların ölümüne neden oldular. Farkımız bu, biz insana böyle bakıyoruz, onlar ise öyle bakıyorlar.

Evet, bugün topla, tüfekle yapılan saldırılardan çok daha tehlikesiyle nesillerimizi hedef alan bir kuşatma teşebbüsüyle karşı karşıyayız, bunun için televizyondan internete, müzikten sinemaya, modadan mimariye her türlü araç kullanılıyor. Gençlerimizi ruhsuz bir ceset gibi sadece dünyevi hazların peşinde koşmaya yönlendiren bu tehdide karşı hep birlikte mücadele etmeliyiz. Terör örgütlerinin en büyük güç kaynağı işte bu yeni nesil profilidir. Bu bakımdan bölücü terör örgütü de, DAEŞ terör örgütü de, paralel devlet yapılanması örgütü de aynı kaynaktan besleniyor.

Değerli kardeşlerim, şunu unutmayın: Bu operasyonlar Güneydoğu’daki, Doğu’daki, ülkemizin neresi olursa olsun bölücü terör örgütü bu terörü estirdiği sürece durmayacaktır, huzuru yakalayacağımız ana kadar bu devam edecektir. Çünkü insanımızın huzuruna kastedenlere karşı gerekli her türlü tedbiri aldık, alıyoruz.

Şunu da söyleyeyim: Bu ülkede Parlamento’ya girip de hala terör estirenlere karşı da ben Parlamentodaki diğer siyasi partilerin bunlar hakkında atılması gerekli olan adımları da geciktirmeden atmalarının gereğine inanıyorum. Bunu birkaç kez daha söyledim, yine söylüyorum, söylemeye devam edeceğim. Zira anayasa ortada, yasalar ortada. Bunların yaptığı özgürlükçü bir mücadele değildir, özgürlük mücadelesi insanların öldürülmesiyle gelmez. Bütün bunların bedeli, evet, silahla Parlamento’ya girmek değildir. Ya?.. Ha bunlara siz silahla mı girmek istiyorsunuz? O zaman buyurun anayasanın amir hükümleri ortadadır, yasaların amir hükmü ortadadır; bunun gereğini yaparız, iş olur biter. Geldin girdin Parlamentoya, demokratik şekilde mücadeleni ver, sözle ver, kalemle ver, ama silahla dersen kusura bakma…

Bu millete ‘şöyle de yaparım, böyle de yaparım’ anlayışını dayatanlar, hem kadınlarımızın, hem de halkımızın düşmanıdır. Bu mesele hayat tarzı meselesi değildir; tam tersine bu mesele ülkemizin ve milletimizin geleceği meselesidir. Hani bir de ‘Türkiye’ye özgü başkanlık’, ‘Türkiye’ye özgü anayasa’ diyoruz ya, işte bu konuda da Türkiye’ye özgü bir model geliştirmek ve uygulamak mecburiyetindeyiz. Kadın haklarını illa Batıdaki formatta ve üslupta ifade etmek, savunmak, hayata geçirmek zorunda değiliz. Kendi tarihi ve kültürel birikimimiz ışığında yanlışları düzelterek, eksikleri tamamlayarak, kadının bir insan, bir birey, bir fert olarak varlığını güçlendirecek adımları hep birlikte atabiliriz, inanın bana böylesi çok daha etkili olacaktır.

Eğer Batıda gerçek anlamda bir kadın hakları savunuculuğu olsaydı, bugün Suriye’de 100 binlerce kadının çocuklarıyla birlikte hayatlarını kaybetmesine böyle sessiz kalınmazdı. DAEŞ terör örgütünün internete koyduğu şov amaçlı videolar karşısında ortalığı ayağa kaldıranlar, neden Esad’ın devlet terörünün katlettiği masum çocukları ve kadınları görmezden geliyorlar? Rusya’nın uçaklarıyla bombardıman ettiği Bayırbucak Türkmenlerini, oradaki Arapları, oradaki kardeşlerimizi niçin görmezden geliyorlar? Yine çoğunluğunu kadınların ve çocukların oluşturduğu Akdeniz’in ve Ege’nin karanlık sularında yitip giden hayatlar, ağızlarından kadın haklarını, hümanizmi düşürmeyenlerin niçin umurlarında değil?

Bakınız, aramızda ülkemizde mülteci kamplarından gelen Türkmen, Arap ve Kürt hanım kardeşlerimiz var. Bu kardeşlerimizin her biri 5 yıldır Suriye’de yaşanan zülüm ve katliamın en yakın şahitleridir. Onların acısına, gözyaşlarına duyarsız kalanların kadın haklarından, insan haklarından bahsetmelerinin hiçbir anlamı yoktur. Sınırlarına çektikleri tel örgülerle, kapattıkları kapılarla, en sert polis müdahaleleriyle kadınları ve çocukları çaresizliğe terk edenlerin, Suriye’deki DAEŞ şovlarına karşı hassasiyeti bize asla inandırıcı gelmiyor.

Biliyoruz ki, bunların aslında kadın diye, çocuk diye, mazlum diye, mağdur diye bir dertleri yok, onların derdi başka. Biz ne onlar gibi meseleye bakabiliriz, ne de onlar gibi davranabiliriz. İnancımız ve tarihimiz böyle bir hoyratlığa, böyle bir vicdansızlığa, böyle bir ahlaksızlığa izin vermez. Sonuna kadar Suriye başta olmak üzere dünyanın her köşesindeki mazlumların, mağdurların yanında olmaya devam edeceğiz.

Değerli kardeşlerim,

Az önce Afrika’yı bahsettim; her biri ayrı yeraltı zenginliklerine sahip bu ülkelerdeki insanların nasıl zor bir hayat yaşadıklarını kendi gözlerimizle gördük. Altı zenginlik, üstü sefalet kaynayan Afrika’daki sömürge düzeni çok daha ağır bir şekilde bugün Suriye’ye ve tüm Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’ya uygulanmak isteniyor. Biz buna asla rıza göstermeyeceğiz. Celladına aşık kurbanların ihanetine rağmen bölgede kurulmak istenen bu düzene karşı sonuna kadar mücadele edeceğiz. Bu mücadeleyi en çok da kadınlarımız için vereceğiz. Çünkü onlar, özgürleştirilmek adına yeni bir köleliğe teslim edilecekleri modern kölelik düzenini değil, insan sıfatlarına layık bir hayatı hak ediyorlar. Bu düşüncelerle yarın kutlanacak 8 Mart Dünya Kadınlar Gününüzü tebrik ediyorum.

HAK-İŞ Konfederasyonumuza, Sayın Başkana ve Yönetim Kurulu üyelerine, Kadın Komitesine bu güzel buluşmaya vesile oldukları için şükranlarımı ifade ediyorum.

Buradan ülkemizdeki muhacir kardeşlerimiz başta olmak üzere, Suriye’nin ve Irak’ın tüm yiğit kadınlarını gönülden selamlıyorum. Toplantıya yurt dışından gelerek iştirak eden tüm misafirlerimizden ülkelerine, oralarda yaşayan kardeşlerimizi selamlarımızı iletmelerini özellikle rica ediyorum.

Uluslararası 5. Kadın Emeği Buluşması’nın hayırlı olması temennisiyle hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Kalın sağlıcakla.