Yeşilay’ımızın değerli başkanı ve yönetim kurulu üyeleri,
Çok kıymetli Yeşilay gönüllüleri,
Değerli misafirler,
Hanımefendiler, beyefendiler;
Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle, hürmetle selamlıyorum.
1-7 Mart tarihleri arasında kutladığımız Yeşilay Haftası’nın ülkemiz, milletimiz ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını Allah’tan temenni ediyorum. Bu yıl Zümrüdüanka Ödülleri’nin üçüncüsünü tevdi ediyoruz. Ödüllere layık görülen sporcularımızı, sanatçılarımızı, medya mensuplarımızı, akademisyenlerimizi, siyasetçilerimizi, kurum ve firmalarımızı canı gönülden tebrik ediyorum.
Yeşilay’ın görev alanına giren konular sadece ülkemizin değil, tüm dünyanın, tüm insanlığın mücadele ettiği sorunlardır. Bu konuda uluslararası dayanışma ve işbirliği olmazsa başarı da sağlanamaz. Bu sebeple ödüllerin bu yıl ülke sınırlarımızı aşarak uluslararası bir boyut kazanması son derece anlamlı ve değerli buluyorum.
Geçen yıl ödül tevdi edilmiş birisi olarak şunu tüm samimiyetimle ifade etmek isterim; Yeşilay ödülleri bir şahıs veya kurumun alabileceği en müstesna, en anlamlı ödüllerdendir. Bu ödüller hem özveri ve hassasiyetin, hem de ağır bir sorumluluğun sembolüdür. Ödülü almak kadar, alınan ödülün yükünü taşıyabilmek, ödülün üzerimize yüklediği mananın bilincinde olmak da önemlidir. Tüm ödül sahiplerinin bu anlayışla çabalarını sürdüreceklerine inanıyorum.
Bu vesileyle kendi alanın en eski ve en köklü kurumlarından olan Yeşilay’ımızın 96. yıldönümünde, evet, hepsini, emeği geçenleri, ebediyete irtihal etmiş olanları rahmetle, yaşayanları da hayırla yad ediyorum.
1920’de din adamları, doktorlar ve eğitimcilerden oluşan bir avuç münevverimiz tarafından, az önce de ifade edildi, ‘Hilal-i Ahdar’ adıyla dikilen fidan, hamdolsun bugün asırlık bir çınara dönüştü. Yeşilay, bağımlılık yapan maddelerin insan sağlığına ve sosyal hayata verdiği zararlarının henüz tam olarak kavranmadığı bir zamanda kurulmuş en eski sivil toplum kuruluşlarımızdandır. Bugün Yeşilay 120 şubesi, 50 bin üyesi, 30 farklı ülkede kuruluşlarına öncülük ettiği Yeşilay dernekleriyle marka sivil toplum kuruluşlarımızdan biri durumuna gelmiştir.
Yeşilay, asırlık geçmişinden gelen birikimiyle alkol bağımlılığı yanında, tütün, uyuşturucu madde, teknoloji, kumar gibi bağımlılıklarla da mücadele ediyor. İnsan onurunu ve saygınlığını temel alan bilimsel metotları kullanarak yürütülen bu mücadeleyi şahsen yakından takip ediyorum. Bugüne kadar daha çok savunmaya yönelik çalışmalar yapan Yeşilay’ın, değişen ihtiyaçlara göre artık bağımlılık tedavisinin psikolojik ve sosyal destek tarafında da yer almaya başladığını görüyorum.
Sayın Başkanımız biraz önceki konuşmasında bu noktada atılan adımlara, hayata geçirilen projelere kısaca değindi. Gerek Başbakanlığım dönemimde, gerekse Cumhurbaşkanı olarak Yeşilay’ımızın toplumu bilinçlendirme, farkındalık oluşturma ve bağımlılığı önleme mücadelesine daima güçlü destek verdim, bundan sonra da vermeye devam edeceğim.
Kıymetli dostlar,
Türkiye’nin son 14 yılı her alanda ihmallerin ortadan kaldırıldığı, yıllarca ikinci plana itilen, halının altına süpürülen konuların tekrar gündeme alındığı bir dönem olmuştur. Yeşilay mensupları ve gönüllüleri olarak sizler bu sürecin en yakın şahidisiniz. Daha önce imkânsızlıklarla boğuşan bir Yeşilay vardı, bugün Avrupalı kuruluşların mükemmeliyet belgesi verdiği bir Yeşilay var, ondan dolayı kutluyorum, ondan dolayı tebrik ediyorum.
Neden böleydi? Mücadelesinde yalnız bırakılmış bir Yeşilay’dan, çalışmaları en düzeyde himaye edilen, desteklenen artık bir Yeşilay’a kavuştuk. Biraz destekle, biraz cesaret ve teşvikle kurumlarımızın neler başarabileceklerini Yeşilay’a bakınca görebiliyoruz. Halef selef olmaları hasebiyle şu anda Medeniyet Üniversitesi Rektörü İhsan Hocayı da burada özellikle kutlamak istiyorum. Tabi bu bir bayrak yarışı, şimdi de artık Mücahit Beyle birlikte, ekibiyle inşallah bu mücadele kararlı bir şekilde devam etmelidir, devam edecektir.
Burada asıl mesele, bakış açısının, zihniyetin önceki dönemlere göre değişmesidir. Mesela bende Yeşilay’ın güzel anıları var. İmam Hatip Lisesi öğrencisiyken liseler arası münazaralar olurdu. O zaman münazaraları Yeşilay organize ederdi, biz de tabi hemen hemen her yıl o münazaralarda İmam Hatip Lisesi olarak -İstanbul’da tek İmam Hatip Lisesiydik- hep şampiyon olurduk. Yeşilay şahsen benim dünyama böyle girdi ve bir dönem bunlar böyle devam etti. Fakat Yeşilay’ın hakikaten dünyamızdaki o meydana getirdiği farkındalığı şimdi ulusal ve uluslararası bazda inşallah bu genişleyen ağıyla birlikte çok daha farklı bir konuma hep birlikte taşıyacağız.
Son 14 yılda ekonomiden ticarete, maliyeden kamu yönetimine, yargıdan sosyal politikalara, medyadan siyasete kadar hemen her alanda bunun sayısız örneğini görürsünüz. Şüphesiz işte bu zihniyet değişiminin yaşandığı alanların başında dış politika ve diplomasi geliyor. Bizim dönemimizde Türkiye, tarihi derinliğinin ve birikiminin farkına vararak, çok yönlü bir anlayışla dış politikasını yeniden ele almıştır. Ama bunu kavrayamayanlar var, onu söyleyeyim. Kavramak onların dünyasında farklı; bunu kim uyguluyor, ona bakıyorlar, ona göre değerlendirmelerini yapıyorlar. Eğer beğenmedikleri, rengi filan uygun olmayan birisiyse, ha bu, affederseniz, tu kaka diyorlar. Onun için biz, netice netice netice diyoruz, elhamdülillah bu neticeleri de alıyoruz.
Bakın, son 5 gündür Batı Afrika ülkelerinden Fildişi Sahili, Gana, Nijerya ve Gine’deydik. Yanımda 150’ye aşkın da iş adamı vardı. Ekibim ve 150 iş adamıyla bu 4 tane ülkeyi dolaştık. Şimdi bu ülkelerin durumu, bunlar emperyalist Batının geçmişte sömürdüğü ülkeler. Aslında bunlar fakir fukara, garip gureba değil ha, bunlardaki o madenler, petrol vesaire korkunç… Ama bunları kendileri alamamış ki, bunları hep onlar almışlar. Gelmişler, elmasları, her şeyi götürmüşler, altınları aynı şekilde götürmüşler. O garipler bunların ne olduğunu bilmiyor, zannediyorlar ki bunlar taşları alıp götürüyorlar.
Fakat bu gidişte hele hele o Gine’yi görünce bizim 50 yıl, 60 yıl önceki Türkiye neyse, Gine o. Fakat öyle bir coşku, öyle bir heyecanla -yüzde 85’i Müslüman- havalimanından bizi karşıladılar, ta şehir merkezine kadar yolun sağı solu -zaten ülkenin yüzde 70’i genç, 30 yaşın altında- büyük bir coşkuyla bizlere ilgi, alaka gösteriyorlar. Tabi bu tabloyu görünce arkadaşlarıma, -5 bakan arkadaşım ve milletvekillerimiz de vardı- şunu söyledim: Arkadaşlar, sorumluluğumuz, bakın burayı gördük ya, bugün çok daha fazlasıyla arttı.
Bizim dedelerimiz buraya geldi, ama bizim dedelerimiz emperyalist Batı gibi gelmedi. Bizim dedelerimiz o şefkat kollarını açarak kucaklamaya geldi, onu yaptı. Ama bunlar onu yapmadılar, hala da yapmıyorlar. Ve kendilerine birçok şeyleri söyledik, bazı adımları atacağımızı söyledik.
Zaten kanal, kanalizasyon, böyle bir şey yok, her şey akıyor. Çöpler aynen görevi ben devraldığım zaman çöp dağları İstanbul’da neyse, inanın orada da o… Ve o çocuklar çöp dağlarıyla haşır neşir oluyorlar. İki tane Batılı ülkeyle anlaşmışlar, yapamadıklarını söylediler. Dedik ‘Biz bunları yaparız, biz bu adımı atarız, siz yeter ki yetkiyi verin.’ Sağ olsun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımla da yola çıkarken anlaşmıştık, bazı hizmetten çıkaracakları otobüsleri o ülkelere söz verdik. Dedik son bakımlarını yaptırıp, boyayıp, o ülkelerden birer ekibi alıp İstanbul’da onları yetiştirelim, ondan sonra da yedek parçalarıyla beraber bu otobüslerden işte 50’şer tane, 40’ar tane bu 4 tane ülkeye verelim diye söz verdik. İnanın Gine’de bütün o Parlamentodaki kişiler, hepsi ayağa kalkarak alkışladılar, çünkü toplu taşıma aracı yok, bu noktadalar.
Şimdi biz tabi oraları göremeyince, ‘Ya gerçekten böyle bir dünya var mı?’ diyor, böyle bakıyoruz olaya. Gezen mi, gören mi veya okuyan mı? Sırf okumak yetmiyor işte, gezeceksin, göreceksin, onların yaşamı nedir, bunu tadacaksın. Ve sorumluluğumuz hakikaten çok büyük…
Şu anda dünyada biz ilk 3’ün içindeyiz, biliyorsunuz; Amerika, İngiltere, Türkiye… Yardım eden ülkeler arasında biz 3’üncü sıradayız. Fakat olayı milli gelire oranla değerlendirdiğiniz zaman Türkiye birinci sırada. Çünkü biz onların baktığı gibi bakmıyoruz. Sadece şu 5 senede Suriye’den gelen mültecilere harcadığımız para 10 milyar dolar. Ve bunun içerisinde ben STK’ları, belediyelerin yardımları, bunları söylemiyorum, bunlar bütçeden çıkan paraları söylüyorum. Niye? Biz olaya “homo economicus” anlayışıyla bakmadık, böyle bakmıyoruz. Bizim medeniyetimizde, bizim değerler silsilemiz içerisinde olay farklı; veren el alan elden hayırlıdır.
Ve bize Batı ne diyor? ‘Size yılda 3 milyar avro vereceğiz.’ Bakınız, bu sözü vereli 4 ya oldu, hala verecekler. Bugün Avrupa Birliği Başkanı ziyaretimdeydi. Bakın dedim, verseniz de vermeseniz de, biz bu gelen mültecilere kapımızı kapatmadık Batılılar gibi. Açık tuttuk, gene açık tutacağız, ama biraz da vicdan dedik. Bunu beraber paylaşalım istiyoruz sizinle, ama siz ‘Türkiye kapıları Batıya açıyor, oraya yönlendiriyor’ gibi bir yanlışın içerisindesiniz. Bakın bunu bırakın, gelin el ele verelim. Ben size bir şey söylüyorum: Formül nedir? Suriye’nin kuzeyine biz bir şehir kuralım, yaklaşık 4500 kilometrekarelik bir şehir kuralım ve bu şehirde biz altyapısıyla, üstyapısıyla her şeyi uluslararası camia paylaşalım. Biz biliyorsunuz inşaat sektöründe de iyiyiz, başka ülkeler de buna girebilir. Yerel mimariyle biz Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’ye yakın bir bölgede bu şehri kuralım, dolayısıyla Suriye’den çıkacak olanları orada iskân ettirebiliriz. Türkiye’dekileri de yine aynı şekilde orada iskân ettirme imkânımız olabilir. Bunu karşılıklı konuştuğumuz zaman ‘haklısın’ diyorlar. Bunu Sayın Obama’yla da konuştuk, hatta koordinatlarını bile belirledik, ama uygulamaya gelince hala ses yok. Mesele, karar meselesi. Karar verici olmak bu, irade koymak bu... Maalesef bunu da tabi koymayınca iş gecikiyor, ama iş kapıya dayanınca da feryat başlıyor.
Tabi benim özellikle bu Batı Afrika’daki ziyaretim gerçekten tarihi boyutu olan bazı ilklerin yaşandığı bir ziyaret oldu. Fildişi Sahili ve Gine’ye Cumhurbaşkanı seviyesinde ülkemizden ilk defa resmi bir ziyaret gerçekleştirildi. Tabii Diyanet İşleri Başkanım da burada, ona da buradan şimdi bir sinyal vermiş oluyorum; mesela şimdi Fildişi Sahili bizden cami istiyor, bir mescit. Dedim bize nerede yer vereceksin? ‘Yer hazır, 60 dönüm bir yer tahsis ettim.’ dedi. Fildişi Üniversitesi’nin yanında 60 dönüm bir arazi… ‘Tamam ben şimdi hemen oraya gideceğim, orayı bir göreceğim’ dedim, tabi şaşırdı. Verdi yanıma mihmandar bakanı ve biz o bakanımızla beraber gittik yeri gördük. Arazi büyük, ama orada yapılacak bir düzenlemeyle gerçekten Fildişi’ne yapılacak böyle bir cami oraya çok çok farklı bir havayı da kazandıracaktır.
Tabi ayın şekilde biliyorsunuz Gana’da şu anda STK ve Diyanet Vakfımızın yaptığı bir cami var. Bu cami de herhalde yılsonunu bulmaz biter. Kaba inşaatı şu anda neredeyse bitmek üzere... Gittim orayı da ziyaret ettim, gördüm son halini. Bana, ‘bitti, açılışını yapalım’ dediler. Dedim ‘beni bitmemiş yere götürmeyin, bitmiş yere götürün.’ Neyse, gittik, heyecanlarına biraz ortak olalım dedik. Ama hakikaten güzel bir mimariyle orada şu anda güzel bir cami inşa ediliyor. Zannediyorum 5 bin kişilik bir cami. O da çevreye inşallah farklı bir hava katacak. Yanında bir külliye, eğitim kurumları vesaire ile 40 dönüm arazi üzerinde inşa edilmiş. Demek ki, sorumluluğu alan STK’larımız -ki burada tabi Diyanet Vakfımızın üzerine özellikle bu alanda çok büyük görev düşüyor- inşallah bununla birlikte buralarda ön açılması lazım. Bu adımları atarak çok daha farklı bir yere bu işi inşallah millet olarak, Türk milleti olarak bizim taşımamız lazım.
Gana ve Nijerya’yla mevcut işbirliğimizi derinleştirecek, çeşitlendirecek çok önemli temaslarda bulunduk. Ziyaretimiz vesilesiyle düzenlenen iş konseyi toplantılarında iş adamlarımız o ülkelerdeki muhataplarıyla biraraya gelerek yeni ortaklıkların temellerini attılar.
Tarihimize baktığımızda, esasında bu ziyaretin ne kadar gecikmiş, geç kalmış olduğunu çok daha iyi anlıyoruz. 2003’ün başında Afrika’da bizim 12 tane büyükelçiliğimiz vardı. Ama şu anda bizim Afrika’da 39 büyükelçiliğimiz var ve inşallah 56’sına yayılmanın gayreti içerisindeyiz. Bunu yaparsak başarılı oluruz, yapmazsak başarılı olamayız.
Atalarımız Anadolu’yu kendilerine vatan kılmadan önce, 9’uncu yüzyılda ilk defa Afrika ile münasebet kurmuşlardır. Osmanlı 1575 yılında Nijerya’daki Kanem-Bornu Sultanlığı ile savunma anlaşması imzalamış, bölgeye askeri teçhizat ve malzeme göndermiştir. Osmanlı’nın ilişkilerini belli bölgelerde sınırlı tutmadığını 1862 yılında Ebubekir Efendi’yi kıtanın en uç noktasındaki Cape Town'a ilmi çalışmalarda bulunması ve Müslümanlar arasındaki sorunları çözmesi elçi tayin ettiğini görüyoruz. Cape Town Güney Afrika’nın en ucu, Boynuzun en ucu, oraya göndermiş. O günün şartlarında, o günün imkânlarında Afrika Kıtası ile ilişkilerimizde bu olumlu gelişmelerden sonra maalesef uzun yıllar bir fetret devrine girdik. Uzun bir dönem içine kapanan ve iç sorunlarıyla boğuşan Türkiye, bu tarihi derinliği yeterince kullanamamış, başta Afrika olmak üzere birçok bölgeden tecrit edilmiştir.
Biz özellikle 2005 yılında ilan ettiğimiz Afrika yılı ile yüzyıllık bu hasreti bitirmenin, tekrar kardeşlerimizle kucaklaşmanın çabası içinde olduk. Hamdolsun, aradan geçen kısa süre zarfında da bu noktada çok ciddi mesafe kaydettik. Büyük bir gururla ifade etmek isterim ki, dünyanın neresine gidersek gidelim, orada mutlaka Türkiye’den girişimcilerimizle, yatırımcılarımızla, gönüllü kuruluşlarımızın temsilcileriyle karşılaşıyoruz. Gana’da olduğu gibi vakıflarımız tarafından yaptırılan az önce ifade ettiğim camilere, hemen her ülkede Türkiye burslarıyla öğrencilere rastlıyoruz. Yanımıza geliyor bakıyorsun Türkçe konuşuyor; bu başka bir zenginlik. Nerede öğrendin bunu? ‘Ben Türkiye’den geldim.’ Bazıları daha da ileri giderek, ‘Ben Türkiyeliyim’ diyenler bile oluyor. Mesele bu, işte onlar bizim yarının kendi ülkelerindeki adeta büyükelçilerimiz, adeta konsoloslarımız olacaklar, temsilcilerimiz olacaklar.
TİKA’nın yardım ve kalkınma projelerine elinde çantası, koltuğunda projesiyle ülke-ülke dolaşan iş adamlarımıza şahit oluyoruz. Türk Hava Yolları bugün en çok tercih edilen hava yollarından biri olarak Afrika kıtasında 40’ın üzerinde şehre tarifeleri sefer yapıyor. Yüzbinlerce Afrikalı yolcuyu Türkiye üzerinden Türk Hava Yolları dünyaya taşıyor, bu noktaya geldik. İnşallah son ziyaretimizle bu atılım ve ortaklık hamlesini bir adım daha öteye taşıdığımıza inanıyorum.
Biz ülkemiz için, milletimiz için bunları yaparken, bu tarihi adımları atarken, muhalefet başta olmak üzere Türkiye’deki belli çevreler tüm enerjilerini bizi engellemek için harcıyor. Hayatlarını parti genel merkezleri, Meclis ve evleri arasında geçirenler, bizim kıta-kıta dolaşıp yatırımcılarımızın, iş adamlarımızın önünü açmamızı idrak edemiyorlar. Gazetelerdeki köşelerini, ekranlardaki söz haklarını, daha da ötesi zihinlerini yabancı başkentlerin, Türkiye düşmanı lobilerin emrine verenler, Ankara’nın bağımsız ve özgüven sahibi dış politika iddiasından çok ciddi rahatsız oluyorlar.
Zira bunlar için Afrika, köklü ilişkilerimizin olduğu, fırsatları bünyesinde barındıran bir yer değil, sadece açlık, sefalet, iç savaşlarla dolu, kriz ve kaos bölgesidir. Onlar Türkiye’nin güneyine bakınca bataklık, doğusuna bakınca sorunlar yumağı görüyorlar. Yine bunlar, ‘Türkiye’nin ekseni kayıyor, Türkiye yönünü Doğuya çeviriyor’ diye feveran etmeyi dış politika yorumculuğu zanneder. Ama şundan emin olunuz, Türkiye hangi hayırlı işe imza atmışsa, hangi açılımı gerçekleştirmişse bunlara rağmen yapmıştır. Türkiye dış politikadaki, demokratikleşmedeki, ekonomideki, siyasetteki, terörle mücadeledeki ve diğer alanlardaki tüm başarılarını bu bir avuç kifayetsize rağmen gerçekleştirmiştir. Bunların amacı yol açmak değil, tıkamak, engellemek, sabote etmek, yola mayın döşemektir.
Değerli dostlar, kardeşlerim;
Sizler ve buradaki Yeşilay mensupları, bu çevrenin, Türkiye’nin zararlı alışkanlıklar ve bağımlılıkla mücadelede nasıl menfi bir rol üstlendiğini çok iyi biliyorsunuz. Daha 2 yıl önce alkol düzenlemesinde koparılan gürültüyü eminim hepiniz çok iyi hatırlıyorsunuz. Ülkenin tamamı için hayırlı olduğu açık olan bu düzenleme, gazeteler, ekran yorumcuları ve kimi siyasetçiler tarafından günlerce yerden yere vuruldu. ‘Alkol yasaklanıyor, özel hayatımız kısıtlanıyor, yaşam tarzımıza müdahale ediyor’ gibi tezviratlar yapıldı. Hatta ana muhalefet partisi düzenlemenin iptal edilmesi için nereye gitti? Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
Kardeşlerim;
Bunlar insanımızı sevmiyor; bunlar insanımızın rahatsızlığında, hastalığında, bütünüyle vücudundaki olumsuz gelişmelerde kendilerine hayat arıyorlar. Biz ise diyoruz ki, hayır, biz insanımızı seviyoruz, sağlıklı bir nesil için ne gerekirse biz onu yapmaya çalışıyoruz.
Bakınız, Dünya Sağlık Örgütü’nün 2014 yılı raporuna göre, alkole bağlı hastalıklardan dolayı her yıl 3,5 milyon insan hayatını kaybediyor. Alkol tüketimi kansere neden olan ilk 10 neden arasında yer alıyor, bunu ben söylemiyorum, işin erbabı söylüyor. Aynı şekilde cinayetlerin, cinsel saldırıların, trafik kazalarının ve kadına şiddet olaylarının en önemli müsebbibi alkoldür. Hal böyleyken, niçin bir siyasetçi 18 yaşından küçüklere alkol satışının kısıtlanmasından rahatsızlık duyuyor? Amerika’ya bak, Batıya bak, oralarda böyle bir şey yok, satamazsın onlara alkolü, hatta hatta sigarayı.
Milletin faydasını gözeten bir milletvekili, neden alkollü araç kullananlara verilecek idari cezanın arttırılmasından rahatsız olur? Allah aşkına, evlatlarımızı alkol ve zararlı alışkanlıklardan korumanın özgürlükle, yaşam tarzına müdahale ile ne ilgisi olabilir? Kaldı ki, bu konu ailenin korunması maddesinde anayasada çok açık, net olarak var. Ve bunu Anayasa’ya biz koymadık, bizden önceki iktidarlar koydu. Niye rahatsız oluyorsunuz, Anayasa’nın gereğini yapıyoruz, bundan sonra da yapılmaya devam edecek. Çünkü biz milletimizi seviyoruz, sağlıklı bir nesil diyoruz. Yıllarca milletin ve memleketin faydasına bir dikili ağacı olmayanlar bu meselede adeta nesil avcılarının taşeronu gibi davrandılar. Aynı tutuma sigara ve diğer zararlı alışkanlıklarla olan mücadelede şahit oluyoruz.
Benzer bir durum sosyal medya ve yeni iletişim araçlarıyla ilgili eleştirilerimizde de karşımıza çıkıyor. Sosyal medya da bir cinayet. Maalesef birileri ısrarla bu ülkede özgürlüğü; milletin kültürüne, tarihine, medeniyet ve inanç değerlerine düşmanlığın bir kılıfı, bir bahanesi gibi kullanmaya çalışıyor. Çağdaşlaşmayı alkol kullanmakla, zararlı alışkanlıkları teşvik etmekle, tek tip bir hayat tarzına sahip olmakla özdeş hale getirenler var.
Bu ne yeni bir tavırdır, ne de ülkemize münhasırdır. Bakınız daha önce de ifade etmiştim; İstanbul’un işgali sırasında gençlerin işgal güçleri tarafından alkol kullanmaya teşvik edildiğini gören bir avuç kahraman bağımlılıkla savaşmak için Yeşilay çatısı altında toplanmışlardır. Tek parti döneminin jakobenleri batılılaşma ve modernleşme adına alkol kullanımını teşvik etmişlerdir. Bu ülke afişler asılarak tüm toplumun alkolün ne kadar faydalı olduğunu ikna edilmeye çalışıldığını günlerce, haftalarca görmüştür. Aileler ‘sağlığa faydalı’ denilerek ilkokul çağından itibaren çocuklarına birayı sevdirmeye çalışmıştır. Bunlar bu ülkede yaşandı, hatta zorladılar. Tarih kitaplarını karıştırdığınızda maalesef Atatürk Orman Çiftliği’nde ellerine bira şişeleri tutuşturulmuş çocuk fotoğrafları görürsünüz; bunlar vakıa.
Bu dönemde alkol, toplumu zorla dönüştürmenin, kimliksiz hale getirmenin, değerlerinden koparmanın bir aracı olarak kullanılmıştır. Günümüzde de aynı zihniyete mensup belediye başkanları, sözüm ona üniversite profesörleri kültürel etkinlik olarak alkolü teşvik edici etkinlikler düzenlemeyi maharet sanıyordu biliyorsunuz. Antalya’da yaşandı ve o genç öldü. Olaydan hemen kısa bir süre sonra öldü.
Dediğim gibi, bu sadece ülkemizde uygulamaya konulan bir politika da değildir. Afrika ülkelerinde sömürgecilerin de benzer yöntemlere başvurduklarını görürsünüz. Sömürgeciler, özellikle plantasyon sahipleri zorla yurtlarından kopardıkları, köle gibi çalıştırdıkları Afrikalı işçilere çoğu zaman ücret yerine alkol vermişlerdir, çok manidardır. İşçilerin içinde bulundukları şartlara, kendilere reva görülen işkenceye karşı dirençleri, kişilikleri, karakterleri alkol bağımlılığıyla kırılmak istenmiştir. Bugün hala ziyaret ettiğimiz ülkelerdeki bazı kronik sorunların temelinde sömürgecilerin bıraktığı bu acı ve kanlı mirasın etkilerini görüyorsunuz.
Biliyorsunuz Afrika’dan önce de Güney Amerika’ya bir ziyaretimiz olmuştu. Afrika’ya bakmadan, Güney Amerika’yı incelemeden batı uygarlığı gerçekten anlaşılamaz. Batı başkentlerinin şık kaldırımlarına hayran kalanlar, o kaldırım taşlarının altındaki milyonlarca Afrikalının ve Güney Amerikalının teri, kanı, canı, emeği olduğunu bilmek zorundadır. Parçalanmış aileler, yerlerinden sürülmüş kabileler, dokusu tahrip edilmiş çevre ve sömürülen kaynaklar beyaz adamın bu bölgelerdeki utanç vesikalarıdır.
Ama biz hamdolsun bu ülkelere giderken tertemiz bir sicille gidiyoruz. Dünyanın her yerinde her topluma tarihimizin ve kültürümüzün bize işaret ettiği şekilde karşılıklı saygı ve dayanışma temelinde herkesin kazandığı ilişkilerin kurulabileceğini gösteriyoruz. Biz siyaha sarılırken hiç içimizden ‘acaba ne derler’ demiyoruz, sadece Allah için seviyoruz; farkımız bu. İnşallah bu ilkeli tutumumuzu sonuna kadar sürdürmekte kararlıyız.
Değerli kardeşlerim;
Artık ülke ve millet olarak yeni bir dönemin, yeni Türkiye’nin inşası sürecindeyiz. Sırf kendi kör ideolojileri için nesilleri dahi feda etmekten çekinmeyen bu karanlık zihniyet zaman zaman hortlasa da hamdolsun eski etkinliğini büyük oranda yitirdi. Ancak müteyakkız olmamız, asla rehavete kapılmamamız gerekir. Evlatlarımızın geleceklerinin karartılmasına, alkol, uyuşturucu ve sigara gibi kötü alışkanlıkların esiri haline getirilmelerine asla fırsat vermemeliyiz.
Ama şimdi bazıları diyor ki, ‘ben sigara içmiyorum, nargile içiyorum.’ Daha beter. Bazıları, ‘ben puro içiyorum’ diyor. Daha beter. Ben bakıyorum, bayağı mesafeli bir yerden bile o kokuyu alıyorum. Hatta kendilerine sigarayı cebinden alırken diyorum; ‘Bak sen eşine zulmediyorsun, ben eşini de kurtarmak istiyorum, şu sigarayı ver bakalım.’ Önce bir gidiyor geliyor, ama sonunda sigarayı alıyorum. Telefon numarasını alıyorum, tarihi, adını-soyadını alıyorum. Biliyorsunuz geçenlerde Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde orada bugüne kadar topladığımız sigaraların şöyle güzelce bir sergilemesini yaptık ve kendilerini de davet ettik. Tabii bir kısmını... Onlarla o gün orada bir tören yaptık. Temenni ederim ki bundan sonraki süreç için bu artarak devam eder. Onun için mücadelemizi kararlı bir şekilde sürdürmeli ve genişletmeliyiz. Onun için sizlerin, istisna olarak hepinizin yardımını özellikle rica ediyorum. Ailelerimizin içinde bu işin mücadelesini vermeyiz. Bu mücadelede sadece kanunlar, sadece yasaklar, sadece cezalar yeterli olmaz.
Bunlar tabii ki olacak, ama asıl milletimizin her bir ferdinin bu mücadelede yerini almasını sağlamalıyız, her bir ferdin... Nasıl teröre karşı yekvücut olmak durumundaysak, bağımlılıkla ve zararlı alışkanlıklarla da mücadelede aynı şekilde bir ve beraber olmalıyız. Şayet bizler çocuklarımızın alkole, tütüne, teknolojiye veya başka bir şeye bağımlı olmasını istemiyorsak, öncelikle kendi alışkanlıklarımızı gözden geçirmeli ve onlara doğru örnek olmalıyız.
Çocuklarının fiziki ihtiyaçları yanında manevi ihtiyaçlarıyla da alakadar olmayan anne-babalar, siperde bekleyen, fırsat kollayan kötü alışkanlıklarının ve terör örgütlerinin onlarla çok yakından ilgilendiklerini bilmelidirler. O dağlara götürülenlerin uyuşturucu verilerek götürüldüğünü bilmenizi isterim. Bu konularda anneler-babalar, komşular, akrabalar, mahalle ve tüm toplum tam bir seferberlik ruhuyla hareket etmelidir.
Ben bu noktada Yeşilay Cemiyetimiz tarafından hayata geçirilen projeleri çok önemsiyor, son derece anlamlı buluyorum. Aynı şekilde Diyanet İşleri Başkanlığımız, Milli Eğitim Bakanlığımız, Sağlık Bakanlığımız, üniversitelerimiz, Emniyet Teşkilatımız ve sivil toplum kuruluşlarımızın yürüttükleri ortak faaliyetleri de önemsiyorum. Bizlere düşen, bu çalışmaları, bu çabaları desteklemektir.
Ben bu düşüncelerle sözlerime son verirken Yeşilay’a; iyi ki varsın Yeşilay diyorum. Her ilde ve üniversitede bu ideale gönül vermiş insanımızı Yeşilay bayrağı altında toplanmaya çağırıyorum.
Bu vesileyle 96 yıl boyunca ülkemize ve milletimize hizmet eden tüm Yeşilay mensuplarına şükranlarımı sunuyor, ebediyete irtihal etmiş olanlara da Allah’tan rahmet diliyorum.
Bu yıl Zümrüdüanka Ödüllerine layık görülenleri tekrar tebrik ediyor, bundan sonraki çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Kalın sağlıcakla.