21. Muhtarlar Toplantısında Yaptıkları Konuşma

24.02.2016

Çok değerli muhtarlarımız,

Değerli kardeşlerim,

Hanımefendiler, beyefendiler;

Sizleri en kalbi muhabbetlerimle selamlıyorum, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine hoş geldiniz.

Bir yıldan fazladır sürdürdüğümüz muhtarlar toplantımızın bugün 21’incisini gerçekleştiriyoruz. Bugün de Amasya, Ankara, Antalya, Bolu, Gaziantep, İstanbul, Kahramanmaraş, Muğla, Niğde, Sakarya ve Şanlıurfa illerimizden gelen siz değerli muhtarlarımızla bir aradayız.

Ülke ve millet olarak kritik günlerden geçtiğimiz bir dönemde gerçekleştirdiğimiz bu toplantının, birliğimizin, kardeşliğimizin, beraberliğimizin bir sembolü olduğuna inanıyorum. Ne diyor Mehmet Akif Ersoy?

“Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan;

Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan.

Diye dursun atalar; Kal’a içinden alınır,

Yok ki hiç bir kişiden, millet-i merhume sağır.

Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”

Evet, Mehmet Akif, babasından dolayı Arnavutluk’u ve Balkanları, annesinden dolayı Buhara’yı ve Orta Asya’yı yakından bilen, oralarda yaşanan acıları yüreğinde hisseden bir münevverdir. Bugün aydın diye, yazar diye, akademisyen diye ortaya çıkıp kendi ülkesine ve milletine düşmanlık edenlerin tersine, Mehmet Akif ülkesini çok sevmiştir, milletini çok sevmiştir. Bu uğurda çok sevdiği vatanından dahi uzak kalmayı göze alan Akif’i bir kez daha rahmetle, minnetle yâd ediyorum.

Yine Akif’in bir sözü bugünümüze ışık tutuyor. Diyor ki Akif; “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar. Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” Maalesef bugün ülkemiz bir kez daha ibret alınmadığı için 200 yıldır tekerrür eden bir sürecin içine girmiştir.

Bakınız değerli kardeşlerim, Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyük ölçüde Balkanlar Savaşları’ndan ve Birinci Dünya Harbi’nden alınan derslerin ürünüdür aslında. Bugün yaşadığımız hadiselerin perde arkasında bizi yeniden o acı günlerin gerisine düşürmek niyeti vardır.

Bir dönem hakimiyet ve etki alanı 24 milyon kilometrekareyi bulunan Osmanlı Devleti, 1913 yılında dahi 5 milyon metrekareye yakın toprağa sahipti, biz böyle bir millettik. 1913’ten 1923’e kadar geçen sürede yaşadığımız büyük yıkımların ardından Cumhuriyetimizi kurduğumuzda sonradan topraklarımıza katılan Hatay’la birlikte 780 bin kilometrekare vatan toprağı elimizde kalmıştı.

Biz elimizde kalan işte bu vatan topraklarındaki devletimizi Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Boşnak’ıyla, Roman’ıyla, Arap’ıyla, velhasıl kendini bu ülkeye ait hisseden, bu ülkenin bir parçası olarak kabul eden herkesle birlikte kurduk. Bugün birileri çıkmış bu büyük bütünün bir parçasını bizden koparmak için içeride ve dışarıda binbir oyun çeviriyor. Et tırnaktan nasıl ayrılmazsa, kardeş kardeşi nasıl ret edemezse, bizim de 79 milyon vatandaşımızdan tek birini dahi feda etme, gözden çıkarma lüksümüz yoktur.

Aynı şekilde 780 bin kilometrekare vatan toprağı bizim son sınırımızdır, bu topraklardan tek bir santimi dahi feda etme, gözden çıkarma hakkına sahip değiliz. Eğer milli birliğimize, toprak bütünlüğümüze halel gelmesine meydan verecek bir gaflete düşersek şehitlerimiz bizden davacı olur, gazilerimiz bizden davacı olur, ecdadımız bizden davacı olur. Sadece bu kadar da değil; bugün bölgemizde ve dünyanın dört bir yanında umudunu Türkiye’nin gücüne, bekasına bağlamış yüz milyonlarca kardeşimiz inanın bizden davacı olur.

İşte dün İstanbul’da Somali’ye destek toplantısı vardı, o toplantıda yanımıza gelen birçok devlet yetkilileri vardı. Hepsi neye bakıyor biliyor musunuz? Türkiye’nin takındığı tavra bakıyor. Ve bizimle ekonomik güçleri mukayese edilmeyecek kadar güçlü olan ülkelerin Somali’ye uzattığı yardıma baktım, bir de bize baktım; hamdolsun biz mukayese edilemeyecek kadar onlardan çok daha fazlasıyla, 1’e 100, çok daha fazlasıyla Somali’ye elimizi ilk andan itibaren uzattık. Somali nere, Türkiye nere…

Hani o ‘biz güçlüyüz’ diyenler var ya, onların gücü işte bu garip gurebanın, fakir fukaranın, ezilmişlerin, mazlumların, mağdurların yanında değil. Ama biz ilk andan itibaren Somali’ye ulaştık, gittik ve o günden bugüne hamdolsun gerek devletimiz olarak, Hükümetimiz olarak, gerek sivil toplum kuruluşlarımız olarak orada bulunduk, her türlü teröre rağmen bulunduk ve yatırımcılarımız, onlar da oraya girdiler yatırımlarını yapıyorlar. Ve dünyada en büyük büyükelçilik binamızı da Somali’de inşa ediyoruz. Gayet güzel, kendi Selçuklu mimarimizle orada 80 bin metrekare üzerinde bir büyükelçilik binası inşa ediyoruz, inşallah 2 ay, 3 ay sonra tefrişi bitiyor, açılışını yapacağız.

Kardeşlerim, bütün bunlarla işte birlikte ülkesine ve milletine zarar verecek davranışlar içinde olanlar, sözler söyleyenler yok mu? Elbette var. Bir kısmı cehaletinden böyle davranıyor, bir kısmı da gönlündeki ve kafasındaki ihanet çukurunun içinde debeleniyor.

Dikkat ediniz, Türkiye’nin birliği ve beraberliği konusunda olumsuz duruş sergileyenlerin hepsinin de geçmişleri ve zihin dünyalarında bir arıza mutlaka vardır. Bu kişiler kendilerini ne bu millete, ne de bu ülkeye ait hissetmiyorlar. Böyle olduğu için de kim Türkiye’nin karşısına çıkarsa, açıkça ve sinsice onun yanında saf tutuyorlar. Bunlar arasında ülkemizin toprak bütünlüğüne saldıran eli silahlı teröristler var, bunların arasında Türkiye’yi uluslararası alanda müşkül duruma düşürmek için sürekli malzeme üretenler ve yayanlar var.

Türkiye’nin DAEŞ terör örgütüne destek verdiği iftirası bu ülkeye ve bu millete düşmanlık değil de nedir? Terör örgütlerini destekleyen, devleti itham edenler, buna yönelik bildiriler yayınlarlar, bunların başka bir adı olabilir mi? İster bölücü örgüt adına, ister paralel örgüt adına sürekli ülkenin çıkarlarına saldırmak millete düşmanlık değil midir?

Kardeşlerim,

Türkiye güçlü bir ülkedir. Çukur açanı açtığı çukura gömerek, imza atanı attığı imzanın utancına gark ederek, kem söz söyleyeni sözünün ağırlığı altında ezerek Allah’ın izni ve inayetiyle hepsinin de üstesinden geleceğiz.

Bölücü terör örgütü, topraklarımız içinde ve Irak’ta PKK olarak, Suriye’de PYD ve YPG adıyla ülkemize ve milletimize yönelik saldırılarını artırmış durumda. Son olarak Ankara’da meydana gelen canlı bomba saldırısı, meselenin vahametini bir kez daha ortaya koymuştur.

Huzurlarınızda tüm dünyaya, özellikle de Batı ülkelerine soruyorum: Hangi ülke Türkiye’deki terör eylemlerinin, canlı bomba saldırılarının, sınır ihlallerinin bir benzerine muhatap olup da Türkiye kadar itidalli, soğukkanlı davranabilir? Amerika’da 11 Eylül saldırılarından sonra, benzer terör eylemlerinden sonra yaşananları, alınan tedbirleri yürürlüğe konulan uygulamaları gayet iyi hatırlıyoruz. İngiltere’de metro saldırılarından sonra yaşananları, Fransa’da çeşitli terör eylemlerinin ardından alınan önlemleri çok iyi biliyoruz. Rusya’nın maruz kaldığı benzer saldırılar sonrasındaki tepkileri de halen hafızalarımızdadır. İşte son olarak Avrupa ülkelerinin mülteci akını karşısında yaşadıkları panik hala devam ediyor. Yani bakıyorsun koskoca bir ülkeye şöyle bir avuç mülteci gidiyor… Bugün bizim sadece Kilis ilimize gelen mülteci sayısı ne biliyor musunuz? Kendi nüfusunun üstünde, 130 bin civarında, Kilis’in nüfusu 127 bin. Hale bak, ama Kilis halkı ‘Niye bu mülteciler buraya geldi?’ demiyor, ‘Onlar muhacir, biz ensarız’ diyor ve gönlünü açıyor.

Değerli kardeşlerim,

Tabii burada herhangi bir terör tehdidinden öte canını kurtarmak, kendini özellikle bir geleceğe adamak üzere bir çaba var. Bütün bunlara karşılık Türkiye sadece Temmuz ayından bu yana 300’ün üzerinde güvenlik görevlimizin şahadetiyle sonuçlanan, dünyada yakın tarihte eşi benzeri görülmemiş bir terör saldırısıyla karşı karşıya. Şanlıurfa’da, Diyarbakır’da, Ankara’da, İstanbul’da, şehirlerimizi hedef alan canlı bomba saldırılarında 200’ü aşkın vatandaşımızı kaybettik, Allah rahmet etsin, mekânları Cennet olsun inşallah.

Bütün bunlar karşısında Türkiye’yi ısrarla bölgesindeki terör örgütleriyle mücadelenin dışında tutmak isteyenlerin başka niyetlerle hareket ettikleri ortadadır. Türkiye’nin mücadelesi şu veya bu etnik gruba, inanç grubuna karşı değil, sadece ve sadece terör örgütlerine, sadece ve sadece terörizme karşıdır.

Bütün bunlara rağmen ısrarla Türkiye’yi Suriye’deki ve kendi topraklarındaki Kürtlere yönelik saldırganlıkla suçlayanlara şu gerçekleri bir kez daha hatırlatmak isterim: Kürtler ülkemde benim vatandaşımdır, kardeşimdir. Bizim Kürt kardeşlerimizle bir sorunumuz yok, bizim sorunumuz teröristlerdir. Kaldı ki, terörist Kürt vatandaşlarımın içinden de çıkar, diğer etnik unsurların içinden de çıkar, bunu biz gayet iyi biliriz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda Kürtler ülkemizdeki diğer etnik gruplarla birlikte canlarıyla, kanlarıyla mücadele etmişler, bağımsızlığımızın ilanında eşit vatandaşlar olarak yerlerini almışlardır.

Terör örgütü Kürt kardeşlerimizin temsilcisi asla değildir; tam tersine terör örgütü en büyük kıyımı, en vahşi saldırılarını Kürt kardeşlerime karşı yapmıştır, bunu da böyle bilelim. Bazı ilçelerimizde açılan hendeklerin, çukurların, bombalı barikatların mağduru esnafıyla, öğrencisiyle, kadınıyla, erkeğiyle öncelikle Kürt kardeşlerimizdir.

Kardeşlerim, evlerini boşaltan, o yükünü sırtına alıp geçici olarak da olsa bir yerlere çıkan benim Kürt kardeşlerim değil mi? Niye gidiyorlar acaba? O açılan hendekler onların evlerinin önünde açılmadı mı? Evler arasındaki kurulan tüneller tehditlerle, ölüm tehditleriyle Kürt kardeşlerimin evlerinde yapılmadı mı? Teröristlerin mahremiyetine ve namusuna el uzattığı kişiler de yine Kürt kardeşlerim değil mi? O dağlara kaçırılan genç Kürt kızlarımız, genç Kürt çocuklarımız siz zannediyor musunuz ki arzu ederek oraya gidiyorlar? Ölüm tehdidiyle gidiyorlar, ondan sonra da tüm değerlerini kaybediyorlar.

Biz aynı şekilde en başından beri Suriye’deki Kürt kardeşlerimizin de haklarını savunduk. Suriye rejimi ülkedeki Kürtlere nüfus cüzdanı bile vermiyordu, bizzat o zalim Esad’a o iyi günlerimizde onu söylüyordum, ‘Bunlar senin vatandaşın değil mi, niye bunlara kimlik kartını, nüfuz cüzdanı vermiyorsun?’ ‘Bunlar şöyledir, böyledir’ diye bana kırk dereden kırk türlü su getiriyordu. Ama şimdi gayet araları iyi, dayanışma içindeler.

Aynı şekilde DAEŞ Kobani’ye saldırdığında değerli kardeşlerim, 200 bin Kürt kardeşimizi hiç tereddüt etmeden bu topraklara alan biz olmadık mı? Almayabilirdik; biz aldık, biz sahiplendik, yedirdik, içirdik, giydirdik, biz yaptık bu işleri. Ve bunların büyük bir bölümü hala ülkemizdeki kamplarda ve şehirlerimizde hayatlarını sürdürüyor.

Dünyanın her yerinde hangi ülke kökenli olursa olsun tüm Kürtleri kendi kardeşimiz olarak görüyor, sahip çıkıyor, bağrımıza basıyoruz. Tıpkı aynı medeniyet geçmişine sahip olduğumuz yüz milyonlarca diğer kardeşimiz gibi, Kürtlerin tamamı da gönül sınırlarımız içinde kabul ediliyor, bunu böyle biliniz.

Buna karşılık birileri ne yapıyor? Gidiyor Ankara’daki alçak eylemle 28 kişinin kanına giren teröristin sözüm ona taziyesinde boy gösteriyorlar. Bir başkası Mecliste bu alçaklığa sahip çıkıp devleti suçlamayı sürdürüyor. Böyle milletvekilliği, böyle siyasetçilik, böyle siyaset olmaz arkadaşlar. Dünyanın hiçbir yerinde sivilleri hedef alan intihar bombacılarına sahip çıkan siyasetçi, siyasi parti, milletvekili göremezsiniz.

Bunlar geçmişte ne diyordu? ‘Bize demokratik bir süreç imkânı vermiyorlar, bize Parlamento’ya girme imkanı vermiyorlar.’ Girdiniz, siz Parlamento’ya girdiğinizden bu yana hiç rahat durdunuz mu? Bak 80 milletvekiline kadar da çıktınız, yine rahat durmanız. 80 milletvekili aldığınız anda bile yine terör çığırtkanlığı yapıyordunuz, yine Kürt kardeşlerimizi sokağa çağırıyordunuz.

Artık Türkiye’de bu işlerin bir düzene girmesi gerekiyor. Bölücü örgütün sözcülüğünü yapmak dışında hiçbir işe yaramayan, hiçbir Meclis faaliyetinde bulunmayan partiye, milletvekillerine, ne bu milletin, ne de bizlerin tahammül etmek gibi bir gayreti olamaz, böyle bir zorunluluğu da olamaz. Demokratik bir ülkede ifade özgürlüğü vardır, ama insanları öldürmek için silah taşıma özgürlüğü yoktur. Bu özgürlük, kesinlikle terör örgütüne yardım, yataklık, sözcülük anlamına gelemez. Arabasıyla terör örgütüne silah taşıyan, örgütün sığınaklarında teröristlere canlı kalkanlık yapan, evini teröristlere tahsis eden, terör örgütünün her eyleminde ön safta yer alan milletvekili, milletvekili değil teröristin ta kendisidir.

Meclisimizin önümüzdeki günlerde bu konuda milletimizin hissiyatını karşılayacak tedbirleri alacağına inanıyorum. Meclisimize gönderilen bu fezlekeler Meclis’te karşılığını bulmalıdır diye düşünüyorum. Bu fezlekelere karşı tüm milletvekilleri bence sağduyulu davranıp gereğini yapmalıdır. Artık milletimizin buna tahammülü kalmamıştır.

Neymiş efendim? Bu parti kapanmak, milletvekilleri de tutuklanmak istiyorlarmış, bunun için de sürekli tahrik edici beyanlarda ve hareketlerde bulunuyorlarmış. Böyle bir saçmalık olur mu? Parti kapatma konusundaki benim tavrımı biliyorsunuz değil mi? Ben parti kapatmaya karşıyım. Suçu işleyen kurum değil bireydir, insandır. Dolayısıyla da ceza kuruma değil, bireye verilmelidir, kimse bu insanlar bedelini ödemelidir.

Anayasamız ve yasalarımız ortada, eğer bir milletvekili terörle mücadele kapsamında suç olarak görülen bir tutum içindeyse elbette gereği yapılmalıdır. Milletvekili sıfatı taşımak nasıl terörist gibi davranmaya mani olamıyorsa, aynı şekilde cezalandırılmaya da engel olamaz. Milletimizin yüreğini burkan, acısını ağırlaştıran bu tür görüntüler konusunda siyasi partilerimizden çok daha fazla hassasiyet bekliyorum. Değerli kardeşlerim, bu fezlekeler Parlamento’nun raflarında çürümemelidir, Parlamento’da bunlar tozlanmamalıdır, gereği yapılmalıdır. Ve bu Parlamento içerisinde de Parlamento bunlara karşı nasıl tavır koyacak, ha millet de bunu görmelidir.

Değerli kardeşlerim,

Suriye’de yaşanan iç savaş 5’inci yılını geride bırakıyor. Esasen bu şimdiye kadar çoktan çözüme kavuşmuş olması gereken bir meseleydi. Suriye halkının kahir ekseriyeti kendi geleceğini kendi belirleme, demokrasiye ve hukuka uygun bir yönetim yapısına kavuşma konusundaki kararlılığını en başından itibaren ortaya koymuştur. Fakat bölgedeki değiştiren iki önemli ve proje ürünü olduğu her halinden belli olan gelişme bu süreci belirsizliğe ve karanlığa sürükledi.

Bunlardan ilki, Irak’taki mezhebi çatışmalar neticesinde ortaya çıkan DAEŞ denilen örgütün ki El Kaide’den doğmuş bir örgüttür, rejimin göz yummasıyla Suriye’de etkinlik kazanmıştır. İkincisi de, Rusya ve İran gibi devletlerin Esad rejimine güçlü destek sağlayarak Suriye halkının özgürlük mücadelesini sabote etmişlerdir.

Dikkat ediniz, hem DAEŞ’in, hem de Esad rejiminin, hem de PYD, YPG’nin öncelikli hedefleri birbirleri değil, Suriye halkının gerçek temsilcisi olan muhalif gruplardır. Ne diyorlar? ‘PYD ve YPG, bunlar DAEŞ’e karşı savaşıyorlar, ondan dolayı biz PYD ve YPG’yi destekliyoruz’ diyorlar. Koskoca bir yalan. O zaman ben size farklı bir örnek vereceğim, El Nusra da DAEŞ’e karşı savaşıyor; peki El Nusra’ya niye kötü diyorsunuz? O zaman onun da iyi olması lazım. ‘El Nusra kötü, ama PYD’yle YPG iyi’; ha olay farklı, olay farklı. El Nusra’nın bulunduğu konum farklı olduğu için bunlar ne diyor? ‘İyi teröristler, kötü teröristler’. Mantık bu.

Kardeşlerim,

Tüm Batı, tüm dünya; Amerika’sıyla, Rusya’sıyla, İran’ıyla, Avrupa Birliği’yle, Birleşmiş Milletler Teşkilatı’yla maalesef dünya Suriye’de insan onurunun yanında dik bir duruş sergileyemiyor. Tam aksine, bu ülkelerin hepsi de burada kendi hesapları uğruna rejimin ve onu destekleyen ülkelerin yarım milyona yakın masum insanı katletmesine doğrudan veya dolaylı olarak rıza göstermektedir.

Suriye’deki sorunun çözümüne yönelik uluslararası girişimler bilinçli olarak ya rayından çıkartıldı ya da çıkmaza sürüklendi. Son olarak ateşkes meselesinde tarih de verilerek somut bir sonuca varıldığı intibaı uyandırılmaya çalışılıyor. Suriye’de ateşkes için varılan uzlaşma ilkesel olarak elbette olumludur. Biz de Suriyeli kardeşlerimize nefes aldıracak bir ateşkesi destekliyoruz. Ancak, bu ateşkesle ülkesinde yarım milyona yakın vatandaşının katledilmesinden sorumlu Esad rejimiyle onu destekleyen güçlere açık ve güçlü bir destek verilirken, muhalifler konusunda hala ikircikli bir dil kullanılması endişe vericidir.

Bölgede kimin hangi muhalefet grubundan olduğunun tespitini şayet Rusya, Esad rejimi ve PYD, YPG gibi yapılar gerçekleştirecekse ortada vahim bir durum var demektir. Cellatlarla kurbanların aynı kefeye konduğu, kontrolün de cellatlara verildiği intibaı doğuran bu durumun yeni ve daha trajik gelişmelerin kapısını açmasından endişe ediyoruz. Şayet bu DAEŞ’le mücadele kılıfı altında bölgeye geldiğinden beri Esad rejimiyle bir olup ılımlı muhaliflere acımasızca saldıran Rusya’nın insafına terk edilmiş bir ateşkesse korkarız masum insanların tepesine düşen ateş hiç kesilmeyecektir.

Suriye’nin gerçek sahiplerinin dışlandığı, onların fedakârlıklarının ve beklentilerinin karşılanmadığı bir ateşkes, sadece Esad rejimine ve onunla birlikte hareket edenlerin ekmeğine yağ sürecek demektir. Zaten bu konuda rejim ve destekçilerinin sicili değerli kardeşlerim, bozuktur. Daha önceki teşebbüsler bu kesimler tarafından göz boyamanın, yeni yerler işgal etmenin, daha fazla masumu öldürmenin aracı olarak kullanılmıştır. Aynı şekilde bu süreçte Suriye’deki gelişmelerden en fazla etkilenen ülke konumundaki Türkiye’nin de hassasiyetlerinin dikkate alınması gerekiyor. Biz milli güvenliğimizi tehdit eden adımlara karşı bir defa müteyakkız olmaya, ateşkes sürecini yakından takip etmeye devam edeceğiz.

Değerli kardeşlerim,

Anlamayanlara, anlamak istemeyenlere, anlamamak için lafı döndürüp dolaştıranlara şu gerçekleri bir kez daha ve tüm açıklığıyla ifade etmek istiyorum: PYD, YPG, tıpkı PKK gibi, tıpkı DAEŞ gibi, tıpkı El Kaide gibi birer terör örgütüdür. Türkiye olarak PKK’ya, DAEŞ’e nasıl bakıyor ve davranıyorsak, PYD, YPG’ye de aynı şeklide bakmaya ve davranmaya devam edeceğiz.

Bizim ısrarla ‘terör örgütü’ dediğimiz, buna ilişkin bilgileri, belgeleri paylaştığımız bir örgüte çok daha ısrarlı bir şekilde ‘terör örgütü değildir’ denilmesi, müttefikliğin ruhuna yakışmaz. Biz imkanlarımızın en sınırlı olduğu dönemde müttefiklik sorumluluğumuzun gereği olarak binlerce kilometre uzaktaki Kore’ye gittik ve yüzlerce şehit verme pahasına üzerimize düşenleri yaptık. Binlerce kilometre uzaktaki Vietnam’a, Afganistan’a, Irak’a kendi güvenliği için müdahale eden bir ülkenin, Türkiye’den sınırının 100 metre ötesindeki tehditler karşısında sessiz kalmasını beklemesini anlamakta zorlanıyoruz. Bu iş Türkiye için bir beka meselesidir. Müttefiklerimizin artık bu konuda bir yol ayrımına geldiklerini görmeleri için meseleyi daha açık nasıl anlatabiliriz, inanın bilmekte zorlanıyorum.

Esasen DAEŞ ve El Nusra nasıl ateşkesin dışında tutuluyorsa, bunlar gibi bir terör örgütü olan PYD, YPG de ateşkesin kapsamı dışında olmalıdır. Gelinen nokta itibarıyla, PYD, YPG, Esad rejimi ve Rusya’yla bir olup muhaliflerin gücünü kırarak DAEŞ’e en büyük desteği veren odak haline dönüşmüştür. Şayet muhalifler, PYD, YPG’nin saldırılarına maruz kalmayıp tüm güçlerini ve imkânlarını DAEŞ’le mücadeleye hasredebilseydiler, inanıyorum ki bugün Suriye’de durum çok daha farklı olurdu.

Son Ankara saldırısını ve güney bölgelerimizdeki bazı ilçelerde yaşanan eylemleri PKK ve PYD, YPG’nin birlikte gerçekleştirdikleri cümle alemin malumudur. Bu da bizim güvenlik güçlerimizin bilgisi tahtındadır. Herhangi bir delile, ispata artık gerek yoktur; zira her iki örgüt de bunu açıkça ilan etmektedir. PYD, YPG’nin, PKK’nın uzantısı bir terör örgütü olduğu gerçeğinin artık herkes tarafından kabul edilmesi gerekiyor. Bu yıllar öncesinden bizim malumumuzdur zaten.

Bu örgütün terör örgütü olduğunun kabulü için, illa PKK, PYD’nin bombalarını Ankara’da değil de başka başkentlerde mi patlatması lazım? Böyle bir vicdansızlık, böyle bir duyarsızlık olabilir mi? Paris’te patlayan bombalar için gösterilen tepkiyle, Ankara’daki bomba için gösterilen tepkilerin dozu ve samimiyeti arasındaki farkı biz görmüyor muyuz? Başsağlığı dileyelim, güzel; ama tedbirler nerede? ‘PKK’yı biz terör örgütü ilan ettik’. E güzel, peki PYD’yle YPG’yi niye ilan etmiyorsun? Hadi bunları da ilan edin. PKK’yla yapamadığınızı PYD’yle ve YPG’yle mi yapmak istiyorsunuz? Olayın şu anda geldiği nokta budur.

Ama şundan emin olunuz: Yarın, asla temenni etmeyiz; Washington’da, Moskova’da, Brüksel’de benzer olaylar yaşandığında biz en az Ankara’daki kadar üzüntü duyarız, bundan kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü biz terör örgütleri arasında ayrım yapmadığımız gibi, acılar arasında da asla ayrım yapmıyoruz. Artık bu komediye, bu gülünç oyuna bir son verilmelidir.

‘Ben PKK’yla birlikte hareket ediyorum’ diyen bir örgüte, ‘Hayır, senin PKK’yla bir ilgin yok’ demek, bizim ve tüm dünyanın aklıyla alay etmektedir. Bizimle de kimsenin alay etmeye hakkı yoktur. Nitekim, daha önce yayınlanan belgeler, açıklanan raporlar bu bağlantıyı, bu ilişkiyi net bir şekilde ortaya koymaktadır. Birkaç sene öncesine kadar aynı organizasyon şeması içinde yer alan örgütler bugün nasıl birbirinden farklı değerlendirilebilir?

Aynı şekilde bölgeye geldiğinden beri Esad rejimiyle bir olup muhalifleri ve sivilleri insafsızca bombalayan Rusya’ya ‘DAEŞ’le mücadele ediyor, terör örgütleriyle mücadele ediyor’ demek komedinin ta kendisidir. Buyurun, şu anda Rusya PYD’nin, YPG’nin ofisini Moskova’nın göbeğinde açtırdı. Hadi bakalım ey Rusya, sen şimdi neyle bunu izah edeceksin? Yarım milyon insanı öldüren bir rejiminle, bunun karşısında hayatta kalma mücadelesi veren insanları aynı kefeye koymak için herhalde vicdansız olmak gerekir.

Değerli kardeşlerim,

Biz bin yıldır bu bölgede yaşayan, aynı topraklar üzerinde Selçuklu, Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti olarak 3’üncü devletini kurmuş bir milletiz. Acısıyla, tatlısıyla bölgenin gerçeklerini gayet iyi biliyoruz, bunu kimse bizim kadar bilemez. Eğer bu ülkede olup biten nedir, ne değildir, bu öğrenilecekse bu bizden öğrenilecek.

Biz, çok zor bir coğrafyada uzun yıllardır yaşıyor olmanın verdiği tecrübeyle, bu süreçte edindiğimiz melekelerle bugünkü sorunların da Allah’ın izniyle üstesinden geliriz. Ama şu veya bu beklentiyle coğrafyamıza gelip kısa bir sürede kendilerine etkili ve kalıcı alanlar açabileceklerini hesap edenlere bir kez daha düşünmelerini, hesaplarını iyi yapmalarını tavsiye ederiz.

Bu coğrafya, evet, pek çok medeniyete beşiklik etmiş kadim bir coğrafyadır. Evet, bu coğrafya mümbit bir coğrafyadır, cazip bir coğrafyadır. Ama aynı zamanda bu coğrafya; medeniyetler, devletler, ordular, milletler mezarlığıdır. Kimler gelip kimler geçmedi ki buralardan. Biz işte böylesine meşakkatli bir coğrafyada hamdolsun bugüne kadar ayakta durmayı başardık, inşallah ilanihaye bu toprakları ebedi vatanımız olarak muhafaza etmeye devam edeceğiz.

Aynı coğrafyayı paylaştığımız komşularımıza, kardeşlerimize sahip çıkmayı da sürdüreceğiz. Bazen aramıza suni mesafeler girse de kardeşlerimizle gönül birliğimizi, kader birliğimizi mahşere kadar devam ettirmek kararındayız. Varsa aynı bedelleri ödemeyi göze alan buyursun gelsin, biz onlarla da komşuluk yapmaktan imtina etmeyiz.

Değerli kardeşlerim,

“Ben bedel ödemem, sadece çıkarıma bakarım” diyorlarsa, kusura bakmasınlar, onlar çok yanlış yerdeler. Ordularınız, silahlarınız, ekonomik gücünüz ne kadar büyük olursa olsun, bir süre sonra bu coğrafyada hiçbiri de işe yaramaz hale gelir. Çünkü bu 780 bin kilometrekarelik vatan toprakları, gelmenin kolay, tutunmanın zor olduğu bir yerdir, bunun böyle bilinmesi lazım.

Kalpleri fethetmedikten sonra şehirleri, limanları işgal etmişsiniz ne fayda... Biz kalelerle birlikte, hatta kalelerden önce kalpleri fethettiğimiz için bin yıldır bu topraklardayız. Bizim akıncılarımızın hassasiyeti, özelliği buydu. Onun için Fatih Sultan Mehmet, Edirnekapı surlarından içeri girerken biliyorsunuz Hıristiyan kadınlar ellerinde çiçeklerle nasıl karşılıyorlardı? “Başımızda kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi arzu ederiz.” diyorlardı, böyle karşıladılar. Çünkü Fatih İstanbul’a girmeden önce elçileriyle, akıncılarıyla bir defa gönülleri fethetmişti, iş önceden bitmişti.

Bu gerçekleri anlamayanlar bize hala kimin dostumuz, kimin düşmanımız olduğunu dikte etmeye çalışıyorlar. Biz dostumuz da, düşmanımızı da gayet iyi biliriz. Asıl onlar arkalarında durduklarından hangilerinin dost, hangilerinin düşman olduğunun farkında değiller. Bunu bir gün mutlaka öğreneceklerdir. Ama nasıl bir bedelin karşılığında öğreneceklerdir; onu yaşayıp göreceğiz.

Biz duruşumuzu, kararlılığımızı asla bozmayacağız, kardeşlerimize sahip çıkmaktan, terör örgütleriyle mücadele etmekten, vatanımızı korumak için gereken her şeyi yapmaktan, hedeflerimiz doğrultusunda çalışmaktan kesinlikle vazgeçmeyeceğiz. Şehitlerimiz ve gazilerimiz bin yıldır olduğu gibi bugün de bekamızın birer mührü olarak kalplerimize kazanmaktadır.

Biz asla savaş yanlısı, savaş hevesli bir ülke değiliz. Tarihimizde bunun hiçbir örneğini göremezsiniz. Tam tersine biz bölgemizde ve dünyada barışın, huzurun, istikrarın, güvenin, refahın hakim olması için çalışıyoruz. Dünyanın 17’nci büyük ekonomisi olmamıza rağmen insani kalkınma yardımlarında dünyada 3’üncü sıradayız. Milli gelirimize oranla baktığımız zaman dünyada birinci sıradayız. Bakın ne durumdayız. Üstelik bizim yardımlarımız sömürge niyetini, sömürge hevesini kapatmaya yönelik değildir; tamamen hasbidir, hesabi değildir, samimidir, karşılıksızdır, biz böyle bakıyoruz.

Diyorlar ki, ‘Rus uçağını düşürmeseydiniz işler bu dereceye gelmezdi.’ Peki, niçin Rusya’ya dönülüp ‘Türkiye’nin sınırlarını ihlal etmeseydiniz işler bu hale gelmezdi’ denmiyor? Bir değil, iki değil, üç değil, niçin bu sorulmuyor? Öyle ya, biz uçağı durup dururken yere düşürmüş değiliz ki. Sınır ihlali olmasaydı yaptığımız ikazlar dikkate alınsaydı uçak düşürme hadisesi de kesinlikle yaşanmazdı.

Acaba Rusya’nın kendisine bu tür bir hamle yapılmış olsaydı, Rusya ‘buyur geç’ der miydi? Anında kaç tane uçak indirmiştir, düşürmüştür, bunların içinde nice yolcu uçakları var. Üstelik Rusya buna rağmen 29 Ocak’ta olduğu gibi sınır ihlallerini zaman zaman tekrarlamaktan geri durmuyor. Biz ne Rusya’nın, ne de Rus halkının düşmanı değiliz. O ana kadar dostluğumuzun ileri noktada olduğu, aramızda yüksek düzeyli stratejik konsey çalışmalarını başlattığımız, bu toplantıları yaptığımız, -hatta hatta düşünün Rus halkının ülkemize bu denli sempatisinin olduğu, 4 milyona varan bir turist Rusya’dan gelmesini düşünün- böyle bir konuma geldiği bir dönemde bunun yapılması değerli kardeşlerim, hakikaten olabilir bir şey değildi. Ve aramızdaki ticaret hacmi 35 milyar dolara ulaştı, böyle bir noktadaydık, hedefimiz bunu 100 milyar dolara ulaştırmaktı. Herkes yaptırım uygularken biz bu yaptırıma uymadık, hayır dedik. Biz yine göndermeye devam edeceğiz ve biz göndermeye devam ettik. Ama ne yazık ki Rusya bizi anlamadı, Rusya iki tane pilotla, Türkiye gibi bir dostunu ne yazık ki kaybederek böyle bir hamleye girdi.

Suriye meselesi Rusya için uzak diyarlardaki bir çıkar operasyonu olabilir, ama bizim için bir hayat memat meselesidir. Kardeşlik hukukuyla bağlı olduğumuz Suriye halkının yüzde 90’ı rejime karşı özgürlük mücadelesinin içinde olmasa, Esad’la ilişkilerimizi niye bozalım ki? Avrupa Birliği bize karşı ayrımcı ve sözünde durmayan bir yaklaşım sergilemese, biz Birliği niye eleştirelim ki? Temenni ederim ki, şu anda atılan adımlar süratle daha iyi bir noktaya gelir.

Görüldüğü gibi gerginleşen ilişkilerin sorumlusu Türkiye değil, Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate almayan diğer taraflardır. İstiklalimiz ve istikbalimiz söz konusu olduğunda kimsenin kaprisine boğun eğmeyiz, eğemeyiz.

Değerli kardeşlerim, sözlerimi Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin o güzel deyişiyle bitirmek istiyorum: “Hak şerleri hayreyler, / Arif anı seyreyler, / Zannetme ki gayr eyler, / Mevla görelim neyler / Neylerse güzel eyler.”

Bu duygularla bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni, milletin evini teşrifiniz için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Mahallelerinizdeki, köylerinizdeki her bir kardeşime selamlarımı, saygılarımı, muhabbetlerimi iletmenizi rica ediyorum.

Biraz sonra yemekte tekrar birarada olacağız. Şimdilik sizlere sevgi, saygılarımı sunuyorum.