‘UNESCO Gastronomi Kenti: Gaziantep’ Programında Yaptıkları Konuşma

20.02.2016

Değerli misafirler,

Sevgili Gaziantepliler,

Aziz vatandaşlarım;

Sizleri en kalbi duygularımla; hürmetle, muhabbetle selamlıyorum.

Sözlerimin hemen başında Ankara’da 17 Şubat Çarşamba akşamı gerçekleştirilen bombalı saldırıda hayatını kaybeden Türk Silahlı Kuvvetlerimizin değerli personeline ve vatandaşlarımıza bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum. Yaralılarımıza acil şifalar temenni ediyorum. Şehitlerimizin aileleri başta olmak üzere tüm milletimize bir kez daha başsağlığı ve sabrı cemil diliyorum.

Terör örgütlerinin ve teröristlerin amacı, bu tür eylemlerle can kaybına yol açmanın yanında, hatta onun da ötesinde propagandasını yapmaktır. Elbette hiçbir şey olmamış gibi davranmayacağız. Acımızı yaşayacak, telinimizi yapacak, üzerimize düşenleri hassasiyetle yerine getireceğiz. Ama terörün gündemimizi kendi istediği gibi belirlemesine, ipotek altına almasına da izin vermeyeceğiz.

Biz devletin ilgili tüm yetkilileri olarak bu olayın hemen akabinde yaptığımız toplantılarla meseleyi değerlendirdik, kararlarımızı aldık ve bu kararları adım-adım uygulamaya başladık. Takdir edersiniz ki bu tür durumlarda alınan her kararın, başlatılan her uygulamanın kamuoyuyla paylaşılması mümkün değildir. Ancak şundan emin olunuz: Türkiye kendisine yönelik her tehdide ve saldırıya karşı cevabını kat be kat fazlasıyla veriyor, vermeye de devam edecektir.

Geldiğimiz yer artık bir meşru müdafaa durumudur. Hiç kimse Türkiye’nin kendisine yönelik terör eylemleri karşısında meşru müdafaa hakkını sınırlayamaz, bunu kullanmasına da engel olamaz. Türkiye, karşı karşıya olduğu tehditlerle mücadele noktasında Suriye’de ve terör örgütlerinin yuvalandığı her yerde gerekli gördüğü her türlü operasyonu yapma hakkına sahiptir. Bunun ülkelerinin toprak bütünlüğüne hakim olamayan devletlerin egemenlik haklarıyla bir ilgisi kesinlikle yoktur. Tam tersine bu durum Türkiye’nin egemenlik haklarına sahip çıkma iradesiyle ilgili bir durumdur. Ülkemizin bu hakkını engellemeye yönelik tavırları kimden gelirse gelsin, doğrudan Türkiye’nin varlığına yönelik bir girişim olarak kabul ediyoruz.

Suriye’de yarım milyona yakın insanın katledilmesi karşısında kılını kıpırdatmayanların Türkiye’nin meşru müdafaa hakkını kullanması karşısında tepki göstermeleri, verdiğimiz kayıplardan sonra açıkçası umurumuzda değildir. Bunların isimlerinin önünde profesör olabilir, bunların adında yok aydınlıkmış-maydınlıkmış bunlar olabilir, bunlar aydın görünen karanlıklardır aslında. 500 bin insan orada ölürken kılını kıpırdatmayanların, ülkemde Ankara’daki Gar’ın önünde 100’ü aşkın insanın şehit edildiği bir olayda kılını kıpırdatmayanların, 28 tane vatandaşımızın burada şehit edilmesine sessiz kalanların kalkıp da bir bildirinin altına imza atmaları, aydın bir insanın, vatansever bir insanın kabullenebileceği bir şey değildir.

Daha önce de ifade etmiştim; Türkiye, angajman kurallarını sadece kendisine yönelik fiili saldırılarla sınırlı olmaktan çıkarıp PYD ve DAEŞ başta olmak üzere her türlü terör tehdidini kapsayacak şekilde genişletme hakkını kullanacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hiçbir vatandaşının canı, dünyanın herhangi bir bölgesinde yaşayan vatandaşlarının veya insanlarının canlarından daha az değerli değildir. Aynı şekilde Suriye’de, Irak’ta, Filistin’de, Ukrayna’da ve dünyanın çeşitli bölgelerinde katledilen hiçbir mağdurun, mazlumun canı da Batı ülkelerindeki insanların canından kıymetsiz görülemez. Bu ülkeler kendi vatandaşlarına yönelik saldırılar karşısında çok şiddetli tepkiler verirken, Türkiye’de sadece sabır ve metanet telkin etmeleri samimiyetsizliktir.

Türkiye’nin Ankara’daki son terör eylemi dahil topraklarına, vatandaşlarına, birliğine, beraberliğine yönelik tüm saldırıları gerekirse kaynağında bertaraf etmekteki kararlılığını bir kez daha ifade ediyorum. Dünyanın diğer ucundan gelip DAEŞ’le mücadele bahanesiyle Suriye’de eli kanlı rejimin payandalığını yapanların, Türkiye’yi maruz kaldığı tüm tehditlere ve saldırılara rağmen kendi sınırlarına hapsetme çabası gülünçtür. Bölgede kendi varlıklarını izah edemeyenler, Türkiye’nin topraklarını ve vatandaşlarının can güvenliğini sağlamaya yönelik operasyonlarına saygı duymak zorundadır. Nefsi müdafaa konumundayken karşımıza kim çıkarsa çıksın, onu terörist kabul eder ve ona bu şekilde davranırız, bunun da böyle bilinmesini özellikle istiyorum.

Değerli misafirler;

Biraz önce de ifade ettim; terörün kendi gündemini dayatarak bizi esir almasına izin vermeyeceğiz. Bugün burada ülkemiz için gerçekten önemli, gerçekten gurur verici bir gelişmeyi kutlamak üzere biraradayız. Gaziantep, UNESCO’nun dünya çapında 18 kenti dahil ettiği gastronomi şehri unvanını aldı. Bu başarılarından dolayı Gaziantep’imizi, Gaziantepli kardeşlerimizi tebrik ediyorum.

Gaziantep bu unvanı dünyadaki belki de en fazla hak eden şehirlerinden biri olarak aldı. Bir şehir düşünün ki, kendisine mahsus 500 çeşit yemeği olsun. Dünyanın pek çok ülkesine, pek çok şehrine gitmiş birisi olarak söylüyorum; Gaziantep’in gastronomi alanındaki zenginliği bırakın şehirleri, dünyanın pek çok ülkesinin toplamından daha fazladır.

Üstelik Gaziantep mutfağı, bizim ülkemizin evet çok önemli unsurudur, ama tek zenginliği de değildir. Erzurum’uyla, Kars’ıyla, Iğdır’ıyla, Ardahan’ıyla, Van’ıyla Doğu Anadolu Bölgemizin mutfağı çok daha başka bir zenginliğe şahittir. Karadeniz’e çıktığımızda bu defa karşımıza daha farklı, çok daha özgün bir başka gastronomi manzarası çıkar. Marmara’ya, Ege’ye, Akdeniz’e, İç Anadolu’ya, hangi bölgemize giderseniz gidin aynı durumla karşılaşırsınız. Bu ülke başka bir ülke, burada evvel Allah ne ararsan bulursunuz. Üstelik bu mutfakların hiçbiri diğerinin benzeri, taklidi, kopyası değildir, zaten dünyada da Türk mutfağı diye anılır. Bunların her biri kendi özgünlüğüne sahip, malzemesiyle, pişirmesiyle, tadıyla, sunumuyla çok farklı mutfaklardır.

Tabii Gaziantep’in şehir olarak müstakil bir gastronomi zenginliğine sahip olmasıyla diğer bölgelerimizden farklı bir yerde durduğunu belirterek hakkını da teslim etmemiz gerekiyor. Geçmişten beri nesilden nesile aktarılarak gelen bu yemekleri halen yaşatan tüm ‘kerdiman’larımıza, yani güzel yemek yapan ev kadını, onlara da şükranlarımı sunuyorum.

Biliyorsunuz televizyonlarda bir sürü yarışma programı var. Bunların bir kısmı faydalı olabilir, ama bir kısmının anlamsız olduğunu görüyorum. Bunların yerine Gaziantep başta olmak üzere, ülkemizin çeşitli bölgelerinden ninelerin kız ve erkek torunlarına geleneksel mutfaklarına ait yemekleri yapmayı öğrettiği bir yarışma programı olsa, inanıyorum ki çok daha fazla ilgi çeker, çok daha faydalı olur.

Anadolu’nun pek çok şehri gibi Gaziantep’in bir diğer önemli özelliğe de; şire, salça, yuvarlama gibi ailelerin biraraya gelerek yaptıkları -ki burada da Fatma Hanımdan öğrendim, 40 civarında hanımefendi biraraya gelerek bu akşam bize ikram edilecek olan yemekleri hazırladılar- aynı zamanda birliğin, beraberliğin, dayanışmanın sembolü olan ürünlerin mutfağında ön planda olmasıdır. Etin, sebzenin, meyvenin, hamurun, ekşiyle, acıyla, tatlıyla, velhasıl Allah’ın insanoğluna ve özellikle de Gaziantep’e bahşettiği tüm nimetlerin harmanlanarak ziyafete dönüştüğü bu mutfak bir dünya markası haline gelmeyi ziyadesiyle hak ediyor. UNESCO’nun Gaziantep’e bu hakkı teslim etmiş olmasından ayrıca memnuniyet duyuyorum, çünkü bir hakkı teslim ettiler.

Diğer yandan, mutfak kültürü Gaziantep’in sahip olduğu muazzam medeniyet birikiminin sadece bir yönüdür, sadece bir kısmıdır. Gaziantep, kadim dönemlerden beri bölgede kurulmuş tüm medeniyetlerin, tüm kültürlerin, tüm devletlerin birikimlerinin zenginliği üzerinde oturuyor. Avrupa’dan Orta Asya’ya, Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya kadar bölgede varlık göstermiş her medeniyetin mirasına büyük bir âlicenaplıkla sahip çıkan, yaşatan Gaziantep bugün de aynı geniş yürekliliği gösteriyor.

Gaziantep, sahip çıkıp bağrına bastığı 350 bin Suriyeli göçmenin, muhacirin hiçbir kötü görüntüye, hiçbir mağduriyete, hiçbir istismara meydan vermeden şehir sınırları içinde hayatını sürdürmesini sağlıyor. Ben Gaziantep’in bu ensar bilinciyle, yani yardım edenler, kucaklayanlar bilinciyle sahip çıkmalarına şahsım, milletim adına özellikle teşekkür ediyorum. Avrupa’nın, dünyanın o dev görünen ülkeleri bin kişiyi, 5 bin kişiyi, 10 bin kişiyi ülkelerine kabul edemezken, benim Gaziantep’imin 350 bin kişiyi alması, yedirmesi, giydirmesi, okutması, eğitimini vermesi her türlü takdirin üzerindedir, böyle bir durum ortada.

Gaziantep merkezli sivil toplum kuruluşlarımızın şehirdeki misafir kardeşlerine sahip çıkmasının yanında sınırlarımızın ötesinde de çok önemli, çok başarılı hizmetler gerçekleştirdiklerini biliyorum. Bu örnek tutumları için de Gaziantep’i, Gaziantep’in yöneticilerini, sivil toplum kuruluşlarımızın temsilcilerini, Gazianteplileri ayrıca tebrik ediyorum.

Ülkemizin 81 vilayetinden sadece biri olan Gaziantep’in sahip çıktığı o sığınmacı sayısının onda 1’i, yüzde 1’i düzeyinde bir mülteci akınına maruz kalan ülkelerin halini düşündükçe ben diyorum ki; evet, Türkiye büyük bir ülke, Türkiye büyük bir millet. Zaten meseleye böyle baktığımızda, Gaziantep’in fedakârlığı ve başarısı çok daha iyi anlaşılacaktır. Bu süreçte Antep’in ‘gazi’lik unvanına, iyiliğe ve vefaya dair sayısız yeni ve güzel unvan eklediğine ve eklendiğine inanıyorum. Allah birliğimizi, beraberliğimizi daim kılsın.

Değerli kardeşlerim;

UNESCO’nun bu ‘yaratıcı şehirler ağı’ programında gastronomi yanında el sanatları ve halk sanatı, dizayn, sinema, edebiyat, müzik, görsel sanatlar başlıklarının da yer aldığını görüyoruz. Gaziantep bu başlıklardan pek çoğunun da en az gastronomi kadar zenginliğe sahiptir. Örneğin el sanatları ve halk sanatı, edebiyat, müzik gibi alanlarda da Gaziantep’in aynı unvanı hak edecek güzellikleri bünyesinde barındırdığına inanıyorum.

Gastronomi alanında elde ettiği başarıyla Gaziantep bu konuda rüştünü ispat etti. Ben diğer şehirlerimizden de öteki başlıklar altında benzer başarılar beklediğimi özellikle belirtmek istiyorum. Örneğin Kahramanmaraş’ın edebiyat alanında gerçekten özgün bir konuma sahip olduğunu biliyoruz. Müzik konusunda Şanlıurfa’nın eline kim su dökebilir? Karşımda da şimdi tabii İbrahim Beyi görüyorum. El sanatları ve halk sanatı konusunda zengin birikimi olan o kadar çok şehrimiz var ki, inanın hangi birini sayacağımızı şaşırıyoruz. Tek başına İstanbul, dizayndan sinemaya ve görsel sanatlara kadar bu başlıkların pek çoğunun altını rahatlıkla doldurabilecek potansiyele sahiptir.

Bakınız Türkiye, sadece UNESCO’nun bir projesindeki başlıkları konuştuğumuzda şu husus dahi mukayese kabul etmez güzellikleriyle, birikimiyle her yerin önüne geçiyor: Gerçek Türkiye fotoğrafı işte budur. Birileri ısrarla ülkemizi terörle, terör eylemleriyle, güvenlik sorunlarıyla eş tutmaya, böyle bir algının içine yerleştirmeye çalışıyor. Ülkemizde bu tür sorunlar yok mu? Elbette var. Ama batı ülkelerindeki metropoller başta olmak üzere dünyanın her yerinde benzeri sorunlar var.

Bu konular gündeme geldiğinde diğerlerini görmezden gelip Türkiye’yi odağa yerleştirmek, kesinlikle objektif değildir, doğru değildir. Bugün Türkiye, yanı başında yaşanan savaşlara, küresel terör örgütlerinin doğrudan hedefinde olmasına rağmen açık söylüyorum, hala dünyanın en güvenli ülkelerinden biridir. Birileri gözlerini kapatıyor, arkasını dönüyor diye Türkiye’nin güzellikleri ortadan kalkmıyor. İşte Türkiye yerli yerinde duruyor.

Tüm güzellikleriyle, tüm ihtişamıyla, tüm imkânlarıyla, İstanbul’uyla, İzmir’iyle, Antalya’sıyla, Gaziantep’iyle, Rize’siyle 79 milyon vatandaşı, 780 bin kilometrekare vatan toprağıyla Türkiye tüm kardeşlerinin, tüm dünyanın hizmetindedir. Biz yaşadıklarımızın bir imtihan olduğu bilinciyle yolumuza devam ediyoruz, devam edeceğiz. Allah yar ve yardımcımız olsun.

Gaziantep’imizi UNESCO gastronomi şehirleri arasında yer alması sebebiyle bir kez daha tebrik ediyorum. Bu konuda emeği geçen, katkısı olan herkesi kutluyorum.

Hepinize sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum, sağlıcakla kalın, afiyet olsun diyorum.