İkinci Mülki Amirler Toplantısı’nda Yaptıkları Konuşma

17.02.2016

Kıymetli kaymakamlarımız,

Saygıdeğer arkadaşlarım;

Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni, milletin evini teşrifiniz için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Kaymakamlarımız ve aynı unvana sahip vali yardımcılarımızla yaptığımız toplantıların ikincisinde sizlerle birlikteyiz. Ülkemizde tüm kaymakamlarımızla inşallah bu şekilde biraraya gelecek, kendileriyle hasbihal edecek, hasret gideceğiz. Bu tür toplantılarla yeni Türkiye’nin inşası sürecinde, ülkemizdeki tüm kesimlerin görüşlerini, düşüncelerini, hissiyatlarını öğrenmek arzusundayım. Hem muhabbetimizi pekiştirdiğimiz, hem de karşılıklı olarak tespit ve tekliflerimizle birbirimizi beslediğimiz bu toplantıların hepimiz açısından faydalı olduğuna inanıyorum.

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi devletin sadece protokol yüzü değildir, olmayacaktır. Bu mekân elbette devlet işlerinin en üst düzeyde görüldüğü yerdir, ama aynı zamanda devletle milletin birlikteliğinin de sembolüdür.

Her zaman söylediğim gibi, devlet denilen mekanizma canlı bir sistemdir, bu sistemi işleten, yaşatan da insandır. Sizler kaymakamlar olarak vatandaşlarımızla doğrudan ve etkin ilişki içinde bulunan, devletin adeta eteğe kemiğe bürünmüş, somutlaşmış timsali konumundaki kamu görevlilerisiniz. Unutmayınız, çoğu defa sizlerin kişisel becerisi, gayreti, azmi, çalışkanlığı, temsil ettiğiniz kamu görevinin ötesinde ve üzerinde bir etkiye sahiptir. Her başarı gibi kaymakamlık görevindeki başarı da yaptığınız işi sevmenize, kendinizi işinize adamanıza bağlıdır.

Kaymakamlık sabah 09:00-akşam 18:00 saatleri arasında yapılacak, sonra da kepengi indirip eve gidilip yatılacak bir iş kesinlikle değildir. Kaymakam, gönlüyle ve kafasıyla 24 saat boyunca çalışan, teyakkuz halinde olan kişidir. Devletin imkânları ve kurallarıyla vatandaşımızın beklenti ve hassasiyetlerini en düzeyde buluşturabilen, başarılı bir kaymakamdır.

Sizler kolay ve çok olan ‘mazeret kapısı’ yerine, zor olan ‘çözüm kapısı’nı zorlamalısınız. Elbette hukuktan, meşruiyetten ödün vermeyeceksiniz, ama bu demek değil ki önünüze çıkan sorunlar ve zorluklar karşısında eliniz, kolunuz bağlı oturacaksınız. Asla, ya bir yol bulacaksınız, ya bir yol yapacaksınız.  Kendini mevzuat hazretlerine mürit yazdıran kaymakamın belki başı ağrımaz ama, eseri de olmaz. Ben ilçelerimizde mazeret değil, eser üreten kaymakamlar görmek istiyorum. Madem bulunduğunuz yerde devleti temsil gibi şerefli bir sorumluluk üstlendiniz, öyleyse bunun hakkını vermek mecburiyetindesiniz.

Sürekli murakabe altında olduğunuzu unutmayın, sizleri vatandaşımız gözlüyor, muhtarlarımız takip ediyor, siyasetçilerimiz adım adım izliyor. İçişleri Bakanlığımızı, onun denetim mekanizmalarını saymıyorum, onlar ayrı. Kaymakamlarımızın başarıları da, başarısızlıkları da ilçeden il geneline, oradan bölgeye ve Türkiye’ye kadar her yerde biliniyor, konuşuluyor.

Bize de gerek illerimize yaptığımız gezilerimiz sırasında, gerekse buraya gelen misafirlerimiz aracılığıyla sürekli bilgi akışı oluyor. Marifet iltifata tabidir diye güzel bir sözümüz var biliyorsunuz; başarılı olan kaymakamlarımızı takdir etmek, buna karşılık aynı çabayı göstermeyenleri de tespit etmek durumundayız. Ben sizlere güveniyorum, her birinizin takdirlik çalışmalar ortaya koyduğuna da inanıyorum.

Kıymetli arkadaşlarım, son günlerde Suriye kaynaklı krizin daha da derinleştiğini, Rusya’nın müdahalesiyle iyice çıkmaza girdiğini görüyoruz. Sizlerin bir kısmının da il ve ilçelerinizde krizin insani ve güvenlik boyutuyla yüzleştiğinizi, mücadele ettiğinizi biliyorum. Sayıları 3 milyonu bulan sığınmacıya yıllardır ev sahipliği yapan Türkiye, bu bakımdan tarihi bir imtihanı yüzünün akıyla veriyor. Ülkemiz ve milletimiz gerçekten 5 yıldır bu konuda insani görevini, komşuluk vazifesini ve uluslararası yükümlülüklerini hakkıyla yerine getirdi, getirmeyi sürdürüyor.

Şu anda bir taraftan siz değerli vali yardımcılarımıza, kaymakamlarımıza seslenirken, ekranları başında bizi izleyen milletime de sesleniyorum, aynı zamanda uluslararası camiaya da sesleniyorum: Tarihimizin bize mirası olan, bizi biz yapan medeniyet değerlerimizi yaşattığımızı, biz şu son 5 yılda tüm dünyaya gösterdik. Evet, Türkiye, zalim ile mazlumu savunanların ayrıldığı, maskelerin düştüğü bu süreçte küresel vicdanın sesi olmuştur. Türkiye, tüm algı operasyonlarına rağmen Suriyeli kardeşlerine din, dil, mezhep ve etnik köken ayrımı yapmadan sahip çıkarak tüm dünyaya insanlık dersi vermiştir.

Suriye meselesi aynı zamanda birçok ülke, siyasetçi ve kurum için de adeta bir turnusol kâğıdı olmuştur. Biz bu süreçte birçok ikiyüzlülüğe de şahit olduk, hatta çok yüzlülüğe şahit olduk. Şu ana kadar yapmış olduğumuz ödeme 10 milyar dolara yaklaşmıştır, STK’larımızın, belediyelerimizin yaptıklarını söylemiyorum, sadece milli bütçeden yapılanları söylüyorum.

Kendi halkına karşı savaş yürüten rejim tarafından terör örgütlerinin desteklendiği, terörle mücadele altında kirli hesapların hayata geçirildiği bir dönemi yaşadık ve Batı hala sessiz. Yapılan toplantılar var, bu toplantılardan bir netice çıkıyor mu? Hayır.

Rusya şu anda 500 bine yakın insanın ölümüne neden olan katil, zalim Esad’ın yanında yer almak suretiyle o da kendi kimliğini ortaya koymuştur. Ve şu andaki süreçte yağdırdığı bombalarla o da, işte çok açık, net ortada, çok ciddi bir insanlık suçuna ve bir savaş suçu işlemekle karşı karşıyadır. Ne diyor Birleşmiş Milletler? ‘Eğer tespit edilirse, belirlenirse bu bir savaş suçudur’ diyor. Daha ne arıyorsunuz? İşte buyurun hastaneler bombalanıyor ve o kuvözlerin içerisindeki fotoğrafları, resimleri görmediniz mi? Gönderin elemanlarınızı, oralarda yerinde incelemeleri yapsınlar.

Ve şu anda PYD’ye, YPG’ye hala terör örgütü diyemeyen veya demeyen, ‘YPG’ye desteğimiz sürecektir’ diyen Amerika’yı da anlamakta zorlanıyorum. Terör örgütü PKK’nın bütün kayıtlarında PYD’nin kurucusunun kim olduğu bellidir, YPG’nin kurucusunun kim olduğu bellidir. Geçenlerde de söyledim, biz Amerika’yla NATO’da beraber değil miyiz? Senin dostun biz miyiz, yoksa YPG mi, PYD mi; bunu da öğrenmek istiyoruz. O zaman çık bunu da açıkla; ‘Dostum YPG’ye silah yardımı yapıyorum, dostum PYD’ye silah yardımı yapıyorum’ de, bunu da bilelim. Bilelim ki ondan sonra bu meseleleri sizinle konuşmamıza da gerek kalmasın. Gizli kapılar arasında veya arkasında bazı şeylerin konuşulması bizleri üzmektedir. Dost, dostluğunun gereğini yapmalıdır. Biz dost bildiğimize gereğini yaparız, ama bizi dost olarak görmeyenler lütfen açıkça net bunu ifade etsinler.

İşte dün sözcünün açıklamasını duyuyoruz, görüyoruz, ne diyor? ‘YPG’ye yardımımız devam edecektir, ama orada yapılan mücadelede işimizi zorlaştırmasın’; lafa bak. Bir defa temelden bu yaklaşım sakat. Bu bilgileri sen bizden alacaksın. Kalıp da bu tür insanlara, teröristlere bu sorulur mu? Ona soracaksın, onun verdiği bilgiye göre hareket edeceksin….

Terör örgütleri ve teröristler arasında ayrım yapıldığını, iyi terörist, kötü terörist şeklinde sınıflandırmalara gidildiğini görüyoruz. Türkiye tüm bu süreçte ilkeli, tutarlı ve kararlı duruşundan taviz vermemiştir. Suriye’de dün de, bugün de demokrasiyi ve meşruiyeti savunuyoruz, ilk gün ne diyorsak bugün de aynısını söylüyoruz.

Suriyeli kardeşlerimizin, Esad ve destekçilerinin devlet terörüyle PYD’den DAEŞ’e kadar çeşitli terör örgütleri arasında bir tercihe zorlanamayacağını ifade ediyoruz. Suriye halkını ‘kırk katır mı, kırk satır mı’ tercihine zorlayanlar insanlıktan nasibini almamış olanlardır.  İyi terörist, kötü terörist yoktur, El Nusra ile El Kaide arasındaki ilişki neyse, PKK ile PYD arasındaki ilişki de odur. DAEŞ söz konusu olduğunda adeta dünyayı yıkmayı göze alanlar, PYD, YPG terör örgütünün yanında yer alarak samimiyetsizliklerini gösteriyorlar.

Ben aylar önce Suriye’de ‘eğit-donat’, bunun yanında ‘terörden arındırılmış güvenli bölge’, ‘uçuşa yasak bölge’, bu 3 başlığı söylediğim zaman buna yaklaşmayanlar, bakın şimdi diyorlar ki ‘Uçuşa yasak bölgeye evet diyoruz.’ Terörden arındırılmış bölge noktasında evet diyenler de var, ama uçuşa yasak bölgeye hala evet demiyorlar. Soruyorum, ey Amerika, bak sen uçuşa yasak bölgeye evet demedin, ama bak orada Rus uçakları cirit atıyor ve binlerce, onbinlerce oradaki mazlum, mağdur insan ölüyor. Hani biz koalisyon güçleriydik? Hani koalisyon güçleri olarak beraber hareket edecektik, hani ne oldu? Ve kalkıp Türkiye’ye şu söyleniyor: ‘PYD’ye top atışlarını durdurun, YPG’ye top atışlarını durdurun.’ Kusura bakmayın, bizim böyle bir düşüncemiz yok. Türkiye’ye bir kişi kalkar da bir havan topu atarsa, kalkar da bir mermi atarsa, bu katbekat fazlasıyla karşılığını bulacaktır, bunu bilmeleri lazım. Ve bu uluslararası angajman kurallarının işletilmesi demektir, bunu yapıyoruz, yapacağız.

Doğu ve Güneydoğu’da güvenlik güçlerimize karşı kullanılan silahların ve militanların önemli bir kısmının Suriye kaynaklı, PYD kaynaklı olduğunu biliyoruz. Güya DAEŞ’le savaşması için örgüte verilen lojistik destek bugün ülkemize yönelik tehditlerin aracı haline dönüşmüştür. Suriye içinde de PYD’ye verilen silahlar DAEŞ yerine bölge halkına ve onun meşru temsilcisi olan muhaliflere yönelmiştir.

Her şey apaçık ortadayken, PYD ve PKK arasındaki bağı yok saymak körlük değilse, ülkemize karşı hasmane bir tutumdur. Onlar gözlerini bu gerçeğe ne kadar kapatırlarsa kapatsınlar, biz terör örgütüne terör örgütü demeye ve o şekilde muamele etmeye devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar,

Kimsenin kimseyi kandırmasına gerek yok, Suriye’deki fotoğraf çok açık ve nettir. DAEŞ’e karşı operasyon bahanesiyle Suriye’ye gelen veya Suriye içinde palazlanan güçlerin hiçbirinin de terörizmle mücadele diye bir derdi yoktur. Rusya’nın da DAEŞ’le herhangi bir mücadele diye bir gayreti yoktur. DAEŞ’le mücadele bahanesi kimi ülkeler için bölgedeki çıkarlarını hayata geçirmenin bir aracı haline dönüşmüştür. Açıkçası bugün Suriye’de herkes kendi iktidarını, kendi çıkarını, kendi küresel ve bölgesel hesaplarını hayata geçirmenin çabası içindedir.

Sadece Suriye’nin komşusu olan Türkiye, Lübnan, Ürdün gibi ülkeler bu sorunun can acıtıcı sonuçlarını bünyelerinde hissetmektedirler. Diğerlerinin burada canı acımıyor, bizim acımız acıyor, Lübnan’ın acıyor, Ürdün’ün acıyor. Mülteci akınının çok küçük bir bölümüne maruz kalan Avrupa ülkelerinin yaşadığı panik ortada, nasıl bağırıp çağırdıkları ortada. Buna rağmen aynı ülkelerin özellikle Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu hala yeteri kadar anlayamadıklarını, anlamak istemediklerini görüyoruz. Üstelik Türkiye’nin sığınmacı akını yanında daha başka sıkıntıları da bulunuyor. Bölge üzerinde oynanan oyunlar doğrudan Türkiye’yi etkileyen sonuçlara yol açıyor.

İşte Rusya’nın durumu… Bu ülke bölgeye DAEŞ’le mücadele altında gelmiş ama şu ana kadar rejime karşı rejime karşı mücadele eden güçleri vurmak dışında bir iş yapmamıştır. Aynı şeklide PYD terör örgütü DAEŞ’le mücadele maskesi altında işgal ettiği bölgelerdeki Kürt, Arap, Türkmen nüfusu baskıyla tahakkümü altına almanın, sindirmenin, tabi olmayanları da tehcir etmenin peşindedir. Rejimi desteklemek için hareket geçen çeşitli örgütlerin ve mezhep taassubuyla onları destekleyen kimi ülkelerin Suriye’de gerçekleştirdikleri insanlık dışı uygulamaları da gayet iyi biliyoruz.

Aynı şekilde Esad rejiminin mücadelesi DAEŞ’le değil sadece muhalif gruplarladır. Dikkat ediniz, DAEŞ’in Suriye ve Irak dışında en çok hedef aldığı, en çok eylem yaptığı ülke Türkiye’dir. Çünkü Türkiye, bu örgütle en ciddi mücadeleyi yürüten, bu sebeple en büyük bedelleri ödeyen ülkedir.

Diğer yandan, PYD’nin sınırlarımızın hemen ötesindeki faaliyetleri Türkiye için hayati sonuçlar doğurma potansiyeli taşıyor. Biz bölücü terör örgütünün Suriye’deki kolunun izlediği politikayı diğer ülkeler gibi uzaktan izleme lüksüne sahip değiliz. Topraklarımızın bütünlüğü, milletimizin birliği bakımından sınırlarımızın içinde sürdürdüğümüz mücadeleye bakışımız ne ise, o sınırların Suriye tarafındaki gelişmeler konusundaki hassasiyetimiz de aynıdır. Çünkü bunlar birbirleriyle yakından ilişkilidir. Suriye konusunda Türkiye nefsi müdafaa konumundadır. Yani yaptığımız her şeyin, attığımız her adımın meşruiyeti vardır. Bu hassasiyeti anlayamayan veya saygı duymayan herkes öyle veya böyle bunun bedelini ödeyecektir.

Türkiye can evine yöneltilen silahlar karşısında geri çekilecek veya teslim olacak bir ülke asla değildir. Bu milletin bekası söz konusu olduğunda neler yapabileceğini görmek isteyenler, açsınlar tarih kitaplarını okusunlar, orada bolca örnek göreceklerdir. Bugün angajman kurallarımız ülkemize yönelik silahlı saldırılara karşılık vermekten ibaret olabilir; ama yarın gerekirse aynı kurallar ülkemize yönelik her türlü tehdidi kapsayacak şekilde genişleyebilir, bundan hiç kimsenin de şüphesi olmasın.

Buradan açık ve net olarak ifade etmek istiyorum; güney sınırımızda yeni bir Kandil’in oluşmasına asla izin vermeyeceğiz. PYD terör örgütünün Halep’in kuzeyinde attığı provokatif adımlara ve hayata geçirmeye çalıştığı emrivakilere asla müsaade etmeyeceğiz. Bölgede Türkiye’ye rağmen oldu-bittilerle fiili durumlar ortaya çıkartılmasına sessiz kalamayız, kalmayacağız. Suriye’de ülkemizin güvenliğini tehdit eden tüm terör yapılarına karşı gerekli adımları atmakta tereddüt göstermeyeceğiz.

Bu konuda baskı yapılması gereken adres Türkiye değil rejim ve destekçileridir. Şayet bölgede gerilimin artmasının önüne geçilmek isteniyorsa, terör örgütlerini, ama tüm terör örgütlerini cesaretlendirecek adımlardan imtina edilmelidir. Bugün bölgede 5 yıldır devlet terörü uygulayan rejime, hastaneleri bombalayarak misket bombaları ve balistik füzelerle sivil halkı katlederek en büyük desteği veren Rusya’dır. Sadece son 10 günde 600 sivil hunharca katledilerek savaş suçu işleyen Rusya’ya karşı sesini çıkarmayan herkes bu suça ortak olmaktadır. Uluslararası toplumun Rusya ve rejim unsurlarının saldırılarına karşı sesini yükseltmesi şarttır. Bu dirayeti gösteremeyen hiç kimsenin Türkiye’nin sınırlarını, vatandaşlarını ve geleceğini korumak için yaptıkları ve yapacakları konusunda söz söyleme hakkı olamaz.

Milletimiz müsterih olsun. Bölgedeki kardeşlerimiz ümitlerini kaybetmesin. Türkiye tüm bu çalışmalarını uluslararası toplumla, meseleye hakkaniyetle yaklaşan dostlarıyla birlikte yürütmektedir, yürütecektir. Amacımız, asla ülkemizi ve milletimizi altından kalkamayacağı bir yükün altına sürüklemek değildir. Tam tersine ülkemizin ve milletimizin yarın altından kalkamayacağı yüklerin altına girmemesi için bugünden üzerimize düşenleri yapmanın çabası iç indeyiz. Bu çabalarımızın sınırlarını belirleyecek olan, şu anda bu sorunun müsebbibi olanların ve onları destekleyenlerin tavırlarıdır.

Biliyoruz ki bizim için beka meselesi olan, onlar için sadece bir taktiktir, hatta operasyonel bir tercihtir. Biz bekamızdan vazgeçemeyiz, ama onlar tercihlerini kolaylıkla değiştirebilirler. Şayet bu yapılanların gerisinde Türkiye’nin sabrının sınırlarını denemek gibi bir niyet varsa, o sınırların sonuna gelindiğini de bilmelidirler.

Değerli kardeşlerim;

Suriye’nin kuzeyinde yaşanan gelişmeler, ülkemizi ve ülkemizle birlikte başta Avrupa olmak üzere tüm bölgeyi yeni bir sığınmacı akınıyla karşı karşıya bırakmıştır. Biliyorsunuz Türkiye uzun yıllardır Suriye’nin kuzeyinde güvenli bir bölge oluşturulmasını ve burada sığınmacılara hayatlarını sürdürebilecekleri yerleşim yerleri kurulmasını teklif ediyor, bu tezi savunuyor.

Bugün yavaş yavaş bu teklifimize sıcak bakmaya başlayan ülkeler olduğunu görüyoruz. Bu süreçte Türkiye, Suriye’nin sınırlarımıza yakın bölgelerinde çok sayıda insani yardım merkezi kurulmasına yardımcı oldu. Azez başta olmak üzere bugün PYD saldırısı altında olan yerlerde bu şekilde kurulmuş birçok insani yardım merkezi bulunuyor. Suriye’nin çatışmaların daha yoğun yaşandığı yerlerinden kaçan yüzbinlerce insan yapılan yardımlarla bu mıntıkada hayatlarını sürdürmeye çalışıyor. Bölgenin en büyük şehri olan Halep’le ülkemizin bağlantısı da yine aynı hat üzerinden sağlanıyor.

Rejimin ve onu destekleyen ülkelerin, Türkiye’nin bölgeyle irtibatını kesmek amacıyla güney sınırlarımız boyunca bir hat oluşturma çabaları, milyonca insanın hayatının tehdit eden sonuçlar doğuracaktır. PYD’nin bu oyunda sadece bir piyon olduğu öylesine açık ki, bölgedeki Kürt halkı dahi bu örgüte destek vermemektedir. Bunun için PYD, Araplar ve Türkmenlerle birlikte Suriye Kürtlerine de zulüm ediyor. Bu Suriye Kürtleri ki Suriye yönetimiyle o iyi günlerimizde, ‘Bunlara niye kimlik kartı vermiyorsun?’ diye Esad’a, o zalime söylediğim zaman, ‘Bunları bilmezsin’ derdi bana. Ne kimlik, ne pasaport, Suriye’de yaşayan vatandaşları vatandaşı olarak kabul etmezdi. Bakın şimdi nereden nereye geldiler.

Nitekim bugün ülkemizdeki kamplarda ve şehirlerde yüzbinlerce Suriyeli Kürt kardeşimiz de hayatını sürdürme mücadelesi veriyor. Kobani’den bir haftada 200 bine yakın Kürt kardeşimizi Türkiye’ye alan kimdi? Biz mi aldık, yoksa birileri mi aldı, soruyorum kim aldı? Biz aldık. Yediren, içiren, giydiren kimdi? Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Ama birileri bunu öyle lanse etmedi, farklı bir şekilde lanse ettiler, hala o şekilde lanse etmeye devam ediyorlar. Ne yaparlarsa yapsınlar, ‘at denize balık bilmezse Halik bilir’, biz bu şekilde yürüyoruz.

PKK’nın ülkemizde uygulamaya çalıştığı projeyi PYD Suriye’de yapıyor. Bu örgüt sayıca az, ama silahları ve kıyıcıklarıyla bulundukları bölgedeki diğer insanlar üzerinde tahakküm kuran, gücünü baskıdan ve kandan alan sapkın bir örgüttür. Bu örgüte alan açmak amacıyla desteklenen veya göz yumulan son gelişmelerin bir ucu eninde sonunda Batı ülkelerine ulaşacaktır. Biz diğer kardeşlerimiz gibi, bu olayların akabinde ülkemize sığınacak herkese elbette kucağımızı açarız. Ama kendilerine Batı ülkelerinde gelecek aramak için yola devam etmek isteyenlere de diyecek bir sözümüz olmaz. Mesele sadece para-pul, finansman meselesi olmaktan çıkmıştır, ki Avrupa Birliği bu konudaki sözünü dahi henüz tutamamıştır. Artık mesele bu milyonlarca insanın kendilerine güvenli bir gelecek için daha ne kadar sabredeceklerdir diye soruyorum.

AFAD, yanında Kızılay ve çeşitli gönüllü yardım kuruluşlarımız bu süreçte bütün gayretleriyle gerçekten takdire şayan bir gayretin içinde ortaya uygulamalar koyuyorlar. Kaymakamlarımızın başta Kızılay olmak üzere sığınmacılara yardımcı olan tüm kurumlarımıza gerekli kolaylığı sağladığına, desteği verdiğine inanıyorum. Kilis gibi şehirlerimizde sığınmacı sayısı şehrin kendi nüfusunu dahi geçmiş durumda. Bu sürdürülebilir bir durum değildir.

Batı ülkelerinin ne kadar hoyrat, ne kadar insafsız, ne kadar vicdansız davranırlarsa davransınlar, bu akını kontrol altında tutma şansları yoktur. Bunun için bir an önce Suriye’deki meselenin çözümü konusunda bir konsensüs sağlanmalıdır. Esasen çeşitli platformlarda bu konuda ideal değilse bile ümit verici birtakım gelişmeler yaşanmıştı. Ancak, farklı hesaplarla bölgede askeri güç kullanımına girişen Rusya gibi ülkeler bu gelişmeleri adeta sabote ettiler. Daha da acılı olan, sorunun çözümünde söz sahibi olan diğer birtakım ülkeler bu açık sabotaja rıza göstermek ve dolaylı destek vermek durumunda kalmışlardır.

Artık denizin bittiği yere gelinmiştir. Ya bu mesele kısa sürede çözüm yoluna girecek ya da kartopu gibi büyüyen ve yakın-uzak tanımadan tüm dünyayı etkisi altına alacak, daha büyük sorunların kapısı açılacaktır. Biz tüm meselelere bu hassasiyetle yaklaşıyoruz. Biz Suriye halkının en kısa sürede barışa, huzura, güvenliğe kavuşmasını, kendi geleceğini kendi belirleme hakkına sahip olmasını istiyoruz. Bu yöndeki tüm çözümlere destek vermeye hazırız. Suriye bahanesiyle hayata geçirilmeye çalışan diğer senaryoların başarı şansı olmadığı iyi bilinmelidir. Kendi sırça köşkte oturan hiç kimse başkasının camına taş atmamalıdır. Biz tüm meselelere bu hassasiyetle yaklaşıyoruz, diğer ülkeleri de aynı hassasiyetle konumlarını yeniden değerlendirmeye davet ediyoruz.

Biz macera peşinde değiliz kardeşlerim. Kimsenin de maceraya atılmasını arzu etmiyoruz. Türkiye bölgesindeki tüm sorunlar karşısında dikkatli ve ilkeli bir politika izlerken gelecek hedeflerinden taviz vermeden yoluna da devam ediyor.

Biliyorsunuz önümüzde bir yeni anayasa ve bununla bağlantılı olarak başkanlık sistemi tartışması var. Türkiye’nin tamamen sivil siyaset eliyle ve halkın katılımıyla kendi anayasasını yazabilecek birikime ve dirayete sahip olduğuna inanıyorum. Fakat şu söylenerek masadan çekilmez, nedir o? ‘Darbeyle yapılan o anayasadaki veya yasaların tümünün değiştirilmesi, ancak onlar değişecek ki ondan sonra anayasa çalışmasına başlayalım.’ Nedir bu? Nereden bakarsan bak 2000-2500 madde. Bunların hepsi gözden geçecek, her madde 1 gününü alsa, 2 gününü alsa, nereden bakarsan bak 3-4 yıl burayla geçer. Ondan sonra neymiş, ondan sonra anayasaya başlanacakmış.

Böyle bir mantık olur mu? Bu işi tıkamaktan başka bir şey değil. Böyle bir yaklaşım tarzı olur mu? Ben Genel başkanlığım zamanında, başbakanlığım zamanında da zaten bunları aynı şekilde gördüm. 47 madde üçer tane temsilci tarafından gözden geçirildi, hepsi paraf ettiler, çıktı açıklama yaptı ana muhalefetin o zamanki başkanı, şimdi de Başkan ya… Dedi ki; ‘Bu 47 maddeyi geçirelim.’ Arkadaşlarımı gönderdim, gidin görüşün, geçirelim. Gittiler görüştüler, verdikleri cevap şu: ‘Ama diğer iki parti de buna evet diyecek.’ ‘İşte parafları var ya burada, işte onların temsilcileri de bu 47 maddeyi parafe ettiler, bu evet demektir’ dendi, olmadı.  Sonra 60 maddeye çıktı, ben arkadaşları gönderdim, dedim gidin görüşün. ‘Şu 60 maddeyi işte bak paraf ettiler, bunları geçirelim?’ dendi, ‘4 partinin 4’ü de buna imza koyması lazım’ dediler, gene olmadı. İpe un sermek denir buna. Bunların iş yapmak, iş üretmek diye bir derdi yok, bu sadece ülkeyi kilitlemektir, bunlardan bir şey çıkmaz.

Değerli kardeşlerim,

Öyle veya böyle ben inanıyorum ki aklıselim sahibi olan Parlamentonun diğer üyeleri kesinlikle bu işe kararlı bir şekilde yürürlerse, masadan çekilenlere de ‘hayırlı olsun’ demekten başka söyleyecekleri bir şey yok. Ben diyorum ki, masada kalanlar kararlı bir şekilde bu işi sürdürmelidirler. Yazık olur, umutla bekleyen milletimize de yazık olur. Çünkü Türkiye mutlaka ama mutlaka yeni anayasasına kavuşacaktır. Şayet tüm bu partilerin uzlaşmasıyla sağlanamıyorsa, o zaman aklını ve vicdanını ön planda kim varsa tutuyorsa, onlarla birlikte bu yolda yürünmeye devam edilir.

Ve buradan sesleniyorum, diyorum ki, ‘Ey Parlamentodaki saygın üyeler, değerli arkadaşlarım; gelin bir karar alın, deyin ki, biz millete gideceğiz, millete gidin, bakın bakalım millet size ne diyor, hazırlayın sunun millete. Millet evet diyorsa… Egemenlik kayıtsız şartsız milletin değil mi? Siz Atatürkçü değil miydiniz? Atatürkçü olduğunuza göre, Gazi Mustafa Kemal ne diyor; ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.’ Öyleyse haydi millete gidelim ve millet bu kararı versin diyelim, milletin verdiği karara da uyalım. Bunun başka çıkış yolu olmaz, çünkü burası iş tıkama yeridir ve bu Parlamentoya saygısızlıktır.

Yeni anayasa konusu şu partinin veya bu partinin meselesi olmaktan çıkmış ve milletin meselesi haline dönüşmüştür. Kim bu konuda gerçekten tıkaç vazifesi görürse, engelleyici duruma düşerse, millete bunun hesabını verir. Kim bu yolu açan, kolaylaştıran, katkı veren konumunda olursa, o da milletten mükâfatını alır. İnşallah yeni Türkiye’nin inşası çerçevesinde yeni anayasamızı da çıkartacağız.

Değerli arkadaşlar,

Başkanlık sistemi de inşallah bu şekilde hayata geçecektir.  Ha, millet başkanlık sistemini istemiyor... Benim milletim başkanlık sistemini istemiyorsa, bizim milletimize söyleyecek hiçbir şeyimiz yoktur, onu da öper başımıza koyarız. Olay bu kadar basittir.

Türkiye’nin bu değişime ihtiyacı olduğuna inanıyorum ben. Yürüttüğümüz görevler sebebiyle ülkenin ve bu milletin sorunlarını yakından bilen siz değerli kaymakam arkadaşlarım da inanıyorum ki yeni anayasa konusundaki görüşlerinizi, düşüncelerinizi ortaya koymanız, sistematik olarak biraraya getirmenizde büyük fayda var, çünkü sizler de hayatı yaşıyorsunuz.

Bu düşüncelerle bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni teşrifleriniz için her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Görev yaptığınız illerdeki, ilçelerdeki çalışmalarınızda sizlere başarılar diliyorum. Sevgilerimi, saygılarımı sunuyor, ilçelere en kalbi selamlarımı, saygılarımı gönderirseniz çok çok memnun olurum.