TÜGİK Genel Kurulu’nda Yaptıkları Konuşma

11.02.2016

Türkiye Genç İş Adamları Konfederasyonu’nun değerli Başkan ve kıymetli üyeleri,

Değerli kardeşlerim, hanımefendiler, beyefendiler;

Sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum.

Türkiye Genç İş Adamları Konfederasyonu’nun özellikle değerli Başkanı ve Yönetim Kurulu’na bu güzel buluşmayı tertip ettikleri için teşekkür ediyorum.

Geçtiğimiz yılın Ocak ayında Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde biraraya gelmiştik. Bugün de işte burada yeniden hasret gideriyoruz.

26 yıldır genç iş adamlarımızın sesi temsilcisi olan TÜGİK’in ülkemizin en yaygın ve en etkin sivil toplum kuruluşları arasında yer aldığını görmekten duyduğum memnuniyeti de ifade etmem gerekir. TÜGİK’in ekonomi politikaları yanında terörle mücadeleden paralel yapıyla mücadeleye kadar ülkemizin tüm önemli meselelerinden ortaya koyduğu yerli ve milli duruşu takdirle karşılıyorum.

Türkiye içeride ve dışarıda topyekûn bir mücadele veriyor. İşte bu sabah İstanbul’da iki gazetemizin, Yeni Şafak ve Yeni Akit’in binalarına molotof kokteyli ve silahlı saldırıda bulunuldu. Hamdolsun can kaybı yok. Gazetelerimizin binalarında sadece maddi hasar meydana geldi. Saldırıları şiddetle kınıyor, her iki gazetemizin de sahiplerine, yöneticilerine ve çalışanlarına geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Geçmişte bir başka gazetemizin binasının girişindeki camların öyle silahlı saldırıyla, molotofla falan değil arbede sırasında kırıldığı için dünyayı ayağa kaldıranların bu saldırılar karşısındaki tavırlarını dikkatle takip edeceğim. Bakalım buradaki tavır ne olacak, göreceğiz. Bu gazeteleri, yayınlarını beğenmedikleri için kürsüden fırlatarak terör örgütüne hedef gösteren partinin mensuplarının da tutumunu yakından izleyeceğim.

Evet, yaşadığımız süreç aynı zamanda milletin ve devletin yanında olanlar ile karşısında yer alanların da kendilerini gösterdikleri bir filtre işlevi görmektedir. TÜGİK, saffını milletinin ve devletinin yanı olarak belirlemek suretiyle bu mücadeledeki yerini açık ve net bir şekilde ortaya koymuştur.

Bugün nasıl geçmişe doğru bakıp kimilerini hayırla yâd ediyor, kimilerini ademe mahkum ediyorsak, yarın aynı değerlendirme bugünler için de yapılacaktır. İnanıyorum ki TÜGİK, bu değerlendirmede hayırla yad edilenler arasında yer alacaktır. Gösterdiğiniz sağlam duruş için her birinize şükranlarımı sunuyorum.

Değerli kardeşlerim; sevgili genç işadamları;

Türkiye yakın tarihteki en zor dönemlerinden birini geçtiğimiz yıl yaşadı. Üst üste yaşadığımız iki seçim, bölücü terör örgütünün eylemlerini artırması, Güneydoğu ve Doğu bölgelerimizde yaşanan krizlerin derinleşmesi gibi hadiseler kimilerini karamsarlığa sürükledi. Buna rağmen geride bıraktığımız yılın ekonomik verilerine baktığımızda, hamdolsun moralimizi bozacak, umudumuzu kıracak ciddi bir sıkıntı görmüyorum. Onun için genç iş adamlarımıza sesleniyorum; sakın ha moralinizi bozmayın. Göreceksiniz istikbal bizimdir, hiç endişeniz olmasın.

Az önce Sayın Bakanım da söyledi, Sayın Başkan da söyledi, nedir o? Yurt dışına turizme gitmeyin, bütün turizm faaliyetlerinizi yurt içinde yapın. Alışverişlerinizde yurt dışından ithal edilecek mallar-malzemeler yerine kalkın yerli malzemeyi kullanın. Hani bir zamanlar okullarımızda yapardık ya Yerli Malı Haftası, evet şimdi de yerli malı yılı olsun, bunu yapalım.

Bakın buralara kadar daha gelmedik, yani onu da söyleyeyim, evvel Allah biz güçlüyüz. 2015’in ilk 3 çeyreğinde Türkiye yüzde 4 büyüdü. Geçtiğimiz yıl sanayi üretiminde yıllık ortalama artış yüzde 3,2 olarak gerçekleşti. Böylece yılın tamamındaki büyüme hızımızın yüzde 4 seviyesinde gerçekleşmesi neredeyse kesinleşmiş oldu.

Gelişmiş ülkelerin ekonomilerinin yüzde 2 büyüdüğü bir ortamda Türkiye’nin, yaşadığı tüm sıkıntılara rağmen yüzde 4’lük büyüme hızını yakalamış olması gerçekten çok önemlidir. Sadece bu rakamlar dahi geçtiğimiz yıla ilişkin gayri safi milli hasıla büyümemizi 2 puan yukarıya çekecektir. Yine geçtiğimiz yıl ülkemize gelen uluslararası doğrudan yatırım rakamı yüzde 32,4’lük bir artışla 16,6 milyar dolar olarak gerçekleşti. Kamu ve özel toplam yatırımlarında 2015’in ilk 3 çeyreğinde yüzde 9,7’lik bir reel artış yaşandı.

2015 yılında bir önceki yıla göre açılan şirket sayısı, burası da çok önemli, yaklaşık 59 binden 68 bine yükselirken, kapanan şirket sayısı da 16 binden 14 bine geriledi. Bakın her ikisi de lehimizde, öyle iyi gidiyoruz, hiç endişeye gerek yok. Olacak bazı sıkıntılar, ama bunları da aşacağız. Unutmayın, kutlu doğumlar sancılı olur, bu bir kutlu doğumdur.

Otomobil satışlarına bakalım, tarihi bir rekorla 726 bine yükseldi. Bu rakam bir önceki yıl 587 bindi. Buzdolabı, çamaşır makinesi gibi beyaz eşya satışları da bir önceki yıla göre arttı. İşsizlik oranı aşağı-yukarı bir önceki yıl seviyesinde kaldı. İhracatımızda bir miktar düşme yaşanmakla birlikte, ithalattaki daha yüksek azalma sebebiyle cari açığımız ciddi şekilde geriledi. Geçtiğimiz yıl cari dengemiz enerji hariç 1,1 milyar dolar fazla verirken, toplam cari açığımız 32,2 milyar dolarda kaldı.

Turizm gelirlerindeki düşüş daha ziyade küresel ekonomiyle ilgili görünüyor, bunu da en kısa sürede telafi edeceğimize inanıyorum. TÜGİK’in, az önce söylendi, ‘Türkiye turistiyiz’ kampanyasını bu bakımdan anlamlı buluyorum ve destekliyorum.

Kamu net borç stokundaki azalış eğilimi geçtiğimiz yıl da biliyorsunuz devam etti. Borçlanma vadeleri uzarken borçlanma faizi bir önceki yıla göre az da olsa geriledi. Tabii bu konuda benim hassasiyetlerimi biliyorsunuz, ben faiz konusunda hassasım ve faizi özellikle enflasyonun en önemli sebebi olarak görüyorum. Sebep-netice ilişkisinde faiz sebeptir, enflasyon neticedir. Ve faizle enflasyon doğru orantılıdır, ters orantılı değildir.

Eğer kim faizi yükseltmeyi savunuyorsa, o bu ülkede yatırımların düşmanıdır, istihdamın düşmanıdır, bunu da açıkça söylüyorum. Eğer benim ülkemde yatırım olacaksa kredi musluklarının açık olması lazım. Kredi musluklarının açık olabilmesi için yüksek faizin olmaması lazım. Dünyaya bakıyoruz, Amerika’daki faiz oranına bakıyoruz, ne görüyoruz? 0,50. Geliyorsun Avrupa’ya, bazı yerlerde eksi, bazıları aynı oranda. Japonya’ya gidiyorsun eksi, İsrail hakeza öyle. Bize ne oluyor kardeşim? Eğer şöyle komisyon, şu-bu filan koyduğunuz zaman 15-16-17’lere kadar çıkıyor. Bu denli faizin yüksek olduğu bir ülkede yatırım olabilir mi? Orada kalkıp da yatırımcı nasıl yapacak bu yatırımı? Maliyetlerin bu kadar yüksek olduğu bir yerde bu yatırım nasıl olacak?

Değerli kardeşlerim, sevgili gençler;

Yatırımın durduğu yerde istihdam durur, üretim durur ve sizin uluslararası rekabet gücünüz de biter. İşte önce bunu halletmemiz gerekiyor. Bu konuda ben gerekli uyarılarımı gerekli yerlere hep yaptım, hala yapıyorum, yapmaya da devam edeceğim. Bu, benim başbakanlıktan bu yana hep biliyorsunuz ilkem olmuştur. Devletin borçlanma faizini yüzde 63’ten alıp tek haneli rakamlara indirme kavgamı bu işin içinde olanlar gayet iyi bilirler. Yüzde 30 olan enflasyonu tek haneli rakama çekerken onu da o şekilde çektik. Bunu da benimle yakın çalışanlar çok iyi bilir, ispatı ortada, başka bir şey aramaya gerek yok…

Değerli arkadaşlar,

2015’te Türkiye’nin tökezleyeceğini umanların bir kez daha hüsrana uğradığını görüyorum. Biliyorsunuz ben uzun yıllardır uluslararası değerlendirme kuruluşlarının Türkiye’ye verdikleri notlara, ülkemizle ilgili değerlendirmelere hep itiraz etmişimdir. Bu değerlendirmelerin bir kısmı art niyetli olmakla birlikte, bir kısmı da Türkiye’yi yeteri kadar tanımamanın bir sonucudur. Ve şunu da söyleyeyim; uluslararası bu tür kuruluşların kararları, açıklamaları bilimsel değildir, siyasidir, bunu da biliniz.

Türkiye tıpkı bir buzdağı gibi gözükmeyen gücü, görünen gücünden çok büyük olan bir ülkedir. Bu ülkenin, bu milletin potansiyelini, yapabileceklerini anlayabilmek için Anadolu’nun, Trakya’nın suyunu içmek, ekmeğini yemek, havasını solumak, sıcağında terlemek, soğuğunda üşümek, yani buraya ait olmak gerekiyor. Hariçten bakan birisine bunu anlatabilmek gerçekten zordur, ama biz neler yapabileceğimizi biliyoruz. İnancımızla, azmimizle, heyecanımızla, kararlılığımızla hedeflerimize doğru yürümeye devam ediyoruz. İnşallah 2016 öngörülenlerin çok üzerinde bir büyüme hızı yakalayarak yeniden 2023 hedeflerimize odaklanacağımız bir yıl olacaktır diye inanıyorum, düşünüyorum. Bunun için sizlere çok önemli görevler düşüyor.

Sevgili gençler,

Geçtiğimiz hafta 3 ülkeyi kapsayan bir Güney Amerika seyahatim oldu. Hemen her yere olduğu gibi buraya da kalabalık bir iş adamı heyetiyle birlikte gittik, 100’e aşkın iş adamıyla birlikte… Ziyaret ettiğimiz ülkelerde mutlaka DEİK’in oradaki muadil kuruluşlarıyla düzenlediği iş forumlarına gerek Şili Devlet Başkanı, gerek Peru Devlet Bakanı, gerekse Ekvador Devlet Başkanı, 3 ülkenin devlet başkanıyla beraber katıldık ve iş adamlarımıza birlikte hitap ettik. Tabi derdimiz şuydu; iş adamlarımıza bir heyecan verelim, o ülkelerin iş adamlarıyla birlikte bazı adımlar atılsın, müşterek olarak atılsın, ama o ülkede, ama bizim ülkemizde, ama üçüncü ülkelerde bazı adımları beraber atalım.

Unutmayın, siz gitmezseniz onlar gelir, siz üretmezseniz onlar üretir, siz satmazsanız onlar satar, büyümezseniz küçülürsünüz. Madem küreselleşme diyoruz, öyleyse dünyada sizin için uzak diye, meçhul diye bir yol veya bir yer kesinlikle olmamalı. Ayağımızı basmadığımız hiçbir yere ticari varlık gösterebilmemiz mümkün değildir. Elini sıkmadığımız, gözünün içine bakmadığımız hiçbir ortakla kalıcı ve hacimli iş yapamazsınız.

Bu bakımdan TÜGİK’in üyelerini veya TÜGİK’in üyeleri için yakında düzenleyeceği İran programını çok çok önemsiyorum. Bu tür programların potansiyeli yüksek yerlerden başlayarak yaygınlaştırılmasını tavsiye ediyorum. Yakında Ekonomi Bakanımızın yine bu tür uzak seferleri olacak. Bu seferlerde genç iş adamlarımızı da yanına almak suretiyle bunu gerçekleştirmesi, inanıyorum ki birçok adımların atılmasına da vesile olacaktır.

Değerli kardeşlerim,

Suriye meselesi giderek derinleşen bir yara olarak canımızı acıtmaya, yüreklerimizi dağlamaya devam ediyor. Son haftalarda Esad rejimi ve destekçileri başta Halep olmak üzere sivil yerleşim yerlerini hedef alan saldırılarını artırmış bulunuyor.

Pazar yerleri, camiler, hastaneler, insanların canlarını kurtarmak için sığındığı binalar, hatta insani yardım gönüllüleri Rusya ve rejimin ağır bombardımanına maruz kalıyor. İran destekli Şii milislerin ve Şebbihaların acımasız katliamlar gerçekleştirdiklerine dair haberler alıyoruz.

Suriye kirli ittifakların kurulduğu, insanların acı ve kanı üzerinden pazarlıkların yapıldığı bir ülke haline geldi. Rejim ve rejim destekçisi ülkeler DAEŞ ve PYD gibi terör örgütlerini sürekli palazlandırıyor. Esad iktidarını devam ettirebilmek için tüm ülkenin yıkılmasına, terör örgütlerine ve yabancılara peşkeş çekilmesine rıza gösteriyor. Yüzbinlerce insanın hayata tutunmaya çalıştığı Halep’e yapılan harekât bunun en son örneğidir.

Bu harekât bölgeden ülkemize doğru yeni bir göç dalgası başlattı. Sınırımıza gelen kardeşlerimizden durumları acil ve kritik olanlarını topraklarımıza kabul ettik. 35 bini ise resmi kurumlarımızın ve sivil toplum kuruluşlarımızın sağladığı imkânlarla sınır hatlarında bekleyişlerini sürdürüyor. Şayet Rusya’nın ve rejimin Halep’e yönelik hava bombardımanı, kara harekatı saldırıları devam ederse, bu sayının 600 binlere yükselme ihtimali var. Biz en kötü senaryoyu da hesaba katarak hazırlıklarımızı yapıyoruz, önlemlerimizi alıyoruz.

Ancak, burada bazı hususları altını çizerek ifade etmekte fayda görüyorum.

Bu göç akınının en büyük sebebi Rusya’nın ve Esad rejiminin başlattığı sivil halkı hedef alan saldırılarıdır. Buna rağmen Birleşmiş Milletler’in saldırıyı yapanlara karşı tedbir almak yerine, ülkemize çağrıda bulunması samimiyetsizliktir. Neymiş; ‘Kapınızı açın, onları alın.’ Peki, ey Birleşmiş Milletler, sen ne işe yarıyorsun, senin görevin ne?

Şu ana kadar 10 milyar dolara yakın bu mülteciler için para harcamış olan Türkiye’ye, bu mülteciler için sen ne kadar destek verdin? 455 milyon dolar. Ayıptır ayıp. Bu Birleşmiş Milletler Teşkilatı bu iş için kurulmadı, kapıyı aç. Dünyadaki diğer ülkelerin kabul ettiği mülteci sayısı ne kadar? Bakıyorsun bazıları 100 tane almış, öbürü 300 tane, 500 tane, bin tane… Bizim alnımızda enayi yazmıyor kusura bakmayın, bu işin hakkı neyse bunu yapın. Biz bir yere kadar sabır gösteririz, ondan sonra da gereği neyse bunu yaparız. Herhalde otobüsler boşuna durmuyor, uçaklar boşuna durmuyor, gereği neyse ondan sonra o yapılır.

Bu nasihati vereneler Birleşmiş Milletler’in diğer üyesi ülkelere de bir nasihat versinler de, buradan çıkan bu mültecileri o ülkelere de gönderelim. Bunu söylediğimiz zaman da rahatsız oluyorlar. Türkiye 5 yıldır büyük bir özveriyle ve tamamen kendi imkanlarıyla sayıları 3 milyona yaklaşan mülteciye zaten sahip çıkıyor. Kendilerine G-20 toplantısında, ondan önceki bütün uluslararası toplantılarda ‘Gelin Kuzey Suriye’de terörden arındırılmış bir bölge kuralım, uçuşa yasak bölge ilan edelim’ dedik, anlattık. ‘Bak burada 4500-5000 kilometrekarelik bir alan var, bu alanı terörden arındırılmış bölge ilan edelim ve aynı zamanda da uçuşa yasak bölge ilan edelim ve burada hemen süratle donörler biraraya gelsin ve burada konutlar yapalım, adeta bu bir barış şehri olsun ve bu konutlara Suriye’den çıkacak olanları veya Türkiye’dekileri yerleştirelim, bütün sosyal donatı alanlarıyla, altyapısıyla bunları yapalım.’ dedik. Hepsi gayet güzel, hoş dinliyorlar, ‘Hadi adımı atalım’ dediğimizde, ‘Bir değerlendirelim.’ diyorlar.

Bakın şimdi 3 milyar avro dediler. Arkadaşlarımız 28 Aralık’ta bir Avrupa seyahati yaptılar, dönüp geldiler, ‘3 milyar avro verecekler’ dediler. Nerede 3 milyar avro? Şimdi söyledikleri ne bilmiyor musunuz? ‘Plan, proje getirilsin, plan, proje üzerinden bunları verelim.’ Neyin planı, projesi? Gel bizim bütün sahil şehirlerimizi dolaş, oradaki kampları gör, yapılan harcamalar zaten ortada. Biz senden kalkıp da Türkiye’nin milli bütçesine para istemiyoruz, burada yaptığımız ve yapacağımız yatırımlar için istiyoruz. Samimi değiller.

İşte en son buyurun, bakın NATO’da müttefikimiz ne diyor? ‘Biz PYD’yle ittifak halindeyiz’ diyor. Hani bu dünyada terörle mücadele vardı? Bu nasıl bir terörle mücadele? PYD’yi PKK’dan ayrı görmeyecek kadar maalesef gözleri kapalı olanları görüyoruz. Ve kalkıp kendi uluslararası güvenlik elemanına Kobani’de plaket veriyorlar. Bu belgeyle ortada, her şeyiyle ortada; buna rağmen hala ‘PYD ve YPG terör örgütü değil’ diye değerlendiriyor. Bütün bu gerçekler ortadayken Türkiye’ye uluslararası yükümlülüklerini hatırlatmak, açık söylüyorum ikiyüzlülüktür.

Burada şayet uluslararası yükümlülüklerini hatırlaması gereken bir yer varsa, bu öncelikle Birleşmiş Milletler’in ta kendisidir ve Güvenlik Konseyi’dir. Güvenlik Konseyi bir-iki ülkenin kaprislerine, çıkarlarına mahkum edilmiştir. Buradaki tıkanıklığın, çaresizliğin bedelini 400 bin Suriyeli hayatlarıyla, 12 milyon Suriyeli göç ederek ödemiştir, ödemeye devam ediyor. Birleşmiş Milletler bize çağrıda bulunmak yerine, tüm kurum ve kuruluşlarıyla Suriye’de yaşanan insanlık dramının ve etnik temizlik faaliyetlerinin önüne geçmek için daha fazla çaba sarf etmelidir. Biz en başından beri mülteci sorunuyla etkin mücadele etmenin yolunu uluslararası topluma, kuruluşlara gösterdik, gösteriyoruz.

Suriye toprakları içinde uçuşa yasak güvenli bölgeler kurulmadan bu sorunun üstesinden gelinemez, terörden arındırılmış bölge kurulmadan bu sorunun üstesinden gelinemez. Ve Türkiye olarak biz şu anda tehdit altında olduğumuza göre, atmamız gereken adımları da biz gerekli şekilde atarız, atmaya da devam edeceğiz.

Suriyelileri öncelikle kendi topraklarında tutmanın yolları aranmalıdır. Zira hiç kimse mecbur değilse ülkesini, evini, şehrini terk etmek istemez. Hem buna imkan sağlamayacak, hem rejimin ve Rusya’nın saldırılarını durdurmayacak, hem de Türkiye’den daha fazlasını yapmasını bekleyeceksiniz. Böyle olmaz. Birleşmiş Milletler, özellikle de Güvenlik Konseyi bu davranışıyla kendi meşruiyetini sorgulanır hale getirdiğini bilmelidir. En ihtiyaç duyulan zamanda görevini yerine getirmeyen, mağdurun değil, zalimin yanında yer alan bir kurum kendi sonunu hazırlıyor demektir.

Değerli kardeşlerim,

Bizim medeniyetimiz bir merhamet ve şefkat medeniyetidir. Allah’a hamdolsun, bizim milletimizin en büyük özelliği misafirperverliğidir, kapısına geleni geri çevirmemesidir. Yüzyıllardır bu topraklar güvenin, barışın, huzurun ve dayanışmanın sembolü olmuştur. Tarih boyunca Rumeli’den Kafkaslar’a, İspanya’dan Balkanlar’a kadar Anadolu’nun müşfik bağrına sığınanlar kendilerini sevgiyle karşılayan yüzler, sofralarına bir kaşık da kendileri için koyan zengin gönüller bulmuşlardır. Bizde yabancı yoktur, bizde misafir vardır. Bizim soframız misafirle bereketlenir. Milletimiz aynı erdemi bugün de Suriye’den ve Irak’tan gelen kardeşleri için göstermektedir.

Türkiye’nin 5 yıldır başarıyla yüzleştiği mülteci sorunu karşısında Avrupalı veya Avrupa ülkelerinin gösterdikleri tepki tam anlamıyla ibretliktir. Bugün Avrupa’da sınırların tel örgülerle kapatılmasından mültecilere şiddet uygulanmasına, eşyalarına el konulmasından insanlık dışı şartlarda barındırılmaya kadar birçok utanç verici görüntü yaşanıyor.

Daha birkaç ay önce Suriyeli küçük bir kız çocuğuyla güya otoyolda oyun oynayarak PR çalışması yapanlar, şimdi geçirdikleri kanunlarla mültecilerin ziynet eşyalarına, yanlarında getirebildikleri birikimlerine göz dikiyorlar; çok manidardır. Mülteciler ya asimile edilmesi ya da sınır dışına atılması gereken yabancılar olarak görülüyor. Bugün çoğu Avrupa ülkesinde ırkçı akımların, hükümetlerin mültecilerle ilgili politikalarını belirlediğine, böyle bir güce eriştiğine şahit oluyoruz.

Yabancı düşmanı, ırkçı ve İslamofobik akımlar marjinal olmaktan çıkarak, giderek merkeze oturuyor. Avrupa bu utanç çukurunda debelenirken, biz millet olarak insani görevlerimizi hakkıyla yapmanın çabası içindeyiz. Kimi zaman milletimizin değerlerinden nasibini almamış birileri, çıkıp misafirlerimizle ilgili olumsuz bir hava yaymaya çalışsalar da başarılı olamadılar.

Bu vesileyle son günlerde kamuoyunda tartışılan bir konuya da değinmek istiyorum. Bilindiği gibi bir süredir Avrupa Birliği yetkilileriyle Suriyeli sığınmacıların sorunlarına çözüm bulmak amacıyla görüşmeler yürütüyoruz.

Son olarak birkaç gün önce Sayın Merkel’i ağırladık, daha öncesinde G-20 Zirvesi vesilesiyle Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Tusk ve Avrupa Komisyonu Başkanı Sayın Juncker’i misafir ettik. Juncker benim 15-20 yıllık arkadaşım, ta Lüksemburg’da Başbakan olduğu dönemden bu yana tanıyorum. Tusk, Polonya’da Başbakan olduğu andan itibaren tanıdığım birisi. Her ikisiyle de yaptığımız görüşmemizin ana gündem maddesi Suriyelilerin sorunlarının çözümü için yürüttüğümüz çalışmalar, burada Avrupa Birliği’nin yapacağı katkılar, yani mülteci sorunu, konu bu…

Şimdi birileri bu görüşmenin tutanaklarını servis ederek bize saldırmaya çalışıyor. Tutanakları okuyanlarınız olmuştur veya vardır, orada ne yapmışız biz? Ülkemizin ve Suriyeli mültecilerin haklarını ısrarla ve kararlı bir şekilde savunmuşuz. Avrupa Birliği’nden sözlerini yerine getirmesini, Türkiye’ye karşı samimi davranmasını istemişiz. Yayınlanan tutanaklar bizim için utanç değil, bir ibra belgesidir aslında. Sevgili gençler, şunu unutmayın; ‘Allah hainlerin hilesini başarıyla ulaştırmaz.’ Bu böyledir.

Üstelik bu düşünceleri sadece orada ifade etmekle kalmadım, her fırsatta, her platformda söylemeye devam ettim. Yani aslında ortada gizli saklı bir durum da yok. Ülkemin çıkarlarını, mazlumların ve mağdurların haklarını savunduğum için şahsıma saldıranlar, bu üsluplarıyla aslında yaptığımız işin ne kadar doğru olduğunu gösteriyorlar.

Ve ne demişim, onu da söyleyeyim. Burada da, ekranları başında bizi izleyenler de bunu tekrar duymuş olsun. ‘Bize bir kereliğine vereceğiniz 3 milyar avro bütçemize değildir. Nereyedir? Mültecileredir. Bunun bu olaylar devam ettiği sürece devamı gerekir. Aksi takdirde biz şu ana kadar sizden para gelecek diye 9 milyar doları harcamadık, o bizim misafirperverliğimizin bir gereğiydi. Biz bunu yaptık ve biz bunlarla da yıkılmadık, bundan sonra da yıkılmayız. Bundan sonra da bunu yapmaya devam ederiz, bizim özelliğimiz bu. Edirne’den insanları otobüslere bindirdik tekrar geri çevirdik, ama bu bir olur, iki olur. Ondan sonra da, kusura bakmayın biz de kapıları açarız, hadi hayırlı yolculuklar deriz.’ Bunu söyledim. Beyefendiler bundan rahatsız olmuşlar.

Kardeşlerim, son olarak Pir Sultan Abdal gibi diyorum ki; “Koyun beni Hakk aşkına yanayım / Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan / Yolumdan dönüp mahrum mu kalayım / Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” Evet, biz de yolumuzdan dönmeyecek, mazlumlara, mağdurlara sahip çıkmaya devam edeceğiz.

Bu duygularla bir kez daha TÜGİK Mali Genel Kurulu’nun hayırlı olmasını diliyorum. Bugün burada bizleri samimiyetle bağırlarına basan tüm TÜGİK üyelerine şükranlarımı sunuyorum. Genç iş adamlarımıza çalışmalarında başarılar diliyor, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.